Pazartesi Nisan 29, 2024

Dünya Suriye’deki Devrimci Kürtleri Neden Görmezden Geliyor-David Graeber

Suriye Savaş Alanında demokratik bir deneyim IŞİD tarafından yok ediliyor. Dünya kamuoyunun bundan bihaber hâliyse tam anlamıyla skandal.

Babam, İspanya Cumhuriyeti’ni savunmak için 1937’de Enternasyonel Tugay gönüllüsü oldu. Olası bir faşist darbe anarşistlerin ve sosyalistlerin öncülük ettiği işçi isyanı sayesinde geçici olarak durduruldu. Bunun sonucunda İspanya’nın önemli bir kısmında şehirlerin doğrudan demokratik yönetim altına girdiği, işletmelerin ve üretimin işçilerin kontrolüne geçtiği ve kadınların radikal bir şekilde özgürleşmesini mümkün kılacak hakiki bir toplumsal devrim meydana geldi.

İspanyol devrimciler bütün dünyanın peşinden gitmek isteyeceği bir özgür toplum hayali yaratmayı umut ettiler. Bunun karşısında, dünyadaki büyük güçler ise “müdahalesizlik” politikası ilan ettiler ve cumhuriyet üzerinde katı bir abluka uyguladılar. Mussolini ve Hitler’den sonra dahi, görünürdeki imzacılar faşist tarafı güçlendirmek için silahlar ve askerler yolladılar. Sonuç, devrimin yok edildiği ve yüzyılın en kanlı katliamlarından bazılarının yaşandığı, yıllarca sürecek olan bir iç savaş oldu.

Hiçbir zaman aynı şeyin tekrar yaşanacağını göreceğimi düşünmemiştim. Hiçbir tarihsel olayın bir daha tam olarak tekrarlanmadığını biliyoruz. 1936’da İspanya’da olanlarla şu an Rojava’da –Kuzey Suriye’nin üç büyük Kürt kenti- olanlar arasında binlerce fark var. Ancak bazı benzerlikler o kadar çarpıcı ve sinir bozucu ki, ailesinin siyasetle ilişkisi birçok şekilde İspanya devrimi tarafından tanımlanmış birisi olarak şunu söylemek zorunda hissediyorum: Bu defa da aynı şekilde sona ermesine izin veremeyiz.

Rojava Özerk Bölgesi, bugünkü hâliyle, Suriye Devrimi trajedisinden sonra ortaya çıkan birkaç tane parlak bölgeden bir tanesi –hatta en parlaklarından. Esad rejiminin temsilcilerini 2011’de uzaklaştırdıktan sonra ve neredeyse bütün komşularının düşmanlığına rağmen, Rojava sadece bağımsızlığını koruyan bir bölge olmadı, aynı zamanda tarihe geçecek bir demokratik deneyimi de hayata geçirdi. Halk meclisleri oluşturuldu ve bunlar karar alıcı organlar hâline getirildi; etnik dağılıma özen gösterilen konseyler seçildi (her belediyede en üst düzey üç görevin bir Kürt, bir Arap ve bir Süryani ya da Hıristiyan Ermeniye verildiği ve bu üç görevliden en az birisinin kadın olduğu), kadın ve gençlik konseyleri kuruldu. Ve İspanya’nın silahlı kadın güçleri olan Mujeres Libres(Özgür Kadınları) hatırlatan kayda değer tarihi bir yankıyla, “YJA Star” milislerinden oluşan (“Özgür Kadınlar Birliği”, buradaki “Star” kadim Mezopotamya tanrıçası İştar’a gönderme yapmaktadır) ve İslam Devleti güçlerine karşı yürütülen savaşın önemli bir kısmını üstlenen feminist bir ordu kuruldu.

Nasıl olur da böylesi bir deneyim uluslararası kamuoyunun neredeyse tamamı ve uluslararası solun büyük bir kısmı tarafından ısrarla yok sayılabilir, görmezden gelinebilir? Bunun en önemli sebebi, öyle gözüküyor ki, Rojava’nın devrimci partisi PYD’nin Türkiye’deki Kürdistan İşçi Partisi’yle (PKK) işbirliği içinde olmasıdır. PKK, Türk Devleti’yle kökleri 1970’lere dayanan uzun bir savaş geçmişi olan Marxist bir gerilla hareketidir. NATO, ABD ve AB PKK’yi resmi olarak “terörist” bir örgütlenme olarak sınıflamaktadır. Solcularsa Stalinist olduklarını söylemektedir.

Ancak işin aslı şu ki, PKK artık eskiden olduğu gibi o tepeden aşağı örgütlenen Leninist bir parti değil. Örgüt kendi iç değişiminin ve 1999’dan bu yana Türkiye’de bir ada-cezaevinde tutulan kurucusu Abdullah Öcalan’ın entelektüel müdahaleleri sonucunda amaçlarını ve taktiklerini bütünüyle değiştirmiştir.

PKK, mücadelesinin amacının Kürt devleti olmadığını açıklamıştır. Bunun yerine, kısmen sosyal ekolojist ve anarşist Murray Bookchin’in vizyonundan da etkilenerek, Kürtlere “özgürlükçü belediyecilik”/“demokratik özerklik” temelinde doğrudan demokrasi ilkelerine yaslanan, özgür ve kendini yöneten toplulukların kurulması yönünde çağrılar yapmıştır. Özgür ve kendini yöneten bu demokratik toplulukların bir süre sonra ulusal sınırları aşarak bir araya geleceği gelmesi ve bu sınırları anlamsızlaştıracağı umut edilmektedir. PKK, Kürt mücadelesinin ancak bu sayede hakiki demokrasi, katılımcı ekonomi ve bürokratik ulus-devletin aşamalı çözülmesini hedefleyen bir uluslararası hareketin modeli hâline gelebileceğini savunuyor.

2005’ten bu yana, Chiapas’taki Zapatista isyancılarının stratejisini de göz önünde bulunduran PKK, Türk Devleti’yle tek taraflı ateşkes ilan etti ve hâli hazırda kontrol ettiği bölgelerde demokratik yapılar geliştirmeye başladı. Bazıları bu konudaki ciddiyetlerini sorguladı. Örgüt içindeki bazı otoriter unsurlar varlıklarını açıkça sürdürdü. Ancak Suriye Devrimi’nin Kürt radikallere bu tarz toplumsal deneyleri daha geniş bir komşu bölgede gerçekleştirme şansı verdiği Rojava deneyimi, bu yaşananların bir vitrin süsleme durumu olmadığını çok açık bir şekilde gösterdi.

Konseyler, halk meclisleri ve milisleri oluşturuldu, rejimin mülkleri işçiler tarafından işlenen ve yönetilen kooperatiflere dönüştürüldü –ve bütün bunlar aşırı sağcı IŞİD güçlerinin sürekli saldırılarına rağmen gerçekleştirildi. Sonuçlar toplumsal devrimin bütün şartlarını yerine getiriyor. En azından Orta Doğu’da herkes bu çabaların farkında, özellikle de PKK ve Rojava güçlerinin yereldeki Peşmerge güçlerinin terk ettiği Şengal Dağı’nda mahsur kalan binlerce Êzidi mülteciyi kurtarmak için Irak’taki IŞİD bölgesine müdahale etmesi ve bu bölgede başarılı bir şekilde savaşmasından sonra. Bu çabalar bölgede çok ciddi bir başarı sayılırken, Avrupa ve Kuzey Amerika basınından neredeyse hiç yer bulmadı.

Şimdi IŞİD, Irak ordusundan aldığı Amerikan yapımı tankların ve ağır silahların yardımıyla Kobanê’deki devrimci milislerden intikam almak amacıyla geri döndü. Niyetlerinin bütün sivil halkı katletmek ve köleleştirmek –evet kelimenin tam anlamıyla köleleştirmek- olduğunu açıkladılar. Bu sırada, sınırda bekleyen Türk ordusu cephane ve mühimmatın direnişçilere geçmesini engelliyor. Dünyanın en önemli ve büyük demokratik deneyimlerinden birisini savunanları baskı altında tutanlarla savaşta olduğunu söyleyen Amerika’nın uçaklarıysa görünüşe bakılırsa sadece ilerde bir şeyler yaptıklarını söyleyebilmek için havada vızıldıyor, ara sıra sembolik, sinir bozucu ve önemsiz bombardımanlar yapıyor.

Eğer bugün Franko’nun yüzeysel dindarlığına, katliamcı Falanjistlere benzer birileri varsa o IŞİD değil de kim olacak? Eğer bugün İspanya’nın özgür kadınlarına benzer birileri varsa Kobanê’deki barikatları savunan cesur kadınlar değil de kim olacak? Dünya kamuoyu – ve bu sefer en vahimi de uluslararası sol- gerçekten de tarihin kendini tekrarına izin vererek bu suçun ortağı mı olacak?

Kaynak: The Guardian, 8 Ekim 2014

çeviri: Onur Günay

 


81344

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Sayfalar