Cuma Mayıs 31, 2024

Kolektif çalışmanın önemi üzerine -1-

Kolektifle yürümenin, örgütlü kişiliğin adıdır kolektif çalışma

Kolektif çalışma, kolektivizm üzerine literatürümüzde haylice bir külliyat mevcuttur. Hatta sekizinci oturumun ana gündemlerinden olan kültürel yozlaşmanın alt başlıklarından birini de kolektif çalışmada yaşanan problemler oluşturuyordu. Ancak bu oturumda merkezi düzeyde önem atfedilen konu hakkında kavrayışımızı sorgulamamız gerektiği açıktır. Çalışma tarzımıza ait sorunlar ve bu sorunların ele alınış biçim ve içeriği örgüt olma gerçekliğimizi diri tutması bağlamında tartışmaya değer bir konudur.

Öncelikle meseleyi dar anlamından çıkararak yani kolektif olmayı basit görev paylaşımı olarak görmenin ötesinde ideolojimizle doğrudan alakalı bir konu olarak ve bu konudaki her problemin ideolojik duruşumuzun bir yansıması olduğunu anlayarak başlamamız gerekir. En kaba haliyle kapitalizm, bireyi ön plana çıkarırken ve birey üzerinden rekabete dayalı insan ilişkilerini kutsarken Marksizm, bireyi toplumsal hareketin bir parçası olarak değerlendirir. Yani üretim biçimi ve bundan doğan insan ilişkileri, bireyin davranışları üzerinde belirleyici etkiye sahiptir. Örgüt faaliyeti de siyaseten bir üretim faaliyetidir.

Siyasetin üretilme biçimi, çalışma tarzımızı doğrudan etkileyen etkenlerin başında gelmektedir. İdeolojik duruş tam da burada tek tek her bireyin bu üretime nasıl ve hangi biçimde katıldığı ile doğrudan alakalıdır.

Mesele, siyasetin kendisinin ne olduğundan önce nerede, nasıl ve kim için yapıldığı ile ilgilidir. Sınıfsal bir konumlanma, o sınıfın karakterini yansıtması anlamında zorunludur. Herkes konumlandığı yerden sınıf mücadelesine dahil olmakta, devrimci  kimliğini ortaya koymaktadır. Devrimcilik soyut bir kavram değildir. Soyut bir kavram olmadığı gibi devrimcilik yapmanın tek bir çeşidi de yoktur.

Bu konuda ülkemiz geniş bir yelpazeye sahiptir. Onlarca örgüt veya hareket devrimcilik iddiası ile sınıf mücadelesi içerinde konumlanmış bulunmaktadır.  Her örgütün devrimciliğin yapılış biçimine dair kendine has bir yaklaşımı ve tanımı bulunmaktadır. Bu bağlamda bizim de devrimciliği tanımlama ve yapış tarzımızın bize has özellikler taşıdığı ve öyle olmak zorunda olduğu bir gerçektir. Bizimle diğer anlayışlar arasındaki farkı ortaya koyan şey, tam da sahip olduğumuz dünya görüşüdür. Yani MLM’yi kavrama ve uygulama düzeyimizdir.

Genel olarak devrimcilik, değişme ve değiştirme isteminden doğan bilincin eylemle yaşam bulmasıdır. Değişme ve değiştirmenin ne olduğu ve neye dönüştüğü, devrimciliğin karakterini belirler. Bu açıdan nasıl bir devrimcilik yaptığımız sorgulanmaya-incelemeye muhtaç bir konudur. Devrimcilik, bir iddia işidir. İddialı olmak iyi bir şeydir.

Yalnız, iddianın kendisi de bir amaca bağlanmak zorundadır. Geleneğimiz kuruluşundan itibaren komünist kimliğini açıkça deklare etmiş ve komünizmi hedefleyen bir çizgiyi kendisine rehber kılmıştır. Komünizm mücadelesi, keskin sınıf ayrımları içerir; sınıf mücadelesinde sınıfları hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tanımlar ve buna uygun net refleksler geliştirir. Sınıf mücadelesinin ideolojik cephesinde proletarya diğer ideolojilerle hiçbir muğlaklığa yer bırakmayacak şekilde uzlaşmaz bir mücadele ve karşıtlık içerisindedir.

Bu savaşta proletarya, en çok da küçük burjuva ideolojisi ile yüzleşmek zorundadır. Çünkü küçük burjuva ideolojisi, ikili bir karakter taşır ve çok rahat biçimde komünist kılığına bürünebilir.

Bu açıdan, proleter devrimcilikle küçük burjuva devrimciliği arasındaki ayrım çizgilerimizden biri çalışma tarzımız olmalıdır. Çünkü çalışma tarzımız aynı bileşenlerde yer aldığımız yoldaşlar veya astımız olan yoldaşlarla kurduğumuz ilişkilenme biçimini yansıtır. Bununla birlikte nasıl bir dünya istediğimiz, iş yapma tarzımızda görünür hale gelir.

Kolektif çalışma yaşayan ruhtur…

 

Kolektif olmak nedir? Kolektif düşünmek, kolektif yaşamak vb. sorular çoğaltılabilir. Kendimize bu soruları sorduğumuzda karşımıza ilk elden çıkan şey, düşünme ve değerlendirme tarzımız olmaktadır. Yani yaptığımız işe, birlikte çalıştığımız yoldaşlara, kurumumuza ve halka kadar geniş bir yelpazede cisim bulan düşünce sistematiğimizle karşılarız. Örgüt olma gerçekliğimiz, bu sorulara içtenlikle vereceğimiz yanıtlara bağlıdır. İçtenlik, öncelikle kendimize karşı objektif olmayı gerektirir.

Hele ki bulunduğumuz faaliyetlerde yönetici pozisyonundaysak yoldaşlardan önce kendimize karşı duyduğumuz sorumluluk içten ve samimi bir devrimciliği şart koşar. Sorumluluk gerçeği ve gerçekliği olduğu gibi paylaşmaktan ve hiçbir çekinceye yer bırakmayacak şekilde ifade etmekten geçer.

Bu neden gereklidir? Yönetici olmak bir dizi görev ve sorumluluğun yanında ayrıcalık da tanır. Burada en önemli ayrıcalık, bilgiye herkesten önce ulaşma, sahip olma ayrıcalığıdır. İşleyiş gereği, bunun doğal bir yanı vardır fakat bizim açımızdan problemli olan, bu bilginin aynı zamanda bir güce dönüşmesi ve bunun yoldaşlar üzerinde bir iktidar aracı olarak kullanılmasıdır.

Kolektif çalışmanın önündeki önemli engellerden biri öncelikle budur. Herhangi bir faaliyet süreci örgütlenirken ya da o faaliyetin akışı içerisinde kolektif tarzda kararlar alabilmek için faaliyet bileşenlerinin ayrıntılı bilgiye sahip olması gerekir. Burada tek tek fikirlerin ne olduğu çok önemli değildir. Sorun, faaliyet hakkında gerekli bilgiye sahip olanların -genellikle yönetici pozisyonda olanların- faaliyet tartışılırken bilgiyi kendine saklaması ve tartışmalarda kendi istediği doğrultuda bu bilgiyi kullanmasıdır.

Herhangi bir yoldaş, bir fikir ileri sürdüğünde söyleyeceklerini söyledikten sonra “şöyle şöyle şeyler var”, “şu olanaklarımız var, dezavantajlarımız bunlar”, “böyle böyle gelişmeler oldu” gibi başta yoldaşlara açılmayan bilgilerin kullanılması tam da kurulmaya çalışılan egemenlik ile beraber yoldaşların düşüncelerine ve kolektif akla nasıl bakıldığını, yaklaşıldığını gösterir. Böylesi toplantılarda çıkan kararların ortak bir düşünüş ve değerlendirmenin ürünü olduğu söylenebilir mi? Ya da herkesin eşit başlamadığı bir tartışmada herkesin o kararları aynı derecede sahipleneceğinden söz edilebilir mi? Yaşamın kendisi bize bunun böyle olmadığını defalarca kez göstermiştir. Burada kararlardan bahsederken tam da politika üretmekten ve geliştirmekten bahsediyoruz.

Bu tarzda gelişim seyri gösteren karar almalarda devamında şöyle tartışmalara sıkça rastlarız: “Yoldaş faaliyeti yeterince sahiplenmiyor, katılımı zayıf, yoldaşın ideolojik sorunları var, onun için faaliyette sorun yaşıyor” vb. Elbette böyle durumlar da vardır. Fakat konumuz özgülünde tartıştığımız kolektif çalışma ve buradan doğru çıkan sorunlar. Kendi düşüncelerini her şeyin merkezine koyan bir bakış açısının kendi dışındaki düşüncelere gereken değeri verdiği söylenemez. Öncelikle orada yoldaşları küçümseme vardır. Yönetici olmanın getirdiği mutlak doğru olma havası ne yazık ki güçlü şekilde saflarımızda mevcuttur.

Bu durum bakış açısı olarak itimini öznelcilikten alırken örgütsel ilişkilerde bürokrat-kibirli bir tarza işaret etmektedir. Bürokratizm en kaba haliyle kitlelere-yoldaşlara güvenmeme, onlara tepeden bakma halidir. Devamında bu tarz ele alış, faaliyetin seyri içinde çıkacak ve çıkması muhtemel hata ve yetersizliklerin sorumluluğunu almadan kaçmanın da yöntemlerinden biridir. Genelde yetersiz bilgi ve tecrübe ile işe başlayanların hata yapma potansiyeli daha fazladır.

Çoğu zaman yoldaşlarımız gereken bilgi ve tecrübeyi doğrudan pratiğin içinde, kendi başına kazanmaktadır. Buraya gelene kadar çokça hata yapmakta ve bazen de geri çekilmektedirler. Böylesi durumlarda yine hata ve yetersizliklerin kaynağını kolektif tarzda tartışabilmek gerekirken tam da sorumluluklarımızı üzerimizden atmamızın bahanesi haline gelebiliyor durum. Tartışma derken, bir konu hakkında gerekli bilgi, yeterli kavrayışa sahip olmayan yoldaşların kavrayışını derinleştirecek, konu hakkında gerekli bilgiye ulaşmasını sağlayacak tartışmalardır söz konusu olan. Yoksa “sen bunu niye yapmadın”la başlayan tartışmaların devamından sağlıklı sonuçlar beklenmemelidir.

Burada daha fazla anlaşılması için şunun altını çizmekte fayda var; Ortak tartışma derken herkesin aynı düşünmesinden ya da aynı şeyleri ifade etmesinden bahsetmiyoruz. Olgunun herkesçe bilinebilir olmasından bahsediyoruz. Çok doğaldır ki, herkesin kavrayışı arasında fark vardır. Ya da bir dizi etken bir şeyi değerlendirirken devreye girmektedir. Tek tek her bireyin sınıfsal kökeni, iddiası, kavrayışı vb. bir dizi ideolojik duruşa tekabül eden sorun karşımıza çıkabilmektedir. Önemli olan, farklı olanı karşılama biçimimizdir.

Herkes baktığı şeyden aynı şeyleri görmeyebilir. Görülmeyeni göstermek, aynı zamanda göremediğimiz şeyler karşısında gösterilene doğru bakmak ortak bir ruhun yaratılması açısından çimento işlevi görmektedir.

Diğer  bir mesele  birlikte faaliyet yürüten yoldaşların birbirileri ile kurduğu ilişkilenme biçimidir. Öncelikle şu bozuk ve bir o kadar da tehlikeli tarzı belirtip altını kalın çizgilerle çizelim. Bir faaliyet içerinde ikiden fazla kişi bulunuyorsa faaliyetin yetersizliklerinin üzerine yıkılacağı bir “günah keçisi” illa ki vardır. Ya da bizim kavrayışımız sorunu getirip bu noktaya kilitliyor demek daha doğrudur.

Faaliyet içerisinde bir-iki yoldaş birbirleri ile “daha iyi” anlaşabiliyorken üçüncü, dördüncü yoldaşlar genelde “anlaşamadığımız” yoldaşlar haline gelebiliyorlar. Faaliyet içerisinde bu yoldaşlar kendi aralarında daha fazla ilişkilenip yoğun fikir alışverişinde bulunup tecrübeler aktarılırken diğerleri ile toplantı “resmiyeti” sınırlarını aşmayan bir yaklaşım benimseniyor.

Yoldaşlar arası ilişkileri zedeleyen, birlikte yürüme iradesini körelten bu düşünce-anlayış ve yaklaşımın temelinde darbeci zihniyet vardır. Parti bilinci zayıf, örgüt olma gerçekliğini kavramamış bireylerin burjuva ahbap çavuş ilişkilerini saflarda yaşama hali, yozlaşma ve çürümenin temel göstergelerinden biridir. Sorunlar tartışılırken de aynı düşündüğünden değil yalnızca araları iyi olduğu için birbirini savunan, birbirinin eksiklerine göz yuman, “beğenmediğimiz” yoldaşımız bir diğerini eleştirdiğinde onu susturan ama kendi aralarında bir diğeri hakkında uluorta konuşmaktan çekinmeyen, örgütlü-örgütsüz çevrelerde dedikodu yapmakta bir sakınca görmeyen, onu kötüleyen vb. Kısaca bizi bize yabancılaştıran ilişkilenmeler, öncelikle partinin sınıf mücadelesi içerisindeki gücünü zayıflatmaktadır.

Yoldaşlar arası dayanışma, birlikte iş yapma kültürü kazanmak bir erdem değildir. Devrimci olmanın ve iddialarımızın temelini sağlamlaştırmanın gereğidir. Birbirimizin güçlü yanlarını birlikte omuzlayabiliyorsak aynı şekilde zayıflıklarımızı da birlikte aşabilecek bir bilince ulaşmamız gerekir. Bir yoldaş eğer bizim yanımızda yücelmiyor tam tersine yaşamdan-sınıf mücadelesinden uzaklaşıyorsa orada yoldaş olmaktan bahsedemeyiz. Yoldaş her şeyden önce yanı başındakinin devrimciliğini büyütüyorsa yoldaştır.

Kuşkusuz yoldaşlar arasında birbirinin kimi özelliklerini beğenmeme halleri vardır, olacaktır. Bizim karşımızdaki yoldaşımızın kimi yanlarını beğenmeme durumumuzun olduğu gibi karşımızdaki yoldaşımızın da bizim kimi özelliklerimizi beğenmeme durumunu kabul etmek gerekir. Yoldaşımızın olumsuz olarak değerlendirdiğimiz yönlerine ne kadar tahammülsüzsek onun da bizde gördüğü olumsuzluklara karşı hoşgörülü, anlayışlı olmasını bileceğiz. Aksi takdirde yoldaşlar arası dayanışma ve birlikte iş yapma kültürünü ortadan kaldırırız. Sonrası yalnız kaldığımızda ağlamanın sızlamanın ve gidene lanet okumanın bir faydası olmayacaktır.

Çalışmalarımızda kolektif bir tarz yaratacaksak, yanı başımızdaki yoldaşımıza bakmak ve o çalışmada ne kadar örgüt yarattığımızı sorgulamalıyız. Eğer faaliyetimizde öyle ya da böyle işlerimizi yapmış fakat oradan daha güçlü bir örgüt yaratamamışsak, faaliyetin kazanımları uzun ömürlü olmayacaktır. Tarihimiz bir yığın olumlu çalışmanın yanında güçlü bir örgüt yaratamayışımızın trajik hikayeleri ile doludur. O zaman faaliyetimizin sonuçlarını değerlendirirken “ne kadar örgüt olabildiğimizi” esas ölçütümüz haline getirelim. Yani yoldaşlarla yan yana gelme nedenlerimiz güçleniyor mu yoksa zayıflıyor mu? Bunu değerlendirelim. Birbirimizin yanında ne kadar kendimiz olabiliyoruz sorularına yanıt arayalım. Yoldaşına güven duymak, tereddütsüzce omuz başında safa girmek… Güçlü bir örgütten kastımız budur.

Devam edecek. 

23926

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Vurun Abalıya - Çaresizsen Güneşe Bak... Cızz....

Proletaryalarda öğren proletaryalara öğret.

Nolurrr.... nolurrr.... bir kez de kabahati....

Fakirlik güzel şey... fakirlik güzel şey..

Hele de birde seni deniz kampına götüren, yanacam diye de çakma (yoğurt) yağlarıyla, insanın midesini bulandıracak bir şekilde,  orasını burasını yakan o... fakir...  insanları bırakıpta deniz manzaralı villalarda sabah kahvaltısı yapabilecek dostlarınız varsa... gerçekten fakirlik güzel şey.... gerçekten fakirlik güzel şey...

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

Burjuva-feodal politika yapmanın bazı “incelikleri”!

Sayfalar