Cuma Mayıs 10, 2024

Duygusal tepki! İsmail Cem Özkan

Sol, 12 Eylül yenilgisinden sonra kendisini izleyici konumda, olayların arkasından sadece yorum yapar halde buldu. Bu yorumcu konumuna o kadar alıştı ki, Marks’ın 11. Tez’i sadece geçmişte söylenmiş güzel bir söz olarak algılanır oldu. Zaman zaman o söz kullanılsa da, nasıl olsa devrimcileri değil, felsefecileri ilgilendiriyor algısı bilinç altına işlenmiş olduğunu düşünüyorum. Bu ihtiyaç yok algısı sanırım solun kılcal damarlarına kadar işledi!

12 Eylül sol tarihi için önemli bir kırılmanın ve yenilginin tarihidir. Her ne kadar kendisini yenilmiş hissetmeyen solcular olsa da genel anlamda sol yenilmiş olduğunu bugün yaşanan kriz ortamına bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz, çünkü sol gündemi sadece yorumlamak ve birbirinin açığını aramak ile geçirmekte, içinde ki liberallerden temizlenme telası ve yorgunluğu içindedir.

Sol kırılmanın etkisi ile bir çok değerli üyesini sağın liberal rüzgarına kaptırmış olmasına rağmen, sağ sularda politika yapan liberallerin bir bölümü hala kendilerini solcu görmekte ve sol adına konuşmaya ve geçmiş anıların yarattığı rüzgar ile çevresine hayran kitlesi toplama telaşı içindedir.

İşverenin sağcı olması, işçinin işçi olmaktan çıkarmaz, o yüzden medya alanında sağ medyada çalışanlar patronların çıkarına uygun yazı yazarken, hala kendilerini solda görmeye ve solcu gibi özel yaşamında devam etmekteler. Ki bireylerin iş dünyası ve özel yaşantısı arasında ki çelişki artık çelişki olmaktan çıkmış, patronu için kalem oynatmak bir işçinin yapması gereken görev olarak algılanır olmuştur. Bir fabrikada ki işçi ile medya çalışanı kendisini eş görerek, yaptığı iş ve sonucunu da doğal olarak eş görmekte ve sonuçta oluşan olumsuzluktan kendisini sıyırabilmektedir. Mantık süzgecini bir silah fabrikasında çalışan işçi ile kendisini eş gören bir medya çalışanı (editör, gazeteci vb) sonuçta yaptığımız işin ürünü birilerin canını acıtıyor olabilir ama yaşamak için çalışmak ve patronun ihtiyacı olan artı değere katkı sunmak zorundayım diye mantık yürütür. Vicdan rahattır!

Sol kulvarda olup da duygusal politika yapmayan yok gibidir, solcular genelde duygusaldır ve duyguları ile tepki verirler! Yaşanan sol içi çatışmaların önemli bir bölümü, verilen bu duygusal kararların sonucudur. Duygusal insanlar kriz yönetemezler, her kriz ayrılık demektir. Her ayrılık ise ileride oluşturulacak teorik çalışmanın başlangıcını temsil eder. Ayrıl, sonra ayrılık sebebi olan duygusallığı ortadan kaldıran mantığa uygun teori oluşturma süreci. 

Bir çok medya alanında verilen duygusal tepkiler, aynı zamanda çatışmalar içinde zemin oluşturur. Gruplar, fraksiyonlar arasında incir çekirdeğini dolduramayan sudan sebepler yüzünden çatışmalar olmakta, çatışmalar sonucunda oluşan küslükler ve ön yargıların oluşturduğu duvarların örülmesini de beraber getirir. Artık küsülen tarafın ne dediği, ne yaptığı önemli değil, her koşul altında o haksızıdır ve muhatap alınmaya değmez!

Birbiri ile ilişkisi olmayan solcuların oluşturduğu yapılarda bir arada yaşamanın koşulları üzerine teoriler üretilir, geleceğin profili içinde ‘hoşgörü’, ‘çok kültürlü’, ‘bir arada yaşam’dan dem vurulur, “o belirsiz geleceğin ‘ilk nüveleri’ şimdiden atılmalıdır” diyerek de büyük ve keskin cümleler kurulur.

Sol, solcu söylemler yanında sağın benimsemiş olduğu davranış biçimlerini içselleştirmiş ve bilinçaltından o davranışları duygusal tepkiler ile vermektedir. Üstelik vermiş olduğu tepkinin sağ bir tepki olduğunu bilincine bile çıkarmaz ve her daim haklı ve ders verir konumdadır.

12 Eylül kırılması ile geçmişi ile bağı kopanların, geçmişi ile bağ kurma adına geçmişin destanlaştırılması, dokunulmaz kılınması, eleştirilmesi yerine güzellemenin yapıldığı bir süreç sonunda; eteklere biriken geçmişten kaynaklanan (kırılma döneminde yaşanan cezaevi süreçleri) birikimin oluşturmuş olduğu taşlar, fırsat ele geçer geçmez bir birine atılmakta ve güvensizlik; hareketleri belirleyen önyargıların temel taşı olmayı korumaktadır. Eteklerde bitmez tükenmez ve her geçen gün yeni taşların da eklendiği bir süreci yaşamaktayız. Her geçen gün, geçmişi ile yüzleşemeyen, geçmişi hakkında açıkça konuşamayanlar kafalarında oluşturmuş oldukları kendi gerçekliği içinde yeni taşlar eklemekte ve karşı tarafın yapması muhtemel olan siyasi çalışmayı da taşa tutarak yapamaz, iş göremez hale getirmektedir.

“Ya bendensin ya değilsin”, ya da başka söylem ile “ya sev ya da terk et” anlayışı sağ anlayış olduğunu hepimiz biliriz ama bu sağ anlayışın sol görünüm içinde olduğunu yaşayarak görüyoruz. Bu sağ duruş, bugün “geçmişime, hareketime küfretti” (eleştirdi) bakış açısı içinde ‘küçük olsun benden olsun, biat etsin’ mantığı düzlemi içinde ilişkiler oluşturulmaya çalışılmakta ve geçmişin destansı havası içinde bir arada durmaya çalışılmaktadır. Bu da politika yapamazlığı beraberinde getirmektedir, çünkü sağ duruş üzerinde sol politika olmaz.

Kitleden uzakta, birkaç göstermelik eylemler dışında meydanlarda olmayan, kendi yazar, kendi okur, kendi seminer verir, kendi dinler, sanatın para getiren tarafı ile ilgilenilip, kurumların kirasını karşılayan etkinlikler ve cafeler yeni sürecin sadece ekonomik boyutunu yansıtır.

Ülkemizde politika dinci ve etnik kimlikler üzerine politikanın dominant olduğu bir süreci yaşamaktadır.

Büyük kırılmadan sonra ülkemiz solu, sağ zeminde ve etnik kimlikler ve aidiyatlar üzerinden politika yapar oldu. Sorgulamadan biat et, geçmişi anlamadan ve bilmeden yarına kucak aç dönemindeyiz.

Sol, “mazlum halk ile dayanış, onların haklı mücadelesine destek ver” yerine, Kürt hareketinden daha fazla Kürt halkının mücadelesini (ayrılma hakkını) savunan, dayanışma yerine onlar adına karar veren, onlar gibi düşünüp onların çıkarına kararlar alıp, onlar adına tavır geliştirilen bir sürecin parçası oluverdi. Bu parçası olduğu şey dayanışma değil, solu ortadan kaldıran ve Kürt halkının kendi istemleri ve çıkarlarına karşı yapılmış bir müdahale olarak, hem kendisine hem de var olan Kürt halkının tercihine zarar verir konuma gelmiş durumdadır. Solun görevi ülke içinde yaşayan halklara ‘kendi kaderini tayin hakkı’nı kullanması için ortam hazırlamaktır, onlar adına söz söyleme ve eylem yapması değil.

Sol, etnik kimlik üzerinden politika belirlemez, solun tercihi sınıf temellidir, sınıf politikası yapar ve geliştirir. Bir arada mücadele etmeyi “bütün dünyanın işçileri birleşin” sloganı atarken sınıf temeli bir sistemi hayal eder ve o yönde örgütlenmek gerektiğini vurgular.

Yaşananları anlamak yerine duygusal tepkiler verildiği, iktidarın bilerek ya da bilmeyerek yedek değneği olduğu bir süreci yaşıyoruz.

İktidar bugün pervasız hedefine doğru koşuyorsa bunun tek sorumlusu muhalefetin iktidarın yedek değneği olma işlevi ve iktidarı kollayan tavrıdır. İktidarı kollamak için illa onun ağzından konuşmak olmadığını yaşadığımız son on yıldaki gelişmelere de bakarak anlarız. Demek ki bizler birbirimize karşı küfrederken aslında başkasını kolluyor ve koruyoruzdur! 
Kısaca bu dönemde, birbirini anlamak yerine birbirine küfredenlerin hepsi iktidarın yedek değneğidir. O yüzden küfredenleri muhatap alıp ve duygusal tepki verilmesini anlamıyorum! 
Politika duyguların dışında akıl ile yapıldığında hedefine doğru adım atmış demektir, duygular ile hareket edilmesi var olan kaosun ve girdabın kronikleşmesini sağlar. 
Sol, yakın tarih içinde kriz yönetememiş, krizlerden ders çıkarıp yeni krizlerin oluşmasını engelleyecek yaptırımlar alamamış olduğunu, duygusal tepkiler ve o durumun sonucu oluşan rahatsızlığın devam ediyor olmasından anlamaktayız. 
Krizi yönetemeyenler geçmişlerine öykünerek günü kurtarır, o yüzden sol geçmişini yaşamaktan bugünü tespit edememiş, yarını kucaklayacak örgütsel bir ağ kuramamış olduğunu yaşadığımız politik kriz ortamında bir kere daha gördüm... 
Solun, sol politikası olmadığı için dayanışma ile yetinir konuma gelmiş, halkın ve günlük olayların dışında gözlemci konumda sadece olayları yorumlarken görüyoruz...

Sol, 11. Tez’i yeniden anımsamak ve içselleştirmek zorundadır. Duygusal tepki yerine akıl ile tepki veren ve yaşanan her krizden kendisi lehine sonuçlar çıkarmalıdır. Aksi halde bu duygusal tepkiler gelmekte olan zifir karanlık koşullarda, İran solunun yaşamış olduğu gibi, solun hepten yok olması ve dinci “sol” yapılar içinde yaşam alanı arama tercihi ile karşı karşıya kalabilir.

İsmail Cem Özkan

 

56524

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Sayfalar