Cumartesi Haziran 1, 2024

Kayyumlar, Kayyuma Payanda Olanlar…

Genel kabul sayılabilecek bir doğru olarak faşizm koşulları muhalif saflarda bozucu bir etki yaratır. ‘Safların sıklaştırılması’ ihtiyacı esasen bu bozuma, sınanma ve elenmenin ortaya çıkarttığı sonuçta direniş gösterebilecekler ile biat edeceklerin ayrımına da gönderme yapar.

Geçtiğimiz günlerde, yani  milyonlarca insanın desteğini alarak seçilmiş HDP’li belediyelere kayyum atandığı günlerde Cumhurbaşkanlığı Sarayında Tayyip Erdoğan tarafından organize edilen ve HDP’li belediye eş başkanlarının davet edilmediği buluşmaya CHP’li belediye başkanlarının katılması tam da bu minvalde tartışmalara kapı araladı.

Nitekim özellikle son yıllarda esen muhalefet rüzgarını kanatlarına doldurarak, kitlelerin artan hoşnutsuzluğundan  istifade ederek kazanılan belediyelerin, kitlelerin iradesine saldırının en aleni şekline karşı yeterli düzeyde tepki göstermemesi, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “kayyumları anti-demokratik buluyoruz ama sokak protestolarına katılmayacağız” mealindeki açıklamaları şüphesiz ki, Erdoğan’ın bahse konu yemekle birlikte yapmaya çalıştığı saflaşmada bir yerlere takabül ediyor.

Burada aslında CHP gerçekliğine aykırı bir durum yok. Gel gelelim, üzerine söz söylenmesi gereken noktayı, güncelin siyasasında ezilen milyonların AKP’nin karşısında konumlanırken ve az çok safını belirlerken nereye yöneldiği belirliyor.

Zira, HDP’den ziyadesi ile destek görerek kazanılan CHP’li belediyelerin yemeğin bitiminde koşa koşa yaptıkları “CumhurbaşkanıMIZ ortamı yumuşatmak istiyor” açıklamalarının da gösterdiği şekli ile CHP bir kez daha devletin bekasına tosluyor ve bir kez daha muhalefet söylemini egemenin dümen suyuna akıtıyor. Bu gerçeğin mükerrerliğini kitlelere anlatmak, ortaya çıkan “mutluluk tablosunu” teşhir etmek önemli bir görev olarak karşımızda duruyor.

Düşmanı da kardeş yapar Kürt Sorunu…

Durumun yergisini uzatmadan belirtelim, yaşadığımız coğrafyanın verili koşullarında hiçbir politik gelişme Kürt sorununa temas etmekten kaçamaz. Bugün kayyumlarla CHP’li belediye başkanlarını aynı masada buluşturan da, pek muhalif İmamoğlu dahil hepsini koşa koşa saraya götürten de yine Kürt sorunu olmuştur.

Verili koşullarda AKP’nin yaşadığı gerilemenin, Erdoğan’ın ekonomik-siyasal bir yığın kaybın telafisini Kürt ulusuna ve onun siyasal temsilcilerine saldırıda bulması, Suriye yerelinde Kürtlerin kazanımlarına yönelik devletin hazımsızlığı gibi bir yığın etkenle tecelli eden Kayyum saldırısı, CHP açısından tarihin her devrinde yalpaladığı bir içeriğe sahiptir.

Konunun Kürt ulusal sorunu olması ve CHP’nin devletin kurucu partisi olarak bugünün iktidarından da kirli bir geçmiş ile bu ulusun karşısında bulunması bu yalpalamanın kaynağıdır. Açık olan şudur ki, CHP tarihin her devrinde devletin bekasına dokunan her sorunda egemen güçten yana tavır almıştır.

12 Mart döneminde Denizlerin idamı için oy veren parti, Alevilere yönelik katliamlarda pay sahibi olan parti bugün Kürt ulusunun kazanımları karşısında da AKP ile aynı ortaklığı kurmaktan çekinmemiştir. Son süreçte Afrin işgali döneminde Kılıçdaroğlu’nun aldığı tutum hala akıllardadır.

Bu böyle olduğu içindir ki, kitlelerin yükselen muhalefetini yelkenine dolduran gemi, Erdoğan’ın sarayına demir atmakta beis görmemektedir.

Ancak bu realitenin CHP açısından da sıkıntılı bir döneme işaret ettiğini belirtmekte fayda var. Az çok muhalif söylem barındıran her kesimin baskı altında olduğu bu günlerde CHP belediyeleri her ne kadar Erdoğan’ın yemeğinden “ortam yumuşatma” mesajları devşirse de, saldırganlığın kapılarında olduğu son olarak Canan Kaftancıoğlu davasından da görülmektedir. Yakın geçmişteki Eren Erdem ve Enis Berberoğlu davalarından da okunduğu şekli ile bu kapıya dayanma halinin ve bunun karşısındaki dirençsizliğin CHP açısından da bir iç çelişki yarattığı aşikardır.

Dikkat edilirse, bir parti olarak birçok temel gündemde söz ve eylem birliği bulunmayan CHP’nin sınırlı da olsa muhalif kadrolar barındırması ve bu kadrolar devletin saldırılarından nasibini alırken eylemle sahiplenilme gibi bir yönelimin ortada olmaması önemlidir.

Görünen odur ki, ülkenin batısında kitlelerin muhalefetini absorbe ederken dahi iç çelişki yaşayan bu partinin Kürt sorunu temelinde politikasızlığı, daha boyutlu bir iç çalkantıyı dayatmaktadır. İmamoğlu’nun Amed’e gittiği günlerde Kılıçdaroğlu’nun “sokağa çıkmama” telkini buna örnektir.

Kayyumlarla aynı masada…

Bahse konu yemeğin ve CHP’li belediyelerin biat şovunun ağırlığını anlatmak açısından esasen neyden önce geldiğini ve neye dönüştüğünü görmek gerekli. HDP’li belediyelere kayyum atandığı ve CHP’li belediyelerin de kayyumla tehdit edildiği günlerde bu bayların, bu tehditlerin akabinde yemeğe iştirakinden çıkan ilk anlam biattır, kuşkusuz.

Lakin burada bundan önemli sonuç ise, dönüştüğü şeyin AKP’yi ve Erdoğan’ı kurtarmak ve ona payanda olmada bir enstrüman olmasıdır.

İstanbul seçimlerinin tekrarı günlerinde sürekli kitlelerin iradesinin gaspından dem vuran bu partinin, irade gaspının en aleni şekilde yaşandığı kayyum saldırıları karşısında kayyumlarla aynı masada buluşması, birlikte oturmakta kir görmemesi kitlelerin nezdinde tartışmalı hale gelen ve günden güne teşhir olan Erdoğan’ı meşrulaştırdığı aşikardır.

Bunun önümüzdeki politik süreç açısından Kürt sorununda yeni bir ittifaka kapı aralamadığını düşünmemek için hiçbir gerekçe yoktur. Rojava’nın işgalle tahdit edildiği bu günlerde, daha şimdiden 2023 seçimlerine hazırlık konuşmaları yapıldığı bir dönemde CHP, kayyumlarla buluşarak Kürtlere karşı ittifakta pay sahibi olabileceğini bir kere daha göstermiştir.

Uzun lafın kısası, kitlelerin artan muhalefetini bu partinin yelkenine doldurmasına müsaade etmemek, AKP’nin cephesine artı yazılmayacak her biçimde bu partiyi teşhir etmek ziyadesi ile önemlidir. Zira, Saray yemeğinden çıkan sonuç şudur ki devletin bekası mesele olduğunda CHP zaten tarihsel olarak duracağı yeri bilmektedir ve bu ezilen halkın safları değildir.

3009

II. ABDÜLHAMİD MEVZUU[*]

 

“Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.”[1]

 

“ÖZELEŞTİRİ”NİN ELEŞTİRİSİ[*]

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, 

fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]

 

Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! (1ci bölüm)

Açıklama: Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığına getirildiği dönemde, 2010 tarihli Partizan’ın 72. Sayısında yayımlanmıştır. Yazı eski olsa da, yazılanlar eski sayılmaz. Zira Mayıs 2023 seçimlerinde “halkın umudu” olarak önümüze konan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’sinin burjuva-feodal sistemde oynadığı rol, özellikle de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ve ortaya çıkan bu gerçeklikler, Partizan makalesinde dikkat çekilen ve tespitleri yapılan gerçekliklerle uyumludur.

Beylere ve devlete karşı olmak (Nubar Ozanyan)

Artsahk (Karabağ) sekiz aydır kuşatma ve abluka altında. Elektrik, gaz, akaryakıttan yoksun; açlığa ve dermansızlığa mahkum edilmiş bir şekilde teslim olması bekleniyor. Soykırımın günümüzde almış olduğu en utanç verici ve acımasız hali yaşatılmaktadır halka.

Ne uluslararası Adalet Divanı’nın kararı ne sekiz aydır çalınan diplomatik kapılar, Karabağ’da yaşayan Ermeni halkının yaşamsal sorunlarına çare, derdine derman oldu. Yapılan sayısız görüşme, müracaat ve iletişimden hiçbir sonuç çıkmadı.

“Bir Tek Mücadele Kaybedilir; O Da Terk Edilen Mücadeledir.” (Kadınların birliği)

Cumartesi Annelerinin eylemi, bu ülkenin en uzun soluklu mücadelesidir… Birçok kez engellendi, saldırıya uğradı, sürekli hale gelen polis saldırısı nedeniyle 1999’dan 2009’a kadar ara verildi, pandemi döneminde online olarak yapıldı ama ne olursa olsun Cumartesiler, 1995 yılından bu yana yani 28 yıldır “kaybolan” çocuklarını, eşlerini, babalarını, annelerini, arkadaşlarını, yakınlarını arayan insanların ama en çok da annelerin eylem günü oldu.

Yeni Emperyalistler Eski Emperyalistlere Karşı

Kapitalizmin; gelişmesi, genişleyerek yoğunlaşması ve üretimin her geçen gün artmasıyla ortaya çıkan tekelleşme ve uluslararası yönünün esas hale gelmesi, onu daha saldırgan bir aşama olan emperyalist bir aşamaya ulaştırdı. Bu gelişme, sınıfların netleştiği ve sınıflar arası mücadelenin keskinleştiği kapitalist ekonomik sisteminin diyalektik gelişiminin bir karakteristiğidir. Kapitalizm derinlemesine ve enlemesine geliştikçe yeni emperyalist ülkeler ortaya çıkacak ve bu da  emperyalistler arası çelişmeyi artan ölçüde derinleşecektir.

BRICS'in Johannesburg'da zirve toplantısı

Çin yeni emperyalist konumunu genişletiyor

Bugün Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde Vladimir Putin'in yalnızca sanal olarak katıldığı yeni emperyalist BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) zirve toplantısı sona eriyor.

Altı ülke eklendi

Tartışmaların merkezinde 14 yıl önce kurulan BRICS grubunun "BRICS Plus" olarak genişletilmesi yer alıyordu.

“ECDAT” HİKÂYELERİ[*]

 

“Geçmiş içinde yaşanacak bir şey değildir.

Eyleme geçerken içinden bir şeyler çekip

çıkarttığımız bir sonuçlar kuyusudur.”[1]

 

KADINLARIN BİRLİĞİ | Halk Okulu Devrimcilik Adı Altında LGBTİ+ Düşmanlığı Yapmaya Devam Ediyor!

Bir süredir Halk Okulu’nda LGBTİ+lar ve LGBTİ+ mücadelesi üzerinden genelde ilerici, devrimci harekete özelde proletarya partisine yönelik “değerlendirme”lerde bulunulmaktadır.

Bu “değerlendirmelerin” temel anlayışına ve üslubuna, devrimci kamuoyu da bizler de aşinayız.

Martager (Nubar Ozanyan)

Yaşamı Fakir, savaşımı Martager olan komutan, sert yaşadı. Bir derviş gibi Kafkaslar’ı, Ortadoğu’yu dolaştı. Mazlumların yaşamından gürültü yapmadan kopup giderken geride derin izler ve unutulmaz anılar bıraktı. Yaşadığı her toprak parçasında eski ve köhnemiş olan her şeye meydan okudu. Yaşarken Ararat’a, düşerken Cudi’ye bakarak “Elveda” dedi.

Devrimci Bir Çıkış İçin Örgütlen-Örgütle

“…Komünist Enternasyonale bağlı tüm partiler, ‘Kitlenin daha derinlerine!’, ‘Kitlelerle daha sıkı temas!’ şiarlarını ne pahasına olursa olsun pratiğe geçirmelidirler; kitleler sözünden anlaşılması gereken emekçilerin ve sermaye tarafından sömürülenlerin, özellikle de en örgütsüz ve en bilinçsiz, en fazla ezilen ve örgütsel olarak kapsanması en zor olanların tümüdür.”(1)

Sayfalar