Pazartesi Haziran 10, 2024

Genel seçimlerde oylar HDP'ye


Genel seçimlerin yarattığı hareketlenmenin gündemde başat rol oynadı ve kitlelerin politikaya ilgisinin daha da boyutlandığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Politik bir yapı olarak, halkımızın gündemini giderek daha fazla kaplayacak olan parlamento seçimleriyle nasıl ilişkileneceğimizi, bu kapsamdaki hedeflerimizi, mücadele araçlarımızı ve bunlara bağlı olarak ittifaklarımızı belirlememiz ve zaman kaybetmeden çalışmalara başlamamız gerekmektedir.

Legal ve barışçı tüm mücadele yol ve yöntemleri esasta egemen sınıfların kuralları ve onların sahasında oynanan bir niteliğe sahiptir. Bu yanıyla parlamentonun bir araç olarak kullanılması da seçimlerde belli bir partiyi/ittifakı aktif olarak desteklemek de burjuvazinin oyun sahasına girmek olacaktır. Esas olanın, sisteme dışarıdan devrimci şiddet yoluyla darbeler vurmak olduğunu bilerek; bu oyuna dahil olunup olunmayacağı, politik öncünün içinden geçilen anı ve koşulları somut bir şekilde, titizlikle inceleyerek varacağı sonuçlara bağlıdır. Çünkü, politika konjonktürel olarak ve güç dengelerine bağlı bir şekilde, en üst verimi alabilme hedefiyle yapılır. Bu nedenle komünist devrimciler, “kollarını bağlamaz, faaliyetini peşinen saptanmış herhangi bir planla ya da peşinen saptanmış politik bir mücadele yöntemiyle sınırlatmaz.” (Lenin)

Somut koşulların somut tahlili ilkesinin en can alıcı olduğu alan, politik alandır. Politikanın an ve koşullara bağlı niteliğinden hareketle seçimlerdeki tavrımızı saptarken, mücadelemizi büyütme, kitlelerle ilişkilerimizi daha fazla geliştirme, örgütlenmelerimizi yaygınlaştırıp/derinleştirme, devrimci ve demokratik güçlerin mücadele birliğini oluşturma, egemenlerin krizini derinleştirip ezilenleri sınıf mücadelesinde daha aktif hale getirme gibi kıstasları dikkate alacağız.

Bunlarla eşdeğer ölçüde bizim için önemli bir diğer kıstas da Kürt sorununun geldiği boyutun seçimlerle ilişkisinin değerlendirilmesidir. Kürt ulusunun tam hak eşitliği kapsamında yürüttüğü mücadelenin sadece destekleyenleri değil sahiplenicileri de olarak, legal alanda önemli roller üstlenen, Kürt hareketinin temel ve öncü güç olarak rengini verdiği HDP de değerlendirmelerimizde mühim bir yer tutacaktır.

Politikamızı belirlerkenki bazı kıstaslarımız

Bir politik hareketin zafere ulaşması her çeşit mücadele yol ve yöntemini ustalıkla birleştirebilmesi ve ihtiyaç duyulduğunda her çeşit aracı devreye sokabilmesiyle ilgilidir. Komünist öncü, ihtiyaç duyduğu araç ve yöntemlerin her birine sadece devrime hizmet ettiği müddetçe anlam atfeder. Bu meyanda, parlamento yoluyla sistemin demokrat laştırılabileceği, devlete demokrasi taşınabileceği, ezilenlerin iktidar olabileceği vs. şeklinde hayallere sahip olanlarla aramızda kalın bir teorik/ideolojik çizgi olduğunu ve bu hayallere karşı ideolojik/teorik mücadelemizi kesintisiz bir şekilde vereceğimizi belirtiyoruz. Aynı şekilde seçimlere girmekle veya parlamentoyu bir araç olarak kullanmakla reformist olunacağı, halkın umudunun düzen içi yollara sevk edilmiş olunacağı, her koşulda boykotun tek yöntem olduğu şeklindeki politik alana uymayan, dar, dogmatik ve sekter yaklaşımlara da prim vermeyeceğiz. Biz hiçbir aracın kendi başına içinden geçilen süreçteki misyonundan bağımsız şekilde devrimci veya reformist tanımlamasıyla değerlendirilemeyeceğini savunuyoruz. Politika içinde bulunulan koşulların değerlendirilip, en uygun araç ve yöntemlerle mücadelenin lehine çevrilmesidir. Araç ve yöntemler ancak böyle bir bütünsellikte bir nitelik kazanır.

Seçimlere katılıp katılmamada veya parlamento aracının değerlendirilip değerlendirilmeyeceğinde önemli bir kıstas ta, emekçi kesimlerin “düşünsel, politik, pratik” (Lenin) olarak neye hazır olduklarıdır. Bu kesin bir doğrudur! Fakat “politik olarak ömrünü doldurdu? Bu başka bir sorundur” (Lenin, Seçme Eserler, c. 10, s. 112) biz de tarihsel olanla politik olanı ayırıyoruz. Türkiye’de tarihsel olanla politik olanın henüz çakışmadığını ve politik olarak parlamentonun ömrünü doldurmadığını görüyoruz. “Düşünsel, politik ve pratik” olarak emekçi kesimlerin gözünde önemli bir dönemeç olan seçim süreci ve kürsü olarak parlamento, kitlelere ulaşabilmede ve evet paradoksal şekilde parlamentonun tarihsel olarak miadını doldurduğunu açıklamada halen önemli bir politik araç olarak durmaktadır. Bizler çalışmalarımızı çok yönlü hale getirmek, sistemin teşhirini yapabilmek ve alternatif güç olduğumuzu ortaya koyabilmek için kitlelerin yüzünü dönmüş olduğu “her gerici kurumda” çalışabilmeyi becerebilmeliyiz. Seçim süreci ve sonrasındaki çalışmalar kitlelere burjuva kurumlarından neyi, ne kadar elde edebileceklerini yani sistem içi çözümlerin sınırını ve alternatifini görmelerini sağlar. 

Politika, kitlelerin “düşünsel, politik, pratik” olarak neye hazır olduklarını, kendi dilek ve görüşlerimizle değil somutta belirlemek ve buna uygun araç, yol ve yöntemlerle kitlelere ulaşabilmek, kitlelerin sisteme yönelik hayallerinden vazgeçirebilme yeteneğini gösterebilmek demektir.

Tüm seçim süreçlerinde boykot da aktif katılım veya bir siyasi partiyi aktif destek de tartışılabilecek seçeneklerdir. Politik bir öznenin yöntemini belirlerken dikkat edeceği kıstaslardan biri de etki gücüdür. Yani subjektif durumdur. Bir düelloda bile hasımlar en iyi kullanabilecekleri, kendilerini en iyi hareket şansı tanıyacak silahları seçerler. Savaşımın herhangi bir anında, düşmanın hamlesine karşı etki gücü olmayacak araçlar kullanmak, sadece bu yanlış tercihi yapana zarar verecektir. Düşman karşısında hem bizi hem de içinde bulunduğumuz devrimci-demokratik cepheyi güçlendirecek yol ve yöntemi ustalıkla belirlememiz gerekir. Politika, hasmına en çok zarar verebileceğin, kendi gücünü kitlelere kabul ettireceğin en iyi yol ve yöntemi seçebilmek demektir. Hızla yaklaştığımız genel seçimlere, politika için belirlediğimiz bu kıstaslardan hareketle hazırlanacağız.

Egemenler cephesinde durum

İktidar partisi AKP ve onun cumhurbaşkanı Erdoğan, bu seçimlerle birlikte 12 yıllık iktidarlarını, asgari 2023’e ve hatta 2071’e kadar devam ettirebilecekleri bir “padişahlık ve veziri azam” sistemine dönüştürmeyi arzuluyor. Halkımızın ve öncü güçlerinin, sistemin bu uzun vadeli istikrar arayışına izin vermeyeceği gerçeğini yazımızın ilerleyen kısımlarında inceleyeceğiz. Fakat, AKP ve Erdoğan’ın bu arzularını kendi içlerindeki dalaşla birlikte değerlendirmeli ve egemenlerin bu dalaşının politik alanda yarattığı kriz halinin oluşturduğu imkanları görmeliyiz. Başkanlık sisteminin salt Erdoğan’ın özellikleriyle değerlendirilmesi büyük hatadır. Bu sistemin Türkeş’ten Özal’a Demirel’e son 40 yılda sıklıkla dile getirildiğini bilmek dahi bunun kişilerin hırsıyla değil, egemenlerin sistemde duyduğu değişim ihtiyacıyla değerlendirilmesi gerektiğini gösterir. Başkanlık sistemi merkezileştirmeyi artıracak ve yönetimde olan sermaye kliğine diğer gruplar üzerinde tamamen hakimiyet kurma olanağı tanıyacaktır. 

Her ne kadar şimdiki yönetim sisteminde benzer özellikler mevcutsa da aradaki temel fark, 1 yıl öncesinden itibaren cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar devleti yöneten kliğin birçok kurumdan önemli oranda tasfiyeye başlanmasıyla birlikte, AKP ile temsil olunan muhafazakar olarak kodlanan sermaye kliğinin bu atağı yapmasıdır. İktidarı elde etmek kadar kendi sınıfdaşları karşısında korumasının da zor olduğunu, dayandıkları Menderes’in yaşadıklarından iyi biliyorlar. Sömürücü bir sınıfın iktidarını sağlamlaştırmanın tek yolu baskı ve zor yöntemlerini sürekli biçimde artırmasıdır. Erdoğan ve şürekası, Haziran seçimlerini istedikleri vekil sayısına ulaşarak anayasayı değiştirmenin ve başkanlık sistemini getirmenin bir fırsatı olarak görüyorlar. 

Başkanlık sistemi ile ilgili çatışmalar her ne kadar AKP ve diğer sistem partileri arasındaymış gibi örünse de, AKP etrafındaki çıkar birliği içinde de yarılmalar olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Fethullah Gülen cemaatiyle zirve yapan çatışmaların etkisi sürmekteyken, Abdullah Gül’ün etkisizleştirilmesi, Fidan’ın milletvekili adayı olması ve Merkez Bankası’nın politikaları konusunda yaşanan tartışmalar küçümsenemez. Egemenlerde “dava arkadaşlığı” çıkarların çatıştığı yere kadardır. Bu çıkar çatışmasının yaratacağı her kriz, yönetmede oluşturacağı zaaflar nedeni ile ezilenler lehine kullanılabilirdir. Ortaya çıkan bu tür krizleri derinleştirebilecek politikalar, konjonktürel olarak belirlenmelidir. Egemenlerin her türlü krizinin artması, ezen kesimlerin öncü güçlerinin politik ustalığına göre legal-illegal her yöntemi kullanarak sonlarının yaklaşmasını sağlayacak bir işlev görebilir. Bu risk bilindiği içindir ki güvenlik paketi hazırlanmıştır. 

HDP’nin barajı aşmasının, Erdoğan ve şürekası arasındaki başkanlık krizini artıracağı aritmetiksel olarak da ortadadır. HDP’nin hakkı olan sandalye sayısına sahip olması egemenlerin, sistemlerinin baskıcı mekanizmalarına karşı legal alandaki mücadele yöntemlerinden biridir. Bu düzlemde HDP‘ye destek olmak yaptıkları hesaplara çomak sokmak anlamına geldiği için de doğrudur.

CHP, önemli bir ideolojik-politik yenilenmeye gitmezse egemenlerin siyaset arenasında figüran rolüne kadar düşecek gibi görünüyor. Türkiye devletinin kurucusu ve faşist ideolojisinin kaynağı olma özelliğini taşıyan bu partinin katliamcı, asimilasyoncu, tekçi kimliğinin teşhiri özellikle Alevi halkımızın yaşadığı yerlerde önem taşımaktadır. Laiklik ilkesini halkımızı bölmek için kullanan CHP, resmi din olarak Sünniliğin devletçi yorumunu oturturken ve iktidarda olduğu zamanlar boyunca Alevilerin hiçbir hakkını tanımamış ve onları yok saymışken Alevilere din-devlet işlerini ayıran parti görümünü vermiş ve Alevi oylarını önemli oranda hep kendine çekebilmiştir. Bununla birlikte AKP’nin bilinçli olarak Sünni-Alevi halkımız arasında yarattığı kutuplaşma da Alevilerin CHP’yi seçenek olarak görmelerine yarayan bir rol üstlenmektedir.

CHP’nin -başkanı Kılıçdaroğlu’nun bir televizyon kanalına verdiği demeçte hiç çekinmeden belirttiği gibi- iktidar olma şansı yoktur. Ama CHP misyonunu “sol” görünümüyle oynamaktadır. Faşizan yapısına rağmen, emekçi kesimlerin devrimci-demokrat kesimlere yüzlerini dönmelerini engelleyen bir partidir. Birleşik Haziran Hareketi de bunun bir parçasıdır. Genel anlamda CHP’nin ve onunla birlikte hareket eden tüm yapıların emekçi düşmanlıkları ve şovenist çizgileri teşhir edilmelidir. Kürt sorunu üzerinden milliyetçi oylara talip olan MHP ile CHP’nin kardeşliği, cumhurbaşkanlığı seçimleri ile çok daha net ortaya çıkmıştır.

Ezilenler cephesinde durum

Gezi İsyanı’ndan bugüne yaklaşık olarak iki yıl geçmiş bulunmaktadır. Gezi İsyanı’nda kitlelerin öfkesini, yaratıcılığını, kahreden gücünü bir kez daha gördük. Kendiliğinden gelişen bir hareket olarak isyanın etkileri aylarca sürdü. İsyan bize bir kez daha ezilenler cephesinde öncünün eksikliklerini, hazırlıksızlığını gösterdi.

Gezi İsyanı’nın artçıları 17-25 Aralık’ta ortaya saçılan yolsuzlukların protestolarında da devam etti. Yaşanan bu eylemlilikler halkımızın AKP iktidarının yolsuzluklarına, sömürüsüne, çevre katliamlarına inançsal baskılarına, tekçi söylemlerine, LGBTİ’lere yönelik nefret söylemine, kadınları eve kapatmalarına, kadın cinayetlerine karşı isyandı. Soma katliamı bir kez daha emekçilerimizin canının bir kilogram kömür bile etmediğini, çalışma koşullarının kölelik sistemini aratmadığını gösterdi. Yırca’nın zeytinliği, IMF politikalarının AKP eliyle uygulanmasıyla neo-liberalizmin hakim olduğu tarımın geldiği noktayı bize gösterdi. Yalvaç’ta bir minibüse kapatılan tarım işçisi kadınların cinayet gibi bir kazada ölmeleri Türkiye’de tesadüfi bir olay değildir. Her gün ülkenin farklı yerlerinden gelen iş cinayetleri haberleri örgütsüz, güvencesiz ve taşeron çalıştırmanın, ucuz iş gücü cenneti haline dönüşmenin sonuçlarıdır. Birleşik Metal-İş’in grev kararı ve devlet eliyle yasaklanması, TMMOB’un yetkilerini elinden alan yasa tasarısı, atanan ve atanamayan öğretmenlerin bitmez çilesi, öğrencilerin ticarethaneye dönüşen okullardaki durumu, hapishanelerde gittikçe artan tecrit uygulamaları, hasta tutsakların durumu ve Kürtlere yönelik katliamcı, baskıcı, asimilasyoncu politikaların uygulanması... Türkiye’de ezilenlerin sistemle çelişkilerinin her konuda patlama noktasında olduğunu göstermektedir bu saydıklarımız. İşte tam da biriken tepkinin farkında oluşları nedeni ile egemenler yeni güvenlik paketlerine ihtiyaç duymaktalarken, ezilenlerin her alanda ve yöntemi kullanarak ve asgari müştereklerde birleşerek ortak bir mücadele hattı oluşturabilmesi büyük önem taşımaktadır.

 

Ezilenler cephesinde çelişkiler bu ölçüde boyutlu olmasına rağmen, bunların parçalı ve birbirinden yalıtık tarzda gelişmeleri, sistemi hedeflememeleri etki güçlerini azaltmaktadır. İşte bu nedenle, komünist öncünün kitlelere ulaşabileceği ve bütün bu mücadele alanlarını birleştirebileceği her olanağı kullanması, içinde yer alması önem taşımaktadır. Şu anda devrimci yapıların tümünün en belirgin karakteristik özelliği belli şehirlerin, belli semtlerine ve hatta belli evlerine sıkışmış olmalarıdır. Bu darlaşmış, ezilenlerin büyük çoğunluğundan kopuk, örgüt için politika tarzını kırmanın tek yolu, çalışmalarımızın “çerçevesini genişletmek”tir. (Lenin) Bu kapsamda, mücadele araç ve yöntemlerimizi genişletmesi, yeni alanlara açılımda platform sağlaması ve en geniş devrimci-demokratik cepheyi sağlaması nedeniyle seçimlerde HDP’yi desteklemeyi önemsiyoruz. 

Ezilenlere yönelik politika oluşturanların artık “halkımızın inancına saygılıyız” genel söylemi ile üzerinden geçemeyecekleri din konusunu da gündeme almaları gerekmektedir. AKP’nin din üzerinden yarattığı kutuplaşmanın ve kökeni çok derinlere inen devrimcilerin muhafazakar kesimle olan kopukluklarının üstesinden gelebilmek için, hiç gidilmeyen alanlara açılmanın politikaları oluşturulmalıdır. Bu kapsamda da HDP’nin izlediği politikanın ve ortaya çıkan olanakların kullanılmasını, mevcut engellerin aşılması açısından önemsiyoruz.

Kürt sorunu bağlamında seçimler

Haziran seçimlerinin önemini artıran birincil bağlığın Kürt sorunu ve onun ekseninde yaşanan gelişmeler olduğu aşikardır. 2013 Newroz’u ile birlikte başlayan süreç, devletin tüm hile ve oyalamalarına rağmen ulusal hareketin dirayetiyle devam ettirilmeye çalışılmaktadır. 40 yıllık savaşın sonucunda devletin mecburen kabul ettiği bir aşamadan geçiyoruz. Devletin tekçilikle karakterize olan faşizan yapısının ne gelinen aşamayı ne de yaşanan süreci kabul etmediğini ve süreci “bir şey vermeden”, PKK’yi tasfiye ederek “mutlu son”a ulaştırmayı amaçladığı bilinmektedir. Devletle masaya oturulan bu süreçte de dahil olmak üzere, Kürt hareketinin legal-illegal, silahlı-barışçıl yönelimlerini, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı ve tam hak eşitliği kapsamında destekleyeceğimizi, müzakerelerin gerçekleşmesinin bu işin doğasında olduğunu bilerek hareket edeceğimizi açıkladık. Ortadoğu ülkelerinde yaşanan iç savaşlar ve Kürtlerin bu savaşları kendi öz yönetimlerini oluşturma yönünde ustaca kullanmaları karşımıza çok önemli ve yeni koşulları çıkarmıştır.  En önemli gelişme de Kürdistan’ın dört parçasının arasında 100 yıl önce oluşturulan yapay sınırların ilk defa bu ölçüde silikleşmesidir. Egemenler bunu çok hızlı fark ettikleri içindir ki, bölgede Kürtlerin güç olabilmelerine karşı ittifaklar yaratmışlardır. El Nusra ve IŞİD eliyle askeri olarak Kürtlerin kazanımlarına yönelmişlerdir. Ayrıca Güney Kürdistan’ın Barzani hükümeti ile ilişkiler geliştirmiş ve Rojava’daki özerk kanton yönetimleri yok edilmek istenmiştir. Bu anlamda artık Kürt sorununu sadece T. Kürdistanı ile bağlantılı ele almak içinden geçilen tarihsel süreç açısından giderek zorlaşmaktadır. 

Bu tarihsel sürece komünist öncü Kürt ulusunun savaşı ve direnişinin içinde aktif olarak yer alarak cevap olmuştur. Bu cevabın bütün alanlarda verilmesi, savaşın çok yönlü sürdürüldüğünün görülmesi ve mücadelenin zafere ulaşabilmesi için gereklidir, anın görevidir. Bu düzlemde uzun yıllardır dönem dönem Dersim’de ve son olarak Kobanê savunmasındaki ortak düşmana karşı ortak mücadele politikası seçimler sürecinde, yasal alanda da bir kez daha taşınmış olacaktır.

Kürt hareketinin omurgasını oluşturup yönelimini belirlediği HDP’nin seçimlerde karşısına konulan barajı aşmasının, mücadelenin tüm ayaklarında olumlu etki yaratacağını, Kürt ulusunun taleplerinde yalnız kalmadığını göstereceğini, egemen kliklerin bahsini ettiğimiz krizini derinleştirmede rol oynayacağını öngördüğümüzden bu seçimlerde HDP’ye tüm alanlarımız ve tüm bileşenlerimizle aktif destek vereceğiz. HDP’nin ezilenler cephesinde bölgesel çapta bir etki alanı mevcuttur. Devlet tam da bunu bildiği için, barajı hiçbir şekilde indirmeye yanaşmamıştır. Yüzde 10 barajının başta Kürt ulusunun iradesinin önüne konulan bir baraj olduğunu bilerek Kürt güçleriyle birlikte onu yıkmak anın görevlerindendir. Kürt ulusunun ve Kürt hareketinin yanında olmak tereddütsüzce bunu gerektirmektedir.

SONUÇ OLARAK; başta Kürt hareketine destek amacı ile beraber HDP’nin kadın, çevre, ezilen uluslar ve azınlıklar, LGBTİ bireyler, ezilen inançlar ve gençlik için sundukları program, güçlü bir demokratik muhtevayı taşıması nedeni ile bizim açımızdan devrimci mücadelemizde sahiplenilecek bir niteliğe sahiptir. Seçimlerde HDP’yi destek kapsamında yürütülecek çalışmalar devrimci ve demokratik cepheyi güçlendirecek, şovenizmi kırmada önemli bir rol oynayacak ve uzak kaldığımız birçok bölgeye açılımımızı sağlayıp daha geniş kitlelerle buluşturma imkanı sağlayacaktır. Tüm gücümüz ve yaratıcılığımızla sürecin tek devrimci politikasının bize yüklediği görevlere dört elle sarılmalıyız. Partizan güçleri olarak bu süreçte devrimci demokratik cepheyi genişletmek kadar kendi çalışmalarımızı derinleştirme, genişletme ve örgütlülüğümüzü büyütme sorumluluğuyla hareket etmeliyiz.

PARTİZAN

1 Mart 2015


61291

Ben İstanbul Surlarinin Dibinde Şehit Düsecegim

           Türkiye Devrimci Hareketi 1980'li yıllarda tartıştığı konuların başında Kürt Sorunu ile SSCB'nin  halen sosyalist mi ?, emperyalist mi ? diye üzerinde şiddetli tartışmaların  yürütüldüğü bir süreçten  geçerek bugünlere geldi.

“ ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?”

“Düşmanlarımızın en güçlüsü içinizdedir.”[1]

 

“… ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?” sorusunun yanıtı; onların “6N 1K”sına dair tahlili “olmazsa olmaz” kılar.

“5N 1K değil miydi?” denecek olursa…  Hayır, sadece “Ne?”, “Ne zaman?”, “Nerede?”, “Nasıl?”, “Neden?”, “Kim?” sorularıyla yetinemeyiz; bunlara “6N”yi yani “Nereden?” sorusunu da eklemeliyiz…

Konuya bu kadar geniş perspektifte eğilme ihtiyacı, liberallerin “önem”inden değil, onların manipülasyon güçlerini teşhir etmenin ve okuyucuya saygının gereği.

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Olgularla gençlik ve gelecek(sizlik)[1]

 

“Gençliğe, yaşlılıktan çok hürmet etmeliyiz.”[2]

Søren Kiergegaard’ın, “Hayatı ileriye dönük yaşar, geriye dönük anlarız,” uyarısının altını çizerek ekleyelim: “Gençlik ve Gelecek(sizlik)” meselesi, sürdürülemez kapitalizm koşullarında çürümenin diyalektiğinden bağışık ele alınamaz.

“Çürümenin Diyalektiği”ne gelince onu da Hilmi Yavuz’un, ‘Yara Şiirleri’ndeki dizelerinden şöyle aktarabiliriz:

“her şey akıyor

her şey akıyor, panta rei ve irin

akıyor kalbimize, senin ve benim;

yazdıkları taş levha üstüne, kirle

Mücadele boyu bir yasam : Schafik Jorge Handal [*]

“Hayır, hiç yenilmedik, çekildik yalnız Ve şimdi olduğumuz yerde Ve ayaktayız Diyorlar ki elbette doğru Kim katılmak istemez onlara.”[1]

Kentin merkezindeki küçücük meydanda kurulan derme çatma kürsüden, çevresinden kendisine laf atanlara, soru soranlara söz yetiştirirken, esprileriyle çevresindekileri kahkahalara boğarken, ona “gerilla komutanı” demeye bin şahit isterdi. Ama öyleydi işte…

Şefik Handal… Ya da El Salvador’daki adıyla Schafik Jorge Handal… 

Haklarını Tavizsiz Savunan Dirençle Karşılaştığımda - 2

 

Elimdeki egemenliği son kırıntısına kadar korumak, sürdürmek isteğini arzusunu daha da hırsla taşımaktayım.

Şimdi bazı hemcinslerim beni eleştirecekler, yargılayacaklar, belki de bu ne saçmalama, yolunu şaşırmış ya da olamaz diyecekler. Varsın desinler. Çünkü gerçekler görülmedikçe, kavranmadıkça bu sorunlarımız daha da artarak devam edecektir. İktidara karşı savaş halindeyken kendi iç dünyamızdaki benzer iktidar zaafını farkında olarak ya da olmayarak süregelen tutsaklık devam edecektir.

Yine ve yeniden geldik; BURADAYIZ![1]

“Durgunsa ya da suskunsa insan,

mutlak bir nedeni vardır.

Suskunluğa aldanma,

herşeyin bir zamanı var!”[2]

 

Zorbalığın zulmüyle insan(lar)ın yıldırılmaya, sömürülmeye çalışıldığı her yerde teslim alınamayanlar, diz çökmeyenler, başkaldıranlar hep vardı, var oldu, var olacaktır…

Ayakta alkışlanmayı hak eden Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) gerçeği bunu kanıtladı…

SÖYLEŞİ: Okuryazarlik üzerine[1]

“Bir yazarı okumak, yalnızca

neler söylediğini öğrenmek değildir;

onunla birlikte yollara düşmek,

onun eşliğinde yolculuğa çıkmaktır.”[2]

 

Yel Değirmenlerine Karşı Savaşa Katıl; Akıma kapılma:Atomu Parçalayacağız!-2



Yel Degirmenlerine Karsi Savasa Katil; Akima kapilma:Atomu Parcalayacagiz-2

DHF Cevresindeki arkadaslarin 'Cok Partili Sosyalizm' tartismalarina bir katki olarak yayinladigimiz makaleminizin ikinci kismini yayinliyoruz 

Bir kez daha, “Terör” mü?[1]

“Dünyayı fethetmek zorunda değiliz. Bize onu baştan yaratmak yeter.”[2]

Onlar düşlerinin büyüklüğü kadar özgürdür ![1]

“Ji bo bi çav li hev

nihêrtina bi mirovekî re,

divê ku ew meriv be.”[2]

 

Çoğunu tanıyorum; kucaklaştık; aynı ekmeği paylaşıp birlikte umutlandık…

İnebolu (Kastamonu) M Tipi Kapalı Hapishanesi’nden Murat Kur, Hıdır Yıldız ve Deniz Kırbağ’ı…

Sincan (Ankara) F Tipi Kadın Hapishanesi’nden Evrim Konak’ı…

Elbistan (Maraş) E Tipi Hapishanesi’nden Tuğçe Özgül’ü…

Malatya E Tipi Hapishanesi’nden Ali Mükan’ı…

Kürkçüler (Adana) F Tipi Kapalı Hapishanesi’nden Emrah Kalkan, İsa Uğur Erdoğan ve Özer İnal’ı…

Sayfalar