Perşembe Mayıs 16, 2024

Kadın Partileşmeli, Parti kadınlaşmalıdır!

Kadının bir cins olarak bin yıllardan beri uğradığı tarihsel haksızlık, her dönem daha fazla çeşitlenerek daha fazla katmerlenerek süregeliyor. Şiddetin, emek sömürüsünün, kimliksizleştirip, kişiliksizleştirmenin her alanda her türlüsünü yaşamaya devam ediyoruz.

“Kız kardeşlerinin ilerlemesi için çaba harcamayan bir komünist kadın, kötü bir komünist kadındır” der Clara Zetkin. Kadının uğradığı tüm bu haksızlıklara karşı durmak, kendini kendi cinsini özgürleştirmek için savaşmak her komünist kadının vazgeçilemez, ertelenemez görevi olmak zorundadır. Biz komünist kadınların, kendine, doğal olarak kendi cinsine yabancılaşmış olarak bulunduğumuz alanlarda hem sınıf hem de cins mücadelesini ne kadar ileriye taşıyabileceği muammadır. Nasıl iyi bir komünist kadın olabileceğimiz Clara Zetkin’in bu sözleri kadar açıktır. Cins olarak ortak sorunlarımızı görememe, bu konuda bir bilinç açıklığına, yoğunlaşmaya girmeden, erk-ekle, ataerkiyle işbirliği yapmak; cins düşmanlığı yapmaktan, köleliği saflarımızda sürdürmekten başka bir şey değildir.

Erkeğe bağımlılık, özgüven sorunlarımız, yanı başımızdaki kadın yoldaşlara uzaklık, güçsüzlük, esasta kendi gerçekliğimizi ve kimliğimizi tanımamak, değer vermemekle ilgilidir. Bu sorunlarımızı çözmek; öncelikle kendi gerçekliğimizi, cinsimizi, yaşadığımız ve bize yaşatılan sorunların nedenlerini derinliğine incelemek, özgün alanlar yaratarak her şeyi tüm açıklığı ve derinliğiyle kadın yoldaşlarla birlikte tartışmak, tüm bunları bir sisteme bir örgüte dönüştürmekle mümkündür. Bunu yaparken de kendi dar yapımızdan çıkıp, engin deneyim ve her an’ı mücadele dolu kadın kitleleriyle buluşmanın, örgütlemenin yollarını aramak gerekir.

Teori ve slogan, şimdiye kadarki deneyimlerimizden gördük ki, yalnızca devrimciliğe ilgisi olan, “hazır” olan kadınları örgütlemekle yetinebilir. Toplumda çelişkileri çok yoğun ve açık olan kadınların örgütlenmesi, bizim bu konudaki yoğunlaşmamıza ve yönelimimize bağlıdır. Özellikle yeni dönemde içinde yer aldığımız Kadınların Birleşik Devrim Hareketi (KBDH)’ni kendi cephemizden nasıl büyüteceğimiz, geliştireceğimiz, kadın kitlelerin çekim merkezi haline nasıl getireceğimiz üzerine kafa yorulmalıdır. Bunların yanıtlarının kendimizi kadın özgürlük mücadelesi ekseninde daha fazla güçlendirip, daha fazla örgütlemekte olduğu bir gerçektir.

Gereksindiği şeyle kendisi arasındaki engel, kendisiydi. Ben de kendim sandığım şeyin aslında içimdeki engel olduğunu anladığımda engel ortadan kalktı.

Kuşkusuz bugün 46 yıllık parti tarihimizin seyri içinde kadın mücadelesinde geldiğimiz düzeyi düşündüğümüzde yaşadığımız sıkıntıların, eksikliklerin biz kadınların öncülüğüyle ilgili olduğu açıktır. Bugün yeterince öncüleşememek, biz olamamak, kadınların özgürlüğü için adres olamamak, partimiz içindeki kadın kadrolar olarak bizim sorunumuzdur. Diğer türlü erkek yoldaşların önümüze engel koymaları, gelişimimizin örgütlenmemizin sorumluluğunu almayacakları, erkek olmanın ayrıcalıklarından kolay kolay kopamayacakları açıktır. O zaman bu görevi yerine getirecek olan biz kadınların kendisidir. Şimdiye kadarki yaşadığımız tıkanıklar, engeller de bizim kendi örgütsüzlüğümüzdendir. Parti içinde özneleşmeye, güçlenmeye, inisiyatifleşmeye dair engelleri kendi içimizde aramalıyız. Kendi öznel sorunlarımızdan, bizi yaralayan olaylardan çıkıp, nesnelliğe ulaşmamız, kurtuluşumuz yegane yolu olarak partimizin bunu yapacak niteliğe kavuşturacak olan bizleriz.

Kurtarıcımız, içinde sonsuz olarak sürekli doğduğumuz ve içinden asla çıkmayacağımız gerçek annemizdir.”

Kurtarıcımız, örgüttür, partimizdir. Kurtarıcımız her gün yeniden kendimizi yaratmak zorunda olduğumuz devrim mücadelemizdir.

Kadın mücadelesinin gelişim düzeyi, parti mücadelesinin gelişim düzeyini gösterir. Bunun anlamını, öncelikle biz kadın kadroların anlaması ve bu anlama uygun pratikleri geliştirmemiz gerekmektedir. Çünkü anlamak eylemektir. Kadınların parti içinde başta cins bilinciyle donanmadıkça, politikleşmedikçe, askerileşmedikçe, varlığını sürdüremeyeceği sürdürse bile erk-ekle işbirlikçi tarzda, erk-ekleşmiş ya da partinin mutfağından çıkamayacağı gün gibi ortadadır. O zaman daha yüksek, daha radikal, daha emin adımlar atmak, yürüyüşümüzü daha da hızlandırmak gerekiyor. Kadınlar olarak daha güçlü partileşmek, parti olarak daha çok kadınlaşmak devrime yürüyüşümüzü hızlandıracaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.

tapmadan tapınmadan

Divan değil, Dağ kur kendine

Bırak senden sonra

başkaları geçsin

Erkekler divan, kadınlar ise dağ kurarlar kendilerine, kendinden sonra başkaları da geçsin diye. Erkek iktidarcıdır, kadın ise paylaşımcı. Biz cins olarak olumlu ve devrimci özelliklerimizi partiyle birleştirerek, partide bizden sonra gelecek kadınlar için kazanılmış mevziler, çıkılacak, korunacak, güçlenip yeniden düşmanın karşısına çıkacak dağlar yaratmak zorundayız. Partimize yönelik yapılan darbeyi, darbecileri yani kendilerine divan kurmak isteyenleri, parti içinde hakim olan erkek egemenliğinin bu darbeye nasıl zemin sunduğunu kadınlar cephesinden iyi değerlendirmek zorundayız. Kendisine divan kuranların öncelikle içlerindeki erkekliği nasıl ortaya çıkardıkları, kadın yoldaşlarımıza yönelik fiziksel ve psikolojik şiddetini, iktidar savaşlarını, kadın kazanımlarımıza nasıl saldırdıklarını iyi görmek zorundayız.

Partimize yapılan darbenin yaralarını saracak, partimiz TKP/ML’yi, ordumuz TİKKO’yu kadın özgürlük mücadelesinin en önemli mevzilerinden biri yapmak için dur durak bilmeden çalışacağız.

Biz kadınlar kendilerine divan kuranlardan değil, dağ kuranlardanız. Ve kim ne derse desin dağlardan asla vazgeçmeyeceğiz!

Çiğdem Vartinik 

31199

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Son Haberler

Sayfalar

Proletarya Partisi

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Sayfalar