Çarşamba Mayıs 8, 2024

Mehtap Yücel anlatıyor

"Saat 12’de Madımak Oteli’ne vardım. Lobide Arif Sağ çalıyordu. Aziz Nesin iki koruma polisiyle birlikte odasındaymış. Otelde etkinlikler için Sivas’a gelmiş 70 kişiyle birlikte çeşitli asker aileleri de kalıyormuş. Arif Sağ’ın türkülerini bir süre dinledikten sonra 12.30-13.00 sularında Ali Çağan ve Hasret Gültekin’le otelin dışına, yemeğe çıktık. Hasret, yemekte o günün gazetelerinden ve radikal islamcıların dağıttığı cihat bildirilerinden söz etti. Birlikte bildiriyi okuduk.

Yemeğin sonlarına doğru, Cuma namazından çıkan 400-500 kişinin sloganlar atarak yürüyüşe geçtiğini gördük; hemen otele döndük. Otelin önünde birkaç polis memuru vardı. Gösterici grup bir süre otelin önünde oyalandı, sonra Kültür Merkezi’ne doğru gitti. Otelde kültür merkezindeki olayları tartıştık. Saat 14.30’du, polisten, Valiliğin, “etkinlikleri iptal ettiği” haberini öğrendik. Bu sırada birkaç polis “Sizi otelden alalım, şehir dışına çıkaralım” dedi. İçeride birtakım tartışmalar oldu, sonra otelden çıkmak için gecikildiğini fark ettik. Bu arada yine az sayıda bir grup askerin otelin önüne açılan yolları kestiğini görünce, hepimiz bir parça rahatladık. Çoğunlukla lobideyiz. Dışardaki az sayıda asker ve polise rağmen, Kültür Merkezi’nden dönen gösterici grup, otelin 20-25 metre önünde toplandı.

Aziz Nesin hâlâ odasında. Garsonların lokantadan getirdiği yemek bile odasına çıkartılmadı, hangi odada kaldığı öğrenilmesin diye. Bu sırada Pir Sultan Abdal Tiyatrosu oyuncuları ve semah ekibi otele geldi. Dışarıda slogan ve tekbir sesleri gitgide yoğunlaşıyordu. Bir ara, grubun dağıldığı ve yeniden Kültür Merkezi’ne doğru gittiği haberini aldık. Bir süre sonra polis telsizinden Kültür Merkezi’nin önünde çatışma çıktığını duyuyoruz: Arif Sağ konserini ve “Medya ve Emperyalizm” konulu paneli dinlemeye gelenler, gösterici grubu püskürtmüşler. Gösterici grup bu kez yeniden otele yönelmiş, bu arada da, birileri, belki de polis, göstericilere karşı koyanları otobüslere bindirip Ali Baba Mahallesi’ne götürmüş. 
Otelin önünde yeniden toplanan göstericiler “Vali istifa”, “Burası Moskova değil”, “Şeytan Aziz”, “Kanımız aksa da zafer islamın”, “Dönmeye değil ölmeye geldik” ve “Şeriat gelecek her şey bitecek” gibi sloganlar atıyorlardı.

Bu sırada Arif Sağ telefonla ulaşabildiği bütün resmi makamlara hayatlarının tehlikede olduğunu, güvenlik tedbirlerinin yetersiz kaldığını bildiriyordu. Otele ilk taş, Arif Sağ’ın telefonla konuştuğu sıralarda atıldı ve lobinin ön cephesindeki camlar aşağı indi. Bunun üzerine, lobide toplananlardan bir grup üst kata çıktı. Gençler ellerine geçirdikleri, masa, dolap, yangın söndürücüsü gibi eşyayla lobide barikat kurmaya başladılar. Otelde kalanlar sokağa penceresi olan odalardan uzaklaşıp koridora ve merdivenlere sığınıyorlardı.

Otele atılan taşlar giderek artıyordu. Birden, yangın ihtimali konuşulmaya başlandı. “Su lazım olacak” diyerek, bulunan her türlü kap suyla doldurulup bir kenara konmaya çalışıldı. Aynı sıralarda çevre illerden “takviye birliklerin yola çıktığı” haberi yayıldı. Hepimiz umutlandık. Bir ara Arif Sağ’ın, sokağa bakan odasına çıkıp göstericilerin fotoğrafını çektim. Henüz ikinci kez deklanşöre basacaktım ki yeni bir taş yağmuru başladı. Tekrar koridora döndüm. Herkes birbirine “moralimizi bozmayalım, kendimizi kaybetmeyelim” diyordu. Başta Asım Bezirci olmak üzere hemen herkes, herhangi bir linç ihtimaline karşı kendilerini savunmak üzere şişe, sandalye bacağı gibi etrafta ne varsa yanlarına alıyordu. Artık dışardakiler çevrede buldukları taşları bitirmiş, kaldırımları söküyorlardı… Bazıları da otelin karşısındaki binalara çıkmışlardı.

Çatılarda buldukları saksıları ve kiremitleri tekbir sesleriyle otele doğru fırlatıyorlardı. Gençler otelin girişine kurdukları barikatın gerisinde beklerken, bir grup gösterici, polis barikatını aşıp içeri girdiler. Korkunç gürültülerle birlikte kısa bir süre büyük bir mücadele yaşandı ve grup püskürtüldü. Aynı şeyi birkaç kez tekrarladılar… Sivas’a semah gösterileri yapmak için gelmiş olan bu gençlerden hemen hiçbiri canlı dönemedi Ankara’ya… Lobide bu çatışmalar olurken Aziz Nesin de eline bir demir çubuk almış, odasından çıkmıştı. Bu sırada fotoğraf çekerken kireç gibi yüzüyle bir kadın yanıma yaklaştı ve “Bunları çekiyorsun ama hiçbirisini göremeyeceğiz” dedi. Takviyenin gelmesinden yavaş yavaş umudumuz kesiliyordu. Bu sıralarda Aziz Nesin, Erdal İnönü ile görüştü. İnönü’ye telefonda güruhun sesini ve camlara fırlatılan taşların sesini dinletti. Erdal İnönü yanıt olarak “Her türlü tedbirin hızla alındığını” söylemiş.
Aynı anda Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu otelin önüne gelmişti. Kalabalığa hitaben kısa bir konuşma yaptı. “Biz Sivaslılar olarak bu konuda yeteri kadar tepkimizi gösterdik, artık dağılın” dedi. Gösterici grup, Aziz Nesin’in kendilerine verilmesi yönünde sloganlar atıyordu. Ayrıca Kültür Merkezi’nin önüne dikilen halk ozanı anıtın da yıkılıp otelin önüne getirilmesini ve burada yakılmasını istiyorlardı. Bunun üzerine belediye başkanı heykeli yıktırıp otelin önüne getirtti. Anıtı, otomobillerden çektikleri benzinle tutuşturup yaktılar. Aralarında Arif Sağ’ın otomobilinin de bulunduğu birçok otomobili ateşe verdiler.

Otelin içine yoğun bir gaz kokusu yayıldı. Saat sekize geliyordu. Bu kokunun nereden geldiğini anlamaya çalışıyorduk ki elektrik kesildi. Koridor ve merdivenler gözgözü görmez bir karanlığa büründü. Aşağıda gençler içeri girmeye çalışanlarla mücadele ederken, genç kızlar dördüncü kata çıkarıldı. Ben o sırada üçüncü kattaydım. Bir toz bulutundan başka bir şey seçemiyordum. Artık cesaret ve umut tümüyle tükenmişti. Birileri alt kattan “Çantalarınızı alın, gidiyoruz” diye seslendi. Çantalarımızı alıp el ele tutuştuk. Birinci kata doğru indik. Birinci kata geldiğimizde aniden bir parlama ortalığı aydınlattı. Birinci kattaki odalar yanmaya başlamıştı. Bez topaklarını gaza ve benzine bulayıp yakmışlar ve içeri atmışlardı. İçeride her şey zaten sentetikti ve bir anda yangın yayıldı, her yer dumana boğuldu.

Bütün kontrolümüzü yitirmiştik. Herkes çığlık çığlığa bir çıkış yolu bulmaya çalışıyordu. O sırada aşağıdan “İçeri giriyorlar” diye bir ses duyuldu. Birden panik doruğa ulaştı. Sıcak ve duman dayanılmaz haldeydi. Nefes almakta güçlük çekiyorduk. Ben birinci katla ikinci kat arasındaki merdivenlerde kalakaldım; ikinci kata çıkanlar da korkunç bir alevle karşı karşıyaydılar. Artık çığlıktan başka bir şey duyulmuyor, alevlerden başka da bir şey görünmüyordu. Olaylar başlamadan önce karikatürlerindeki deve kuşu simgesini ne kadar çok sevdiğini bana uzun uzun anlatan Asaf Koçak’ın yanımda olduğunu fark ettim. “Üst kata çıkalım” dedi. Ben yerimde çakılıp kalmıştım, çıkamadım; O çıktı ve orada öldü!
Birinci katın koridorundan dipteki odalara doğru yürüdüm. O sırada hissettiğim sonsuz bir yalnızlık duygusuydu, kendi kendime “Bitti” dedim. Herhalde artık nefes alamıyordum, ama birden bir serinlik çarptı yüzüme; karanlığın içinde bu serinliğe doğru yürüdüm; vardığım yer, penceresi hava boşluğuna bakan bir odaymış. İçeride başkaları da vardı. Bu serinliği izleyip gelen 31 kişi Sivas’tan canlı ayrılacaktı. Bir süre sonra pencereden aşağı, boşluğa atladık. Öteki binanın iki penceresi bu hava boşluğuna bakıyordu, pencereleri zorladık. Burası Büyük Birlik Partisi Sivas İl Merkezinin pencereleriymiş. Bir süre sonra camlar açıldı ve içerideki birkaç adam, bizi oraya almak yerine küfredip bağırmaya başladı. Ben adamlardan birinin ellerine sarıldım, yaşamak için oraya girmem şarttı. Ama onlar bunu anlamıyormuşcasına ellerine geçirdikleri sopalarla beni ve benimle birlikte boşluğa atlamış olanları ittiriyorlardı, ısrarla…”Sizi buraya biz mi çağırdık, ne haliniz varsa görün” diyorlardı. Biz yine de ağlayarak yalvarmayı sürdürüyorduk. Oteldeki çığlıklar dinmemişti. Tam o sırada partinin il yöneticilerinden yaşlı bir adam pencerenin önüne geldi ve elini bana uzatıp “Gel kızım” dedi; 31 kişinin hayatını kurtarıyordu…

Yaşadığımıza hâlâ inanamıyorduk. Koridorda sıkıştığımızı sanmıştık, kurtulamayacağımıza inanmıştık. Oysa tersine umutla üst katlara çıkanlar öldü. Partide geçirdiğimiz bir saat içinde bunun böyle olduğunu bilemiyorduk, çünkü otelin üst katlarındaki sesler kesilmişti, zannetmiştik ki itfaiye geldi ve onları kurtardı. Kurtulamadılar… Aslında Aziz Nesin de dahil, içeridekilerin kurtulup kurtulamadığını bilemiyorduk. Sonradan öğrendiğimize göre alevler ve duman iyice yükseldiğinde Aziz Nesin ve Lütfi Kaleli otelin dördüncü katına kadar çıkmışlar.
Atılan taşlara rağmen pencerelerden sarkarak yardım istemişler. Üstünde bir itfaiye eriyle birlikte araç yaklaşmış, o arada “O ölecek olan adam, onu kurtarmayın” diye sesler çıkınca itfaiye eri geri inmiş. Ama bu arada zaten yolu yarılamış olan Aziz Nesin ve Lütfi Kaleli aracın üstüne inmişler. O arada bir saldırgan elindeki sırıkla Aziz Nesin’e hücum etmiş ve dengesini bozmuş; Aziz Nesin kafasını ciddi şekilde yaralamış. Hemen Kayseri’ye doğru yola çıkmışlarsa da Aziz Nesin çok kan kaybettiğinden üniversite hastanesine yönelmişler. İlk yardım yapılmış, sonra “bilinmeyen bir yöne doğru” gitmişler. Bir kandırmaca yaşatmışlar saldırganlarla Aziz Nesin arasında… Bütün bu ölüm korkusu içinde bir de “tuhaflıktan” söz etmek lazım. Bir insanın varlığının ne kadar anlamlı olduğunu düşündüm, unutmak hiç mümkün değil.

Aziz Nesin’e, biri telsizli komiser, öteki otomatik silahlı iki polis koruma vermişler. Olayların patlak verişinden bir süre sonra silahlı olan gözden kayboldu. Telsizli komiser ise bizimle birlikte canını dişine taktı; barikattaki gençlerle birlikte saldırganlara karşı koydu, hava boşluğuna açılan pencereden inmemizi sağladı, sanki en yakın dostlarıymışız gibi davrandı hep… Unutmak mümkün değil…”

Mehtap Yücel

6270

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Sayfalar