Cuma Mayıs 31, 2024

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Kuruluşunun yüzüncü yıldönümünde ikinci yüzyılına büyük bir tantanayla hazırlanan TC devleti; deprem bölgesinde öncesi ve sonrasıyla işbaşındaydı!

Aktif fay hatları üzerinde rant için yapılaşmaya izin vererek, depreme uygun olmayan yapılara belli bir ücret karşılığında imar affı çıkartarak ve dahası deprem nedeniyle yıllardır halktan toplanan vergileri yandaşlarına dağıtıp çökerek görevini yapıyordu.

Depremler sonrasında ise bırakalım halka yardım etmeyi, çadır ticareti yapmakla ve sosyal medyayı daraltmak-engellemekle ve “asrın felaketi” adı altında reklam kampanyası örgütlemekle meşguldü.

Enkaz altında yardım bekleyen halkı kurtarmak için harekete geçmek yerine camilerden sela okutmak ve canlı yayınlanan TV programlarında “yardım” adı altında para toplamak için uğraşıyordu.

Deprem bölgesine yardım için giden gönüllüleri bekleterek, devrimcileri engelleyerek, yardımlara el koyma ve yardım merkezlerine kayyım atama planları yapıyordu.

Depremlerle yerle bir olan bölgede halkın yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak yerine, enkaz altında halen binlerce insanın cenazeleri varken, enkazı temizlenecek moloz olarak görüp yeni inşaat ihalelerine imza atıyor, sulama dahi yapmadan enkaz kaldırarak depremden sağ kurtulanların canına kastediyor, trajikomik temel atma törenleri yapıyordu “Deniz kumu değil haaaa” nidaları eşliğinde.

TC devleti, bırakalım depremzedelere yardım etmeyi, enkaz altındaki on binlerce insanı kurtarmayı, bu sırada aralıksız ve sistematik olarak Medya Savunma Alanlarına, Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetim topraklarına yönelik her türlü kıyıcı ve yok edici kimyasal silah ve gazla saldırmaktaydı.

Kurulduğu günden itibaren işçi sınıfına ve emekçi halkımıza açlığı, yoksulluğu ve ölümü reva gören devlet ve onun kurumları, bir kez daha görevlerini yapıyorlardı. Bu anlamıyla on binlerce insanın katledilmesinin nedeni deprem değil, deprem gerçeğine göre yapılaşma sağlamayan, halkımızın barınma ve konut sorununu, kendi rant ve yağma düzeni için kullanan TC devletidir.

Yüzyıllık tarihi soykırım, sömürü, yağma ve çökme, imha ve inkar pratiği olan TC devleti, ikinci yüzyılına girerken “asrın katliamı”nı gerçekleştirmiş durumdadır. Depremler, TC devletinin gerçek yüzünü, halk düşmanı ve bir avuç kompradorun, bürokratın, eşrafın ve şeyhin devleti olduğunu on binlerce insanın katledilmesi pahasına göstermiş durumdadır. Katil suçüstü yakalanmıştır!

Halkımız, TC devletinin kendi devleti olmadığını, enkaz altında yakınları yardım çığlıkları atarken deneyimlemiş, gerçeklerle yüzyüze kalmış ve yardımına devlet değil aynı katliamı yaşamak zorunda kalan komşusunun, eşinin, dostunun, ülkenin dört bir yanından devrimcilerin koştuğunu görmüştür.

Seçim halkın yarasını sarmayacak, hesaplaşma olmayacak!

Depremler sonrasında yaşananlar, halkımızın TC devletinin halk düşmanı niteliğini kendi yaşadıklarıyla deneyimlemesini sağlarken, iktidarı elinde tutan bir avuç halk düşmanı ise suçüstü yakalanmanın telaşıyla düzenlerinin bekası için anayasalarına göre 18 Haziran 2023 günü yapılması gereken Cumhurbaşkanı Seçimi ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’ni “seçimleri yenileme” kararıyla 14 Mayıs 2023 tarihinde yapma kararı aldılar.

Depremlerin ve iktidarın yarattığı enkaz orta yerde dururken, milyonlarca insan barınma hakkı başta olmak üzere en temel yaşam koşullarından mahrum bırakılmışken; hiçbir şey olmamış gibi ve üstelik de “yenileme” adı altında erkene alınan bu seçim kararıyla, halkın devlete yönelik ortaya çıkan öfke ve tepkisinin yatıştırılması hedeflenmekte, “seçim” halkımıza bir umut ve çözüm olarak sunulmak istenmektedir.

İktidarın depremler nedeniyle ortaya çıkan tabloda meşruiyeti halk nezdinde önemli oranda sarsılmış durumdadır. Bu nedenle apar topar seçim yapılarak devletin geniş kitleler nezdinde sarsılan meşruiyeti yeniden tesis edilmek istenmektedir. Böylelikle devletin gerçek yüzünün daha fazla teşhir olmaması istenmektedir, zira suçlarından kurtulma telaşındadırlar.

Bu, iktidarıyla muhalefetiyle bütün hakim sınıf kliklerinin ortaklaştıkları noktadır.

Depremden önce gündemde, halkın yaşamını açlık sınırının altında sürdürmeye mahkum eden ekonomik kriz vardı. Yüksek enflasyon karşısında işçi sınıfı ve emekçi halkın alım gücü AKP’li yılların en alt seviyesine düşmüş, en temel insani ihtiyaçlara ulaşmada dahi sorunlar yaşamasına sebep olmuş ve bunun sonucu olarak da AKP-MHP iktidarına karşı ciddi bir öfke birikmişti.

Bu durum depremle birlikte üzeri kapanmak bir yana hem yoksulluğu hem de halkın öfkesini büyüten bir yerde durmaktadır. Seçimlerde son dönemece girilmişken R.T.Erdoğan her gün yeni bir “müjde” ile ekranları işgal ederken, artık “şahlanış” dönemine girdiklerini ilan ederken tüm bunların halkın önemli bir kesiminde karşılık bulmadığı görülüyor.

İşte AKP-MHP iktidarı böylesi bir süreçte, “seçim” oyununu sahnelemektedir.

İktidar nasıl ki kendi derdine düşmüşse, burjuva muhalefet de deprem nedeniyle enkaz altında kalan devleti kurtarma derdine düşmüştür. Muhalefet, halkın devlete yönelik öfke ve tepkisini, kendi klik çıkarları arkasında yedekleyerek AKP-MHP iktidarına ve R.T.Erdoğan şahsında “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne yöneltmekte, TC faşizminin “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” olarak yeniden örgütlenmesini savunmakta, “başkanlık sistemi”nin kabul edildiği 2017’den, hatta AKP iktidarından önce her şey güllük gülistanlıkmış gibi gösterme çabasına girmektedir.

Hatta öyle ki; geçmişe dair yarattıkları ütopya içinde Erbakan, Özal, Demirel, Ecevit gibi faşist figürlerle “Şirinler köyü” kurgulanmaktadır. Ve tüm bu çabaların bir parçası olarak burjuva muhalefet 14 Mayıs seçimlerini, “Türkiye’nin kader seçimi”, “Cumhuriyetin dönüm noktası”, “en kritik seçim” vb. şeklinde propaganda etmektedir.

Her şeyden önce yapılması kararlaştırılan seçim, işçi sınıfı ve emekçi halk açısından en kritik seçim değildir. TC faşizminin üzerinde yükseldiği zemin bir avuç kompradorun, bürokrat ve toprak ağasının işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri üzerinde uygulayageldiği sömürü, baskı, yağma ve talan düzenidir.

Belli periyodlarla gerçekleştirilen seçimler, göstermelik de olsa bu rejime “demokrasi” makyajı yapmak amacı taşır. İşçi sınıfı ve emekçi halkı hangi burjuva kliğin daha fazla sömüreceği, devlet aygıtını kendi çıkarları açısından hangi kliğin daha fazla kullanacağı halka sorularak belirlenir. Bu durum bugün her zamankinden daha açık bir şekilde gözler önündedir.

“Altılı Masa” denilen burjuva ittifakın cumhurbaşkanı adayı belirlenme sürecinde, faşist İyi Parti başkanı eli kanlı Meral Akşener’in Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkarak masayı dağıtma pahasına yaptığı çıkış, esasta “Erdoğan sonrası” el değiştirecek olan rantın hangi kliğe gideceğine dair kavganın sonucudur.

Yani “kader seçimi” diyerek halka yalan söyleyenler, paylaşım için mevcut hükümetin ve cumhurbaşkanının gidişini dahi bekleyememektedir.

Bu örnekte de görüldüğü üzere ülkemizde seçimler yoluyla bu zeminin değişeceğini savunmak büyük bir yalandır. İşçi sınıfı ve emekçi halk adına bu yalana ortak olmak, dahası bu yalanın propagandasını yapmak affedilemez politik bir hatadır.

Bu yalana devrimcilik adına ortak olanlar ve seçimler yoluyla rejimin zemininin ve üzerinde yükseldiği kolonların değiştirilebileceğini savunanlar boş hayaller peşinde koşmaktır.

Ülkemizde demokrasi, bir devrim sorunudur ve rejiminin üzerinde yükseldiği zemin paramparça edilip demokratik halk diktatörlüğü kurulmadan gerçek demokrasi olmayacaktır.

Kuşkusuz bu gerçekliğe yaslanan devrimciler ve komünistler, demokratik devrim mücadelesi açısından reformları devrim mücadelesine tabi kılmayı, seçimleri de tıpkı diğer olanaklar gibi devrimci mücadele açısından kullanmayı reddetmez.

TC devletini kuran hakim sınıflar başından beri iki ana siyasi kampa ayrılmıştır. TC kuruluşundan sonra uzunca süre Kemalist tek parti faşizmiyle yönetilmiş, emperyalizmin dönemsel yönelimi doğrultusunda “çok partili sisteme” geçilmiştir.

Bu süreçten sonra Türk hakim sınıfları iki ana siyasi kamp olarak, birbiri ardına değişen hükümetlerle ve parlamenter maskeli faşizmle sömürü, yağma ve rant düzenlerini sürdürmüşler; işçi sınıfına ve çeşitli ulus ve inançlardan halkımıza zulmetmişlerdir.

Dönem dönem yaşanan askeri darbeler gelişen kitle hareketlerini bastırmak ve devlet aygıtını emperyalist politikalar doğrultusunda yeniden yapılandırmak için devreye sokulmuştur.

Denilebilir ki, yüzyıllık cumhuriyet tarihi bir yandan Türk hakim sınıflarının parlamenter maskeli faşizmle çeşitli ulus, milliyet ve inançlardan halkımızı sömürü, zulmetme ve katletme tarihiyken diğer yandan işçi sınıfı ve halkın direniş ve mücadele tarihidir.

Kendilerini AKP’de ifade eden Türk hakim sınıf kliğinin R.T.Erdoğan şahsında “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında tartışmalı 16 Nisan 2017 Referandumu’yla kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulanan sistemin faşist karakteri açıktır. Ancak bu gerçek, AKP öncesinde rejimin faşist karakteri açısından yanılsama yaratmamalıdır.

“Açık-kapalı faşizm” gibi tartışmalarla R.T.Erdoğan şahsında somutlaşan rejim ve onun faşist karakteri yeni ortaya çıkmış değildir. Kuşkusuz “Saray Rejimi”nin, önceki parlamenter maskeli rejime göre çeşitli biçimsel farkları vardır. Ancak özde üzerinde yükseldiği zemin aynıdır. Örneğin rejimin kurucusu M.Kemal’in ölümüne kadar 15 yıl devlet aygıtını “tek adam” olarak yönettiği unutulmamalıdır.

TC devletinin tarihi, kuruluşundan itibaren demokratik devrim ihtimaline karşı örgütlenmiş, işçi sınıfı üzerinde grev yasakları, köylüler üzerinde jandarma dipçiği, Kürt ulusunun asimilasyon, inkar ve imhası, Alevi inancının reddedilmesi, azınlık milliyet ve inançlar üzerinde amansız bir ulusal ve inançsal baskı, kadınlarının ataerkil bir cendere içine alınması ve katledilmesinin tarihidir.

Burjuva ittifakları ve adaylarını desteklemeyelim; Seçimleri devrim için örgütlenmenin aracı kılalım!

Halk kitlelerinin R.T.Erdoğan şahsında, TC devletine duydukları öfke ve tepki son derece meşrudur. Dahası devrimcidir ve desteklenmelidir. Ancak bu haklı ve meşru tepkinin düzenin yıkılmasına değil de aksayan kimi yanlarının tamir edilmesini hedefleyen burjuva muhalefetin arkasında yedeklenme çağrısının yapılması büyük bir yanılgıdır ve bunun kötü sonuçlarını sadece bu kesimler değil, esas olarak halk yaşayacaktır.

“AKP’yle uzlaşmayacağız, hesaplaşacağız” sloganı etrafında birleşenler ve muhalefetteki burjuva ittifakını destekleme çağrısı yapanlar, rejimi sadece ve sadece AKP’yle sınırlama, TC’nin üzerinde yükseldiği zeminin sınıfsal ve faşist karakterini gizlemeye hizmet etmektedir.

Ancak örneğin AKP’nin karşısında yer alan burjuva muhalif kliğinde asıl gücün devletin kurucu partisi olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

AKP’den kurtulma adına CHP’nin önderlik ettiği burjuva ittifakını destekleme çağrısı yapanlar; bu ittifakın işçi sınıfı ve halk düşmanlığını gözardı etmektedir. Sadece bu da değil; destekleme çağrısı yapılan burjuva ittifakının “Mutabakat Belgesi”nde Kürt ulusu, Alevi inancı ve kadın ve LGBTİ+ düşmanlığına kadar sicili son derece net partilerin varlığı bilinmesine rağmen bu çağrı yapılmaktadır.

İşçi sınıfı ve emekçi halkımız, burjuva muhalefetin aday belirleme sürecinde faşist M.Akşener’in veciz ifadeleriyle “ölümü gösterip sıtmaya razı edilmekte”dir. Bu anlamıyla “her şey çok güzel olacak, yine baharlar gelecek” sloganında ifade edilen, muhalif burjuva kliğin TC devletini ve faşist rejimini aksayan kimi yönleriyle tamir etme ve iktidar olma hedefidir.

İşçi sınıfı ve halk açısından eğer kendi gücüne güvenmez ve kendi bağımsız politik hattını örgütlemezse, rejim “taze”lenmiş bir iktidarla yoluna devam edecek, halkımızın deyimiyle “gelen gideni aratacaktır”. Ağır ekonomik krizin üstüne, depremlerle yaşanan yıkım eklendiğinde, olası bir iktidar değişiminde yeni kemer sıkma politikaları, ulusal çıkar adına devreye sokulacak, fatura yine işçi sınıfına ve halka kesilecektir.

Türk, Kürt uluslarından ve çeşitli milliyetlerden, Alevi inancı başta olmak üzere ezilen inançlardan işçi sınıfı ve halkımız; “kırk katır mı kırk satır mı?” politikasına mecbur değildir.

Halkımızın deprem sürecinde bizzat kendi pratiğinde deneyimlediği üzere herhangi bir hakim sınıf kliği arkasına yedeklenmeden kendi gücüne dayanma, kendi sınıf çıkarlarını önceleyen politik bir tavra ihtiyacı vardır.

Bu tavır; “başkanlık seçimi”nde hiçbir burjuva ittifakını ve adayını desteklememe, hiçbirine oy vermeme; milletvekilliği seçimlerinde ise devrimci, yurtsever adayları desteklemektir. Milletvekilliği seçimlerinde Yeşil Sol Parti’nin adaylarının desteklenmesi tavrı, olanakları demokratik devrim mücadelesine tabi kılma, seçimleri devrim mücadelesi için örgütlenmenin aracı olarak kullanmaktır.

Çağrımız sadece başkanlık seçiminde hiçbir burjuva adayı desteklememe, milletvekilliği seçiminde Yeşil Sol Parti’nin devrimci ve yurtsever adaylarını destekleme olarak algılanmamalıdır. Başkanlık seçiminde iktidarı ve muhalefetiyle burjuva ittifakların sınıfsal niteliği ve rejimin kuruluşundan günümüze faşist karakteri teşhir edilmesi, demokratik devrim propagandası yapılması yönündedir.

Milletvekilliği seçiminde ise “destek” değil, bulunduğumuz her alanda aktif olarak seçim çalışmalarına katılma, birlikte yürüme ve seçim çalışmalarını demokratik devrim mücadelesinde kitlelerle bağ kurmanın ve örgütlenmenin bir aracı olarak kullanma şeklindedir.

Bu süreçte oklarımızın sivri ucu elbette şu an iktidarda olan, Refah ve Hizbullah-Hakpar’ın da katılımıyla açıktan kadın ve LGBTİ+ düşmanlığıyla tarihe geçecek olan “DAİŞ koalisyonu” oluşturan ve yirmi bir yıldır halkın kanını emen, katleden AKP-MHP iktidarına yönelecektir. Halkımızı diri diri mezara koyan, enkaz altında yardım etmek yerine “not ediyoruz” diyerek tehdit eden, eleştirenlere küfreden ve katline sebep olduklarından “helalleşme” isteyenlerden mutlaka hesap soracağız!

Hesaplaşmamız seçimle değil devrimle olacak!

1921

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

Sayfalar