Salı Nisan 30, 2024

Duyulmak istenmeyen büyük çığlık: Mültecilik!

Savaş denince insanın aklına gelen ilk şey ölümdür, vahşettir, işkencedir, tecavüzdür, açlıktır, yoksulluk ve açlıktır. Ölümlerden kaçma adına, umutsuzluk içerisinde ölüme umut diye koşmaktır, Savaşlar yalnızca insanları öldürmekle kalmazlar.  Kendi dışında evrende yaşayan tüm canlıları da yok eder, yakar - yıkar.  Atılan bombalar, toplar, füzeler, kimyasal silahlarla evrende yaşayan bütün canlıların doğal yaşam alanları, hakları yok edilir, ortadan kalkar.

    Peki savaşı kimler çıkarmakta, kimler savaşlarda zarar görmekte ve savaşlar kimlere yaramaktadır?

   Bütün zamanlarda çıkarılan savaşlarda egemen mülk sahipleri egemenliklerini, mülksüzlerden korumak için devlet kurmuşlardır. Mülk edinme egemenliği, insanlar arasında farklılaşmayı da beraberinde getirdi. İnsanları mülk sahibi ve mülksüzler olarak iki sınıfa, iki kutba böldü. Mülk sahipleri mülksüzler üzerinden rant sağlamak, egemenliklerini sürdürebilmek için devlet kurdular. Kurulan devlet yalnızca ve yalnızca mülk sahiplerinin egemenliğini, varlığını korumak, daha fazla variyet sahibi olmalarını, topraklarını daha çok genişleterek kölelik yasaları çıkardılar.  Bu azınlık mülk sahiplerinin, çoğunluk mülksüz insanlar üzerinde egemenliğini sağlamak, kölelik düzenini garanti altına almaktı. Bunun adı devletti.

O günden günümüze mülk sahipleriyle mülksüzler arasında bir sınıf farklılığı, sınıf mücadelesi egemenlik savaşı başlamıştır. Çünkü egemen mülk sahipleri egemenliğini korumak, mülklerine -topraklarına toprak katmak, zenginliklerine -zenginlik katmak için savaşlar çıkarmakta, mülksüz insanları, yoksulları savaşlara sürmekte, evren üzerindeki insanlığa ait değerleri pervasızca paylaşmaktadırlar. Günümüzde yaşanan savaşların geçmişten hiçbir farkı yoktur. Biz bu savaşlara gerici savaşlar demekteyiz. Bu savaşların en amansız, zulmünü yoksul ezilen emekçi halklarımız çekmektedir.

Günümüzde bu gerici savaşlara karşı, özel mülk sistemine karşı, haksızlığa, sömürüye karşı yani, gerici haksız çıkar savaşlarına karşı halkların kardeşliğini, halkların bağımsızlığını, özgürlüğünü savunan mücadele eden, haksız gerici savaşları son bulması için haklı savaş yürüten bütün emeği temsil eden güçler var. Bu emek güçlerinin yürüttüğü savaş haklı, meşru mutlak gerekli var olma yok olma savaşıdır. Bu haklı savaşlar yürütülmeden insanlık üzerine kara bulut gibi çöken haksız savaşları, emperyalist sermayeyi, ortadan kaldırmadan insanlığın eşitliğinden, özgürlüğünden kardeşliğinden bahsedemeyiz. Hiçbir savaşı önleyemeyiz, o nedenle hakların kardeşliğini, birlikte barışını sağlamak istiyorsak haklı savaşların yanında safımızı belirlemeliyiz.

Şunu önemle belirtmeliyim ki; öncelikle İşçiler, emekçiler, devrimciler, komünistler ve dünya halkları her tür savaşa karşıdır. Dünya halklarının birlikte, kardeşçe üretimden, üleşimden -paylaşımdan yanadırlar. İnsanın insana zulmüne asla müsaade etmezler, zulüm eden her kim olursa olsun karşı çıkar ve zulme karşı verilen savaşın meşruluğunu ve haklılığını savunurlar. Komünistler gerçek barışın ancak ve ancak var olan emperyalist sömürü sisteminin ortadan kalkmasıyla gerçekleşeceğini bilir, bu bilinçle hareket ederek mücadeleye uzun soluklu bakarlar. Gerici savaşları emperyalist devletler, onların ırkçı faşist uşak devletleri başlattılar, bugün de en vahşi şekliyle devam etmektedir. Bu sebeple öncelikle emperyalist -kapitalist sömürü sisteminin son bulmadan savaşların, ölümlerin, vahşetin ve bugün milyonların çığlığı olarak yankılan feryadı -figanların son bulmasının mümkünü yoktur. Irak' ta, Suriye 'de, Afganistan 'da Afrika’da, Asya’da kısacası dünyanın dört bir yanında Mülteciler akın akın yurtlarını, topraklarını, evlerini zoraki terk ediyorlar. Kendilerine yeniden yaşama tutunmak için, ölüme yaşam umudu olarak koşuyorlar. Büyük insanlık ise yaşanan bu akıl almaz vahşete, çığlığa alışık bir duyarsızlıkla bakmaktadır. Ne zamandan bu yana insanlık bu kadar nankörleşti.

 Milyonlarca yoksul insanın, kadın, çocuk ve yaşlıların insanlık dışı ölümlerine şahit oluyoruz. Yine milyonlarca yoksul, kimsesiz insanın hayatlarını kurtarmak için, yeni bir ölüm yolu olan mülteciliğe, sürgün ölümlerine kucak açtığını büyük bir trajedi olarak yaşamaktayız. Kulaklarımız bu büyük insanlık ayıbına karşı sağır, gözlerimiz kör, diller lal, kalemlerimiz kırık. Utanılacak bir durumla karşı karşıyayız.

   Son yıllarda Irak’ta, Suriye’de, Ortadoğu’da Kürtler, Araplar, Ezidiler,  Aleviler ve Gayri Müslümler ve Şiaların yaşadıkları acılar sözlerle ifade edilir gibi değil. Kendi ülkelerinde yaşadıkları vahşet yetmezmiş gibi, sığındıkları ülkelerde karşılaştıkları acılar ve çektikleri zulüm kaçmak zorunda kaldıkları ülkelerini aratır durumdadır. Aşağılanmadıkları, hakaret edilmedikleri, ırkçılar tarafından her gün,  her saat ölümle tehdit edildikleri, beri taraftan ABD’nin, AB’nin, İsrail ve Türkiye'nin ve hepsinin ortak buluştuğu NATO’nun örgütleyip eğittiği, silahlandırdığı piyasaya sürdüğü IŞİD, ELNÜSRA, ÖSO gibi radikal dinci cani -katil örgütlerin insanlık dışı katliamlarına, tehditlerine, zulmüne maruz kalmaktadırlar.

Savaştan kaçıp yaşama umutsuzca tutunanların Türkiye’de Yunanistan’da, İspanya 'da, İtalya 'da, Makedonya 'da, Bulgaristan’da, Almanya’da ve Avrupa'da yaşadıkları zulüm anlatılır gibi değil, yenilir içilir değil. Yükselen çığlıkların asıl sorumlusu olan emperyalist devletler ve onların faşist diktatör devletleri günah çıkarırcasına topu birbirine atmakta, kendi suçlarını örtmek için, kendi yarattıkları katil örgütleri suçlu göstermekte, kapı önü köpekleri misali efendiler tarafından bazen dövülüp -sövülmekte, bazen ise saldır komutu verilmektedir. Bu artık her yönlü açığa çıkmış, herkese aşikâr hale gelmiştir. Asıl suçluların teşhir edilmesi, mültecilere kayıtsız koşulsuz kapıların açılması, her türlü insani haklardan yararlanılması, savaşın baş suçluları olarak yarattıkları bu acı ve zulmün bedelini ödemeleri gerektiği noktasında bütün devrimciler, ilericiler, aydınlar devrimci örgütler ve sivil toplum kuruluşları, insan hakları savunucuları, uluslararası hümanist kuruluşlar bu devasa dünyanın büyük sorununa sahip çıkmalıyız.

 Avrupa Sürgünler Meclisi üstüne düşen görevleri yerine getirmek için kolları sıvamalı, kısık ses çıkarma yerine aktifleşmelidir. Tüm Güçbirliği bileşenleri gelecekte daha da büyük sorunların doğuşuna şimdiden hazırlıklı olmalıdır.

44217

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Duyulmak istenmeyen büyük çığlık: Mültecilik!

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Sayfalar