Çarşamba Mayıs 15, 2024

Faşizmin Adını “Popülizm” Koydular!

Almanya’nın Hanau kentinde 9 göçmen insanın öldürülmesiyle sonuçlanan son faşist katliam, bir kez daha, bu ülkedeki faşizmin ve faşist terörün münferit olayalar olmadığını, sistemli olarak geliştirilen ve derinleştirilen toplumsal bir olgu olduğunu daha da netleştirmiştir.

Bir ülkede 9 kişi katlediliyor ve faşist ideolojiye sahip Alman federal içişleri bakanı Horst Seehofer, Hessen eyalet başbakanı Volker Bouffier ve Hessen eyalet içişleri bakanı Peter Beuth hala koltuklarında oturabiliyor. Bu makamlarda oturanlar kılını kıpırdatmıyor ve bunların istifaları toplumun büyük bir kısmı tarafından istenmiyorsa, bu faşist eğilimin güçlü olduğunu ve devletin ise faşizmi beslediği ve faşist terörü koruduğu net olarak söylenmeli ve bunun bilincinde olunmalıdır.

Bu ilk değil çünkü. 

Bir şehrin (Kassel) valisi öldürülüyor ve faşist katil için, “bireysel terörist” olarak adlandırılıyor ve arkasındaki faşist örgüt gizleniyor. Ya da faşist katiller için sık sık tekrarlandığı gibi “piskomanyak” damgası vurulup, “hasta” olduğu ilan ediliyor. 

Mölln, Solingen katliamları çok gerilerde kalmadı. Onlara yenileri ekleniyor ve eklenecektir. Gelişmeler bunu net olarak gösteriyor. 2000-2007 arası aralarında bir polisin ve diğerlerinin yabancı (bir Yunanlı diğerleri Türkiye vatandaşı) olduğu toplam on kişiyi katleden faşist NSU (Nationalsozialistischer Untergrund) örgütünün içinde Alman istihbaratı olmasına karşlık, hiç bir önlem alınmadığı gibi, tersine, destek verilmiştir. Bu mahkeme kayıtlarına geçmiştir. Ve bu katliamı yapan faşist katillerde “şaibeli bir şekilde” ortadan kaldırılmıştır.

Faşist NPD (Almanya Miliyetçi Partisi) yöneticileri devletin gizli servisinin adamlarıydı. Hatta o zaman Almanya’da gündem olmuştu. “Alman devleti istihbarat görevlileriniı çekerse NPD yöneticisiz kalacak” diye. Bunu açıklayan 1968’lerin gençlik liderlerinden olan ve önce Yeşiller partisinin kurulmasında yer alıp sonra SPD’ye geçip Schröder-Fischer döneminin (1998-2005) federal içişleri bakanı olan Otto Schily açıklamıştı.1 Federal içişleri bakanının ağzından yapılan bu açıklama, faşist yapılanmalar ile devlet güvenlik güçlerinin içiçe olduğunun resmi belgesidir.

Bu devlet, faşizmi koruyor. Çünkü, bütün faşist örgütlenmeler, başta da AfD (Almanya İçin Alternatif) partisine karşı en küçük bir soruşturma açılmadığı gibi, parti faşist değil “sağ popülist” olarak adlandırılıyor. AfD ve diğer küçük faşist parti ve örgütlenmelerin kendilerine örnek aldığı parti ve ideoloji Hitler’in NSDAP (Nationalsozialistische Deutsche Arbeitepartei –Almanya Milliyetci Sosyalist İşçi Partisi)’dir. Bunu pek gizlemiyorlarda.

Burjuvazi, bu partilerin yasaklanmasını önledi. Almanya Marksist Leninist Partisi (MLPD)  bu sorunu, defalarca gündeme getirmesine karşın, Alman tekelci devleti, faşist örgütlenmeleri koruma altına aldı. Alman tekelci burjuvazisinin faşist örgütlenmeye ihtiyacı var. Ve onu giderek geliştiriyor. Bütün bunlar, Alman İstihbarat Servisi ve Anayasayı Koruma Örgütü (BfV) gözetiminde olduğu da bir gerçek.

Bunu nereden biliyoruz: NSU davasından ve son olarak 2018 Agustos ayında Chemnitz’de faşistlerin Yahudi ve göçmenlere saldırıları olayları arkasından, olayın “basit bir tepki” olduğunu açıklayan o dönemin Anayasayı Koruma Örgütü (BfV) başkanı Maaßen’dı. “Faşist örgütlenmeleri gizliyor ve küçük göstermeye çalışıyor” diye, bu açıklama kamuoyunda tepki çekti. Bunun üzerine bu görevinden alındı, peşinden ise ödül gibi içişleri bakanlığında dengi bir göreve atanmıştı. O, Nazi faşist terörünü tehlike değil, islamcı örügtlenmeleri tehlikeli2 görüyordu. Oysa, Chemnitz olayı3, faşistler için şehirleri tek tek ele geçirme provasının bir ilk denemesiydi.

Alman basının bazılarında, ordu ve polis teşkilatları içinde nazi örgütlenmelerinin ciddi boyuta vardığının haberleri ara sıra yer aldı. Ancak, burjuva hükümeti, faşist terör örgütlenmeleri hedef alma yerine, komünistleri, devrimcileri, demokratik kitle örgütlenmelerini ve Kürt yurtseverlerini hedef aldı. 

Hanau’daki faşist katlimadan sonra ise, devlet yetkililerin ve diğer burjuva partilerin temsilcilerinin ağzından “faşist terörü kınıyoruz”, “bu bir faşist terördür” sözü çıkmamıştır. “Sağcı terör eylemi” ya da “popülist çıkışlar”. Burjuvazi, faşistlere faşist demeye kıyamıyor. Ama, Kürtlerin kitap evini kapatabiliyorlar. Almanya ve Avrupa Birliği içindeki hiç bir ülkede yasak olamayn TKP/ML’nin, “üyesi” diye bir çok komünisti tutuklayıp yargılayabiliyorlar. MLPD’nin (Almanya Marksist-Leninist Partisi) yöneticilerini tehdit ve terörize edip, merkezi binalarını sudan gerekçelerle kapatabiliyorlar. Grup Yorum konser’lerini yasaklayabiliyorlar. 

Bunlara karşın, faşist terör ülkede kol geziyor. Devletin güvenlik güçlerinin gözü önünde katliamlar yapıyorlar. Faşist partiler açıktan, yahudileri, göçmenleri ve komünistleri ölümle tehtid ediyor. Almanya’da faşist terör sadece göçmenleri hedef almıyor. Başta Alman komünistleri olmak üzere bir çok tanınmış demokrat ve hatta burjuva liberal kesimleri de hedef alıyorlar. 

Sadece 2019 yılının ilk altı ayı içinde ırkçı-faşist saldırı sayısı 8 bin 605’dir. Bunun 179 yaralama, 363 şiddetli suç ve diğerleri ise tehdit ya da doğrudan saldırıdır.4

Demirel’in bir zamanlar: “Bana, sağcılar adam öldürüyor detirtemezsiniz” dediği gibi, şimdiki Alman emperyalist burjuva (CDU-SPD) hükümeti de aynı şeyi faşist neonaziler için yineliyorlar: “Bize, bunlar faşistir dedirtemezsiniz!”

Faşistlerin yabancıları hedef almasının esas nedeni, Alman halkı içinde yabancı düşmanlığını geliştirerek, faşizme bir kitle tabanı oluşturmak ve aynı zamanda göçmenler üzerinden Alman işçi ve emekçilerine korku salarak onları teslim almaktır. 1930’larda Alman faşzimi Yahudileri hedef alırken, esas olarak, Alman işçi sınıfı ve emekçileri faşist baskı yöntemiyle denetim altına almaktı. 

Bugün de, göçmenler üzerinden dünün taktiği izleniyor. Bu, burjuvazinin, işçi sınıfına karşı geliştirdiği tarihsel olarak bilinen faşist saldırı taktiğidir. Almanya’da yoksullaşmanın (nüfusun %19’u yoksulluk sınırı ya da altında yaşıyor) artışıyla beraber, yabancı düşmanlığı da toplumda bilinçli olarak geliştiriliyor. Ve, yabancı düşmanlığını geliştirme oranı ile demokratik hak ve özgürlüklerin gaspı da paralel yürütülüyor.

Bütün bunlar:

Almanya’da sadece faşist bir terör tehlikesinin olduğunu değil, devlet düzeyinde de bir faşist yönetim eğilimin egemen olduğunu ve bunun giderek faşizme doğru kaydığını göstermektedir. İşte esas tehlike budur. Adeta Weimer Cumhuriyeti’nin son günlerinin yaşandığı bir durum söz konusu ve kapitalist-emperyalist sistemin içinde bulunduğu kriz ve uluslararası konjonktürde buna uygun. 22.02.2020***

1 Spigelonline. 26.01.2002

2 Oysa, 19 Aralık 2016 yılında Berlin’in göbeğinde kurulu neol pazarına TIR ile saldırıp 12 kişinin ölümüne neden olan dinci faşist katili ise Alman istihbaratının “iyi” tanıdığı ortaya çıktı. 209 agiústos azinin son

3 2018 Agustos aynın son haftası içinde faşist neonazilerin yahudi ve göçmenlere saldırısı. Polis, faşist saldırılara karşı çıkan halka saldırırken, neonazileri koruma altına almıştır.

4www.watson.de/deutschland/rehtsextremismus.

2682

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar