Cumartesi Mayıs 11, 2024

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı. Böylece, çeşitli milliyetlere mensup işçiler ve emekçiler arasına milli düşmanlık ve kin tohumları saçtı; işçilerin ve emekçilerin birliğini ve dayanışmasını baltaladı. Türk işçi ve emekçilerini, kendi şovenist politikasına alet etmek istedi! Kemalist diktatörlüğün milli meselede izlediği çizgi, tam anlamıyla Türk şovenizmidir ve bilindiği gibi, faşist diktatörlüklerin bir özelliği de hâkim ulus şovenizmini körüklemek, milli düşmanlıklar yaratarak ve kışkırtarak, emekçi halk kitlelerini bölmek, birbirine düşürmektir”İbrahim KAYPAKKAYA

Deniz, Mahir ve İbrahim’in görüşlerini yayınlarken; yorum yapmadım. Amacım yeni nesil saflarını belirtirken birilerin etkisinden kalmadan Mahir’i, Deniz’i ve İbrahim’i birebir kendilerinden öğrenmek idi. Buna rağmen İbrahim’i öne çıkarttığım eleştirileri aldım. Haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Ben İbrahimci olduğum kadar, o kadar da Mahirciyim, Denizciyim, Mustafa Suphiciyim, Yılmaz Güneyciyim, Mazlum Doğancıyım, İrfan Çelikçiyim, Pir Sultancıyım, Şeyh Bedrettinciyim, dünyanın neresinde olursa olsun zalime karşı kim ki isyan bayrağını dalgalandırmışsa ben onun yanındayım.

Deniz, Mahir, İbrahim bize Türkiye devriminin rotasını göstermişlerdi. Yani hasta olan Türkiye’ye doktor gözüyle reçete yazmışlardı ve bugün görülmüştür ki Türkiye’nin iyileşmesi için İbrahim’in yazmış olduğu reçete uygulanırsa bu hasta ayağa kalkar, yani devrim olur. Mahir, Deniz, İbrahim her türlü revizyonist akımlara karşı silahlı mücadelenin önemini öne çıkarttırmışlardı. Yani ihtilalcıdırlar, üçünün de amacı aynıydı, devrim yapmaktı. Mahir ve Deniz bugün yaşamış olsaydılar, onlarda İbrahim’in söylediklerini onaylardı. Çünkü onların amacı devrim yapmaktı.

Mahir Çayan ve arkadaşları Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i idamdan kurtarmak için, Kızıldere eylemini gerçekleştirmiştir. Aralarında ki devrimci ilişkiler, siper yoldaşlığı ve ruhuyla da kendilerinden sonra gelenlere örnek oldular. Onlar sisteme savaş açarken farklı kulvarlarda da olsa birbirlerini sahiplenmenin en güzel örneklerini gösterdiler. İbrahim ve arkadaşları, Nurhak dağlarında Sinan Cemgil’leri ihbar eden muhtarı bizzat kendisi cezalandırdı. Tıpkı Deniz’lerin idamını engellemek için iki hareketin ortak pratikteki sergilediği tutum gibi. İbrahim, Mahir, Deniz reformist ve parlamenterist mücadele anlayışına baş kaldırarak, Türkiye devrimci hareketine, yeni bir çığır açarak, mücadeledeki kararlılığı ile düzene doğrudan savaş açmıştır. O dayanışma ruhunu bugünde yoğun bir şekilde yüreğimizde hissetmeliyiz.

Mahir, Deniz ve İbrahim devrimci zoru da dönemin sosyalist hareketinden farklı bir şekilde ele almaktadırlar. “Savaş siyasetinin başka araçlarla devam ettirilmesidir” ilkesinden hareket ederler. İbrahim zoru, uluslar arası komünist hareketin tecrübelerinin izinden gidip, ülkenin üretim ilişkileri ve özgül koşulları çerçevesinde ele alarak “halk savaşı” yöntemini benimser. Dolayısıyla kendi sistematiğiyle, dönemin küçük burjuva fokocu hareketleri arasındaki anlayış farkını ortaya koyar.
İbrahim’in sistematiği, Mahir Deniz ve 71 devrimciliği içinde şu ayırt edici yönlere sahiptir:

1. Kemalizm’den köklü bir kopuş.
2. Kürt sorununda Marksist analiz.
3. Devrimci zoru, halk savaşı pratiğinde ele alma.
4. Ülkenin tarihini Marksist açıdan analiz etme
5. Kitlelerden kitlelere anlayışının amansız bir takipçisi olma.

İbrahim Kaypakkaya yıllar geçtikçe fikirleri, düşünceleri eskimek şöyle dursun, doğruluğu sosyal pratiğin içinde her gün daha fazla ispatlanan bir önderdir. Kürtlere ve Alevilere karşı uygulanan katliamlar ve soykırım politikası bile Kemalist politikanın faşizmin ta kendisi olduğunu göstermeye yeter. Kemalizm’e ‘ilerici’ diyenler onun baskılarına destek verdiler. Kemalist politikanın iğrençliğini ve halk düşmanı olduğunu İbrahim Kaypakkaya daha 1970’lerin başında ortaya koydu. Bugün T.C. Kaypakkaya’nın adından dahi korkuyorsa asıl gerçeklik buradadır.

Egemen sınıflar TC’nin kuruluşundan bu yana Kürt ve Alevi sorununu baskıcı ve katliamcı bir politikayla çözme yolunu seçtiler. Kurtuluş Savaşı sırasında Kürtlere ve Alevilere karşı Kemalistler ikiyüzlü bir politika izledi. Önce onların ulusal haklarını ve inancını tanıyacaklarını bildirdiler. Böylece savaş içinde Kürt’lerin ayrılmasını önlediler. Alevilerin de desteğini aldılar. Ancak Kemalistler hâkimiyeti sağlayınca, Kürtlerin ulusal istemleri ayaklar altına alındı. 1925 yılında bizzat Mustafa Kemal tarafında çıkarılan özel bir yasayla Aleviliği yasakladılar.

TC’nin ikiyüzlü politikasının anlaşılmasından sonra peş peşe patlayan Kürt ve Alevi İsyanları kanlı bir şekilde bastırıldı. Bu isyanlarda on binlerce Kürt ve Alevi kıyımdan geçirildi. Özellikle Şeyh Said ve Dersim İsyanlarında yüz bini aşkın Kürt ve Alevi katledildi. O günden bu yana da Kemalist katliamcı politika katı bir şekilde sürdüre geldi. Bugün bile Kemalizm’i aklama çabaları çırpınışları devam ederken, İbrahim Kaypakkaya Kemalizm’in faşizm olduğunu çok genç yaşında görmüş ve buna uygun bir komünist duruş sergilemişti. O cesareti, direngenliği ve düşünsel yapısıyla örnek bir Komünist olmuştur.

Kemalizm Kürt ve Aleviler için katliamlar ve baskı demekti. Türkiye’de tüm emekçilere yapılan baskı Kürdistan’da daha bir katı kitle katliamları, sürgün seri idamlar şeklinde uygulandı. Bazı burjuva aydınlarımızın ve kimi küçük burjuva solcularımız için ‘ilerici’ ve ‘demokratik’ olan Kemalizm aslında faşizmin ta kendisi idi. Bugünkü AKP hükümetinin, Kürt’lere ve Alevilere yönelik politikası, 1920’den buyana uygulanan Kemalist politikasının kendisidir.

Mahir de Deniz de İbrahim kadar ihtilalcıydılar. Bu düzenin yıkılması için bedel ödediler. Bugün yapılması gereken onların yarım bıraktığı davayı sürdürmektir. Devrimcilere düşen görev:  Hastayı iyileştirmektir. 1970’lere takılıp kalmak değildir. Mahir’leri Deniz’leri İbrahim’leri doğru anlamaktır.

117496

Barış Aydın

Barış Aydın özellikle devrimciler ve aleviler hakkında yazılar üreten aydınımızdır.

barisaydin@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

Barış Aydın

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Sayfalar