Çarşamba Mayıs 15, 2024

Hastalıklı toplumun hasta insanları…/ Fikret Başkaya

Artık Türkiye tam bir şiddet sarmalına hapsolmuş durumda: Polis şiddeti, subay şiddeti, öğretmen şiddeti, müdür şiddeti, erkek şiddeti, koca şiddeti, baba şiddeti, siyasetçi şiddeti, esnaf şiddeti (AKP esnafı tarafından hunharca katledilenleri hatırlayın) dinci yobaz şiddeti, işveren şiddeti, ekonomik şiddet, trafik şiddeti, mahalle şiddeti, medya şiddeti, rektör şiddeti, dekan şiddeti, “özel güvenlikçi” şiddeti, insanların doğal çevreye uyguladığı şiddet… Bu kadar şiddete maruz bir toplumda ve ortamda hala sağlıklı insana rastlamak ne kadar mümkün? Gün geçmiyor ki, bir vahşet yaşanmasın, bir katliam yapılmasın, bir kadın öldürülmesin, bir cinayet işlenmesin… Bu şiddetin “olağanlaşması”, sıradanlaşması değil mi?

Bu sürekli şiddet hâli, bu cinayetler, bu insanı utandıran manzaralar hasta insanların eseri, o hasta insanlar da bu toplumun eseri. Gökten zembille inmiş değiller. Hastalıklı toplumun karnından çıkıyorlar. Şiddetin kökü derinlerde ama sorunun kökenini dert edinen, kaynağına inmeyi akıl eden pek yok… Yüzeysel söylemler ortalığı kaplamaya devam ediyor. Yeni kanunlar çıkararak, cezaları daha da artırarak sorunun çözüleceğini sananlar çoğunlukta… ” Birkaçını sallandırarak” işin içinden çıkılabileceği sanılıyor ve hâlâ idam cezasını bir çare olarak görenler az değil… Eğer idam bir çare olsaydı işler ne kadar da kolay olurdu. Bu, katledeni katlederek üstesinden gelinebilir bir şey midir? Eğer öldürmek kötüyse (ve kötüdür şüphesiz), aynı şeyi devlet yapınca iyi olur mu?  Bu bir şeyi olmadığı yerde aramak değil midir? Eğer bu durum, bu genelleşmiş şiddet hali, hastalıklı toplumun ortaya çıkardığı bir şeyse, o zaman işe, “bu toplum neden böyle oldu”, “neden hastalandı”, “neden bu hale geldik” sorusunu sormak gerekmiyor mu?

Bir sorunu çözmenin yolu, önce onu anlamayı, bilince çıkarmayı gerektirir. Şeyleri adıyla çağırmayı gerektirir, etrafında dolanmamayı gerektirir. Aslında şiddet toplumun derinliklerinde mündemiç olan bir şey ve asıl şiddeti yaratan da bizzat bu sistemin kendisi… Bu toplumun insanları  boşuna burnundan solur hale gelmedi ve artık burnundan soluyanlar çoğunluğu oluşturuyor? Şu ve bu aktörün işlediği cinayetler, katliamlar, aşırılıklar genel şiddet halinin emareleri, yüzeye çıkanı, görünen yüzü sadece. Asıl sorunu yaratan herkesi herkesin rakibi, dolayısıyla düşmanı haline getiren kapitalizm, onun neoliberal versiyonu. Yegane değerin para olduğu, mal-mülk olduğu, başkaca hiçbir değerin esamesinin okunmadığı bir toplumda, barıştan, huzurdan söz etmek mümkün müdür? Geçerli ekonomik- sosyal- politik sistem, yıkıcı “çılgın rekabete” dayanıyor. Zira, birinin başarısı başkasının başarısızlığı üzerine inşa ediliyor. Sizin başarılı olmanız, başkasının başarılı olmasını engellemeye endeksli. Merak edip sözlüğe bakanlar, rekabet kelimesinin bir anlamının da “birbirini çekememe, kıskanma” olduğunu görür. Sistemin normal işleyişi, insanların önemlice bir kısmını bir işten, bir gelirden mahrum ediyor, gelir dağılımı adaletsizliği insan havsalasını zorlayacak boyutlara çıkıyor, insan özel çıkar peşinde koşan “homo economicus” bir canlı olarak görülüyor ve bencillik insanlığın “normal hâli” sayılıyor… Her şey özelleştiriliyor, bir kâr aracına dönüştürülüyor, ortak yaşam alanları birer birer yok ediliyor, doğa tahribatıyla da ortak yaşamın da temeli aşındırılıyor.

Neoliberal küreselleşme çağında devlet de artık sadece sermaye sınıfının, (oligarşinin) veya aynı anlama gelmek üzere büyük hırsızların tek yanlı çıkarını gerçekleştirmeye koşulmuş bir aygıta dönüştü. Tabii bunu söylemek, devlet eskiden toplum yararının hizmetindeydi anlamına gelmez… Devlet oldum olası özel çıkarların hizmetinde olmuştur. Misyonu ve varlık nedeni mülk sahibi sınıfların servetini çoğaltmak, bir de onları “zararlı sınıflardan” korumaktır…. Velhasıl devletin varlıklı sınıfların ve yeni yetme mülk sahiplerinin tek yanlı çıkarına hizmet etmekten başka bir kaygı taşımadığı koşullarda, toplumun bir şiddet toplumu haline gelmesine şaşmanın bir âlemi yok! Böyle bir sonuç neden şaşırtıcı olsun. Tuhaf gelebilir ama kapitalizm her bir bireyi bir kapitalist gibi davranmaya zorluyor ve onu doğa düşmanı haline getiriyor. Para ve maddi zenginlik yegane değer mertebesine yükseltiliyor, bir tapınma aracına dönüştürülüyor, başkaca hiçbir insanî değerin esamesi okunmuyor. Velhasıl insanın özünü aşındıran kör bir süreç söz konusu. İnsana ve yaşama dair ne var ne yoksa metalaştırılıyor, şeyleştiriliyor, paralılaştırıyor,  özelleştiriliyor, dejenere ediliyor. Ülke zenginliği dar bir oligarşi ve çevresi tarafından yağmalanırken, işsizlerin, yoksulların, yaşamak için gerekli asgari gelirden yoksun olanların sayısı çığ gibi büyüyor. Çalışanların da büyük çoğunluğu elde ettiği gelirle geçinmekte zorlanıyor. Zira geçerli sistem her geçen gün karşılanması gereken yeni ihtiyaçlar ortaya çıkıyor ve ihtiyaçlar hiyerarşisini dejenere ediyor… Her geçen gün hayat daha da pahalandırılıyor. Gelirler (ücretler) her seferinde erozyona uğrarken, bir yanda da reklamlar devreye sokularak, tüketim özendiriliyor, satın alma isteği kamçılanıyor. Sonuçta insanlarda “tatminsizlik duygusu”, “eksiklik duygusu”, “yoksunluk duygusu”, “yeteneksiz” oldukları, çaresizlik  “bilinci (bilinçsizliği)” kökleşiyor. Velhasıl insanların psikolojisi tromatize oluyor, sarsılıyor, yara alıyor, geleceğe umutla bakma duygusu köreliyor. Çocuklarının geleceğine dair haklı bir kaygı duyuyorlar…

Şimdilerde rejim artık toplumun gerçek sorunlarına külliyen yabancılaşmış durumda. Bu rejim, bu AKP iktidarı artık meşruluğunu kaybetmiş durumda ve yönetemiyorlar. Daha çok baskıyı ve şiddeti devreye sokarak işin üstesinden gelebileceklerini sanıyorlar. İktidarlarını sürdürmek için toplumu kutuplaştırıp, toplumun bir yarısını diğer yarısına düşman ederek, iktidarlarını koruyabileceklerini sanıyorlar… Ateşle oynuyorlar… Toplumu biz ve onlar, AKP’ye oy verenler ve vermeyenler,  Müslüman- laik diye ayrıştırıyorlar. Aslında toplumun ezici çoğunluğu Müslüman ama kendileri gibi veya kendi istedikleri gibi Müslüman olanlar ve olmayanlar diye ayrıştırmak istiyorlar. Ve “bizim gibi Müslüman olmayanlar bizden değildir, dolayısıyla, kötüdür, düşmandır” anlayışı geçerli… Bu, sanki İslâmda geçerli “dar-ül İslam, dar-ül harp” ayrımının ve karşıtlığının bu güne tercümesi gibi bir şey… Siz onların gerçekten dinle ilgili olduklarını sanmayın. Dini araçlaştırıp, iktidar olmak ve ülkenin zenginliğine el koymak dışında dinle uzaktan-yakından bir ilgileri yok. Onlar için din, çalıp-çırpmanın, insanları köleleştirmenin bir aracı sadece…  Dinci baskıyı artırıp, toplumu köleleştirerek iktidarlarını kalıcılaştırabileceklerini düşünüyorlar… Sonra da büyümeden, kalkınmadan, büyük devlet olmaktan, aslında birer yıkım projesi demek olan “çılgın projelerden” söz ediyorlar, Osmanlı İmparatorluğunu ihya etme hayalleri, hezeyanları içindeler… Bütün bu saçmalıklar “olmayacak duaya amin demekten” öte bir şey değildir. Polis insanları öldürüyor ve cezalandırılmıyor. Ve bu hep böyleydi… Neden? Çünkü burada hâlâ “kutsal devlet” anlayışı geçerli olmaya devam ediyor. Şimdi o kutsallık, dinci kutsallıkla da tahkim edilmekte… Bundan sonra öldürmek daha kolay olacak. Onun için adı İç Güvenlik Yasası olan bir polis kanunu çıkararak, işi sağlama alma peşindeler. İyi de bu kimin “güvenliği” olacak? Bu memleketin varını yoğunu, bu ülkenin bütçesini, hazinesini yağmalayan, talan eden soyguncu çetesinin güvenliği değil mi?

Bu iktidar tam bir sekülarizm düşmanıdır, laiklik düşmanıdır. Sekülarizmin ve laikliğin olmadığı yerde kimse demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi kavramları ağzına almasın, zira orada bir karşılığı yoktur. Bu iktidar varlığını sınırlı özgürlükleri de yok etmekte görüyor. Onun için yeni baskı yasalarını dayatmak için aceleci davranıyor. Cunta anayasasında “tanınmış”, tarif edilmiş güdük hakları bile insanlara çok görüyor. Gerçi bu rejim oldum olası ” muhalifi düşman, farklı düşüneni hain” sayan bir rejimdir ama AKP iktidarı artık kendine muhalif olan herkesi düşman sayıyor. Artık muhalif düşmanla özdeş… Muhalif olmak, “darbeci” olmakla da bir ve aynı şey sayılıyor. Ortalık “iç düşmandan” ve “darbeciden” geçilmez halde… Meğer memlekette ne kadar da çok iç düşman ve darbeci varmış… Çok şükür dış düşman ebed-müddet mevcut. Orada bir sıkıntı yok…  Hızlı bir tempoyla bir parti-devlet iktidarını yerleştirmeye çalışıyorlar. Yapmak istediklerine faşizmin bir versiyonu da diyebilirsiniz… Parti devlet demek, her türlü asgari hakka, hukuka, özgürlüğe  elveda demektir. Devletin tüm kurumlarının ve işlevlerinin siyasi partinin hizmetine sunulması, burjuva devletin “olmazsa olmazı” sayılan kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve pratiğinin yok edilmesi demektir. Kadını köleleştirmek istemeleri boşuna değil ve dini o amaçla sonuna kadar kullanmaya da  kararlı görünüyorlar. Kadının ortalıkta dolaşmasından, görünürlüğünden, eşit bireyler olması ihtimalinden çok rahatsızlar. Kadınının eve hapsedilmesi için bir dizi manipülasyon peşindeler…

Kapitalizmin krizi derinleşiyor, onunla birlikte şiddeti de derinleştirmeye, tırmandırmaya devam edeceklerdir. Zira ellerinde başka seçenek yok. Başka türlü yapmaları mümkün değil. Kimse kendini aldatmasın. Unutmamak gerekir ki, “kapitalist ekonomik sistem, kaybedeni tüm insanlık olan bir savaş halidir” denmiştir. Zira mülksüzleşmeyi, sömürü ve yağmayı derinleştirmeden, yoksulluğu ve sefaleti  azdırmadan, doğa tahribatını büyütmeden yol alması mümkün değil. Eğer sistemin normal hali öyleyse -ki öyledir-, ellerinde baskı ve şiddete baş vurmaktan, iç çatışmaları körüklemekten, savaşlar peydahlamaktan başka çare yok!

Şiddeti tartışabilmek, rejimi, sistemi, kapitalizmi, onun şimdilerde geçerli versiyonu olan neoliberalizmi tartışabilmekle mümkün. Artık yönetenlere değil yönetimlere odaklanma zamanı… Yönetenleri değil, yönetimleri, yani sistemi değiştirmek gerekiyor. Daha da ötede uygarlığı değiştirme zamanı gelip çattı. Zira, yaşanan sadece ekonomik-sosyal-politik  krizden ibaret bir şey değil, bir uygarlık krizi… Artık bu rotada yol almak mümkün değil. O zaman sürece vakitlice müdahale etmenin gerekli olduğu bir zamandayız demektir…

 

60210

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Sayfalar