Pazartesi Nisan 29, 2024

Munzur’dan İstanbul'a Yaralı Kartal: Ali Uçar!

Yıl 1974 Haziran’ıydı. Seni İstanbul- Kazlıçeşme’de tanıdım. Daha çok gençtin, 16 yaşındaydın. Dersim-Ovacik Cakperi köyünde yoksul ama Munzur suyu kadar temiz bir Anne-Baba'dan gelmeydin. Okullar yaz tatiline girmiş sen ve abin Musa Uçar okul paranızı ve ailenize maddi yardımda bulunmak için Kazlıçeşme deri fabrikalarında çalışacaktınız. Okullar açıldığında ise geri Dersim’e dönerek eğitiminizi sürdürecektiniz. Ama öyle olmadı. Partimizle tanıştın. Eğitimini yarıda bıraktın. Zeytinburnu’nda işçi sınıfı içerisinde örgütlendin, örgütledin.

Deri-iş sendikasının Kazlıçeşme örgütlenmesinde. İşçilerin sigortalı olmasında en çok emek verenlerdendin. Hızlı öğreniyordun, gelişiyordun. Kabına sığmıyordun. Partinin askeri örgütlenmesinde yer almakta ısrar ettin. "Partinin her örgütlü elemanının aynı zamanda iyi bir savaşçı olması gerektiğinin" bilincindeydin. Parti-Ordu çalışmasını iç içe birlikte yürütülmesinde ısrarcı oldun. Çeşitli örgütsel çalışmalar sana yetmiyordu. Yüreğin cesurdu, yaralıydı Otuz sekiz Dersim katliamını yaşadığın bir yöreden geliyordun ve o surecin acılı anılarıyla büyümüştün. Askeri-TİKKO gerilla biriminde örgütlendiğinde dünyalar senin olmuştu. Sevinçten uçuyordun…

 Partinin düzenli eğitim çalışmaları (askeri, siyasi, örgütsel) yapılıyordu. Sen, Cemil Oka, Selahattin Doğan, Hıdır Aykır yeni oluşturduğumuz şehir gerilla biriminde yer alıyordunuz. Cemil Üniversite gençliğinde gelmişti. Hıdır Aykır okuma yazma bilmeyen Dersim/Ovacık/Kozluca köyünden gelen  bir işçiydi. Yaşam savası için İstanbul’a gelmiş Kazlıçeşme’de deri işçileriydiniz.

 Daha bıyıkları terlememişti. Genç, dinamik, masum ve cesurdun. Partinin en imkânsız döneminde, parti faaliyeti ulaşabildiğimiz her yerde canla basla yürütenlerdendin. Henüz çok gençtik. Ölüm neydi ki bizim için! Seve seve ölüme gidiyorduk yaşamak-yaşatmak, gelişip güçlenmek, ideallerimizi toprağa tohum yapabilmek için! Aslında hiç birimizin aklında ölüm yoktu. Daha çok yasamak sevdası vardı. Mazlumun cani yüreği, hakkı- adaleti, davası; mağdurun uyanması, aydınlanması, bilinçlenmesi, örgütlenmesi ayağa kalkarak isyana bayrak olmak istiyorduk. Hiçbirimizin ama hiçbirimizin hesabı kitabı yoktu. Her şey devrim, sosyalizm ve gerçek özgürlüğün gürül gürül tüm insanlara sunulduğu yenidünyamız içindi. Kaypakkaya’dan aldığımız maya, bize bu azmi, cesareti, ilhamı veriyordu. Kürt’tük, Türk’tük, Ermeni, Laz, Arap, Çerkez vb. idik. Aramızda dil, din irk farkı yoktu. Biz işçi sınıfının, mazlumun ezilenin her zaman yanındaydık.

Ali yoldaş sen, Cemil Oka’nın Türklüğüyle, Cemil yoldaş senin Kürtlüğünle uğraşmazdı. Sınıfımızın ve halkların kardeşliği ve eşitliği kılavuzumuzdu. Kuru ekmeği soğanla, tuzla katık yapar yerdiniz. İnanmak dava insani olmak azmi, disiplini, öğrenmeyi gerektiriyordu. Okuma yazma bilmeyen H. Aykır okuma yazma öğrenmişti. Cemil ve sen H. Aykır yoldaşa çok kısa zamanda okumayı, yazmayı öğretmiştiniz. Bize sürpriz yapmıştınız. Biz Hıdır yoldaşın kitap okuduğunu, yazma notları aldığını gördüğümüzde inanmamıştık, bize şaka gibi gelmişti.

Zaman su gibi akıyordu. Biz 1976’nin Ocak ayında esir düşmüştük. Zorunlu ayrılıktı bu. Toptaki cezaevine ziyaretime hep geldin. Beni-bizi yalnız bırakmadın.

Bir süre sonra partinin gerçekleştirdiği bir eylemde (1977’da)  çatışma çıkmıştı. Faşizm zayiat almıştı. Sen ve diğer yoldaş yara almamıştınız ama Cemil yoldaş ağır yaralanmıştı. Sen, Cemil’i öylece bırakmamıştın. Cemil’in tüm ısrarına aldırış etmeden, Cemil’i ölümüne çemberden çıkarmıştın. Tüm uğraşlara rağmen Cemil Oka’ mızı kaybetmiştik. Partimiz ayrılık sonrası değerli bir komutanını, savaşçısını kaybediyordu.

Son kez beni ziyarete geldin. Olay anlattın ve bir daha görüşüme gelmedin. İlişkimiz kopmuştu. Birkaç kere S. Cihan yoldaşa seni sormuştum. "İyi olduğunu başka bölgeye görevlendirildiğini" duymuştum. Biz 1977’nin 9 Aralık’ında partimiz tarafından bir baskın sonucu Toptaşı Cezaevinden kaçırıldık. Doğu’ya atanmıştık. Yıllarca görmediğim Orhan Bakır yoldaşla karşılaştık. Daha sonra seninle karşılaştık. İkinizle de karşılaşmam bana sürpriz olmuştu. O anı kelimelere dökemem. Aynı candık, aynı kandık, aynı davanın yoldaşlarıydık.

Yıllar bizi Dersim’de buluşturdu. Partimize, devrime hizmeti birer nefer olarak Dersim ve “Doğu’da yürütecektik. Partinin ayni komitelerinde birlikte yer aldık. Partinin sana verdiği görevleri layıkıyla yerine getirdin. Dest işgalinin örgütlenme surecinde yer almıştın. O dönemler azılı işkenceci Musa Duman gibi işkencecinin cezalandırılması görevini parti sana verdiğinde hiç tereddüde düşmeden görevi devraldın, yanına da Kato (Hüseyin Tosun) yoldaşı da alarak Elâzığ Merkez Hastane ’sinde halk adına cezalandırdın. Eylem sonrası görüştüğümüzde üzgündün. Pir Ahmet Solmaz adlı devrimcinin katili Musa Duman ölmemişti. Ağır yaralı kurtulmuştu. İblisin nasıl ölmediğine hep yakındın, hayıflandın. Avını avlamış bir kartalın ruh hali gözlerinde okunuyordu. Bir zaman sonra eski haline dönüyordun. Sazınla, sözünle, şakalarınla hepimizin moral kaynağıydın. Dersim dağlarının sevdalı ceylanıydın. Yüreğinde zerre kadar yılgınlık ve art niyet yoktu. Çemişgezek’in merkezinde azılı katil Yaşar Uytun’un cezalandırılmasında gösterdiğin cesaretle, avına son darbeyi vuran aslanın heybetli bakışını andırıyordun. İki gün boyunca faşizmin ordusuyla çatışırken CHE’yi andırıyordun.

Bir tarafta yüzlerce TC’nin askerleri, beri yanda sen ve senin komutanda sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen gerilla yoldaşlarınla (Şefik Karaağaç’la, Ali Karadağ’la ve diğer yoldaşlarınla) çatışıyordun mevzi kazanıyor tekrar geri çekiliyordun. İki gün suren çatışmada Faşizmin ordusu dağlarımıza girememişti. Partimizin yaptığı her iki kampta da komutanlardandın. 12 Eylül Askeri faşist cuntası işbaşına geldiğinde sen ve ben Erzincan Munzur dağlarındaydık. Gamarikten, Ovacık’a yol almıştık. Uçak ve Helikopterlerin hareketliliği bir şeylerin olduğunu söylüyordu. Radyoyu açtığımızda ordunun yönetime el koyarak darbe yaptığını duyduk. Acilen birliklerimize ulaştık. Gerekli hareket planı ve tedbirlerimizi aldık..

Bu dönemlerde partimiz alt konferanslarını yapmış, akabinde  ikinci konferansını gerçekleştirmişti. Bütün örgütler yıkım halindeyken, biz öyle ciddi bir darbe yememiştik. Aksine daha organize oluyorduk. Konferans çalışmalarını aksatmadan yapmıştık. İçte çatlak sesler çıksa da pek etki yapmıyordu. Partimiz, ikinci konferansını başarıyla gerçekleştirmesiyle büyük bir moral kazanmıştık. Bu süreçte konferansın örgütlenmesinde, ulaşımda, nakilde, askeri önlem ve örgütlenmesinde hep ama hep sen vardın Ali yoldaşım.

Partimiz ağır darba aldığında yine partinin hamalıydın. İstanbul’dan T. Kürdistan’ına  bütün ulaşım ve örgütlenmede payın, emeğin büyüktür. Seni büyütende buydu. Yakalanma, öldürülme umurunda değildi. 1982 Eylülü’ne kadar birlikte olduk. Ben görevim gereği yurtdışına çıktım. Bazen haberleşme ağıyla görüşüyorduk. Bir kara-Nisan günü; yani 6 Nisan günü acı acı  telefon çaldığında (Köln’de İbrahim Polat yoldaşın evinde) kara haberini aldım. Sen kahpe bir tuzakta katledilmiştin. İnanamıyordum. İnanmak istemiyordum. Şoktaydım ne yapacağımı bilemiyordum. Ali Haydar Akgün yakalanmış üç gün evi vermemişti. Evde kalan arkadaşlar panikleyerek ve ciddi bir zaafla hiçbir belge almadan, evi boşaltmadan terk etmişlerdi. Günler sonra Ali yoldaşı ev boşaltmaya göndermişlerdi. Ali yoldaş evi boşatmaya gittiğinde kahpe pusuda kurşuna dizilmişti. Ev’i anında terk edenlerin evi boşaltmaması ve üstelik A. Uçar’ın yollanıp katledilmesine yol açılması karşısında, Topo yıkılır, ihanet derecesinde çözülür. Kuskusuz onun çözülüp evi vermesi de A. Uçar’ın katledilmesine yol açmıştır.

Aslan Kılıç’ın Hastane surecinde çökmesiyle, Topo’nun yakalanması  ve yıkıntıya girmesinden birbirini etkileyen bir ilintisi vardır…

Aslan Kılıç, o dönemler partinin genel sekreteriydi. Aslan, görüş olarak parti merkez komitesinin 5. toplantısında tasfiyeciliğini yürütmüştü. Perincek’çi karşı-devrimci, tasfiyeci görüşlerini zorlanmadan hâkim kılmıştı. MK’nin esintiye göre yelken açması ne durumda olduğunu gösteriyor. İdeolojik duruşu-inancı olmayanların kökü çürüktür rüzgâr nerede eserse oraya eğilirler. Gelen tepkiler sonucu ideolojik yıkıntı içindeki dönemin MK’miz çaresiz düşe kalka ayağa kalkmaya çalıştı. Nafile çırpınıştı. "Değerli” sekreterimiz Aslan Kılıç ihanet ederek partiyi sattı. Perincek’in devletiyle anlaştı. Zira Aslan Kılıç evveliyatından beri TKP/M-L’nin mayasını almadı, alamadı. Kaypakkaya kültüründen mayalanmadı. Devrimi sattı. Partimize en büyük zararı verdi. Kemalizm’den köklü kopmamıştı. Onun Kemalist asker olarak görevine devam etmesi de buradan gelir. Ne de olsa aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde kalırlar… Son sözü tarih söyleyecektir! Ali Uçar yoldaşı saygı ve sevgiyle anıyorum. Devrim şehitlerini yüreğimin derinliklerinde taşıyorum…

29. 3. 2013  Hasan Aksu.

103930

Son Haberler

Munzur’dan İstanbul'a Yaralı Kartal: Ali Uçar!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Sayfalar