Perşembe Mayıs 23, 2024

Faşizm almanyada resmileşti

Özellikle, kapitalizmin 2008 büyük krizinden sonra, Avrupa ülkelerinde iç faşistleşme giderek arttığı gibi, kitleler içinde de güçlü taban bulmaya başladı. Avrupa’nın en bilinen faşist partileri Frans’nın “ulusal cephe”si (FN), Avusturya’nın “özgürlük parti”si (FPÖ) ve Hollanda’nın “özgürlük parti”si (PVV) dir. Bunun yanında, diğer Avrupa ülkelerinde de faşist partiler parlamentoda yerlerini almışlardı.

Ayrıca, Avrupa’nın giderek faşistleşmesi salt faşist partilerin parlamentoda yer almasından öte, Polonya ve Macaristan gibi ülkelerde ise faşist partiler iktidarda yerlerini almışlardır.

Şimdi bunlara Almanya eklendi ve Almanya için Alternatif (AfD) ırkçı-faşist partisi % 13 gibi yüksek bir oy alarak 94 milletvekiliyle Alman parlamentosuna girdi.

Alman burjuvazisi, uzun zamandır bunu bekliyordu. AfD’nin parlamentoya girmesi için bütün yolları denediler. Yoksullaşmayı genişletip derinleştirdiler. Çalışma koşullarını bütünüyle esnekleştirip güvencesizleştirdiler. Kapitalizmin krizinin bütün yükünü işçilerin sırtına yıktılar. Demokratik, ekonomik hak ve özgürlükleri gasp etme yolunu seçtiler. Özellikle 11 eylül 2001 “ikiz kulelere saldırı” bahne edilerek, teröre karşı mücadele” adı altında, işçi sınıfı ve emekçilerin direniş ve hak istemleri “terörizm” olarak gösterilip bastırılma yoluna gittiler.

Ülkede, “demokrasi” adı altında faşist neonazi örgütlerin örgütlenmelerini ve kitleleri etkilemeleri kolaylaştırıken, devrimci ve komünist örgütlenmeleri ise, kitlelere öcü olarak göstermeye özel bir çaba harcadılar.

İşçilerin yoksullaşmasını ve ücretlerin düşük tutulmasının gerekçesi olarak yabancıların varlığını göstermeye özel önem verdiler ve yabancı düşmanlığı üzerinden kapitalizmin ucuz iş gücü cennetini yaratmayı hedeflediler.

Alman burjuvazisi, faşist örgütlenmelerin gelişmesi için, kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, ötekileştirici ve yanbancı düşmanı bir politika izlediler. mMilyonlarca emekçinini karşısına; düşük ücretin, taşeronlaşmanın, kiralık işçiliğin, iki saatlik işlerde çalışmak zorunda oluşların nedenleri olarak, “yabancıların çokluğunu” koyarak, faşist örgütlenmeleri, özelliklede AfD’yi alternatif olarak gösterdiler. Alman tekelci sermaye devleti, her fırsatta, işçileri devrimci-komünist örgütlenmelerden uzak tutulmasının politikasını izledi. Alman sermayesinin, dışardan işgücü “ithal” etmeye gereksinimi varken, bunu gizleyerek, en ağır koşularda çalıştırdıkları ve büyük bir sömürü baskısı altında çalıştırdıkları “yabancı” işçileri, Alman işçilerin düşmanı olarak göstermekten geri durmadılar. İşçileri işçilere karşı düşmanlaştırmanın politikasını izlediler.

Fransa burjuvazisi, kitlelerin karşısına, faşist FN’i “ölüm” olarak çıkarırken, bir oldu-bitti ile burjuvazinin has uşağı Macron’u ise sıtma olarak çıkardılar ve işçilerin sıtmaya razı olmasını istediler ve şimdi o politikaları yürülüğe sokuyorlar. Fransa işçi sınıfı sıtmaya karşı direniyor.

Almanya’daki faşist örgütlenmeler, bir anda büyümedi. Adım adım büyüttüğler ve en sonunda faşizmi AfD“de bütünleşitrdilker.

Alman burjuvazisi de, 1998’de SPD-Yeşiller koalisyon hükümeti eliyle, “Harz IV” adı altında soyal hakları kısan politikaları yürülüğe sokmalarından bu yana, işçilere yönelik ekonomik ve demokratik saldırıları artırdılar ve gelinen aşamada ise, sermayenin bütün krizini işçilerin sırtına yıkmak için, AfD’yi toplumun karşısına sıtma olarak çıkararak, faşizmin resmileşmesinin yolunu açtılar. Hitler’in yükselişi ve peşinden iktidara getirilşi de aynı bu şekilde olmuştu.

Almanya, AB içinde ekonomik ve siyasal olarak belirleyicidir. Almanya’da iç gericileşmenin arttırılması, faşizmin yükselişi diğer AB ülkelerinide doğrudan etkiler ve oralarda da faşizmin yükselişini hızlandırır. Örneğin bir İngiltere ya da Fransa’daki gelişmeler AB’yi Almanya’daki siyasal ve ekonomik gelişmeler kadar etkilemez. Almanya AB’nin ekonomik-politik barometresi denebilir. Avrupa’nın gericileşmesi-faşistleşmesi ise dünyanın gidişatını hızla değiştirir. Almanya’nın faşistleşmesi dünyanın faşistleşmesi olarak da okunabilir.

AfD’nin Alman parlamentosuna girmesi, basit bir olay olarak değerlendirilemez. Gericilik daha da hızlanacak. Kutuplaşma ve yabancı düşmanlığı daha da gelişecek. Alman emperyalist burjuvazisi, bunları engelleme yerine daha ileriye götürme yönünde çaba harcayacaktır. AfD, bugüne kadar olduğu gibi, “küçük” , “önemsiz” ve “sağ popülist” olarak gösterilecek, ancak işçi sınıfına karşı burjuvazinin elinde gericileşmenin ve iç faşistleşmeyi artırmanın sopası olarak kullanılacaktır.

Ve Almanya artık 25 eylül 2017 öncesi gibi olmayacaktır. CDP-SPD ve diğer burjuva partileri el birliği ile faşizmi işçi sınıfının karşısına koydular.

İşçi sınıfı gericileşmenin ve faşistleşmenin önüne geçmek için harekete geçemezse, işçi sınıfını ve ezilen halkları iyi günlerin beklemediğini söylemek pesimist bir yaklaşım olmayacaktır. Çünkü, şu anda dünyada emperyalist savaş tamtamları çalıyor ve “savaşa hazırlan” çan sesleri ise giderek hızlanıyor. Alman seçim sonuçlarını bir de bu açıdan değerlenidirmek gerekiyor. 25.09.2017

42216

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Yusuf Köse

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

Sayfalar