Perşembe Mayıs 30, 2024

Faşizme Karşı Birleşik Mücadele Geliştirilmelidir

Türkiye Devrimci Hareketi oldukça çok parçalıdır. En alt düzeydeki demokratik taleplerin kazanılması temelinde bir araya gelemsi bile oldukça zor ve zorlaştırılmaktadır. Sermaye devletinin izlediği karşı devrimci paraçalama taktiği bu konuda önemli bir başarı elde etmiştir. 

Birinci ayrılık, Kürtler konusu. Güçlü bir demokratik Kürt ulusal hareketi olmasına karşı, bu hareket ile ortak hareket etmek, kimileri için ABD ile bir araya gelmek olarak okunabilmektedir. Aslında bunu ileri sürenler Rus emperyalizmi ile rahatlıkla birlikte olabilirler. Emperyalizm karşıtlıkları ne yazık ki tutarlı değildir. Sorun Kürtler olunca, burjuva ulusa duygular hassaslaşıyor. Böylece, ezilen ulus hareketiyle birlikte yürünmesi bir yana, yan yana dahi görülmek zorlaşıyor.

TDH oldukça parçalı olmasına karşın büyük bir mücadele tarihine sahip. Kaypakkaya, Çayan ve Denizler gibi mücadeleci komünist-devrimci idollere sahip. Büyük işçi direnişlerinin yanında daha dün sayılabilecek kadar yakın olan tarihsel bir GEZİ isyanına sahiptir. Bunca olumlu deneyimlere karşın, birlikte yürüme taktikleri geliştirilememesi (ki, GEZİ kendiliğinden gelme haliyle bunu başarmıştı), küçük burjuva düşünce tarzını aşamamalarından kaynaklanmaktadır. Dogmatik, sınıf uzlaşmacı ve sosyal şovenizmin etkisi, devrimci hareketin, faşizme karşı ortaklaşa mücadele yürütmesinin önünde önemli bir engel oluşturmaktadır.

TDH’nin bu kadar parçalı ve irili-ufaklı olması, işçi sınıfı ve emekçiler içinde büyük bir dez avantaj oluşturmaktadır. Sayısız örgütün varlığı, kitlelerinde bir o kadar bölünmesi anlamına geliyor. Burjuvazi işçi sınıfını bölmek için her türlü çabayı harcarken, bölünmüş olan devrimci-demokrat kesimlerin asgari müştereklerde dahi birlikte hareket edememeleri, proleter sınıf bilincine sahip olmamalarının yanında, sınıfa karşı sınıf ideolojisine sahip olmamalarından ya da bu yönün oldukça zayıf olmasından kaynaklanıyor olması gerçeği ile karşı karşıyayız.

Sınıfa karşı sınıf mücadelesi, faşizme karşı en asgari taleplerde birlikte hareket etmeyi koşullar ve zorunlu kılar. Faşizmin açık saldırı koşullarında bu her şeyin önünde gelir. Ülke, KHK’lar ve de OHAL ile yönetilirken ve bu, topluma baskılarla benimsetilirken, KHK’lara karşı bile birleşememek, birlikte hareket edememek ve her şeyden önce birlikte hareket etmeke için daha yoğun çaba harcama yerine, “tek”lerle uğraşmak, yani, demokratik kitle hareketinin yaratılması için taktikler geliştirememek, demokratik eylem bilincinin de olmamasının bir göstergesidir. OHAL ve KHK’lara karşı çıkmak ve bunlara karşı kitleleri örgütlemek ve harekete geçirmeyi istemek, koşullar açısından en devrimci eylemdir. Evet bu bir demokratik taleptir. Ancak, bugünün ağır baskı koşullarında, bu demokratik talebe sahip olmak için radikal devrimci çıkışlar gerekiyor. 

OHAL, KHK vb gibi durumlar, kendiliğinden ortadan kalkmayacaktır. Ciddi kitlesel mücadeleler gerektiriyor. Bu yasalar ve uygulamalar olduğu sürece devrimci örgütlenmeler ve sınıfın daha ileri örgütlenemlerini yaratmanın koşullarıda ortadan kaldırılmış olur. Bu nedenle, en zorlu mücadeleleri, birleşerek, bir araya gelerek ve tek çatı altında örgütlü gibi hareket etmenin bilincine ve zorunluluğuna varılmaldır.

Açık faşist baskı ve devletin kolluk güçleri yanında açıktan örgütlenen ve resmileştirilen paramilitarist güçlere karşı, koşullara uygun her çeşit örgütleneme ve taktik mücadeleleri uygulamaya sokmak kaçınılmaz hale gelmiştir.

Mücadeleyi kitlesizleştirmek, bireyselleştirmek, ortak düşmana karşı hedefi alabildiğine daraltmak, düşmanın istediği ve vermek istediği mesajdır. Bu reddedilmelidir. Küçük küçük gruplar halinde meydanalara ya da sokak aralarına çıkma taktikleri bir kenara atılarak, güçleri birleştirerek ve tek bir örgüt gibi hareket ederek, sokaklara ve meydanlara daha güçlü çıkmanın yolu ve yöntemleri yaratılmalıdır.

“Yasaklanmış ezgiler yasaklanmış Gaydalarla çalınmalıdır.”1 Bu, proletaryanın sınıf tavrıdır. Bu yönde hareket edilemezse ve hala düşmanın istediği şekilde hareket edilirse, TDH çok şeyler kaybettiği ve daha da kaybedeceği ve kolay kolay –İran’da olduğu gibi- belini doğrultamayacağı açıktır.

Bugün, faşist Erdoğan ve avanesi kanlı salyalarını etrafa saçarak konuşabiliyorlarsa, bu kitlelerin sesizliğinden dolayıdır. Kitlelerin sessizliği faşizmin gücü oluyor. Bu tersine dönüştürülmelidir ve dönüşmemesi içinde hiç bir neden yoktur. Bunun yolu ise, faşizme karşı, devrimci ve komünistlerin en geniş birleşik cepheyi oluşturmaları, mücadeleye kazanma azmi ve inancıyla sarılmalarıyla olabilir.

Hemen hemen bütün örgütler ve siyasal yapılar, “birlikten” söz etmelerine karşın, kendi söylemlerinin pratiğe geçmemesi için kendi önlerine yine kendileri engel çıkarıyorlar.

Devrimci hareketin parçalanmışlığı ve en asgari demokratik taleplerde dahi bir araya gelememesi ya da gelmeyi başaramaması durumu, kitlelerin moralini bozarken, burjuvaziye dolaylı bir destek ve moral olmaktadır. İşçi sınıfının ve emekçilerin çıkarlarına ters bu diyalektik işleyişi düzeltmek komünist ve devrimcilerin birincil görevi olmalıdır.

Türkiye ve Kürdistan’da işçi sınıfı nicel olarak oldukça güçlüdür. Sömürü sisteminin nesnesi olmaktan çıkmaları ve kendi sınıf çıkarları için mücadelenin öznesi olmaları için, en küçük demokratik adımların birleşilerek atılması bir ilk basamaktır. Bu başarıldığında, faşizme karşı mücadele daha nitelikli ve daha kitlesel hale gelecektir. Burjuvazi açık faşist saldırılarla işçi sınıfı uzun süre susturamaz. İşçiler, sermayenin daha fazla palazlanmasına ve temerküzüne karşı sessiz kalamaz. Çünkü OHAL ve KHK’lar, Erdoğan’ında açıktan itiraf ettiği gibi, sermayenin kanlanması ve büyümesi içindir. Her büyüme ve birikim kanlıdır. Bu nedenle, işçi sınıfı kanın daha fazla emilmesine rıza göstermesi olası değildir. Bu, sömüren ile üreten -sömürülen sınıf arasındaki çelişmelerin keskinleşmesini ve sokaklara taşmasını beraberinde getirir.

Her şeyden önce bugünün yönetimine çeşitli nedenlerle karşı çıkan toplumun yarısı var. Bu faşizme karşı mücadele edenler için büyük bir avantaj, iktidar için ise büyük bir dez avantaj.

Bütün bunlar, komünist-devrimci-demokrat güçlerin birlikte hareket etmesini zorunlu kılan, zorlayan ve mutlaka başarılması gereken bir olgu olarak TDH önünde durmaktadır. 

1 Mel Gibson’un „Cesur Yürek” filminden 

45277

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Sayfalar