Cuma Mayıs 17, 2024

Emperyalizm ve Gericilik

Tarihin komünistleri haklı çıkarması, sorunların onların düşünceleri doğrultusunda çözülmesini de peşinden getirmiyor. Ya da insanlar, daha özel bir vurguyla; tarihin temel özneleri olan halklar ve işçi sınıfı komünistlerin dediklerini benimsemedikleri için, kendi kaderlerini de kendileri ellerine alamıyorlar. Emperyalist burjuvazinin ve işbirlikçilerinin kendilerine biçtikleri kahredici bir yaşam sınırları içinde birbirlerini boğazlıyarak varlıklarını sürdürmeye çılışıyorlar. Boğazlanması gerekenleri değil, kucaklaşması gerekenler birbirlerinin gırtlaklarına sarılmış. Tam’da Frantz Fanon’un betimlediği sömürge insanına biçtikleri rolleri oynuyorlar. Beyaz adamın (emperyalist burjuvazi) böl-yönet politikasını benimseyerek, birleşecekleri yerde hücrelerine kadar alt kimliklere bölünmüşlerdir. Bunu, kitlelerin sahip olduğu kendi nesnel sınıf kimliği altında bütünleştirmek, örgütlemek ve burjuvazinin saltanatını yıkmaya yöneltmek de komünistlerin görevi olarak orta yerde duruyor.

Lenin; “emperyalizm kapitalizmin son aşamasıdır” demiştir. O, yine, “emperyalizm egemenliktir” demiştir. Doğru bir saptamada bulunmuştu. Yine hemen hemen bütün Marksistler, emperyalizmin yağma ve talan olduğunu, işgal ve sömürgecilik olduğunu sık sık vurgulamışlardır. 

Yine Lenin, emperyalizm, “dünyanın yeniden ve yeniden paylaşımıdır” ve “emperyalizm var olduğu sürece emperyalist savaş tehlikeside var olacaktır” demiştir. 

Bu saptamalar, son yüzyılın siyasal doğrularıdır. Bunları her gün yaşayarak görüyoruz. Emperyalist-kapitalist sistem varolduğu sürece, insanlığın bir bütün olarak acıları bitme yerine, acılar yoğunlaşarak artıyor. Üretkenliğin ve bilimin gelişmesi, insanların yaşam seviyelerinin yükselmesi yerine, bir avuç burjuvazinin işçi sınıfını ve emekçileri köleleştirmesine hizmet ediyor. 

Ortadoğu’daki gelişmeler emperyalist politikalardan ayrı ele alınamaz. Irak ve Suriye’nin parçalanması, yıllarca bir arada yaşayan halkların arasına düşmanlığın ekilmesi ve birbirine kırdırılma politikası emperyalist burjuvazinin egemenlik savaşının bir paraçası olarak ortaya çıkmıştır. Hatta emperyalistlerin en çok dalaştığı bölgelerin başında uzun yıllardır Ortadoğu gelmektedir. Enerji yataklarının bolluğu, bölge halkının refah ve barış içinde yaşması yerine, emperyalizmin ve gericiliğin kahredici gazabıyla yaşamaya zorlanıyorlar.

Özellikle emperyalist ABD ve AB ülkeleri, kapitalist sistemi sürdürmeleri ve yarı-sömürge halklarının değerlerini kendi ülkelerine taşımaları için, kan akıtılmasına ve halkların en geri yöntemlerle birbirine kırdırılması gerekiyordu. Tek başına emperyalist işgal ya da saldırganlık yetmiyor. Emperyalist burjuvazinin sınıfsal çıkarları için dini kullanarak halkların birbirini boğazlamasının ortamının oluşturulması gerekiyor. Gerisi geliyor. Çünkü emperyalist burjuvazinin diri tutuğu gericilik, zaten buna hazır bekliyor. “Din adına” savaşlar başlıyor. Böylece halklar kendi sınıfsal çıkarı yerine emperyalist burjuvazinin ve gericiliğin çıkarları için savaş arenalarına sokuluyor. 

ABD Irak’ı işgal ettiğinde, Irak’ın eskisi gibi olmayacağı ve toplumsal yapı taşlarının yerinden oynadığı ve bir daha eskisi gibi aynı yerlerine konamayacağı biliniyordu. Bunu işgalcilerde dahil olmak üzere herkes söylüyordu. Irak üçe ayrılacaktı. Şiiler, Sunniler ve Kürtler olarak. Baskılarla bir arada duran halklar, emperyalist işgalle birlikte, silahlarını birbirine çevirdi. Elbete burada da yerli gerici sınıfların ekonomik ve siyasal (sınıfsal) çıkarları doğrultusunda kitleler savaşa sokuldu.

Her şey emperyalistlerin istediği gibi olmayabiliyor. Bir taraftan, açıktan propagandası yapılan dinci ayrım politikası ve bir taraftan ise bastırılmış sınıf çelişmeleri açığa çıktıktan sonra onların nasıl bir şeye evrileceğe ve hangi bir çelişmeyi öne çıkaracağı belli olmaz. Savaşın başladığı yer belli olmasına karşın nerede duracağı ise önceden kestirilemez. Araya hesap edilemeyen veriler çıkabilir. Ancak, din görüntüsü ya da dinsel farklılıklar altında ortaya çıkan çatışmanın gerçek nedeni ekonomik ve siyasaldır. Saddam döneminde iktidarı elinde bulunduran sünni kesim, yeniden iktidarı ele geçirmek ya da sınıfsal ayrıcalıklarını bütünüyle yitirmemek için savaşıyor. Şiilerde aynı durumdadır. Ve bu her iki gerici kesimler, kitleleri kolayca da peşlerine takarak, sünni-şii ayrımı adı altında halkları birbirine boğazlatabiliyor.

ABD ve batılı emperyalistlerin Suriye’yi “dize” getirme ve kendi egemenlik alanları altına alma politikası sonucu, Irak’tan sonra Suriye’nin de savaş alanı haline getirilmesi, Irak’da iktidarı kaybeden Sünnilere güçlerini toplama ve bir devlet olarak ortaya çıkabilme koşulunu yarattı. Sünni kesimlerin gerici sınıfları, hem Irak’ta hem de Suriye’de kendilerine güçlü bir yandaş bulabildi. Uzun yıllar gerici propaganda ve baskı altında oluşan toplumsal doku İD gibi siyasal yapıların yeşermesine zemin hazırladı. Çünkü Suriye’de de Irakta’ki kadar olmasa da sünniler eziliyordu. Nüfusun çoğunluğunu oluşturmalarına karşın, iktidar nimletlerinden aleviler kadar yararlanamıyorlardı.

Aslında özü gerici egemen sınıfların sınıfsal çıkarlarına dayanan bu çatışma, sünni-şii çatışması olarak sahneye sürüldü. Çünkü kitleleri en kolay bir şekilde etkilemenin ve kendi tarafına çekmenin yollarından biri, dinsel farklılıkları kullanmaktır. Diğerleri gibi İD (İslam Devleti) da dini kullanıyor. Sünni ve şii kesimin egemen sınıfları  işçileri, köylüleri ve emekçileri kendi saflarında savaşmaya çekebilmek için “din adına” savaşa çıktıklarının propagandasını yapmayı yeğliyorlar. Savaş sırasında ise barbarlığın  hiç bir kuralı ve sınırı olamaz. Özellikle “din adına” savaşa çıkanların bu konuda pervasızlıkları ve barbarlıkları bilinen bir gerçektir. Bu salt islam adına savaşanlar için değil, hiristiyanlık ya da her hangi bir din için savaşanlarda da aynı yöntemleri kullanmışlardır. Çünkü büyük (büyüklükleri uyguladıkları şiddetle doğru orantılıdır) dinler, savaşla kabul ettirilmiştir ve yayılmıştır. Ve tüm gerici sınıflar dini kullanmayı her zaman yeğlemişlerdir. Emperyalist burjuvazi de işine geldiği yerde dini öne çıkarmış, halkların dinsel farklılıklarını kendi egemenlik çıkarlarını pekiştirmenin bir aracı olarak kullanmıştır. “Masum” gibi görünen dinlerin altı kazındığında, ortaya egemen sınıflar arası iktidar savaşımı çıkar. Ne var ki, ezilen halklar bunun ayrımında değillerdir. Bu nedenle de kendi dinlerinin safında olan egemenlerin “kutsal savaş” çağrılarına kayıtsız kalmazlar ve en temel savaşçı potansiyeli olarak, kendilerine karşı savaştıklarını bilmeden, efendileri için kendi ve kendisi gibi “karşı” dinden olan halkı öldürmenin barbarlığına katılırlar. Bu savaşta kazanan din bezirganları (egemenler) olur.

Irak ya da Suriye’yi artık eski haline getirmenin koşulları ortadan kalkmıştır. Özellikle Irak, kabul edilsin edilmesin üçe bölünmüştür. Kürtler ezilen bir ulus olarak kendi topraklarında ayrı bir ülke ve devlet haline gelmiştir. Irak ve Suriye Arapları ise dinsel olarak bölünmüştür. Şiiler ve sünniler olarak. Emperyalistler arası egemenlik savaşı aynı ulusa mensup bir halkı dinlerine göre bölmeyi başarmıştır.

ABD ve İD

İslam Devlet (İD) gericiliği, ABD ve diğer batılı emperyalistlerin yanısıra, Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar'ın  ürünü ve beslemesi olarak ortaya çıkmıştır ve zamanla gelişme ortamı bulunca da kısmen “kontrolden çıkmış”tır. Uyguladıkları şiddet biçimi, kendinden olmayanları yok etme ve kadını köleleştirme siyaseti ise, onların varolma koşulları halini almıştır. Aynı emperyalist burjuvazinin uyguladığı zor gibi. İki “zor” arasında sadece biçimsel bir ayrım vardır.

İD’nin kafa kesmesi, açıktan katliam yapması, doğal olarak herkesin tepkisini çekmektedir. Oysa, İD’nin yaptığı ile emperyalizmin yaptığı arasında özde bir fark yoktur. İD bıçakla insanın kafasını gövdesinden ayırırken, ABD’nin bombaları insanları hücrelerine kadar parçalıyor. İsrail, Gazze’de yaşayan Filistinlilerin tutup kafasını bıçakla kesmiyor, ama bombalayarak binlerce insanı katledebiliyor. İD’nin katlimalarıyla  emperayalizmin ve uşaklarının katliamlarının özü aynı. Ya da Türk devletinin[1][1] Roboski’de, Reyhanlı’da ve GEZİ’deki katliamları arasında hiç bir fark yoktur.

ABD, Irak’da birbuçuk milyon insanın katledilmesine neden olmuştur ve büyük çoğunluğu ise ABD bombalarıyla katledilmiştir. Daha sonraki katliamlar ise ABD ve diğer batılı emperyalistlerin izledikleri sömürgeci siyaset nedeniyle olmaktadır. Yine Süriyie’de olanda aynı şekilde emperyalitlerin böl-parçala ve yönet siyasetinin bir ürünü olarak yaratılmış ve şimdi ise, kendi yarattıkları canavara karşı savaşıyor pozisyonu almışlar. Oysa halkların en büyük canavarı ABD ve diğer emperyalistlerdir. İD vb. gibi gericilik onların siyasetlerinin “defolu yan ürünleri” olarak ortaya çıkartılıyor ya da çıkıyorlar.

Birçok insan, İD’nin katliamları karşısında öfke duyarken, ABD ve diger “medeni” emperyalistlerin ve uşakların katlimalarını anlaşılan daha “temiz” buluyor ki, ikincisine öfke duymuyor ya da aynı şiddetli “öfkeyi” göstermiyorlar. Oysa, İD (IŞİD) emperyalizmin bir ürünüdür. İD, “ortaçağ” yöntemlerini uygulayarak insanları katediyorsa (ki, bu; karşı tarafa, özellikle kitlelere korku salarak kolayca kendilerine teslim olmalarını sağlamanın yöntem biçimidir) insanlara “ortaçağ” yaşam biçimini dayatıyorsa, bu, emperyalist burjuvazinin, toplumları nasıl bir uçurumun eşiğine getirdiğinin resmidir.

Aynı zamanda,  kapitalizmin ne denli çürüdüğünün de bir resmidir bu. Doğanın ekolojik dengesini bozan kapitalizm insanın insan olma dengesini de bozmuştur. İnsanı bütünüyle kendine yabancılaştırmıştır. Bu da onun çürüdüğünün ve doğa ve insanlık için büyük bir tehlike haline geldiğinin göstergesidir. Bu iflah olmaz Ur’un, insanlığın sırtından kesilip atılması da bir o kadar zorunlu hale gelmiştir.

Kürtler ve “Yardımsever” Emperyalistler

ABD, Almanya,  Fransa, İngiltere vd. emperyalistler şimdi Kürtlere yardım etme kararı almışlar. Böylece, İD “vahşeti” karısında kendi vahşetlerini şirin gösterme ve unutturma siyasetini de gütmüş oluyorlar. ABD’nin İD’ni “bombalaması”, bir çok kesim tarafındann sevinçle karşılandı. Özellikle Ezidilerin “kurtarılması” çabaları olarak yorumlandı. Oysa, Ezidilerin  katledilmesinin birinci sorumlusu ABD ve diğer batılı emperyalistlerdir. Bu gözardı edilerek ABD’nin İD’ye karşıymış gibi gösterilmesi, halkları kendi cellatlarına aşık etme siyasetidir. ABD ve diğer emperyalistlerin yardımına değil, bölgeden defolup gitmeleri halkların birbirini boğazlamasını durduracaktır. Kürtlerin ya da Ezidilerin ABD’nin “yardımına” değil, bölgeden kanlı elini çekmesine gereksinimleri vardır. O zaman ne İD ortaya çıkar ne de diğer gerici yönetimler kitleleri boğazlayabilir. 

Hırsızın evi yakıp, sonrada söndürmeye gelmesinin inandırıcılığı olamaz. Eğer yaktığı evi söndürmeye geliyorsa, bilin ki, o, ev sahiplerinin telaşından (birbirlerini boğazlamasından) yaralanarak, yıkıntılar arasında değerli eşyalara (petrole vb. enerji kaynaklarına) el koymak içindir. ABD ve diğerlerinin yaptığıda budur.

Bazıları, emperyalizmin “sermaye birikimi için kaosa değil, istikrarlı bir ortama gereksinim duyar” yollu anti-marksist teroileri ileri sürebiliyorlar. Böyle süreçler olabilir, ama bu uzun sürmez. Sermaye yeni pazarlar ister. Yeni pazarlar elde etmek, yeni savaşların kapısını zorunlu olarak açar. Burjuvazinin sermaye birikimi için, tek bir şeye gereksinimi var; egemenlik alanlarının genişlemesine. Bu da ancak savaşla olabilir. Kaos ortamı içinde daha büyük sermaye birikimi sağlanmaktadır. Ortadoğu petrolleri, ister İD egemenliği bölgelerinde olsun isterse bir başka gerici yönetimin elinde olsun, emperyalist tekellerin pazarlamasına gereksinimleri vardır. Ayrıca, sürekli bir savaş ortamı, emperyalizmin yayılmacı ve talancılığını kolaylaştırarak egemenliğinin pekişmesini, genişlemesini ve sermaye birikiminin sürekliliğini sağlıyor. Sınıf savaşımı yerine “dinsel” ya da daha başka görüntüler altında verilen savaşlar, emperyalizmin çıkarlarına hizmet ediyor. Ama, sınıf savaşımları ise, burjuvaziyi ürkütüyor. Bu nedenle, işçi ve emekçilerin sınıf savaşımı yerine alt kimliklere bölünerek birbirlerini boğazlamalarının siyaseti ve yöntemi izleniyor. Sınıf savaşımları, emperyalizm ve gericiliği hedeflerken, kitlelerin dinsel ya da bir başka alt kimlik altında birbirlerini boğazlamaları, emperyalizmin ve gericiliğin beslenme kaynakları oluyor.

Kitleler, işçi sınıfının sınıf savaşımı etrafında birleşip sosyalist bir dünya yaratana kadar bu acıları fazlasıyla hep yaşayacaklardır. Kitleler için bu uzun ve meşakatli yolu kısaltmanın yöntemi ise; komünistlerin ve devrimcilerin kitleler içinde daha aktif ve militanca bir siyasi çalışma yapmalarından geçiyor.

30.08.2014


 

 

88998

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Sayfalar