Çarşamba Mayıs 15, 2024

Dünya Suriye’deki Devrimci Kürtleri Neden Görmezden Geliyor-David Graeber

Suriye Savaş Alanında demokratik bir deneyim IŞİD tarafından yok ediliyor. Dünya kamuoyunun bundan bihaber hâliyse tam anlamıyla skandal.

Babam, İspanya Cumhuriyeti’ni savunmak için 1937’de Enternasyonel Tugay gönüllüsü oldu. Olası bir faşist darbe anarşistlerin ve sosyalistlerin öncülük ettiği işçi isyanı sayesinde geçici olarak durduruldu. Bunun sonucunda İspanya’nın önemli bir kısmında şehirlerin doğrudan demokratik yönetim altına girdiği, işletmelerin ve üretimin işçilerin kontrolüne geçtiği ve kadınların radikal bir şekilde özgürleşmesini mümkün kılacak hakiki bir toplumsal devrim meydana geldi.

İspanyol devrimciler bütün dünyanın peşinden gitmek isteyeceği bir özgür toplum hayali yaratmayı umut ettiler. Bunun karşısında, dünyadaki büyük güçler ise “müdahalesizlik” politikası ilan ettiler ve cumhuriyet üzerinde katı bir abluka uyguladılar. Mussolini ve Hitler’den sonra dahi, görünürdeki imzacılar faşist tarafı güçlendirmek için silahlar ve askerler yolladılar. Sonuç, devrimin yok edildiği ve yüzyılın en kanlı katliamlarından bazılarının yaşandığı, yıllarca sürecek olan bir iç savaş oldu.

Hiçbir zaman aynı şeyin tekrar yaşanacağını göreceğimi düşünmemiştim. Hiçbir tarihsel olayın bir daha tam olarak tekrarlanmadığını biliyoruz. 1936’da İspanya’da olanlarla şu an Rojava’da –Kuzey Suriye’nin üç büyük Kürt kenti- olanlar arasında binlerce fark var. Ancak bazı benzerlikler o kadar çarpıcı ve sinir bozucu ki, ailesinin siyasetle ilişkisi birçok şekilde İspanya devrimi tarafından tanımlanmış birisi olarak şunu söylemek zorunda hissediyorum: Bu defa da aynı şekilde sona ermesine izin veremeyiz.

Rojava Özerk Bölgesi, bugünkü hâliyle, Suriye Devrimi trajedisinden sonra ortaya çıkan birkaç tane parlak bölgeden bir tanesi –hatta en parlaklarından. Esad rejiminin temsilcilerini 2011’de uzaklaştırdıktan sonra ve neredeyse bütün komşularının düşmanlığına rağmen, Rojava sadece bağımsızlığını koruyan bir bölge olmadı, aynı zamanda tarihe geçecek bir demokratik deneyimi de hayata geçirdi. Halk meclisleri oluşturuldu ve bunlar karar alıcı organlar hâline getirildi; etnik dağılıma özen gösterilen konseyler seçildi (her belediyede en üst düzey üç görevin bir Kürt, bir Arap ve bir Süryani ya da Hıristiyan Ermeniye verildiği ve bu üç görevliden en az birisinin kadın olduğu), kadın ve gençlik konseyleri kuruldu. Ve İspanya’nın silahlı kadın güçleri olan Mujeres Libres(Özgür Kadınları) hatırlatan kayda değer tarihi bir yankıyla, “YJA Star” milislerinden oluşan (“Özgür Kadınlar Birliği”, buradaki “Star” kadim Mezopotamya tanrıçası İştar’a gönderme yapmaktadır) ve İslam Devleti güçlerine karşı yürütülen savaşın önemli bir kısmını üstlenen feminist bir ordu kuruldu.

Nasıl olur da böylesi bir deneyim uluslararası kamuoyunun neredeyse tamamı ve uluslararası solun büyük bir kısmı tarafından ısrarla yok sayılabilir, görmezden gelinebilir? Bunun en önemli sebebi, öyle gözüküyor ki, Rojava’nın devrimci partisi PYD’nin Türkiye’deki Kürdistan İşçi Partisi’yle (PKK) işbirliği içinde olmasıdır. PKK, Türk Devleti’yle kökleri 1970’lere dayanan uzun bir savaş geçmişi olan Marxist bir gerilla hareketidir. NATO, ABD ve AB PKK’yi resmi olarak “terörist” bir örgütlenme olarak sınıflamaktadır. Solcularsa Stalinist olduklarını söylemektedir.

Ancak işin aslı şu ki, PKK artık eskiden olduğu gibi o tepeden aşağı örgütlenen Leninist bir parti değil. Örgüt kendi iç değişiminin ve 1999’dan bu yana Türkiye’de bir ada-cezaevinde tutulan kurucusu Abdullah Öcalan’ın entelektüel müdahaleleri sonucunda amaçlarını ve taktiklerini bütünüyle değiştirmiştir.

PKK, mücadelesinin amacının Kürt devleti olmadığını açıklamıştır. Bunun yerine, kısmen sosyal ekolojist ve anarşist Murray Bookchin’in vizyonundan da etkilenerek, Kürtlere “özgürlükçü belediyecilik”/“demokratik özerklik” temelinde doğrudan demokrasi ilkelerine yaslanan, özgür ve kendini yöneten toplulukların kurulması yönünde çağrılar yapmıştır. Özgür ve kendini yöneten bu demokratik toplulukların bir süre sonra ulusal sınırları aşarak bir araya geleceği gelmesi ve bu sınırları anlamsızlaştıracağı umut edilmektedir. PKK, Kürt mücadelesinin ancak bu sayede hakiki demokrasi, katılımcı ekonomi ve bürokratik ulus-devletin aşamalı çözülmesini hedefleyen bir uluslararası hareketin modeli hâline gelebileceğini savunuyor.

2005’ten bu yana, Chiapas’taki Zapatista isyancılarının stratejisini de göz önünde bulunduran PKK, Türk Devleti’yle tek taraflı ateşkes ilan etti ve hâli hazırda kontrol ettiği bölgelerde demokratik yapılar geliştirmeye başladı. Bazıları bu konudaki ciddiyetlerini sorguladı. Örgüt içindeki bazı otoriter unsurlar varlıklarını açıkça sürdürdü. Ancak Suriye Devrimi’nin Kürt radikallere bu tarz toplumsal deneyleri daha geniş bir komşu bölgede gerçekleştirme şansı verdiği Rojava deneyimi, bu yaşananların bir vitrin süsleme durumu olmadığını çok açık bir şekilde gösterdi.

Konseyler, halk meclisleri ve milisleri oluşturuldu, rejimin mülkleri işçiler tarafından işlenen ve yönetilen kooperatiflere dönüştürüldü –ve bütün bunlar aşırı sağcı IŞİD güçlerinin sürekli saldırılarına rağmen gerçekleştirildi. Sonuçlar toplumsal devrimin bütün şartlarını yerine getiriyor. En azından Orta Doğu’da herkes bu çabaların farkında, özellikle de PKK ve Rojava güçlerinin yereldeki Peşmerge güçlerinin terk ettiği Şengal Dağı’nda mahsur kalan binlerce Êzidi mülteciyi kurtarmak için Irak’taki IŞİD bölgesine müdahale etmesi ve bu bölgede başarılı bir şekilde savaşmasından sonra. Bu çabalar bölgede çok ciddi bir başarı sayılırken, Avrupa ve Kuzey Amerika basınından neredeyse hiç yer bulmadı.

Şimdi IŞİD, Irak ordusundan aldığı Amerikan yapımı tankların ve ağır silahların yardımıyla Kobanê’deki devrimci milislerden intikam almak amacıyla geri döndü. Niyetlerinin bütün sivil halkı katletmek ve köleleştirmek –evet kelimenin tam anlamıyla köleleştirmek- olduğunu açıkladılar. Bu sırada, sınırda bekleyen Türk ordusu cephane ve mühimmatın direnişçilere geçmesini engelliyor. Dünyanın en önemli ve büyük demokratik deneyimlerinden birisini savunanları baskı altında tutanlarla savaşta olduğunu söyleyen Amerika’nın uçaklarıysa görünüşe bakılırsa sadece ilerde bir şeyler yaptıklarını söyleyebilmek için havada vızıldıyor, ara sıra sembolik, sinir bozucu ve önemsiz bombardımanlar yapıyor.

Eğer bugün Franko’nun yüzeysel dindarlığına, katliamcı Falanjistlere benzer birileri varsa o IŞİD değil de kim olacak? Eğer bugün İspanya’nın özgür kadınlarına benzer birileri varsa Kobanê’deki barikatları savunan cesur kadınlar değil de kim olacak? Dünya kamuoyu – ve bu sefer en vahimi de uluslararası sol- gerçekten de tarihin kendini tekrarına izin vererek bu suçun ortağı mı olacak?

Kaynak: The Guardian, 8 Ekim 2014

çeviri: Onur Günay

 


81517

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Katledilişinin 50. Yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya HESAPLAŞMA, KOPUŞ VE YENİ BİR YOL

Kafasında üstü yırtık ve yamalı kahve renkli bir kasket, sırtında yerli bir askeri parka, altında ceket, kazak… üst üste giyilmiş üç tane pantolon, ayağında bir çift beyaz yünden yapılmış ve köylerde elle örülen çorap ve onun üzerinde naylon çorap, bir çift 45 numara Çelik marka lastik ayakkabı”yla tutsak edildi.1 

Kavganın ve Mücadelenin Ozanı; Yetiş Yalnız…

İbrahim Kaypakkaya, ilgilenenler tarafından bugüne kadar birçok özelliği ile tanındı, bilindi. En yaygın bilinirliği‚ “ser verip sır vermemesidir” sanırız. Doğrudur, Kaypakkaya işkencede direndi. Onun düşmana karşı direnişi inadından veya acıya dayanıklı olmasından kaynaklanmıyordu elbette… Bunu nereden mi biliyoruz? Dönemin en azgın faşist uygulamaların yapıldığı Amed Zindanı’nda yapmış olduğu siyasi savunmadan. Kemalist faşist diktatörlüğe karşı, onun elinde tutsakken dahi örgütsel ilişkilerini deşifre etmeden, uğruna mücadele ettiği komünizm düşüncesini savunmasından biliyoruz.

“Ermenilerin hepsi ASALA olsun” (Nubar Ozanyan)

Yaklaşık 45 gündür Artsakh, vicdansız ve eşitsiz bir kuşatma altında. Artsakh halkı buz kesen soğukta direniyor. Dünya sağır ve suskun.

30. Ölümsüzlük Yılında MANUEL DEMİR/ՄԱՆՈՒԵԼ ՏԷՄԻՐ Yaşıyor! Partizanlar yaşıyor! (1)

Manuel Demir’i 30. ölümsüzlük yılında saygıyla anıyoruz. Bu vesileyle Ermeni Fedailer adıyla başlattıkları ve hayatlarını Ermeni halkının davasına adadıkları, bugün ise Partizan hareketine dönüşerek devam eden mücadelede sayısız Ermeni devrimciler Hrantlar, Hayrabetler, Armenaklar, Yalımyanlar, Ozanyanlar ve Manueller’i de anıyor ve aradan yüz yıl geçmiş olsa da bu mücadelenin devam edeceğini belirtiyoruz.

TKP-ML OPK Üyesi Ünal Orhan: Yeni Yılda Umudu ve Özgürlüğü Güçlendirmeliyiz, Güçlendireceğiz!”

Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist Ortadoğu Parti Komitesi (TKP-ML OPK) üyesi Ünal Oral ile yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Sayfalar