Perşembe Mayıs 9, 2024

Egemen cephenin soldaki yaverleri/Derya İshak

Güney Kürdistan’daki referandumdan sonra bölgede yaşanan gelişmeler sadece egemen güçler açısından değil, egemen ülkelerin sol hareketi açısından da önem teşkil ediyor. Bu süreç bir nevi turnusol görevi gördü. Normal süreçte “demokrat”, “komünist”, “devrimci” sıfatı kullanan kesimler, kendi ulus egemenlerinin baskısı altında olan uluslar söz konusu olduğu zaman kendi egemenlerinin gözüne girmekte yarışırlar. “Toprağın bütünlüğü”, “ülkenin birliği ve bütünlüğü”, “işçi sınıfı ve sendikaların birliği ve bütünlüğü” üzerine olmadık dereden su taşırlar. Bu konuda bakışları egemen devletin üniter, bütüncüllüğüne dayanır. Ve devlet gibi düşünürler. İlhak ve baskı altındaki ulusların hareketlerini “ayrılıkçı”, “milliyetçi”, “işçi sınıfının davasına zarar verici, parçalayıcı” olarak görürler. Bakış, egemen ulus egemen kesimlerinin argümanına dayanır. Ve egemen ulus devletinin perspektifinden görünür ezilen ulusun dünyası. Ezilen ulusun kaderi, özgürlüğü, birliği konuları dertleri değildir. Ezilen-sömürge ulusların halkı, işçi sınıfı, sendikaları ve bunların birliği umurlarında değildir. Bu ulusların da egemen ulus gibi bir dünyası olduğunu pas geçerler. Genel ve somut değerlendirmeleri hep egemen ulusun koşullarına göre biçimlenir. Ezilen ulusun koşullarını kendi değerlendirmelerinin merkezi yapmazlar hiçbir zaman.

Neden ikili bir ilişki söz konusu iken hep egemen devletin penceresinden, tek yönlü olarak olaylara bir yaklaşım gösterilir? Neden iki farklı bileşen var ise bu iki farklı bileşenin genel yapısı göz önünde bulundurulmaz?

Sol’a, İleri’ye, TKP’nin parçalarına veya ÖDP’ye bakalım. Referandum değerlendirmeleri egemen ulus statüsünün devamı üzerine kurulmuştur. Ya “zamanı değildir” ya da “ABD’nin bölgedeki planları” vurgulanan. Yıllardır bölgede yaşanan olayların sebebi emperyalistler, mevcut bölge devletleri ve sistemleridir. Bölgenin bugünkü müsebbibi ezilen Kürt ulusu ve Kürdistan halkları değildir. Tersine Kürdistan halkları bu durumun mağdurudurlar. Asırlardır bu cenderenin kurbanıdırlar. Bu durumdan kurtulma çabalarına bu ilgisizlik ve karşı duruş sosyal-şoven bir tavırdır. İran ve Irak egemen devletlerinin Güney Kürdistan’a yönelik başlattıkları savaş ve Kerkük başta olmak üzere birçok önemli kent de dahil Kürdistan’ın işgali ile oluşan yeni duruma bu hareketlerin bir kısmı nerdeyse alkış tutacak bir konum almıştır.

İleri’nin haberlerinde, Irak’ın işgaline ilişkin “kontrolü sağladı” biçiminde, nerdeyse hoşgörü içeren bir dil kullanmıştır. Bölgede süren işgal, talan ve yağma savaşlarının niteliği emperyalist bir karakter taşımaktadır. Bu emperyalist yağma savaşlarının suç ortakları, meşru savunma yapanlar hariç bölge egemen devletleridir. Emperyalist savaşlar, paylaşım ve yeniden paylaşım savaşlarıdır. Ve bu savaşlar genellikle de ezilen, sömürge ve nispeten bağımlı ülkeler üzerinden yapılır. Ezilen ulus ve halklar bu savaşların ilk hedefi durumundadırlar. Savaşın asıl hedefi ve mağdur olan halklarla empati yerine kendi devletlerinin statüsünün yarattığı “ayrıcalıkları” kaybetme korkusuyla konuya yaklaşmak, egemen ulus devletlerine yaltaklanmaktır. Bu durum ezilen ulus halk kitlelerinin egemen ulus halklarına büyük bir güvensizlik duymalarının başlıca nedenidir.

“Barzanistan’a da Tayyibistan’a da karşıyız” diyen Kemal Okuyan, iki eşitsizi eşitleyerek eşitsiz ve baskı altında olanın durumunu meşrulaştırarak, egemen ulus “Tayyibistan’ın” ayrıcalığından yana tavır koyuyor. Egemen ve ezilen iki ulus arasındaki ilişkide ezilen ulusun kendi kaderini şu veya bu şekilde tayin etmesine karşı çıkmak, egemen ulus ayrıcalığını savunmak anlamına gelir. Bir ulusun ayrılığını, başka bir “kötüyle iş tutar” kaygısıyla karşı çıkmak şovenizmdir. Katolanya söz konusu olunca, “orası başkadır”a dönüşür. Bu düpedüz ikiyüzlülüktür; kendi egemen sınıflarından yana pozisyon almaktır.

Kerkük ve belli bölgelerin işgali, egemen ulusların oluşturduğu ittifakın ve emperyalistlerin gözetiminde geliştirilen bir olaydır. Bölgede süren savaş emperyalistler ve bölge devletlerinin iç çelişmelerinden kaynaklıdır. Emperyalistler arası çelişki, bölge üzerinde somut bir savaş halini almıştır. Bu savaşın ister vekaleten ister emperyalist aktörlerin dehaletinde olsun aldığı biçim, bölgenin yeniden paylaşılması ve biçimlendirilmesine yöneliktir. Ulusların bu ortamdan yararlanarak kendi kaderlerini tayin etmesi anlaşılır bir durumdur. Dünya devletlerinin büyük bir kısmı bu çelişki ve savaş ortamında doğmuşlardır. Irak, Suriye vb. ülkeler de bunlara dahildir. ABD iş birliğinde Türkiye ve Irak devletleri bir savaşın içine itilmiş ve savaşın bir parçası durumuna getirilmiştir. Bu ülkeler pastadan ne koparacaklarının derdindeler. I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda bu ülkelerle iş birliği içinde Kürdistan dört ayrı parçaya bölünerek, bu ülkelere pay edilmiştir. Adil olmayan bu durumun kurbanları durumunda olan Kürdistan halklarının bunun düzeltilmesi için mücadele etmesinin meşru olması kadar doğal ne olabilir.

“Biz burjuvaziye karşıyız”, dolayısıyla “Kürt burjuva Barzani’nin önderliğinde bir devletin oluşumuna da karşıyız” demek, Arap, Türk, Fars burjuvazisinin mevcut durumunu rasyonelleştirme politikasıdır. Doğrusu şöyle olmalıdır: “Biz bölge emekçilerinin enternasyonal birliği ve onların önderliğinde gönüllü sosyalist cumhuriyetler birliğinden yanayız.” Sosyalist bir cumhuriyet oluşmuyor diye ezilen halkların kendi kaderini tayin hakkına da karşı çıkmayız. Tersine uluslar, diller, inançlar arasında tam eşitlikten yanayız. Burjuva sınırlar içinde de olsa bu hak teslim edilmelidir. Bir ulusun diğer bir ulus üzerinde ne hakla olursa olsun ayrıcalık talep etmesi ve egemenlik statüsünü devam ettirmesi meşrulaştırılamaz. Bunu meşrulaştırmak emperyalist alçakça bir politikadır.

Emperyalist savaş ve iş çelişkilerden mümkün olduğunca biz komünistler yararlanırız. Hem bir savaşı iç savaşa çevirme temelinde hem de bir ulusun kendi kaderini tayin hakkını kullanması babında.

Kürdistan’ın köleliği bölge halklarının köleliğidir. Bu kölelik son bulmadıkça tüm egemen ulus ülkeleri, bu egemenlik “hak”larından yararlanarak kendi halkı üzerindeki despotizmini-faşizmini gizlemekte ve bunu şovenizm şalıyla örtmektedir. Hatta ilhak ve sömürgecilik faşizmin-despotizmin başlıca temelidir. Ulusların şu veya bu biçimde kendi kaderini tayin etmesi, faşizmin temellerini zayıflatacaktır. Faşizmin ilhaktan beslendiği açık bir olgudur. Dolayısıyla egemen ülke halklarının kurtuluşunu ve soluk almasını da sağlayacak bir ortam yaratır ulusların özgürlüğü.

Kürt ulusunun kendi içinde parçalı ve öznelerinin kavgalı, komünist hareketinin ise zayıf ve yok denecek bir düzeyde olması, birleşik sosyalist bir Kürdistan mücadelesini etkilemektedir. Barzani-Talabani gibi Kürt burjuvalarının önderliğinde bölge sorunu nispi bir çözüme kavuşabilir. Yarı-sömürge kapitalist bir Kürdistan’da ulusal sorunun ikinci plana itildiği, sınıfsal-toplumsal sorunların ön plana geçmesi muhtemeldir.

Sonuç olarak Kürdistan’da işgale son verilmeli; yerinde yerel nüfusun belirlediği, dış müdahaleden bağımsız halkların kendisi geleceğini belirlemedir. 

42465

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Sayfalar