Çarşamba Mayıs 15, 2024

Dünya Gezegeni Üzerinde Yaşayan Tüm Canlılar Ve İnsanlık İçin En Büyük Tehdit: Kapitalizm Virüsü

2019 Aralık başında tespit edilip, ama 2020 Ocak ayı başından beri en çok konuşulan konu, hiş şüphesiz, Çin’in Wuhan kentinde çıkıp dünyaya yayılan Korana virüsü. İnsanlık tarihi bir çok yaygın ve bulaşıcı hastalıklara maruz kaldı ve bir şekilde, bu tür virüslere karşı mücadele yöntemleri geliştirdi ve başarılı oldu.

Ancak, virüslerin bu kadar kısa sürede binlerce insana bulaşması ve hatta anında denebilecek bir süre içinde dünyaya yayılması, kapitalist toplumsal sistemle doğrudan bir ilişkisi vardır. Yani, virüslerin kısa zamanda yüzlerce hatta binlerce can alması, yine kapitalist soyguncu sistemle ilişkisi vardır.

Virüsler insanlık için, kapitalizm kadar korkutucu ve can alıcı olamaz. Ama kapitalizm daha gerçekci, daha büyük ve korkunç sonuçlar doğuran bir toplumsal sistemdir. Acil önlem alınması gereken, acilen yok edilmesi gereken en tehlikeli virüsler, mikrobik bulaşıcı virüsler değil, kapitalist toplumsal virüsün kendisidir.

Korona virüsünün Çin'de kısa zaman içinde  bu denli hızlı yayılması ve can alması, Çin emperyalist burjuvazisinin, halkın sağlığını değil, sermayenin çıkarını ve emperyalist emellerini esas almasındandır.

Mikrobik virüslerinlerin çok can alması, kapitalist devletlerin sömürü ve egemenlik analyışları ve uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Toplumun sağlığına ayrılan paralar ile silahlanmaya ayrılan paralar aynı değildir. Silahlanmaya daha büyük bütçeler ayrılmaktadır. Yine, bilimin ve teknolojinin gelşmesine karşın, insan sağlığına yönelik yatırımlar ise devede kulak kalır. Özellikle insan sağlığın ilaç tekellerinin elinde olduğu bir sistemde, tekeller, insanların sağlıklı değil, kontrollü bir şekilde sağlıksız olmasını ister. 

Örneğin Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün 2019 verilerine göre ilk on emperyalist ülkede kişi başına yıllık beş bin ABD doları harcama yapılırken, en yoksul son on ülkede ise bu rakam 30 ABD doları kadar. Dünyanın en zengin (dünya nüfusunun %20’si) ülkelerinin sağlık harcamaları toplam sağlık harcamalarının %80’ni oluştururken, dünyanın geri kalan nüfusun %80’i ise dünya sağlık harcamalarının %20’sini yapabiliyor. Dünya nüfusunun %20 isi ile %80’i arasındaki uçurum bu denli derin. Türk tekelci burjuva faşist hükümeti ise, 2020 yılı için bütçeden savunmaya (yani savaşa) %12,8 pay ayırdı. Bu işin görünen yanı. Bu pay içinde savaş için harcanan ve de harcanacak olanlar ise bu oranın yarısından fazladır.1

Kapitalist sistemin karakteri, insan sağlığına uygun değil, tersine, onu her yönden bozucu, fiziksel ve ruhsal yapısını tahrip edici ve hasta edici toplumsal ilişkilere sahiptir. İnsanların aç kalması, işsiz kalması, iş bulsa da aldığı ücretle geçinememesi, iş yerindeki baskılar, her gün işten atılma korkusu ve salt geçinmeyi düşünmesi, insan için en sağlıksız ortamdır. Ücretli kölelik sistemin geçerli olduğu ve özgürlükleri hemen hemen bütünüyle elinden alınmış toplumların sağlıklı olması söz konusu olamaz. 

“Dünyanın en zengin 8 kişinin serveti dünya nüfusunun yarısına eşit” ve dünya nüfusunun yarıya yakın bir bölümünün günde 2 ABD dolarının altında “kazandıran” bir toplumsal yapıda, daha insanlığın kendisi için daha büyük tehlike ne olabilir? En tehlikeli virüsün kendisi, bu durumu yaratan kapitalizmin ta kendisidir.

Ya da şöyle soralım: İnsan yaşamı için en büyük virüs kapitalizmden başkası olabilir mi?

SARS, MERS, Ebola, domuz gribi, kuş gribi ve daha adını sayamadığımız diğer hastalık yaratan virüslerin insan ve doğa kırımı ile kapitalizmin insan ve doğa kırımı bir ve aynı kefeye konabilir mi? Birinciler, ikincinin yanında ağıza alınmaz bile. 

Sadece 20 ve 21.yy ele alıp, kapitalist sistemin egemenlik ve kar hırsından kaynaklı savaşlarda öldürülenleri rakamlara vurursak, insanlığın yerleşik düzene geçtiği son 10-12 bin yıllık tarihinde bulaşıcı hastalıktan ölenlerin sayısından çok daha fazladır. Hatta, 1918 yılında ortaya çıkan İspanya Gribi’nden (20 milyon)2 ölenlerin sayısı da bu rakamın içindedir. 

Burada, İspanyol Gribi ile ilgili bir ayrıntıyı –bu ayrıntı-, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki nitelik farkını gösteren bir ayrıntıyı kısaca aktaralım.

İspanya gribi ortaya çıktığında -her zaman olduğu gibi- ölüm, bütün kapitalist ülkelerde daha çok yoksulları yakaladı. Ancak yeni kurulmuş olan SSCB, daha devrimin başında halk sağlığını esas aldığından ve özel mülkiyeti ortadan kaldırıp, eğitimi ve sağlığı parasız yaptığından, bu grip nedeniyle ölenlerin sayısı, gelişmiş emperyalist kapitalist ülkere nazaran çok az oldu. Nedeni, sosyalist bir sağlık sisteminin uygulanmasıydı. 

Kapitalizm virüsü, hayvanlardan ya da başka nedenlerle insanlara bullaşan salgın hastalıkları yok edemediği ve de önlem almadığı için insanların ölümüne neden olurken, kapitalizm aynı zamanda dünyayı, yani yerkürenin ekolojik dengesinide bozmuştur. Kapitalizm kendi krizi yanında bir de iklim krizi, ekolojik dengenin bozulması anlamında bir kriz yaratmıştır. Bu kriz, insanlığı ve diğer canlıların dünyada yaşayamaz hale getirmeye de başlamıştır. Uzak olmayan gelecek bir süreçte, gelecek kuşaklar çok büyük acılar çekecek ve kırımlar yaşayacaktır. Bu günümüz bilim insanlarının ortak öngörüsüdür.

Salgın hastalıkları ve doğanın katliamını bir kenara bırakıp, 21.yy’da kapitalist sistemin çıkardığı savaşlarda ölenleri rakamlara vurrusak, daha korkunç gerçekliklerle karşı karşıya kalırız. Ve virüsün en büyüğü ve tehlikelisi de ortaya çıkar.

Sermayenin, doğaya ve üzerinde yaşayan tüm canlılara verdiği zarar ve yıkım, kendi merkezileşmesi ve büyümesiyle orantılıdır. Bir tarafta sermaye büyürken, öbür yanda ise insan (işçi/emekçi) ve doğa yıkımı büyür.

Yemen’de son üç yılda, beş yaşın altında açlıktan 85 bin çocuk öldü (Save the Children).

Ayrıca, Irak’la ilgili şöyle bir gerçeklikte var: sadece 1990-2009 yılları arasında ambargo, ABD ve diğer emperyalistlerin işgal ve saldırıları sonucu toplamda 6 milyon insan yaşamını yitiriyor. Bu ölülerin yaklaşık iki milyonu, beş yaşın altındaki çocuklar. 2009’dan günümüze kadar ise iki milyonu aşkın savaş nedeniyle bir ölüm gerçekliği var Irak’ta. Suriye, Libya, Yemen, Afganistan’da ve bir çok Afrika ülkesinde süren savaşlarda ölenlerin (öldürülenlerin) sayısı ise belirsizdir. Kapitalizmin yarattığı toplumsal yıkım nedeniyle göç yollarında ölenleri, yitenleri ise buraya eklemek gerekiyor.

Son 20 yıl içinde Ortadoğu’da emperyalist işgal ve savaşlarda ölenlerin sayısı, kapitalizmin, insanlık ve doğa için ne denli tehlikeli bir nasıl bir virüs oluğuna tanıklık eder. 

Virüslerin insanlık sağlığını tehdit eder duruma gelmesi, yine kapitalist sistemin eseridir. Savaşlar, ırkçılık, yoksulluk, işsizlik, göçler, salgın hastalıklar, toplumsal dıştalanmalar, cinsiyetçilik bütünüyle kapitalizmin eseridir. Kapitalizm yaşamaya devam ettiği sürece bu toplumsal olgular gelişerek ve derişnleşerek devam edecektir.

Kapitalizm virüsü yıkılmadan doğa ve insan kurtulamayacaktır: İnsanlık, daha özelde ise işçi sınıfı ve emekçiler bir karar verecek: daha fazla ölüm ve yok olma mı, yoksa kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurarak, insanlıkla beraber gezegenin üzerinde yaşayan diğer canlıları kurtarmak mı? 13.02.2020

1 OECD 35 ülkenin 2018 yılı sağlık harcamalarının oranı yaklaşık 4 bin ABD doları. Türkiye’nin ise aynı yıl için kişi başına sağlık harcaması 1.227 ABD doları. Veriler; www.de.statista.com ‘a ait.

2 İspanyol gribinden ölenlerin sayısı bazı kaynaklarca tahmini olarak 75-100 milyon olarak gösteriliyor. Ölümlerin bu kadar çok olmasının esas nedeni, yine kapitalist sistemin sağlık politikası nedeniyle olmuştur. Kapitalist sistem, halk sağlığını değil, sermayenin büyümesine yönelik bir karaktere sahip olduğu için, bugünde basit hastalıklar nedeniyle binlerce insan ölebiliyor.

6646

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar