Pazar Mayıs 5, 2024

Işık hüzmesi büyüyor kadınlar, fark ettiniz mi? Baykuşlar kaçışıyor! -Aslı Ceren Aslan

“Erkten arınmış kadın alanları” üzerine bugüne kadar çokça tartışma yürüttük. Konu üzerine yapılan tartışmalar üzerine pek çok yazı yazıldı, pratiğe geçirildi ve geçirilmeye devam ediyor. Kadının özgürleşme mücadelesindeki yerini; kadının güç kazanması, erkek egemen sisteme karşı donanımını yükseltmesi hedefiyle önümüze koyduğumuz bu alanlar, kadın bilincinin açığa çıkacağı yerler olarak birincil derecede önemli bir yere sahip. Kadın, erkek arasındaki ilişkiyi ezilen-ezen olarak belirleyen ve sürekliliğini bunun üzerinden yürüten erkek egemen sistemin politikalarına karşı kadınların çelişkilerinin gün yüzüne çıkıp kendilerini yaşamın “öznesi” olmaya hazırladıkları yer olan kadın alanları, ezen-ezilen ilişkisini tarihin derinliklerine göndermenin önemli araçlarından biridir.

“Özne” olma hazırlığı, hem teorik hem pratik anlamda karşılığını bulacağı gibi bahsettiğimiz güçlenme sadece cins bilinci üzerinde değil, yaşamın her alanına yönelik müdahalede bulunmayı da kapsamaktadır. Kadının çifte ezilmişliği bu müdahale alanlarının genişlemesini kaçınılmaz kılmaktadır. A. Bebel, kadının çifte ezilmişliğini “Kadın ve sosyalizm” isimli eserinde şu şekilde özetlemekte: “Kadın cinsi kitlesi çifte baskı altında eziliyor. Birincisi, erkek dünyasına sosyal ve toplumsal bağımlılık altında(…), ikinci genelde kadınların, özelde proleter kadınların –proleter erkek dünyası gibi- içinde bulunduğu ekonomik bağımlılık altında.” (İnter Yayınları syf: 40) Evet, kadın cinsi sosyal, toplumsal baskı altında bulunmasının yanı sıra ekonomik anlamda da tahakküm altındadır. Kapitalizmin kadına üretimde verdiği yer de bu gerçekliği değiştirmemektedir. Kadın üretimde yan role sahip, emeği görünmez kılınan bir yerde durmaktadır. Erkek proleter dünyasında ücret eşitsizliğine tabi tutulmakta, ekonomik krizlerde gözden çıkarılanlar kadın cinsi olmaktadır. Kadının sosyal ve toplumsal baskı altında olma durumu –ki bu “namus” olgusu adı altında garanti altına alınmakta, şiddetin her hali bu baskıyı garanti altına almakta- ekonomik baskı ile pekiştirilmektedir. Sosyal, toplumsal ve ekonomik baskı altındaki kadın, ancak kendi cinsleriyle oluşturacağı alanlarda bu baskıya, erkek dünyaya karşı güçlenebilir. Bu alanlar erkin her türlü saldırısını savuşturan, kadını erkek egemen sömürücü sisteme karşı savaşıma hazırlayan niteliğe sahiptir.

Erkek egemen sistem, ezilen konumuna yerleştirdiği kadını yaşamda edilgen kılmakta; yaşamın öznesi olmasının önünü kapatmaya çalışmaktadır. Üstelik “Böyle gelir, böyle gider” metafizik anlayışı ile kadının edilgenlik durumu, doğasına aitmiş gibi gösterilmektedir. Kadın mücadelesinin aydınlattığı tarihimiz, diyalektik yorumlayışla beraber kadının tarihsel konumunun “böyle gelmediği” ve “böyle gitmeyeceğini” ortaya koymaktadır. İlkel komünal toplumdan günümüze kadının var olan gücünü, tüm araçlarıyla beraber sindirmeye; tarihin karanlık sayfalarında kaybetmeye çalışan ataerki, kadınların mücadelesi ışığında bugün çaresiz kalmış durumdadır. Bu nedenle kadın katliamı, kadına yönelik şiddetin her türü boyutlanarak sürmektedir. Kadınların üzerindeki yüzyıllardır süren bu baskı ve beraberinde ezilen olma hali kadının inisiyatif gösterme; yaşamın özesi olma noktasında eksik kalmasına neden olmuştur. Kadının yaşamın her alanında “özne” olmasının, inisiyatifi geliştirmesinin yolunu Bebel şu şekilde özetlemiştir: “Ezilenlerde inisiyatif gösterme bağımsızlığı eksik olduğu için, tahrik ve teşvikçiye gereksinim duyarlar. Bu modern proletarya hareketinde böyleydi, kadının kurtuluş mücadelesinde de böyledir.” (Kadın ve Sosyalizm, İnter Yayınları, s. 105) Bebel burada kolektifin kadın özgürlük mücadelesinde üzerine düşen rolü de işaret etmektedir. Kolektifin hem kendi içindeki erkek anlayışı yok etmek hem de ataerkinin toplumsal, sosyal ve ekonomik yaşamdaki saldırılarını bertaraf ederek erkek egemen sistemi yıkacak ortamı hazırlamak için erkten arınmış kadın alanlarını önüne alması zorunludur. Nitekim kadınların kurtuluşu sadece kendisini, kendi cinsini bağlayan bir durum değildir. Bu durum ezeni, yani erkek egemen sistemin bu rolü bahşettiği erkeği de bağlamaktadır. Ataerkinin sürekliliği için bir maşa olarak kullandığı erkek cinsi, eline verilen iktidardan kurtulma gibi bir girişime kendi kendine giremez. Çünkü erkek elinde bulunan gücü korumak, büyütmek ister. Diğer taraftan “maşa” olmaktan çıktığında kazanacağını göz ardı eder. Erkeğin kaybedeceği “güç”, kendine insan olmayı getirecektir. Yani kendi özünü, insanlığını yeniden kazandıracaktır. Bu ise ancak kadının özgürlük mücadelesi ile mümkündür.

Nasıl ki sömürücü sistemin son bulması halinde patronlar da özgürleşecekse, erkek egemen sistemin yıkımı erkekleri özgürleştirecektir. Başta da belirttiğimiz üzere kadın alanları üzerine pek çok tartışma yürüttük. Yazımızın buraya kadarki bölümünde kadın alanlarının nenden gerekli olduğu üzerinde durduk. Bu bölüm bir hatırlatma olarak ele alınmalıdır, ikna etme niteliği ya da amacı taşımamaktadır. Kadın alanları ya da diğer bir ifade ile kadın örgütlülüklerinin gerekliliğini artık bir ön kabul olarak ele almamız gerekiyor. Tartışmayı başa sarmak, bu alanları taşıdığı amacını, neye hizmet ettiğini saptırarak ele almak; kadın mücadelesinin onlarca yıllık deneyimini ve birikimini hiçe saymak, tarihten öğrenmemek anlamına gelmektedir. Üstelik bu ön kabulü reddetmek erkek egemen sistemi yıkma perspektifinden yoksunluğu getirmektedir. Cinsiyetler arasındaki eşitlik sağladığında, kadının sosyal, toplumsal ve ekonomik anlamda toplamda bir “özne” olma bilinci ve pratiği geliştiğinde zaten bu alanlara gereksinim kalmayacaktır. Bu araç, herhangi bir dış müdahale ile değil; kendi kendini yok edecektir. Çünkü kadın artık her yerdedir; yaşamın içindedir.

“Erkten arınmış kadın alanları”nın ön kabulü ile beraber artık önümüzde başka bir soru durmaktadır. Bu soru, içeriğinde öncelikli bir sorunu taşımaktadır ki bu da kadın çalışmasının kalıcılığını sağlamak…

“Baykuşlar sağa sola korkuyla saldırsa da aydınlığı engelleyemeyecekler!”

Kolektifimizde kadın çalışması zaman zaman ihtiyaç olarak görülmüş, ancak kolayca vazgeçilen hatta önüne set çekilen bir alan olmuştur. İçimizdeki erkekle yüzleşmeksizin sadece saflarımıza katacağımız kadınlar için bu çalışmayı ele aldığımızda bahsettiğimiz durum anlaşılır hale gelecektir. Ne zaman ki kadın çalışması, kadın bilincinin beraberinde gelişmesini sağlamış; içimizdeki erkeklerle yüzleşilmeye ve uzlaşılmamaya başlanmıştır, işte o zaman kadın alanına, kadın örgütlülüklerine karşı ses yükselmiştir. Kadın çalışmasının altı boşaltılmaya, engellenmeye çalışılmıştır. Şüphesiz ki kolektifimiz içerisinde yaşadığımız, burjuva sistemden tamamen bağımsız değildir. Burjuvazi ve proletarya arasındaki çelişki çözülmediği sürece de bu durum geçerli olacaktır. Diğer türlü bir değerlendirme diyalektiğe aykırıdır. Ancak, kolektif, burjuvaziye karşı yürüttüğü savaşımda kendi içindeki değişim-dönüşüm ve sonuç itibariyle yıkımı da gerçekleştirme perspektifine sahiptir (olmalıdır). Yani burjuvazinin ideolojisine karşı hem içte hem de dışta savaşım verir. Bu iç savaşımda, erk-ek anlayışı mahkûm etmek de yer almaktadır. Bunun ancak ve ancak kadının özgürleşme mücadelesi ile olacağını biliyoruz. O halde kadın çalışması sürekli olmalı, kolektif bu çalışmayı kalıcılaştırmayı önüne koymak zorunda olmalıdır. Aksi takdirde, doğan her boşluğun burjuvazinin politikalarıyla dolacağını biliyoruz.

Dediğimiz gibi, içimizdeki erkekler uzlaşmama haline koşut olarak, erkin sesini gün geçtikçe yükselttiğini görüyoruz. Bu duruma en uygun tanımı yine Bebel yapıyor; Bebel kadınların özgürleşmek için attığı her adıma karşılık erkek cinsinin elindeki iktidarı kaybetmemek adına verdiği tepkiyi, erk-eği “… Karanlığın egemen olduğu her yerde bulunan ve kendileri için rahatlatıcı karanlığa, bir ışık huzmesi düşer düşmez korkuyla haykıran baykuş cinsidir” (Kadın ve Sosyalizm syf:39) şeklinde tanımlayarak ortaya koyuyor. Sosyal, toplumsal ve ekonomik olarak kadınların yüzyıllardır karanlığa mahkûm edilmesine sebep olan ataerkinin eline “iktidar”ı vererek kendi bekasını sağladığı erk-ek, bugün kadın mücadelesi ile yaratılan ışık huzmesinin giderek yaygınlaşarak tüm hayatı aydınlatmasından duyduğu korkuyu açığa çıkarıyor. Elindeki gücü yitirmemek istiyor, özüne dönüşün ona kazandıracaklarını görmezden geliyor. Baykuş karanlığa alışsa da, o karanlığı korumak için elinden geleni yapsa da yaşamın tamamen aydınlanması kaçınılmazdır. Kadın mücadelesi, ödediği pek çok bedel ve kazanmış olduğu deneyimlerle beraber yarattığı ışık huzmesini yaşamı sarmalayacak bir aydınlığa dönüştürüyor artık. Baykuşlar korkuyla sağa sola saldırsa da aydınlığı engelleyemeyecekler!

 

Özgür Gelecek muhabiri Aslı Ceren Aslan

Urfa 2 Nolu T Tipi Hapishane

38535

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Kürtlere Kadın, çocuk, yaslı ayrımı dahi yapmadan topyekün saldıran katil devlet …

Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarını ilhak ettiği ve zulmettiği Kürtlere nasıl da saldırıyor?.. Nasıl da katmerli baskı ve tahakküm uyguluyor?.. Uyguladığı zorbalığı nasıl da en üst boyutlara tırmandırıyor?.. Tüm bunların sonucu devlet sokağa çıkma yasağı ilan ederek, topuyla, tankıyla, her türlü silahla Kürtlerin evlerini, barklarını yakıyor, yıkıyor, yağmalıyor…  Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan Kürtler böylesi kanlı bir tehcire zorlanıyor… 

Kentsel dönüşüm

Kentsel dönüşüm, kentin tarihince oluşan denetim dışı alanların düzenlenmesi ve yaşayan insanları bu düzenlenmeye göre biçimlendirme ereğidir. Kentin, sistemin ve geleceğinin planlanmasının bir adımı olarak sunulan bu yaklaşım; egemenlerin ideolojik, politik, ekonomik ve idari ihtiyaçlarının karşılanmasını hedefler. Bu hedefin gerçekleşmesi için öncelikli olarak bunun bir ihtiyaç haline gelmesi yada ihtiyaç olduğunun ön kabulünü koşul lamasıdır. Bu ön koşullar dizisi olmadan süreç başlatılamamaktadır.

Hendek Birliği

Kürt halkı yenilsin yenilmesin, iyi direndi ve iyi direniyor. Kitleler şehirlerde kendilerini savunmak istediklerinde, zorunlu olarak barikata ve hendeğe baş vururlar. Bazı aydınların hendeklere karşı çıkmasının, hendeklerin kapatılmasını talep etmesinin hiçbir anlamı yoktur. Kürtler hendeklerde sadece kendi ulusal hakları için değil,

Türkiye'nin demokratikleşmesi için de direniyorlar. Devrimciliğin ve demokratlığın bugünkü mihenk taşı hendeklerdir. Hendeğin hangi tarafında duruyorsun? Hendeği kazanların tarafında mı, kapatmak isteyenlerin tarafında mı? 

Katliam bir devlet geleneği ise isyan da bir halk geleneğidir

7 Haziran seçimlerine HDP'nin parti olarak gireceğini açıklaması ile başlayan katliamlar bugün AKP'nin iktidarını koruma yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. 7 Haziran'dan önce çıktığı her meydanda yapacağı katliamların propagandasını yapan, dört bir yana tehditler savuran AKP hükümeti bugünlerde tehditlerini hayata geçirmiştir.

Katliam bir devlet geleneğidir

FAŞİZME KARŞI BİRLİK OLUP MÜCADELE ETMENİN KAÇINILMAZLIĞI

Yalan, demagoji ve artan ölçüde devlet terörü ve korku, faşizmin en temel özellikleri arasındadır. Halkı, bu taktiklerle korkutur, sindirir ve ezer. Ve bununla beraber, “vatan haini” demagojisiyle, ilerici olan kesimlere karşı geri yığınları peşinden sürüklemeyi başarabilir. Ve böylece, geniş bir kitle desteğini de arkasına alarak, sermayenin çıkarları doğrultusunda ülkenin aydınlık yüzüne karşı savaş açar. Bugün ülkemizde fazlasıyla yaşanan da budur.

ADİLOŞ BEBE'DEN , MİRAY BEBE'YE

''..bunlar, engerekler ve çıyanlardır,bunlar, aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları , tanı da büyü...'' diyerek Kürt halkının çocuklarının henüz kundakta başlayan acı ve dramını anlatan Ahmet Arif'in şiirine yansıyan gerçekleri hiç değişmeden bugün de aynen Miray bebek şahsında yaşıyoruz.Ama maalesef daha tanımadan öldürüldü.

Önce eşitlik, sonra Kardeşlik! DTK Kongresi ve Özerkliğe dair

Osmanlının son sürecinde ortaya çıkan ittihat ve terraki adlı Jön Türk hareketi olan milliyetçi  türkçü akım önce 1915 Ermeni/ Süryani soykırımını gerçekleştirmiş ve 1920 TC`nin kuruluşunun hemen sonrasında da  TKP Önderleri Mustafa Suphi,Ethem Nejat ve yoldaşlarını hunharca Karadeniz sularında katlettirmiş ve 1925 den bu yana da Kürtlere karşı imha ve inkar politikalarına girişmiştir.

TKP/ML: “Ölüm; Özgürlük, Devrim Ve İdeallerimiz İçin” Diyenlere Bin Selam Olsun!

“Al, yüreklerinden bir parça koy yüreğine

kokuları serin bir bahar rüzgarı gibi

çek içine.

şafak vakti dağın ardında selamla onları

söz ver,

başarılacak de,

de ki gülümsesinler

de ki arkada kalmasın gözleri.”

Türk, Kürt Uluslarından Ve Çeşitli Milliyetlerden Emekçi Halkımıza;

Soykırımın yeni adı: "Kürtleri Çökertme-Çöktür."

        Faşizm her coğrafyada aynı karakteristik özelliklere sahiptir. Çünkü aynı ideolojik kaynaktan beslenmekte, yasalar çıkarmakta, yürürlüğe koymakta, katliam ve soykırımlar yapmaktadır. 12 Eylül askeri faşist yasalarıyla yönetilen sözde parlamenter sistem, 12 Eylül faşizminin devam ettiricisidir. Bugün artık ülkemizde faşizm tanımı üzerinde tartışmanın bir gerekliliği yoktur ve kalmadı da. Faşizm bir devlet biçimidir. Faşizme, faşist zulme, baskıya katliamlara karşı çıkan herkes ," düşman, hain, terör yandaşı, terörü destekleyen güruh" olarak  damgalanmaktadır.

Faşizm kadın devrimcilerden intikam alıyor - Ziya Ulusoy

Erdoğan faşizmi, generalleri ve polis şeflerini, kadın devrimcilerin katledilmesine seferber etti.

Yalnızca son aylarda İstanbul'da Günay, Dilek, Dilan,Yeliz, Şirin, Kürdistan'da Güler, Sakinelerin öldürülüşünün yıl dönümünde Seve, Fatma, Pakize yoldaşları katletti. Ayrıca, çocuk büyük demeden çok sayıda kadını da kuşatma altına aldığı Kürt ilçelerinde öldürdü.

Ergenekoncu Perinçek Faşizmin Kelle Avcılığına soyundu

   Türkiye devrimci hareketine elli yılı aşkın musallat olan, bir koluna Kemalist  faşizmi takan, diğer koluna ise devrimcileri takmaya çalışan  Doğu Perinçek devletin en sadık elamanı, akıl hocası ve tetikçisidir. Bugün teorik   faşizmin ve devletin teorisyenliğini yapan karşı devrimci faşist güruhun başını çeken çok önemli bir elemanıdır. Geçmişte İbrahim Kaypakkaya’yı öldürtmek istemiştir. Ama görevlendirdiği kişiler Kaypakkaya'yı tanıyan, Kaypakkaya’ya güvenen çıkınca Perinçek ve ekibinin katletme planı tutmamış, boşa çıkarılmıştı. İrfan Çelik bu komplonun canlı tanığıdır.

Sayfalar