Cuma Mayıs 17, 2024

Ellez Emmim’in Traktörü

Uzun zamandır yazmak istiyordum. Bir tülü sıra gelmedi. Sorun sınıflarla, üretim ilişkileri ve onun araçlarıyla ilgili ve bu gelişmeleri de direk yaşıyan bir köy olunca, insan doğduğu köye değinmeden edemiyor. 

Bizim köyün adı Tersihan. Diğer yüzlerce köy isimlerinin akibeti gibi bizim köyün ismi de sonradan değiştirilmiş ve milli bir isim olması için “Konaktepe” konmuş. Irkçılık salt renk ve dinsel olmuyor. insanların tarihsel köklerini yok etmek ve kendine yabancılaştırmak için de, kendinden olmayan isimlere karşı da baskı uygulamaktan geri durmadı, Türk egemen sınıfları.

Tersihan, Kaypakkaya’nın incelediği Malatya-Kürecik’e 115 km uzaklıkta kalıyor ve yörenin en yüksek köy yerleşim birimlerinden biri. İnsanlar, devlet baskısından kaçmak için olsa gerek, sırtlarını bir dağa dayamışlar ve yüksek yerlere yerleşmişler. Köyümüz 1970’e kadar 150 hane idi. Ogünün koşullarına göre aydın sayılabilecek bir köy ve okumuşları, özellikle 1968’lerden sonra hızla artarak çoğalmıştı. Çocuğunu okutmayan yok gibiydi. Okumuşları olmasına, uzak şehir yüzü görmelerine karşın, bir o kadarda bozkırı bol ve çorak bir yerdi. Bu çorak topraklar, toprak olarak yeşillenmedi, ama, 1968’lerden itibaren devrimcilerle  siyasal olarak yeşillenmeye başladı. Ülkedeki siyasal gelişmelerden uzak kalmayan ve devrimci yetiştiren bir köy oldu. Örneğin ben, 1968 yılında devrimci gençlerin ve devrimci dergilerin köye geldiğini anımsıyorum.

Daha sonra ise şehirlere dağılmış köylülerimizin çocukları devrimci örgütler içinde bolca yer aldılar. Hapis yattılar ve şehit verdiler.

Bu kısa anımsatmadan sonra, yazının esas konusuna gelelim. Konu; Ellez Emmim’in Amerikan döküntüsü Massey Ferguson traktörüdür.

Ellez Emmim 1965 yılının bir yaz günü bir koca traktör alıp köye geldi. O güne kadar traktör yüzü görmemiş köylüler ve biz çocuklar hem şaşkın, hem de çoşkulu ve gururluyduk. Köye koca bir alet gelmişti. Ancak, ikinci mi yoksa üçüncü el mi olan bu traktörün bir kusuru vardı. Kışın çalışmıyordu. O dönemin, deniz seviyesinden 1800 metre yüksekliğin köy kışı düşünülünce, mazotu donmaktan kurtarıp Massey Ferguson’u çalıştırmak zordu. Amerikan emperyalizmi (pardon malı) bizim köyün kışına dahi dayanamıyordu.

Ellez Emmim’in evi, köyün ortasından geçen derenin başında olduğu için, traktörü çalıştırmak için yokuş aşağı dereye doğru bırakıyordu. Yine de traktör banamısın demiyor ve bir türlü çalışmıyordu.

Bu kez devreye, öküzler ve biz ilk okul çocukları sokuluyorduk. Traktörün önünde öğrenciler, en önde de iki çift öküz yokuş yukarı çekmeye başlıyorduk. Ama öküzler bu bozuk traktörü yokuş yukarı çekmekte, biz öğrenciler kadar istekli değillerdi. Massey Fergouson’un Amerikan emperyalizmin tarihi olduğunu bildiklerinden mi, yoksa kendilerinin işsiz kalıp sadece mezbaha malı olacaklarını bildiklerinden mi bilinmez, bir daha hiç istekli istekli çalışmadılar. Zaten, traktörün köye gelmesinden sonra, nüfusları hızla azaldı.

Öküzlerin nüfusu azaldı, ama aynı zamanda köyün nüfusu da azalmaya başladı. Öküz nüfusu ile insan nüfüsu aynı oranda düşmeye başladı. 1965’den 1970’e geldiğimizde köyde iki çift öküz kalmıştı, iki elin parmağını geçmeyecek sayıda da köylü kalmıştı. Köylülerimizin, 3-4 km ötemizdeki okulu olmayan Kürt köyüne karşı övündükleri köy okulu, öğrenci sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Sonraları ise okul binası, ne öğrenci bulabildi ne de öğretmen. Öylesine çürümye terkedildi. Öğrenci seslerinin yerini; o yıllarda okulun etrafın diktiğimiz söğütlerin, rüzgarda sallanan  dallarının, Farid Farjad’ın  hüzünlü keman sesi benzeri sesleri aldı.

Köylüler beş yıl içinde yok olmuştu. Öküzlerin yok olmasını anlamıştık anlamasına, ama insanların yok olmasına anlayamamıştık. Meğerse bütün keramet ya da suç Amerikan malı Massey Ferguson’daymış. Çünkü ondan sonrada köye bir çok traktör girmişti. Ellez Emmim köye toplumsal bir üretim çelişkisi sokmuştu. Bu aynı zamanda, eski ile yeni arasındaki bir çelişmeydi ve uzun süre birarada barış içinde yaşamalarınada olanak yoktu. Bu çelişme,  köyün yerli malı öküzlerinin yok olmasına sebeb olduğu gibi, kadim köylüleri toprağından koparıp çil yavrusu gibi şehirlere kaçmasına da sebep olmuştu.

Galiba, yarı-feodal sayılabilecek köy ekonomisi ortadan kalktığı gibi, kapitalizm, köye saltanatını da kurmuştu. Demek ki, kapitalizm böylesi bir meretmiş. Üretim araçları üretimi değiştirdiği gibi, yerleşim yerlerinin demografisini de değiştirmişti. Ama bu değişiklikler olurken, ne ülkede bir devrim olmuştu ne de bizim köyde traktör-öküz çatışması olmuştu. Yerli burjuva malı olmayan, “montaj Traktör”, köylülere ve öküzlere karşı galip gelmişti. Çelişme traktörden yana çözülmüştü. Köy çobanı olan babam, malı-davarı satıp “taşı-toprağı altın” olan İstanbul’a gelmişti. Ondan sonra bana, hiç unutmayacağım bir çift söz söylemişti:

“Sizlerin anası ağlayacağına, onların anası ağlasın, vurun” demişti. Bu ses; küçük toprak parçalarından koparılan köylünün işçileşmesinin sesiydi.

17.05. 2015

 

50342

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Katledilişinin 50. Yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya HESAPLAŞMA, KOPUŞ VE YENİ BİR YOL

Kafasında üstü yırtık ve yamalı kahve renkli bir kasket, sırtında yerli bir askeri parka, altında ceket, kazak… üst üste giyilmiş üç tane pantolon, ayağında bir çift beyaz yünden yapılmış ve köylerde elle örülen çorap ve onun üzerinde naylon çorap, bir çift 45 numara Çelik marka lastik ayakkabı”yla tutsak edildi.1 

Kavganın ve Mücadelenin Ozanı; Yetiş Yalnız…

İbrahim Kaypakkaya, ilgilenenler tarafından bugüne kadar birçok özelliği ile tanındı, bilindi. En yaygın bilinirliği‚ “ser verip sır vermemesidir” sanırız. Doğrudur, Kaypakkaya işkencede direndi. Onun düşmana karşı direnişi inadından veya acıya dayanıklı olmasından kaynaklanmıyordu elbette… Bunu nereden mi biliyoruz? Dönemin en azgın faşist uygulamaların yapıldığı Amed Zindanı’nda yapmış olduğu siyasi savunmadan. Kemalist faşist diktatörlüğe karşı, onun elinde tutsakken dahi örgütsel ilişkilerini deşifre etmeden, uğruna mücadele ettiği komünizm düşüncesini savunmasından biliyoruz.

Sayfalar