Çarşamba Mayıs 1, 2024

Devrimimizin niteliği ve stratejisi üzerine (5.Bölüm)

4-4) “SHSS’NİN TAS’I TA EN BAŞINDAN DEVRE DIŞINDA BIRACAK OLMASI” SORUNU:

Kongre iradesi şu son aktardığımız pasajda TAS’dan ve bununla eş güdümlü bir gerilla savaşından bahsediyor. Elbette böyle olması pekâlâ mümkün. Çünkü Marksizm teorisinde gerilla veya partizan savaşları zaten TAS’nin bir unsuru olarak da öngörülmektedir. Bu bakımdan Kongre iradesinin bunu ifade etmesiyle veya altını çizmesiyle ortaya yeni bir şey sürülmüş olmuyor. Ancak ne var ki Kongre iradesinin ortaya koyduğu SHSS teorisi TAS ile gerilla/partizan savaşları tarzının diyalektiğini böyle kurmryor, tamamen farklı bir içeriğe büründürüyor. Şöyle ki:

Bilinir ki TAS’da kitlelerin silahlı ayaklanması ve bununla eş güdümlü gerilla/partizan savaşı taktikleri stratejinin ancak ki son aşamasında, yani kitlelerin silahlı şiddet unsuruyla fiilen devrime kalkışma evresinde gündeme gelir. Bu, altı çizilmesi gereken önemli özelliklerinden birisidir. İkinci önemli özelliği ise şudur: Anlaşılır olsa gerek ki TAS sadece stratejinin bu son evresinden ibaret değildir/olamaz da. Öncesine tekabül eden ve son evreyi hazırlayan stratejik bir evresi daha vardır. Ve ama TAS’da bu evre USHSS’dekinin tam tersi bir şekilde yaşanır. USHSS’de son evre uzun süreli bir silahlı mücadele zemininde hazırlanırken; TAS’da ise ister illegal (Rusya’da olduğu gibi), ister legal koşullarda olsun, mücadelenin esasen silahlı tarzıyla değil; ‘barışçıl’ denen tarzıyla hazırlanır. Kitlelerin eğitilerek, örgütlendirilerek, partinin inşasını ve keza bir bütün olarak parti örgütlerinin ve kitlelerin silahlı ayaklanmaya ve iktidarı almaya hazırlanmasıyla karakterize olan bir evredir bu evre. Bu da TAS’ın bir diğer ayırt edici temel özelliğidir.

Evet, Marksizm-Leninizm teorisinde TAS öz olarak böyle tanımlanır ve içeriklendirilir. Bunun dışında bir açılım da yoktur. Kongre bilinci şayet TAS’ı yeni ve orijinal bir açılım ve yorumlayışla ele almıyorsa (ki; belgelerinde buna dair belirgin bir emare gözümüze ilişmedi) o halde demek ki bu stratejiyi M-L teorisinin öngörmüş olduğu ve ‘klasik’ biçimi ve esaslarıyla kabule diyordur.

Ve ama Kongre iradesinin SHSS’nin ne olduğu ve nasıl uygulanacağının açılımı olan yukarıya aktardığımız yaklaşımı baz alınacak olursa, rahatlıkla görülecektir ki öngörülen strateji içinde TAS’ın stratejik evrelerinden olan ilk evresinin esamesi daha okunmamaktadır. Mücadele ta en başından itibaren USHSS’nin öngördüğü esaslar üzerinden kurgulanıyor ve sunuluyor. Bu durumda gerilla savaşıyla eş güdümlü TAS ise, USHSS’nin son evresinde öngörülen kızıl ordu güçlerince kırlardan kuşatılmış olan şehirlerde toplu ayaklanmayla karşı-devrime son ölümcül darbeyi vurup, devrimi zaferle taçlandırma aşamasındaki bu ‘toplu ayaklanma’ olmuş oluyor ancak ki!

Evet, SHSS’nin söz konusu açılımları baz alındığında ortaya çıkan şey bunun dışında bir başka olasılığa şans tanımayacak kadar açık ve net. Hal böyle olunca da Kongre iradesinin iki temel bileşenden oluşturduğunu söylediği ve ‘kır-şehir diyalektiği’ olarak da tanımlanabileceğini ifade ettiği SHSS’de, M-L teorisinde bilinen haliyle ‘klasik’ TAS’ın herhangi bir karşılığının olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Aksi iddia edilecekse, o halde MKP, yukarıda aktardığımız görüşlerinden olan, “bu ülkelerdeki siyasal iktidarların ancak küçükten büyüğe doğru bir hat izleyen Halk Savaşı yöntemiyle alaşağı edileceği”, “Bu tür ülkelerde silahlı devrimle, silahlı karşı-devrim başından itibaren çatışma halindedir. Halkların düşmanlarını yenmede kullanacağı esas araçlar ve mücadele biçimi barışçıl değil zor ve silahlı olmak zorundadır” ve “silahlı mücadele başından itibaren stratejik olarak geçerlidir.” Şeklindeki bu belirlemelerine rağmen TAS’ın öngördüğü esaslara dayalı bir mücadelenin ve örgütsel mekanizmaların nasıl hayat hakkı bulabileceğini buyursun ortaya koysun da hep birlikte öğrenmiş olalım.

Tabii şunu peşinen belirtmek isteriz ki; yukarıdaki görüşlerin korunması suretiyle bunun yapılabilme şansı sıfırdır. Çünkü söz konusu bu görüşlerin dayandırıldığı gerekçeler zaten o ülke koşullarında klasik anlamda TAS’a şans tanımadığı için ve keza ülkenin kapitalistleşmesinin ortaya çıkardığı koşullar klasik anlamda USHSS’ne şans tanımadığı için Kongre bilinci ‘yeni’ bir devrim stratejisi teorisi kurmaya mecbur kalmıştır.

Evet, denilebilir ki, en azından, Kongre iradesinin inandığı ve kendisini ikna ettiği şey aynen de budur. Nitekim şöyle dile geliyor bu durum: “Devrimimizin stratejisi, Sosyalist Halk Savaşı Stratejisidir.” SHSS, ‘yarı-sömürge/yarı feodal toplumsal sistemlerde geçerli olan Halk Savaşı Stratejisinden farklıdır.”, “Yani Demokratik Cumhuriyet programı aşaması yerini Sosyalist Devrim aşamasına bırakmıştır.” Bu aşamayla, “Halk Savaşı Stratejisi yerini Sosyalist Devrim (Program) modeline ve buna uygun olarak gerilla savaşı ile toplu ayaklanma biçimlerinin yeni tipte birliği ve özgün devrim stratejisi olan sosyalist Halk Savaşı stratejisine bırakmıştır.”, “Bu bakımdan SHSS, klasik sosyalist devrim stratejisi olan toplu ayaklanma stratejisinden de farklıdır.”1

Tabii burada bariz olan şey, Kongre iradesinin düşünüş sistematiğini ve düşünce bütünlüğünü esasen o eski basma kalıp ezberlerinin yönlendiriyor ve belirliyor olmasıdır. Muhtemelen şöylesi bir arka plan söz konusudur: “Tamam, ülke kapitalist olmuştur olmasına da ama bu dönüşüm bir burjuva demokratik devrimiyle olmadı. Dolayısıyla üst yapı kurumları ve emperyalizme bağımlılık ilişkileri o eski karakterleriyle var olmaya devam ediyor. Böyle olunca da devrim ile karşı-devrim arasındaki ilişki de hâlâ o eski tarzını korumaya devam ediyor. Demek ki tek başına ülkenin kapitalist iktisada sahip olması, klasik anlamda sosyalist devrimin stratejisi olan toplu ayaklanma stratejisinin uygulanabilir olmasına gerekli zemini sunmaya yeterli gelmiyor. Esas mücadele alanları ve temel güç unsurlarında değişikliklerin ortaya çıkması bir olguysa da; faşizm ve emperyalizm olgusunun yerli yerinde durduğu da bir olgudur. Bu iki olgu var oldukça da devrim ile karşı-devrim ta en başından silahlı olarak karşı karşıyadır demektir. Ve bu koşullarda da faşizm ve emperyalizmin üstesinden gelebilmek için kaçınılmaz olarak esas mücadele, uzun süreli halk savaşı stratejisinin temel mantığı üzerinden kurgulanarak şehir ve kırlarda birlikte/koordineli bir şekilde yürütülmek zorundadır. Bunun başka bir alternatifi yok.”

Tırnak içine alarak ifade ettiğimiz bu görüşler elbette sadece bizim öznel bir yorumumuzdan ibarettir. Ve ama kuvvetle olasıdır ki Kongre bilincinin yeni devrim stratejisi ihtiyacı işte böylesi bir zihinsel arka plana dayanıyor olsa gerek.

Arka planı artık her ne ise bunun çok da tayin edici bir önemi yok aslında. Çünkü bütün bu argümanlar esasen varsayılanlardır ve teori de bunlar üzerine bina edilmektedir. Ancak bunların gerçeklikleri ve gerçekliklerinin boyutu ve keza ele alınış ve yorumlanışlarındaki isabet ve doğruluk dereceleri bakımından tartışma götürür şeyledir.

4-5) “DEVRİM PROGRAMI İLE DEVRİM STRATEJİSİ ARASINDAKİ NEDEN-SONUÇ İLİŞKİSİ” SORUNU:

Mesela ülkede kapitalizmin hakim hale gelmesiyle demokratik devrimin gündemden düşmesi ve keza sosyalist devrime geçmek için bir ara aşama olarak yeni demokratik cumhuriyete gereksinimin kalmamış olması pekâlâ nesnel veri ve olgularla saptanabilir bir değerlendirme iken; sosyalist devrim aşamasına geçilmesiyle birlikte “Halk Savaşı Stratejisi’nin yerini otomatikman ‘buna uygun olarak gerilla savaşı ile toplu ayaklanma biçimlerinin yeni tipte birliği ve özgün devrim stratejisi olan Sosyalist Halk Savaşı Stratejisine bırakmıştır.” Şeklindeki bu kesin/kararlı hükmü kendiliğinden dayatan/zorunlu kılan ne türden nesnel-olgusal gereklilikler söz konusunu olabilir acaba?!!! Dikkat edilirse güçlü bir olasılık olarak, ‘bırakır’ da denmiyor. Yeni demokratik devrim programının yerini sosyalist devrim programının almış olmasıyla birlikte, devrim stratejisi de bu değişime bağlı olarak , otomatikmen bu yeni biçimi almış oluyor!..

Yani demek oluyor ki Kongre iradesi devrim programı ile devrim stratejisi arasında böylesi bir zorunlu neden-sonuç ilişkisi kuruyor. Hadi diyelim ki bir şekilde bunun makul bir izahatını yapması da mümkün olsun. İyi de yeni demokrasi programının yerini sosyalist devrim programının almasıyla, USHSS’nin yerini otomatikman “gerilla savaşı ile toplu ayaklanma biçimlerinin yeni tipte birliği”yle oluşacak yeni bir! “özgün devrim stratejisi”ne bırakacağının nasıl bir izahatı yapılabilir acaba? Nedir bu kendiliğinden zorunlu sonucu doğuracak olan esaslı NEDEN?

Kongre iradesi, yerini buna ‘bırakmıştır’ derken, hangi neden-sonuç ilişkisini baz alarak buna hükmetmiştir acaba? Şunu açık ve net bir şekilde belirtmek gerekiyor ki; somut nesnel olgular üzerinden kurulabilen bir neden-sonuç ilişkisinin olmadığı yerde, açıktır ki, genel olarak mücadele biçimleri ve özel olarak da devrim stratejisi kişi veya kurumların öznel düşün dünyalarında, yani amiyane tabiriyle kafalarında kurguladıkları senaryolardan başka bir şey olmamış olur bu. 3.Kongre iradesinin bu sonuca, yukarda özetle verdiğimiz ön kabulleriyle vardığı kuvvetle muhtemeldir; çünkü başka türlü SHSS dedikleri ve ama aslında USHSS’nin temel mantığı üzerinden şekillenen ve esasen de bunun zorlama da bir uyarlaması olan bir devrim stratejisinin gerekliliği sonucuna varabilmeleri pek de olası gözükmüyor.

4-6) DEVRİM STRATEJİSİNİN TAYİNİNDE EMPERYALİZM VE FAŞİZMİN YERİ” SORUNU:

“Ülke kapitalizmin hakimiyetine girmekle sosyalist devrime zemin sunuyorsa da ama kapitalist Türkiye’nin dış ilişkilerinde emperyalizmin yarı-sömürgesi olması ve keza içte de burjuva demokrasinin olmayışından ötürü devrimin toplu ayaklanma stratejisiyle gerçekleşmesine zemin sunmamaktadır. O halde bize yeni bir devrim stratejisi gerekiyor” şeklinde bir düşünce yürütümüdür SHH dedikleri ‘yeni ‘devrim stratejisini icat ettiren.Ve ama bu düşünce sistematiğiyle emperyalizm ve faşizm etmenleri üzerinden ulaşılan bu sonuç, aslında hiç de sorunu tartışılır olmaktan ve öznelci bir yaklaşım özelliği taşımaktan kurtarmıyor. Çünkü emperyalizm veya koyu-kudurgan gericilik ve baskıcı zorbalık koşullarının hakimiyeti ise esasen devrim mücadelesinin ve örgütlenmesinin legal imkanlarının olmaması veya sınırlı/oldukça kısıtlı olması bağlamıyla, tartışılan konunun kapsamına girerler ancak ki.

Yani bu iki etmen asla tek başına devrim stratejisinin bir bütün belirleyeni olamaz. Hele ki emperyalizm olgusu fiili askeri işgal şeklinde söz konusu değilse, yani devrim güçleri doğrudan emperyalist güçlerle silahlı olarak karşı karşıya değillerse, ülkenin yarı-sömürgeliğini devrim ile karşı-devrimin ta en başından silahlı olarak karşı karşıya olmak zorunda olduğunun gerekçesi saymak; gerçekçi değil, zorlama bir yaklaşım örneği olabilir ancak ki. Bu gerekçe dün, esas mücadele alanlarının neden kırsal alanlar olması gerektiğinin başlıca gerekçeleri arasında gösterilip, ısrarla da savunulurken; ülkenin emperyalizmle ilişki karakterinin bugün de yarı-sömürge olarak değerlendirilmeye devam edildiği halde (ki, Kongre bu ilişkinin daha da koyulaştığı görüşündeyken), esas mücadele alanları pekâlâ şehirler olarak ilan edilebiliyor.

Demek ki esas mücadele alanların, yani devrimci güçlerin esas üslenim alanlarını belirleyen esas etmenlerden biri hiç de yarı-sömürgelik pozisyonundan ötürü emperyalist güçlerin (yerli işbirlikçileri üzerinden de olsa) yığınak ve denetimlerinin şehirlerde çok daha fazla olmasından değildi. Neydi peki esas belirleyici etmen? Devrim güçlerinin şehirlerde kırlara oranla çok çok daha zayıf olmasıydı. Bugün şehirler esas mücadele alanları olarak öne çıktıysa, bunun temel belirleyen unsuru, (emperyalizm olgusu da dahil olmak üzere) karşı-devrim güçlerinin şehirlerde eski güçlü konumlarını yitirmiş olmaları değil (ki, aslında teknik donanımları, eğitimleri ve yığınak kapasiteleriyle mislince daha güçlü pozisyondadırlar.), devrim güçlerinin şehirlere yığılıp, burada kırsala oranla çok daha güçlü hale gelmiş olmasıdır. Yani özetle devrimin temel gücünün en büyük bileşeninin bugün artık şehirlerde bulunuyor olmasıdır belirleyici esas etmen.

Keza nasıl ki emperyalizmin dolaylı varlığı ta başından itibaren onunla bir silahlı çatışma içinde olmayı zorunlu bir gereklilik olarak kendiliğinden koşullamıyorsa; aynı şekilde ülke siyasi rejiminin faşist diktatörlük veya koyu gericilik ve baskı rejimi alması da devrim ile karşı-devrim güçlerini bir iç savaş tarzında ta en başından itibaren silahlı olarak karşı karşıya getirmeyi ve mücadeleyi USHSS mantığıyla ele alıp yürütmeyi zorunlu bir gereklilik olarak kendiliğinden koşullamaz. Fakat daha başka koşul ve etmenlerle birlikte bu etmenlerin varlığı da mücadelenin ta en başından silahlı tarzda örgütlenmesini ve yürütülmesine pekâlâ nesnel zemin oluşturabilir. Nitekim Peru, Kolombiya, Nepal, Hindistan, Filipinler ve Türkiye Kürdistan’ı gibi pek çok isabetli örneği nezdinde bu tarza tanıklık etmek mümkün.

Belirttiğimiz bu husus, önemle ayrımında olunması gereken bir noktadır. Oysa biz bunu Kaypakkaya’dan bu yana tek başına zorunlu bir nesnel gereklilikmiş gibi addedip sunduk. Zorunlu, nesnel gerekliliklerin kendiliğinden koşulladığı bir durum olmadığı, Bolşeviklerin iki devrim pratiğiyle alenen ortadayken; nedense bu olguyu mütemadiyen es geçtik. Bugünün ‘Türkiye’ koşullarının Çarlık despotizmi altındaki Rusya’nın koyu gericilik ve karşı-devrimci zorbalığın koşullarından daha kötü olduğu söylenmeyecekse şayet; o halde demek ki faşizan sistem veya koyu gericilik ve baskıcı koşular devrimin toplu ayaklanma stratejisi uyarınca örgütlene ve gerçekleşebilmesini, en azından teorik olarak, imkânsız kılmıyor olsa gerek. Yani bir başka ifadeyle de tekrarlamak gerekirse, demek ki bu türden koşullar hiç de ‘siyasal iktidarların ancak küçükten büyüğe doğru bir hat izleyen halk savaşı yöntemiyle alaşağı edileceği’ni zorunlu bir gereklilik olarak kendiliğinden koşullamıyor olsa gerek.

4-7) “DEVRİM İLE KARŞI-DEVRİMİN TA BAŞINDAN İTİBAREN SİLAHLI OLARAK KARŞI KARŞIYA OLMASI” VE “DEVRİMCİ DURUMUN SÜREKLİLİĞİ” SORUNU:

Ve bu iki unsurun varlığı aslında hiç de devrim ile karşı-devrimin ta başından itibaren silahlı olarak karşı karşıya gelmek zorunda oldukları anlamına gelmez. Çünkü karşı-devrim güçleri zaten devrimci hareketleri/ faaliyetleri ta en başından itibaren, silah dahil, her türlü zor ve baskı aracını kullanarak bertaraf etmek ister. Ama bu olgu, devrim güçlerini, devrimin TAS ile gerçekleşebileceği koşullarda hiç de ta en başından itibaren (tıpkı ’68 süreci sonrası 1970’li yıllarda Almanya, İtalya, Japonya vb. kapitalist metropollerde ortay çıkan ideolojik akımların denemeye çalıştıkları tarzda) silahlı mücadeleyi ve silahlı örgütlenmeyi esas alınmasını zorunlu bir gereklilik olarak koşullamaz. Devrimci durum, silahlı zor yoluyla karşı-devrimi alaşağı etme safhasına geçmeye olanak sunmadıkça, silahlı mücadele tarzı esas mücadele biçimi olarak öne alınamaz, uygulamaya konamaz. Çünkü bu, öngörülen devrim stratejisinin, mevut güç dengelerinin ve genel ortamın ruhuna aykırı ‘sol’ bir taktik ve yönelim olur ki; devrim güçlerinin ezilmesine, darbelenmesine ve birçok mevzisini de yitirmesine hizmet eder. İşte tamamen bundan ötürüdür Lenin’in o meşhur sözü: İç savaşla oynanmaz!...

4-8) “TAS VE USHSS’Yİ ÖNE ÇIKARAN ESAS OLGULAR” SORUNU:

Genel koşulların legal çalışmaya olanak tanımaması, TAS’ın geçersizliğinin ve de USHSS mantığıyla silahlı mücadeleyi esas mücadele tarzı olarak belirlemenin haklı gerekçesi olamaz. Çünkü TAS, Bolşeviklerin pratiğinde ve keza USHSS’nin uygulandığı ülkelerin şehirlerinde yürütülen faaliyetlerin pratiğinde de görüldüğü üzere, pekâlâ ağır illegalite koşullarında da başarıyla sürdürülebilir bir stratejidir. Kaldı ki bugün açısından ele alındığında da koşulların legal mücadele olanakları bakımından hiç de yabana atılır türden olmadığı açıktır. Komünist Parti örgütlenmesi dahil, her türden demokratik kitle örgütlülüklerinin, koperatif, sendika, oda ve birliklerin, dernek ve vakıfların, çeşitli kültür-sanat merkezlerinin, yayın evlerinin, dergi, gazete yayınlarının, radyo ve tv kanallarının ve keza yerel yönetimler aygıtlarının kurulmaları ve faaliyet gösterebilmeleri ve keza parlamentodan ‘bir kürsü’ olarak yararlanabilmenin vs. vs.’nin olanakları bir şekilde pekâlâ mevcuttur. Evet belki kısıtlıdır, bin bir baskı altındadır, ama yine de mevcuttur. Sistem bunlara bir şekilde yasal ve anayasal mevzuatında yer vermek zorunda kalmıştır. Ve neticede bütün bunlar işçilerle, köylülerle, öğretmen ve öğrencilerle, kadınlarla, gençliğin ve bilumum emekçi kesimlerle bağ kurmanın, onları çeşitli örgütsel mekanizmalar üzerinden örgütlemenin, eğitip donatmanın ve de seferber etmenin en elverişli araç ve olanaklarıysa, bunları yok saymanın, daha da önemlisi tepmenin, illegal çalışmanın o zorunlu dar ve kısıtlı alan ve olanaklarına, hiç de gereği yokken, kendini ‘hapsetme’nin devrim mücadelesi açısından nasıl bir izahatı olabilir acaba? Bilinmez mi ki illegal seçenekler varken, buna rağmen yapılabilen bir tercih değil, legal çalışma olanaklarının olmamasının (veya kayda değer derecede olmamasının) getirdiği bir zorunluluktur. Geniş kitleleri örgütleyebilmenin, onlarla bağ kurabilmenin, eğitip seferber edebilmenin olanaklarının bulunduğu koşullarda bunlardan sonuna kadar en iyi bir şekilde yararlanmamak, bunları tepip illegal kitle mücadelesi ve örgütlülüğü tercihlerini esas almak, hiç kuşku yok ki bunun literatürümüzdeki karşılığı ‘sol’culuktur. ‘Sol’ sekter bir hat izlemektedir. Mücadele biçim ve araçlarının, öznel dünyamızdaki kurgularımız üzerinden belirleme keyfiyetidir.

4-9) “DEVRİMCİLİĞİN KRİTERLERİ” SORUNU:

Burada devrimciliğin legal mücadele ve örgütlülüklerin esas alınıp alınmaması kriteri üzerinden sorgulanması ve keza TAS’ın, revizyonist barışçıl, parlamentarist ve evrimci geçiş tezlerine indirgenmesi ve de devrimciliğin illegal çalışma ve silahlı mücadele tarzlarının önde tutulmasıyla özdeşleştirilmesi, açıktır ki hem ciddi bir deformasyondur ve hem de alasından ‘sol’ sekterizmdir. Kaldı ki hem gelişkin kapitalist ülkelerde bu tarz devrimciliği deneyleyen Kızıl Tugaylar, Kızılordu ve RAF gibi devrimciliklerinden şüphe duyulmayacak anlayış ve oluşumların kitlelerden kopuk bir avuç ‘profesyonel devrimci’ insan grubunun ‘düzeni değiştirme’ sevdasının ötesine varamamış olması tecrübeyle sabittir ve hem de biliyoruz ki silahlı mücadele tarzı şeklinde yürüyen her mücadele de tek başın devrimci olabilme özelliği kazandırmıyor. Nitekim silahlı mücadele tarzını bir taktik olarak önceleyen ve ama program ve hedefiyle sistem dışına çıkmadıklarından pekâlâ da “reformist hareketler’ olma özelliği taşıyan bir yığın örnek mevcut. Hal böyle olunca da Kongre iradesinin gerek silahlı mücadele ve örgütlere gerek devrimciliğe atfettiği anlam ve önem ve gerek TAS’ı Leninist devrimci öz ve tarzıyla değil de her türden sınıf uzlaşmacı akım ve siyasetlerin parlamentarist-evrimci reformist ve revizyonistlerin soktuğu öz ve tarz üzerinden ele alan yaklaşımları son derece yanlış ve kusurlu yaklaşımlardır.

Bilinmelidir ki tavır ve yaklaşımlara özelliğini veren esas şey, biçimi değil özüdür. Silahlı mücadele yürütülen bir yapı biçim olarak tartışmasız bir şekilde devrimci payesi alabilir; ancak varılacak hedefleri şayet sistem içi hedeflerden ibaretse; köklü-radikal bir alt-üst oluşu hedefine oturtmuyorsa, yürütülmekte olan silahlı mücadele söz konusu yapıyı ve anlayışı özü itibariyle asla devrimci kılmaz. Aynı şekilde mevcut konjonktürde kitleleri barışçıl, yani silahlı mücadele tarzında olmayan mücadele biçim ve araçlarıyla örgütleyip, eğiten onları her vesileyle ve her durumda sistemin icraatları karşısında kararlıca yürütülen bir mücadelecilik hattında tutan, her fırsatta devrim güçlerinin kazanımlarını arttıran, yeni yeni mevziler elde etmesini , karşı-devrimin ise habire geriletilmesini, darbelenip hırpalanmasını, mevziler yitirmesini, geri kitleler nazarındaki itibar ve meşruiyetini yitirmesini hedefleyen bir mücadelecilik hattına sokabilen ve bütün bunlar kitlelerin silahlı ayaklanmayla iktidarı devirme ana hedefine varmada izlenmesi gereken yolun gerekli hamleleri bilinciyle ele alıyorsa; ve kitlelerin bulunduğu her bir çalışma alanı, küçük küçük ‘kızıl siyasi üsler’ oluşturma hedefiyle örgütlenip kazanılıyorsa; buralar bir nevi gayri resmi ve ama meşru özerk bölgeler haline getiriliyorsa; evet işte bütün bunları ‘kurtarılmış alanlar yaratma’ prensibinin mevcut koşullardaki üzgün ve özel biçimleri alarak ele alınıp hayat verilebiliyorsa; yani ezberler ve mekanik kalıpsal ele alışlar bozulup aşılıyor ve Sovyetler esasına dayalı Ekim Devrimi’nin gelişim yolunun bütün bunları içerdiğinin bilinci hakim kılınıyorsa; bugün Ortadoğu ve Kuzey Afrika topraklarında, Mezopotamya coğrafyasında yaşananlardan doğru dersler çıkarılarak ta bugünün koşullarında ‘kızıl siyasi üsler’ ve ‘kurtarılmış alanlar’ yaratarak iktidarı bir nevi ve ama farklı tarzada, ‘parça parça zapt etme’nin yol ve biçiminin esastan farklılaşmış olduğu ve bugünün ‘kızıl siyasi üsleri’ ve ‘kurtarılmış alanları’ artık karşı-devrim kalesinin dış hatlarında, ucra cephelerinde kalan nispeten en korunaksız, en zayıf alanlarında değil de, tam aksine kalenin doğrudan göbeğinde, onu bir bakıma içten kuşatıp çökertecek hale getirecek şekilde ele alınıyorsa, vs. vs. işte bu evre boyunca isterse hiç silahlı çatışmalar yaşanmamış olsun, bu güzergah yine de en alasından devrimci bir öz taşıyor olacaktır.

4-10) “KİTLELERİN, PARTİNİN VE DEVRİMİN ASKERİ GÜCÜNÜN ÖRGÜTLENMESİNDE TAS VE USHSS’NIN ARZETTİĞİ ÖZGÜNLÜKLER” SORUNU:

Ve keza TAS’da kesin kes ayrıştırılması gereken iki farklı örgütlülük söz konusudur. Bunlardan birincisi kitlelerin, ikincisi ise Komünist Parti ve devrimin askeri gücünün örgütlenmesidir. Kitlelerin örgütlenmesi legal imkanlar el veriyorsa, bu olanakları en iyi şekilde ve sonuna kadar kullanarak, başta devrimin öncü ve temel gücünü oluşturan sınıfı ve temel müttefiki toplumsal katmanları olmak üzere, tüm emekçi kesimleri TAS ile devrimi gerçekleştirme amacına uygun olarak örgütleyip eğitmek şeklinde; yok şayet legal imkanlar esasen buna olanak sunmuyorsa, bu kez de kısıtlı legal olanakları da kullanmak suretiyle, kitleleri esasen yarı-legal ve illegal mekanizmalar üzerinden aynı hedef doğrultusunda devrim gerçekleştirecek devasa bir ‘gizli ordu’ olarak örgütleyip, eğitip donatmak şeklinde olacakken;

Komünist parti ve derimin askeri gücünün örgütlenmesi sorunu ise; legal olanakların varlığı veya sınırlılığına bağlı olmaksızın, ta en başından itibaren illegal esaslar üzerinden ele alınması gereken, devrimin stratejik öneme sahip iki ana sorunudur.

Bunlar devrimin kesintiye uğratılmaksızın örgütlenmesinde ve başarıyla yürütülüp zafere ulaştırılmasında kilit unsurlardır. Partinin Bolşevik tarzda örgütlenmesi modelinin bugün de günün koşularına uyarlı ‘illegalite esasları’ üzerinden örgütlenerek devrimin kurmay heyeti görevini yerine getirebileceğini öngörmek pekâlâ mümkün. Aksini düşünmeyi gerekli kılacak haklı gerekçelerin olduğu kanaatinde değiliz. Sorunun püf noktası devrimin kurmay heyetinin devrimin her aşamasında kitlelere önderlik ve devrimi başarıyla yürütme görevini layıkıyla yerine getirebilmesidir. Mevcut şartlarda buna hangi modeli daha fazla şans tanıyor olacaksa, komünistler açısından o model ve tarzı benimsemek asla sorun olmaz/olmamalıdır da. Burada şunu da net bir biçimde ayrıştırarak ifade etmek gerekiyor ki; devrimin ve sınıfın kurmay heyeti olarak komünist partinin illegal olması ile, kitleleri örgütlemenin ve mücadelenin legal olanaklarını sonuna kadar en geniş bir yelpazede kullanmanın bir aracı olarak legal parti aracından da yararlanmak,asla birbirinin tezat-ı şeyler değildir.

Devrimin askeri gücünün örgütlenmesi sorunu, kuşku yok ki devrimin başarıya ulaştırılmasında tayin edici bir diğer stratejik unsurdur. Bu bakımdan sorunu, sorunun bu stratejik önemine uygun bir anlayışla ele alınıp çözüme kavuşturulması da bir o kadar önem arzeder.

Ve tabi bilmek lazım gelir ki devrimin askeri gücünün örgütlenmesi sorunu, öngörülen devrim stratejisine göre farklılıklar arzeder. USHSS’inde farklı, TAS’da farklı olmak durumundadır. İlki üzerinde burada öyle uzun boylu bir şeyler söylemeye gerek yok herhalde. Kısaca şunları dile getirmek yeterli olacaktır. Bu stratejide devrim şayet ta en başından, Çin’de olduğu gibi, köylülerin silahlı başkaldırısı şeklinde başlamamışsa, komünist Partinin ileri kitleler içerisinden oluşturacağı küçük yaygın gerilla güçlerinin başlatacağı silahlı mücadele içinde küçükten büyüğe doğru adım adım ilerleyen bir seyir izliyor olacağından; devrimin askeri gücünün örgütlenmesi sorununun çözümü de haliyle zaten bu fiili sıcak savaşın seyrine koşut olarak şekilleniyor olacaktır. Nitekim Çin’deki şekli dışında, örneğin Vietnam’da, Hindistan’da, Filipinler’de, Küba’da, Nikaragua’da, Kolombiya’da, Peru’da, Nepal’de, Kürdistan’da vb bu her bir örneğin somutunda da devrimin askeri gücünün örgütlenmesi sorununun çözümü bir fiil savaşın seyrine koşut olarak şekillenip gelişen bir tarz ile mümkün olabilmiştir.

(Türkiye ve Kuzey Kürdistan somutunda devrimin askeri gücünü ta en başından silahlı mücadele içinde örgütlemeye çalışan Pkk dışında başka devrimci güçler de olmuştur kuşkusuz ve hâlâ da vardır elbet. Ki bunların başında 1970’lerde TKP-ML, THKO ve THKP/C gelir. Ve ardılları siyasi oluşumlar ‘70’lerde başlatılan bu hamleyi şehirler ve kırsal kesimler üzerinden devam ettirmişlerse de, ancak gelinen aşamada bir kısmı şehirlerde ve bir kısmı da kırsal kesimlerde hâlâ cüzi miktarlarda bir askeri güç sahibiyse de,, fakat açıktır ki bu, konu ettiğimiz devrimin askeri gücünün örgütlenmesi sorununun çözümünü bulduğu anlamına gelmemektedir. Elbette bu tablonun objektif ve sübjektif nedenleri-niçinleri illa ki vardır ve bunlar ciddiyetle sorgulanmak zorundadır da. Ancak her halükârda şu açık ki, Komünist devrimciler Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da silahlı mücadeleyi ve devrimin askeri gücünün örgütlenmesi sorununu ele alışta hem savaşın yeşerip gelişeceği asıl zeminin tayinin de ve hem de savaşın örgütlenip yürütülmesi siyasetinde ciddi kusurlar sergilemeye gelmişlerdir. Böyle olduğu için de örneğin Kuzey Kürdistan’da PKK’nın başlatıp önderlik ettiği gerilla savaşı hem bir kitle tabanı üzerine oturarak kitleselleşebilme kabiliyeti edinebilmiş ve hem de savaşı hatırı sayılır bir düzeyde geliştirebilmesi mümkün olabilmişken; ama öte yandan Kaypakkaya’nın ardılı yapılar hem savaşı Kürdistan’da Dersim dışına taşıyıp yayamamış, hem savaşı kitleselleştirmeyip, cuzimiktardaki bir gerilla gücünün ötesine varamamış ve hem de, haliyle, savaşı geliştirip ileri boyutlara vardırması pek de mümkün olamamıştır. İşte kimileri bu tabloya bakarak Kaypakkaya ve ardıllarının ‘öncü savaşı’ anlayışla hareket eden, kitlelerden kopuk fokocular benzeri bir gerçekliğe sahip olduğuna hükmedebiliyor. Bunların kimisine göre Çin’deki gibi kitlelerin başlattığı bir savaş durumu yoksa, Komünistlerin küçük profesyonel güçlerle ‘kitleler adına’ savaş başlatılması yaklaşımı zaten fokoculuğun/öncü savaş anlayışının daniskasıdır. Ve ama ilginçtir böyle buyuran bu kesimlerin hemen hemen tümü de en başta PKK’nin önderlik ettiği savaşın ve keza Nepal’de, Peru’da, Filipinler’de, Kolombiya’da, Hindistan’da ve daha pek çok yerde savaşın kıvılcımı bir fiil devrimci öncüler tarafından çakılmış ve uzun sabırlı çetin mücadeleler ve ısrarlı sürdürme gayretleri sonucu savaş kendi gerçek kitle tabanıyla buluşup bütünleşmesinin mümkün olabildiği gerçeğini de nedense es geçebiliyorlar. Neyse biz burada sorunun bu boyutunun tartışılmasını fazla da öne çıkarmadan, tekrardan esas mevzumuza dönüp, ara verdiğimiz yerden devam edelim.

4.11. “DEVRİMİN ASKERİ GÜCÜNÜN ÖRGÜTLENMESİNDE USHSS’NİN ÖNGÖRMÜŞ OLDUĞU TARZIN TAS’A UYARLANMASI” SORUNU:

Devrimin askeri gücünün örgütlenmesi sorununun çözümü, USHSS’inde, genel kaba hatlarıyla işte böylesi bir perspektifle ele alınırken; biraz bozuma uğratılmış haliyle de olsa, aynı tarzın TAS’da da geçerli olabileceğini öngörmek, her haldeki pek gerçekçi bir yaklaşım olmasa gerek.

Neden böyle diyoruz? Çünkü her şeyden önce TAS’nin gelişim evrimi USHSS’nin gelişim evriminden farklı bir seyir izler. USHSS’in de savaşın kitlelerin silahlı toplu ayaklanmasıyla finale vardırılması süreci bir fiil sıcak silahlı mücadele içinde örgütleniyorken; TAS’da kitlelerin bu finale hazırlanması süreci esasen sıcak silahlı yani fiili askeri mücadele olmayan bir mücadele tarzıyla, bir başka ifadeyle ve literatürümüzdeki karşılığıyla, ‘barışçıl’ koşullarda tamamlanıyor olacaktır. Keza USHSS’inde devrimin askeri gücü bir fiil savaşan bir güç olarak, ana gövdesiyle kırsal alanlarda üsleniyor olacakken; TAS’nin özellikle esas mücadele alanı olan şehirlerde barışçıl mücadele evresi devam ettiği sürece böylesine açıktan askeri bir güç olarak varlık göstermesi hem mümkün olmaz ve hem de zaten böylesi bir askeri gücün varlığının o evre itibariyle herhangi bir gerekliliği de olmayacaktır. Hani sıklıkla tekrarlar ve deriz ya; her şeyin varlık gerekçesi somut gereklilikler ve ihtiyaçlardır, diye. Bu da tam da öyle bir şeydir işte. Gerekliliği oluşmamış (veya ortadan kalmış) şeyler ya ta en başında varolma şansına sahip olmazlar, ya da bir süre sonra kaçınılmaz bir şekilde marjinalize olarak yavaş yavaş kendilerini tüketmiş olurlar.

İşte devrimin askeri gücünün örgütlenmesi sorununun USHSS tarzınca öngörülen çözüm şeklinin TAS zeminindeki geçerlilik şansı, nesnel koşulların bir ihtiyacı olarak ortaya çıkmamış veya yaşayabilmesine imkân tanıyacak koşullara sahip olmayan şeylerin yaşayabilme şansı kadar olabilir ancak ki.

Bu bağlamda MKP III. Kongre bilincinin devrimin askeri gücü sorununun Türkiye ayağına ilişkin olarak öngördüğü çözüm tarzının varlık gerekçesini nesnel koşullar üzerinden izah edebilmesi pek olası değil gibi. Evet, devrim stratejilerini her ne kadar da doğrudan TAS olarak tanımlamasalar da ve keza her ne kadar da aslında USHSS mantığınca bir mücadele hattı izleyeceklerini ileri sürüyorlarsa da ancak her halükârda esas mücadele alanları olarak belirlemiş oldukları kentlerde hem öngördükleri tarzda bir silahlı mücadeleyi ve hem de yine öngördükleri tarzda bir askeri gücü örgütleyip var kılmaları pek mümkün olamayacaktır.

Elbette bir askeri güçleri olabilecektir ve keza silahlı eylemler de gerçekleştirebileceklerdir; fakat bu en nihayetinde, bugünün DHKP’C’si, ya da dünün birçok devrimci yapılanmasının şehirlerdeki askeri örgütlülüğü ve silahlı mücadele tarz ve kapasitesinden pek de farkı olmayacak/olamayacaktır.

Kongre iradesinin; “silahlı mücadele esas mücadele tarzımız olacaktır”, “parti örgütlenmesi dışında, diğer örgütlenmeler içinde askeri örgütlenme esas olacaktır.” Derken kast ettiği esas meramı, bir üst paragraftaki durum vari bir şeyse, buna bir diyeceğimiz yok. Ama yok şayet devrimin, her ne kadar da gerilla savaşıyla eş güdümlü yürütülecek dense de, nihayetinde TAS yoluyla kitlelerin silahlı ayaklanmasıyla olacağını öngörüyorlarsa; o halde, “Emperyalizm ve komprador tekelci kapitalist faşist diktatörlüğün bekçiliği görevi ile şartlandırılmış ve ırkçı, şoven ideolojilerle donatılmış faşist Türk egemenler ordusu, halklar üzerinden baskı aygıtlarının silahlı kurumları Sosyal Halk savaşı boyunca halkın silahlı kuvvetleri tarafından parça parça imha edilip yok edilirken, yine halkın devrimci ordusu da küçükten büyüğe doğru adım adım bu savaş içinde inşa edilecektir.”2 ya da; “(…) Halk ordusu, şehirlerde silahlı halk ayaklanması perspektifine bağlı kalarak, küçükten büyüğe doğru halkın silahlı güçlerinin inşa edilmesidir. (…)”3vari, şehirlerde USHSS’nin gerek silahlı mücadele ve gerekse devrimin askeri gücünün fiili bir ordu örgütlenmesi tarzının herhangi bir geçerliğinin olamayacağının da görülüp kabule dilmesi dışında pek bir şansının olmadığı açıktır diye düşünmekteyiz.

Evet, elbette şurada hem fikiriz: Toplu Ayaklanma Stratejisi’nde de devrimin askeri gücünün koşullara koşut olarak ta en başından itibaren peyderpey oluşturulmasının hedeflenmesi ilkesel ve stratejik önemdedir. Çünkü devrim asla ısmarlanarak/sipariş edilerek gelen bir şey değildir. Ne zaman kapıya dayanacağı ve patlayacağını iradi olarak önceden belirlemek mümkün olamayacaktır. Ve devrim, mevcut koşullarda devam ettiği müddetçe, mutlak surette silahlı zor yoluna gereksinim duyacaktır. Bu da kitlelerin silahlı kalkışması ve gerilla/partizan savaşları eş güdümlü bir muhaberenin yaşanacak olması demektedir. İşte bundan ötürü bu devrimin hem öncü ve motor askeri gücünün ve hem de en azından asgari teknik hazırlıklarının olmasını şart koşar. Kitleler zaten ancak ki bu öncü ve motor profesyonel devrimci güçlerin yol açtığı etkili vuruşları ve filli yönlendirmeleriyle nitelikli bir devrimci güç vasfı kazanabilir. Aksi halde, pek çok örneğinde yaşanıp görüldüğü gibi ya ezilir ya reformize olur ya da öne çıkan başka güçlerin dümenine girerek hedef yitimine uğrar. İşte bütün bu nedenlerden ötürü de Komünist Parti ta en başından olmak üzere, tıpkı devrimin asıl ordusu kitlileri örgütleyip eğitmek suretiyle nasıl hazırlıyorsa devrime; ve bunu başaramadan devrimin gerçekleştirilmesi nasıl ki imkansızsa, işte bu aynı şekilde devrimin asıl ordusu kitlelerin silahlı ayaklanma anı gelip çattığında, devrimin gerçek manada silahlı-külahlı ordusu fonksiyonu oynayabilmesi için Komünist Partisi ta en başından devrimin temel gücünü (ve de temel ittifakını) oluşturan işçi ve yoksul köylülerin örgütlenip disiplini altına aldığı en ileri kesimleri üzerinden devrimin çekirdek-motor askeri gücünü örgütlemeyi ve eğitip donatmayı temel bir politika ve görev olarak benimsemek zorundadır. İleri işçi ve köylüleri, bunların özellikle de genç kadın ve erkeklerini kırsalda ve şehirlerde, yani doğrudan kendi yaşam ve üretim alanlarında, bir nevi milis güçleri vari ve keza yerel-yerleşik öz savunma güçleri vari silahlandırmak, bunları teknik ve teorik askeri eğitimlerden geçirmek, keza partinin çeşitli kademelerindeki kadın-erkek üye ve kadrolarını ‘askeri kadrolar’ olarak da özel bir öne çıkarmayla eğitip geliştirmek zorundadır. Gençlik ve kadın örgütü üye ve kadrolarını öz savunma ve ayaklanma strateji ve taktikleri esası üzerinden eğitimlerden geçirmeyi ve keza şehir ve kırsalda savaş araç-gereçleri depolamak, örgütlü ve disiplin altına alınmış kitleleri mutlak surette silahlandırmak ve her il-ilçe-köy ve mahalle parti hücresini kendi alanında devrimin anılan bu askeri gücünü örgütlemekten birinci dereceden yetkili ve sorumlu tutmak suretiyle parti kendisini ve kitleleri pekâlâ da silahlı halk ayaklanmasına hazırlayabilir. Ayaklanmanın ayak seslerinin yer sarsıntı ve çatırtılarının alınmaya başlanmasıyla birlikte Parti işte bu ön hazırlıkları ve ördüğü zemin üzerinden devrimin askeri örgütlenmesini daha üst ve daha doğrudan somut planlamalarla ele alıp, ‘son hazırlıklar’ını süratle tamamlayabilir. Ve bu aşama itibariyle (belki çok daha öncesinden de) kendi içinden özel bir komisyon aracılığıyla savaşın sevk ve iradesinin mekanizmalarını merkezileştirebilir. Devrimin bu askeri gücünü sevk ve idare edebilmek için partili ve ileri kitleler arasından öne çıkan önderlik vasfı taşıyan kadrolar üzerinden hiyerarşik bir ordu yapılanması inşa edilebilir. Güçler farklı görev bölümleri temelinde organize edilebilir vs., vs.

Evet, devrimin askeri güçlerinin örgütlenmesi sorununun TAS’ca öngörülebilecek çözümü, denilebilir ki esasen işte ancak ki böylesi bir perspektifle olanaklı olabilir.

4-12) “DEVRİMİN ASKERİ GÜCÜNÜN ÖRGÜTLENMESİNDE SHSS’NİN PERSPEKİTFİ” SORUNU:

MKP III. Kongre iradesinin öngördüğü çözüm tarzı ise, her ne kadar da; “Parti III. Kongremiz, silahlı halk direnişleri ve silahlı halk ayaklanması perspektifi çerçevesinde (…) ayaklanma sürecine gidiş ve ayaklanmayı kitleler ile daha koordineli ve seferber edici kuvvetinin nüveleri anlamında, bir askeri örgütlenmeye ihtiyaç duyulduğunu (…)”4şeklindeki bu görüşüyle, bizim az yukarıda özetle çerçevelediğimiz genel perspektife nispeten yakın gibi duyuyorsa da; ancak öngördüklerinin bütünü baz alındığında, aslında hiçbir yakınlığı bulunmayın tamamen farklı bir perspektif sunduğu rahatlıkla görülebilir.

Kongre iradesinin ‘satırarası’ bu türden nispeten daha makul diyebileceğimiz görüşleri de olmakla birlikte, ancak şurası kesin ki; görüşlerinin bütünlüğüne damgasını vuran perspektif, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, USHSS’dir.

TAS’ın lafzı ediliyorsa da aslında öngörülen stratejiyi belirleyen esas unsurlar USHSS’nin unsurlarıdır. Ve böylece TAS’da, aslında, esasen devrim için kitlelerin fiili silahlı toplu ayaklanması evresine indirgenmiş oluyor. Bu son evreye kadar ise, birkaç paragraf yukarıda altını çizdiğimiz satırlardan okunacağı üzere, mücadele ve örgütlenme biçimleri tamamen (evet tamamen) USHSS perspektifince ele alınıyor.

Kongre iradesinin devrimin askeri güçlerini örgütleme sorununun çözümünü bu tarz ele almaya iten esas düşünce, öngördükleri ‘esas mücadele tarzı’na ilişkin ezberci düşünce ve inanışlardır herhalde ki: Toplu ayaklanma evresine kadar şehirlerde yürütülecek silahlı mücadeleyle “Türk egemenler ordusu, haklar üzerindeki baskı aygıtlarının silahlı kurumları SHSboyunca halkın silahlı kuvvetleri tarafından parça parça imha edilip, edi (…)”leçek(miş). İşte bu tarz bir silahlı mücadelenin (ki, bu ‘esas mücadele tarzı’dır da) yürütülebilmesi için de ‘şehir gerilla ordusu’ tarzında bir askeri örgütlülük gereksinimi oluşuyor, kaçınılmaz olaraktan.

Ve de mücadele ‘küçükten büyüğe doğru’ bir diyalektiksel seyir takip ediliyor olacağından, devrimin bu çekirdek askeri gücü de aynı diyalektiksel seyre koşut olarak giderek gelişecek ve süreç içerisinde de basbayağısından bir ‘şehir gerilla ordusu’na evrilecektir. Mümkün olabilirliği öngörülendir bu!

Özellikle de günümüz koşullarında karşı-devrimin silahlı güçlerinin, yani ordu, polis, özel kuvvetler ve çeşitli istihbarat güçlerinin şehirlerdeki güçlü konumlanışlarını ve keza teknolojinin geldiği boyutun sağladığı muazzam kolaylıklarla kurdukları denetim ve kontrol ağlarının devrimci güçlerin bu türden yaygın organizasyon ve etkinlikleri için zemini ne oranda dezavantajlı kıldığı da gözönüne alındığında, Kongre iradesinin öngördüğü tarzdaki silahlı mücadeleyle karşı devrim güçlerinin parça parça imha edilerek yok edilmesi tarzının tamamen bir ham hayalden ibaret olduğu, ‘askerlik sanatı’ndan az çok haberdar olan herkesçe rahatlıkla teslim edilebilecektir.

Kongre iradesi kırlarda oluşturulacak gerilla güçleriyle düşmanı oralarda yıpratıp darbelemek ve böylece şehirleri kırlardan kuşatma tarzını öngören USHSS’ninde, kitlelerin silahlı ayaklanmasıyla karşı-devrimi bir anda ve topluca yenilgiye uğratma tarzını öngören TAS’nin de zaten tamamen bu ‘güçlü karşı-Devrim’i alt edebilmenin çareleri olarak öngörülmüş olduklarını biliyor olsa gerek.

Şimdiki durumda devrimin temel gücünün değişmiş olması sebebiyle, kırsal kesimlerin devrimin güçlü alanları olma özelliği bir hayli zayıflamış durumda. Haliyle de şehirlerin kırlardan kuşatılması esasına dayanan USHSS’de bu bağlamda zemin yitirmiş durumunda. Devrim ile karşı-devrim arasındaki güçler dengesi şehirlerde şimdi artık sadece karşı-devrim lehine tek taraflı olarak güçlü değil, devrimin temel güç bileşenlerinin şehirlerdeki toplaşma ve işçi sınıfının bünyesel büyümesiyle birlikte devrim güçleri lehine güçlü hale gelmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla da taraflar arası güç dengesindeki bu nitel değişim kaçınılmaz olarak devrim stratejisinin de değişmesini gerektirir. Devrim ile karşı-devrim güçlerinin konumlanışındaki bu yeni durum, proletaryanın önüne kaçınılmaz olarak Toplu Ayaklanma Stratejisi seçeneğini getiriyor olacaktır: Çünkü şehir merkezli bu karşılıklı konumlanmış koşullarında devrim güçlerinin bu güçlü karşı-devrimi yenebilmesinin bir başka sihirli formülü en azından şimdilik, henüz keşfedilmemiş değil.

Kongre iradesinin ‘sihirli formül’ olması iyi niyet ve umuduyla formüle edip ileri sürdüğü Sosyalist Halk savaşı Stratejisi (SHSS) ise sanıldığının aksine derde deva olabilme vasıflarından tamamen (evet tamamen) yoksun bir teoridir. Çünkü her şeyden önce USHSS mantığıyla ele alınacak şehir merkezli bir gerilla faaliyetle (ki, ‘TAS ile eş güdümlü olarak’ denilse de, ama silahlı mücadele ve silahlı mücadelenin de gerilla savaşı tarzı ‘stratejik’ ve ‘temel mücadele biçimi’ olarak öngörülmektedir.) hem silahlı mücadeleyi küçükten büyüğe geliştirip savaşı toplu ayaklanma evresine vardırmanın nesnel zemini yoktur ve hem de şehir merkezli gerilla tarzı bir savaşın, tıpkı kır gerilla savaşındaki gibi, karşı-devrimi ‘parça parça imha etme’sinin koşulları bulunmamaktadır. Çünkü her şeyden önce güçlerin konumlanış tarzı gerilla savaşının bu boyutları da işlevsel bir rol oynamasına olanak sunmayacak türdendir.

Bilmek ve idrakinde olmak gerekir ki bu tarz bir konumlanış koşullarında karşı-devrime vurulacak her ciddi askeri darbe, şehir merkezli devrim güçlerinin en başta da legal/açık alan örgüt ve faaliyetlerinin (tamamen olmasa da) önemli oranda darbelenip, tasfiye edilmesi misillemesiyle karşılığını bulacaktır. Ve keza ileri teknolojiye dayalı kurulan sıkı takip ve denetim mekanizmaları sayesinde eylemci güçleri deşifrasyonu, takibe alınmaları, imha veya tutsak edilmeleri artık çok daha olanaklı hale gelmiş olduğundan; devrimci güçleri, savaşın temel prensiplerinden olan ‘kendi güçlerini koruma’ koşuluna uygun hareket edebilme yeteneğinden ta en başından mahrum bırakacağından, savaşı ve savaşın güçlerinin koruyup büyütmek sanıldığının aksine, pek de olası olmayacaktır.

Yani özetle söylemek gerekirse, öngörülen biçimiyle uygulanmaya konacak SHSS ile olacak şey; başarı şansı bulunmayan ‘şehir merkezli etkin gerilla savaşı’ ‘sol’ sevdasıyla Türkiye devriminin tek seçeneği durumunda bulunan TAS’nin öngördüğü toplu ayaklanmaya hazırlık evresi esastan sekteye uğrayacaktır. Koşullar gerçekliğiyle ters ‘sol’ devrimciliğin de uzlaşmacı –teslimiyetçi-evrimci sağ oportünist çizginin de devrimi nasıl açmaz durumlar ve büyük yıkımlarla karşı karşıya bıraktığı, tarihi tecrübelerimizle sabitken; Kongre iradesinin öngördüğü stratejisinin bu bariz uç ‘sol’ devrimci özelliğinin de altının kalınca çizilmesi elzemdir.

Devam edecek…

2144

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Sayfalar

Halil Gündoğan

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Sayfalar