Cumartesi Mayıs 18, 2024

Herkes işini yapmalıdır

Yıllar önce önder karolarımızdan Sefagül Kesgin yoldaş çok önemli bir noktaya vurgu yaparak biz yoldaşlarını uyarmış, herkesin öncelikle kendi görevlerine yoğunlaşması gerektiğinin vurgusunu yapmıştı.

Herkes işini yapsın” demişti. Örgüt bir bilimdir. Bu bilimde en önemli ilkelerden biri “herkese uygun bir iş vermek”tir. Her militan da kendisine verilen işi amacına uygun bir biçimde sonuç alıcı şekilde yapmasıdır.

Öncelikle kendi işi üzerinde yoğunlaşıp işi daha iyi bir şekilde nasıl yaparım kaygı ve sorumluluğunu taşımalıdır.

Her militan, her savaşçı kendisine verilen görevi yerine getirmeye başlarsa “tek bir insan” gibi yürüyüş sağlam bir örgütsel güce dönüşür. Herkes öncelikle kendi işini yapmazsa, yaratıcılık ve zenginlik katarak başarıyı hedeflemezse ilerleme sağlanamaz. Militan kendi işi dışında her şeye karşı ilgili ve duyarlı olursa burada ciddi bir sıkıntı var demektir.

Öncelikle işimizi yapmayı esas alan bilinci ve pratiği kendimizde başlatacağız. Önce kendimizi sorgulayacağız. Kendimize soru soracağız. “Ben nasıl bir yaşam ve çalışma içindeyim?” “Verilen görevi ve üstlenilen pratiği ne kadar başarıyla yapıyorum?” Önce görev yaptığımız bileşenin devrimci faaliyetlerini değerlendirip sorgulayacağız sonra dışımızdakilerin faaliyetlerini değerlendireceğiz ve sorgulayacağız. Yoğunlaşma ve çalışma, kendi görev ve sorumluluğumuzla başlamazsa ortaya kaos ve kargaşa çıkar.

Faaliyet yürüttüğümüz bölgede-alanda kitlelerin sorunları ve ihtiyaçlarıyla ne kadar ilgileniyoruz? Çözüm ve örgütlenmeler için hangi analizleri yapıp ne kadar kafa yoruyoruz? Propaganda ve ajitasyon pratiğinde ne kadar sahici yaratıcı ikna edici ve inandırıcıyız? Plan ve programlarımız, kampanya ve çalışmalarımız halkın sorunlarına, örgütlenme ihtiyacına ne kadar yanıt vermektedir?

Ne kadar halka dokunuyor, onları anlıyor ve ikna etmeye ve örgütlemeye çalışıyoruz? İnceleme-propaganda-örgütleme ve eylemde ne kadar militan duruş ve pratik ortaya koyuyoruz?

Çevremizde örgütlemeye çalıştığımız yoldaşları ne kadar kazanıcıyız? Cesaret ve kararlılıkta adanmış ve fedakarlıkta komutan Nubar Ozanyan yoldaşın çıtasını mı esas alıp hareket ediyoruz? Yoksa etrafımızda çevremizde örgüt dışına çıkmış, çok bilmiş insanları mı örnek alıyoruz? Pratik devrimciliği mi yapıyoruz? Yoksa sözün ve lafın daha ağır etkileyici olduğunu iddia edip militan devrimciliği ikincil plana mı atıyoruz?

Devrimler tarihi ve geçmiş devrimci faaliyetler, yaşanan tecrübeler gösterip ispatlamıştır ki; eğer biz devrimci teoriden vazgeçmeden devrimci pratiği onun önüne koyuyorsak işte o zaman gerçek anlamda güven veren, güven duyulan bir devrimci hareket yaratabiliriz.

Toparlanma ve örgütlenmeyi devrimci pratik ve eylemden uzak bir hatta sadece yürüyüş olarak ele alıyorsak ne toparlanma ve ne de örgütlenme yaratılır.

Kitleleri, sokağı, yaşamı doğru okuyarak ne istediklerini ne talep ettiklerini, neler yaşadıklarını, neler beklediklerini doğru anlayarak buna uygun propaganda ve ajitasyon çalışmalarını düzenleyerek stratejik hedef ve amaçlarımıza uygun pratiğin ve eylemin gücü içinde örgütlenme yaratılır. Örgütlenme ve toparlanma sorunu asgari oranda çözülür. Sadece kendini ve kitlelerin değişim ve dönüşüm taleplerini anlamaya çalışan ve bu çalışmayla sınırlanan bir devrimcilik asla örgütleyici ve güven verici bir hat yaratamaz.

Bugün burjuva-feodal sistemin en ileri düzeyde açık faşist diktatörlüğü biçiminde örgütlenen AKP-MHP faşist yönetimi saldırı ve kuşatmasını yaşamın her alanında, her bölge ve karesinde etkili hale getiriyor. 12 Eylül AFC’den asla geri kalmayacak şekilde hatta bazı gelişmeler ve durumlarda ondan daha azgın bir örgütleme ve saldırı içinde olan AKP-MHP faşist yönetimi yalnız bir dilden anlar: Silahların eleştiri gücü ve kitlelerin yıkıcı örgütlü pratiği!

En başta bulunduğu alanı, faaliyet yürüttüğü bölgeleri, hedef aldığı kesimleri adım adım parça parça örgütlemeye başlayarak devrimci eylemi de bu örgütlemeye uygun bir tarzda pratiğe sokanlar kitlelerin güven duyduğu bir hareket durumuna gelebilir. Kitleler, doğru olan her sözü dinler, akla uygun her lafa bakar ancak pratiğe daha çok güven duyar.

Her devrimcinin, her militanın temel görevi faaliyet yürüttüğü alanda kitlelerin ve düşmanın durumunu analiz etmek bunun üzerinden propaganda çalışmasını sürekli etkili ve örgütleyici tarzda yürütmek olmalıdır.

Propaganda sürekli ve etkili bir şekilde yapılmadan örgütleme çalışması yapılamaz. Boş zamanlarında, aklına estiğinde, takvimsel günlere sıkışmış halde değil örgütlemek için hedef alınan kitleye düzenli ve sürekli etkili ve canlı propaganda yapanlar örgütleme pratiğinde belli adımlar atabilirler.

Her devrimcinin başta gelen görevi bir yandan devrimci pratikler üzerinden kendi ve yoldaşlarının eğitimini örgütlenmesini gerçekleştirmek diğer yandan en yakınından başlayarak propaganda yapmaya, eylem örgütlemeye başlayarak örgütlenmeyi esas almaktır.

Örgütleme aynı zamanda etkili ve başarılı eylemlikler örgütlemektir. İnceleme analiz olmadan propaganda, propaganda olmadan örgütleme, eylem olmadan da örgüt yaratılamaz.

2178

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Sayfalar