Cuma Mayıs 17, 2024

Göçmenler…[ismail cem özkan]

Göçmenler geldikleri ülkeye göre nasıl algılandığı aslında hepimiz biliyoruz ama tekrarlamakta yarar var sanırım;

Göçmenler anavatanlarına göre para gönderen ve sağılması gereken birer saf yatırımcı…

Göçmenlerin lobi olarak kullanılan bir nüfus harekatı ve var oldukları ülkede ki demokrasinin izin verdiği gösteri yapma hakkını kullanarak ülkelerini cennet olarak gösteren eylemlere katılmaları… Lobicilik sorunların görmezden gelmek ve sorunların üzerini ülkelerinin lehine örtmeleridir…

Göçmenler ülkeleri için pozitif anlamda katkı olarak görülürken, ekonomik krize düşen ya da siyasi krizden kurtulmak için yurtdışında birikmiş sermayenin kendi lehlerine kullanımı amaçlı da kullanılmaktadır… İç siyasete sağ güçlerin daha fazla kullanıldığı potansiyel sermaye ve oy anlamına da gelmektedir. Göçmen bulunduğu ülkede kendi çıkarına uygun siyasi hareketleri desteklerken, kendi ülkesi içinde sağ siyaseti ve daha tutucu muhafazakar siyasetin potansiyel seçmeni olabilmektedir… Elbette sol siyaset içinde sağ seçmen yanında küçük katkısı göz ardı etmemek gereklidir… Ulusal çıkarlar ve ulusalcı bakış açısı içinde taraf olabilmekteler…

Göçmeler kaba anlamda geldikleri ülkeye gönülden bağımlı ama vücutları para kazandıkları ülkede olanlardır… para kazandıkları ülkede yaşadıklarını görmezden gelip, anavatanları için sözde çalışırken o zorluklar neticesinde daha rahat ve toplumdan kopmuş yaşamı tercih etmekteler. Daha fazla hemşehrilik ve aynı duygu içinde olanlar daha fazla ilişki içinde yaşamaktalar… Göçmenler “getto” yaşamın içinde kendi tercihleri dışında yaşamaya çalışmaktalar…

Göçmenler kendi tercihleri dışında dayatılan yaşam içinde olmalarına rağmen aslında hangi yaşamın kendilerine dayatıldığın da pek farkında değillerdir, onlar anlık sorunu çözmek ya da kriz koşulu içinde yaşamaya çalışmaktalar. Daha fazla iç dayanışma ile ayakta kalmaya ve daha fazla para kazanmak için her türlü şartı zorladıkları gözükmektedir…

Göçmen bir arada yaşamaya zorlanmış, içinde bulunduğu toplumun genelinden dışlanmış küçük alanlarda kendine uygun bir yaşam kurmuş olandır… İşten eve, evden işe tek düzeliğinden çıkmış, işsiz ve eğitimin kendilerine uygun kadarı almış, projeler üreten ve projeler içinde yaşamaya zorlanan bir işsizler ve niteliksizler topluluğu konumuna gelmiş bir bölümü… Göçmen olmadan önceki yaşamları her ne kadar “gastarbeiter” (misafir işçi) konunda olsalar da artık “gast “denilecek konumdan çıkmış durumda olmalarına rağmen “gast” oldukları dönemden gelen tercihler hala varlığını ülke siyaseti içinde yerini korumaya devam etmektedir… bulundukları ülkeler onları “entegrasyon” adı altında geliştirebildikleri tek siyaset ve çözüm asimilasyondur… Asimilasyon olmayanlar ile yaşanan sorunlar bugün görünür olmuştur, çünkü asimilasyon isteyenler aslında asimile bile etmek istemediklerini yaşanan süreçten daha iyi anlıyoruz…

Peki, göçmenler kendileri üzerine geliştirilen politikalar karşısında söz sahibi midirler?

Fikrileri belki soruyormuş gibi yapılmış olması, hatta meclisler kurulmuş olması, meclislerde görev yapılacaklar seçim ile seçilmiş olsalar dahi etkili olamadıkları ve genel göçmen politikası içinde bulundukları ülkenin çıkarların yönünde biçimlenmiştir…

Kendi üzerilerinden gelişen bir düşmanlık ve nefret söylemi karşısında göçmenler ne yapmaktadır?

Onlarda Yahudiler gibi ikinci dünya koşulları içinde bir gün evlerinden gelinip alınmayı ve kapılarının önünde bir metala yazan isim olmayı mı bekliyorlar?

Göçmenlerin ülke içinde gelişen göçmen düşmanlığı karşısında gerçekten yapabilecekleri bir şeyleri var mı?

Sınıf mücadelesi yapması gereken partiler artık göçmen karşıtı veya dostu siyaset yapmaya başladılar, peki bu siyasetler nefret söylemlerini artırıyor mu, yoksa popülist sağın oylarını düşürüyor mu?

Görebildiğim kadarı ile göçmen dostu söylemlerin ve sokak eylemlerin sağın yükselişine her hangi bir engel olmadığı gibi sanki her gösteri sonrası biraz daha göçmen düşmanı bir bakış açısı toplum içinde hakim oluyor…

Ortada garip bir durum söz konusu değil mi?

Son yıllarda genelde almanya merkezli ölüm ya da yaralama ile sonuçlanan olaylar daha mı görünür kılınıyor?

Burada tercihi kimler yapmaktadır?

Ülkemiz iç siyaseti ile uğraşmaktan veya ülkemize gelip kur farkından dolayı daha lüks tatil olanağına kavuşması dışında göçmenler kendilerine sahip çıkabiliyorlar mı? Örneğin işyerlerinde göçmen oldukları için aşağılanmaları ya da daha kirli işlerde çalışmaya zorlanmaları gündeme geliyor mu?

Uzun süreli işsiz kalanların iş dünyasına kazandırmak tehdidi ile sağcıların yoğun yaşadığı yerlerde işe gönderilmeye çalışılması ve sonrasında uğradıkları hakaretler ve can güvenliği sorunları gündeme geliyor mu?

Göçmenler, göçmenler ile birlikte yaşamaya ve göçmenlerin oluşturduğu bir etnik pazar içinde bulunmalarına zorlanmaları gündem içinde konuşuluyor mu?

Pozitif ayrımcılık yerine negatif ayrımcılık içinde olanların daha da yalnızlaşması ve daha fazla geldikleri ülkeler üzerine konuşmaları ve oradan kopmaları ne anlama geliyor?

Kısaca göçmenler birer kurban konumuna gelirken neden kurban olmadıklarını gündeme taşıyamıyorlar?

Kur farkından kaynaklanan yaşam kalitesi ve algısı ile oynamak aslında sorunların üzerini örtmekten başka işlevi yok, sosyal yardımlar ile ülkemizde yaşamaya çalışanların durumları ya da kara para ile lüks yaşamaları karşısında özellikle son günlerde Alman hükümetinin ve eyaletlerin gündemine gelmektedir...

Göçmenlere karşı yapılan operasyonlar göçmenlerin gözü ile ne anlama gelmektedir?

Kısaca sorunlarını görmezden gelinenler neden sorunları yokmuş gibi yaşamaya devam ederler? Küçük başarılarını abartarak anlatmaları, paraları karşılığından hayallerini satın almalarını bir türlü anlam veremiyorum... Aslında fakir ama zengin rolünü yapan donanımsız, dışlanmışlar her konuşmalarını nokta koyarak yapamaya devam ederler...

Yurtdışında yaşayan dostlarımın paylaşımlarını, tatillerini görüyorum bir de gündemlerine bakıyorum, orada vücutları dışında yaşamıyorlar sanki...

Göçmenler yarattıkları gerçekleri gerçek sanıyorlar ve o sandıkları gerçeklerin ideal bakışı içinde kendilerine rota çiziyorlar… Bir “kiosk” içinde hayata bakan göçmen habersiz gelen bir faşistin namlusuna hedef olabilmektedir. O faşistin ise devletin içinden yetişme ve yönlendirme olduğu ise yaşanan bir mahkeme sürecinde öğreniyoruz. Halk ve toplum bu yaşanan davada gerçek ile yüzleştiler mi?

Faşizm ile gerçek anlamda yüzleşemeyen toplumlarda göçmen düşmanlığı artmaya ve nefret söylemleri beslenmeye devam etmektedir… 

İsmail Cem Özkan 

32814

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Sayfalar