Çarşamba Mayıs 15, 2024

Dersim'in Asırlık Asi kadını Şah Senem Cihan Ana'yı Kaybettik!

Dersimli Alevi bir Kürt kadını olmanın tüm özelliklerini, Ovacık’ın, Munzur Dağlarının ve Munzur Suyunun bütün asiliği, isyankârlığı ve dik duruşunu Senem ana da görüyor, kararlı otoriter tavırlarına hayranlık besliyordum. Aynı zamanda Senem Ana geleneksel bir aşiret kadınıydı.  Asırlardır Dersim’de süre gelmiş tüm geleneksel özellikleri taşımakla birlikte, “Kadın-Erkek” ayrımını takmayan, deyim yerindeyse Ev yönetimi başta olmak üzere, Aileyi yöneten, içeride ve dışarıda karar almalarda belirleyici olmaktaydı. Ağa Amcayla kıyasladığımda, Senem Ana otoriter, sert, bir şeye karar verdiğinde geri adım atmayan, inatçı özellikler taşımaktaydı. Onun aksine Ağa Amca oldukça sakin, olgun, sabırlı, esprileriyle ortamı yumuşatan, sıklıkla da 'sen onun sertliğine bakma, yüreği tertemiz, sevgi doludur' derdi. Ayrıca:  'Şah Senemin haksızlığa tahammülünün olmadığını’ eklerdi peşinden.

Şah Senem Ana neredeyse bir asra yakın yaşamında neler görmüştü neler… Dersim Katliamını genç bir kız olarak yaşamış, görmüş, tanık olmuştu. Dersin 38’de toplu katliamlara, çoluk çocuk,   genç yaşlı, kadın erkek demeden Çemişgözek’den Hozat’a, Amutga’ya, Uzun Tarlaya, Zoğar’a, Tağar’a, Dereköy’e, Karaoğlan’a, Sarıoğlan’a, Tanzi’ye, Kozluca’ya, Aslandoğmuş’a, Hülükuşağı’na, Pardi’ye, Yeşilyazı’ya,  ordan Mercan’a uzanan sürgünlerin, yıkımın, soykırımın canlı tanığıdır. Geleneksel Dersim kültürünü, Aleviliğin inanç ve yaşam tarzını, Alevilikte Kadının rolünü, etkinliğini, yönetme, sorumluluk alma, yaşamı çekip çevirme konusunda erkekten daha etkin olma vasıfları taşımaktaydı. Şah Senem Ana’nın bu duruşu bizim de hoşumuza gidiyordu ve övünüyorduk. Tabi ki bunun yanında feodal kültürün de etkisiyle yanlışlarda yapmaktaydı. Şah Senem Ana’yı burada anlatmamın mümkünü yoktur. İleriki zamanda Şah Senem Ana’yı daha detaylı anlatmayı isterim.

Burada Şah Senem Ana’yla yaşadığım ama asla ve asla da unutamayacağım bir anımı anlatacağım:

Ben 1978 itibarıyla Şah Senem Ana’yı ve Ağa Amcayı tanıyordum. Abartısız şunu söyleyebilirim ki, benim de annem ve babam olmuştular. Yakınlığımız o derecede ileri ve bir sevgi bağıyla bağlıydı. O günden bu güne bu sevgi bağı bende her daim yaşadı. Yanılmıyorsam onlarda da öyleydi.  

12 Eylül faşizminin en karanlık dönemlerini yaşıyoruz. Süleyman yoldaş ben ve birçok yoldaş sık sık Şah Senem Ana’nın evine uğruyoruz. Fakat ben diğer yoldaşlara kıyasla daha çok Şah Senem Ana’ya uğramaktaydım. Dört yıla yakın sürekli uğruyorum, kalıyorum ve Süleyman’dan haberler veriyordum. Son zamanlarda askeri faşist operasyonlar Dersim’de artarak devam ediyordu. Sanırım Süleyman yoldaşla en son temmuz ayı başlarında Şah Senem Ana’ya gittik. Yanımızda Ali Haydar (Topo), Hasan Hayri, Mehmet Çetin vardı. Bu yoldaşları da tanır, onlarla sohbet ederdi ama benimle Şah Senem Ana arasındaki ilişki çok daha başkaydı, bir annenin evladını sımsıcak bağrına basması gibi, o sıcaklığı verebilmesi, benim de o sıcaklığı karşılıklı alıyor olmamdandı. Aramızda böyle bir derin sevgi Munzur Dağı kadar erişilmez, Munzur suyu kadar da duru, temiz ve güven taşımaktaydı.

Evde oturmuşuz kahvaltı yapıyoruz, sohbet ediyoruz, Ağa Amca’yla bazen tavla oynuyoruz. Şah Senem Ana odaya geldi, beni yanına çağırdı. “Oğlum Osman şimdi siz artık bir yere gitmiyorsunuz değil mi?” dedi, “ burada kalıyorsunuz? Sen de benim çocuğumsun. Süleyman’ı da yanına al, bırakma gitsin. Buralar daha güvenli, biz size bakarız, yardım ederiz.”

Partimizin de kararı Yönetimin merkezi olarak Dersim’e yerleşmesi, bütün çalışmalarını buradan koordine etmesiydi. Ben bundan yola çıkarak -Süleyman yoldaş da dâhil- hepimizin burada (DERSİM’DE) kalacağımızı kendisine söyledim.

Şah Senem Ana’yla her görüşmemizde Süleyman yoldaşın yanında bana şöyle derdi hep: “Oğlum Osman, Süleyman’ım sana emanet. Sakın ola ki onu bırakmayasın, onu iyi koru, iyi bak. Önce Xızır’a sonra sana emanet ediyorum.” Bende hemen Şah Senem Ana’nın dediklerini doğrular emaneti sahiplenirdim. Süleyman yoldaş ise; 'yav Koro yoldaş artık evimizde de sana emanet ediliyoruz, ne iştir bu? Şah Senem Ana kolay kolay herkse güvenmez. Bunu nasıl başardın anlatır mısın? “

“Sırdır anlatamam…” derdim.  Şah Senem Ana’nın Süleyman’ı son görüşüydü bu. Süleyman yoldaş gitti ve bir daha geri dönmedi!

Gitmemesi gereken Süleyman Cihan yoldaş, “çok önemli bir görüşme için İstanbul’a gidiyorum” dedi. Aramızda çıkan tartışmaya karşın yetkisini kullanarak gitti yine de. Bu benim de Süleyman yoldaşı son görüşümdü. Bir hafta içerisinde dönerim dedi ama geri dönmemişti işte! Bu ara partimize yönelik operasyonlar İstanbul’da yoğunlaşarak devam ediyordu. İstanbul’da yönetici yoldaşların da içinde olduğu yakalanmaların duyumunu alıyorduk. Süleyman yoldaşla giden iki yoldaş belli bir süre sonra Dersim’e geri döndüklerinde, Süleyman yoldaşın gelemediğini, biletini iptal ederek bir süre daha İstanbul’da kalmaya karar verdiğini, aralarında sert tartışmaların geçtiğini, buna rağmen Süleyman’ı ikna edemediklerini açıkladılar.

Aylardan ağustostu, kara haber erken ulaşırmış ' misali,' Süleyman’ın yakalandığını duyum aldık. Tabi ki bu bizim için çok ağır bir darbeydi. Beklemediğimiz anda faşizm telafisi mümkün olmayan bir darbeyi vurmuştu partimize. Şok yaşıyorduk, beri yandansa toparlanmaya, yeni önlemler, tedbirler almaya başlamıştık. (Bu konuyu daha sonra geniş detaylarıyla anlatacağım.)

Şah Senem Ana Süleyman’ın yakalandığını duymuş, sürekli beni soruyor, yanına çağırarak konuşmak istiyordu. Ağustos ayının ortaları veya sonları,  ya da Eylül 1981’in başları olacaktı, bir grup yoldaşımla birlikte Şah Senem Anaya gerekli tedbirlerimizi alarak gitmeye karar verdik. Çok zor şart ve koşullarda yaşıyorduk. Kayıp vermemeye, güçlerimizi korumaya çalışıyorduk. Ama mutlaka Şah Senem Ana’ya gidecektik ve gittik. Şah Senem Ana’yı bende bir ayı aşkın süredir görmüyordum. Kendisini, nasihatlerini, sevgisini özlemiştim. Hem Süleyman’ın yakalanması (işkencede öldürülmesi)hepimiz için çok mu çok ağırdı, hem de gelebilecek tepkileri tahmin edebiliyordum.

Hülük Uşağına vardığımızda girişteki ilk ev Şah Senem Ana’nın konağıydı. İki katlı, büyük, genişçe bir evdi. Köye vardığımızda bütün köy bizi bekliyormuşçasına evlerinden dışarı çıktılar. Şah Senem Ana kapıyı açıp merdivenleri inmeden bizi görünce, önce bir şaşkınlık, sessizlik ve ardından beklemediğim, beklemediğimiz bir feryadı figanla bana doğru koşarak geldi. İsyan ve sitem ediyordu. Yoldaşlarım da ben de şaşkındık. Yoldaşlarıma sakin olmalarını, yalnızca anayı dinlemelerini ve sessizliklerini korumalarını istedim.

Şah Senem Ana bana doğru hızla geldi, yakama yapıştı. Ben ise ne yapacağımı şaşırmıştım. Ağzım kilitlenmişti, açılmıyordu.  Şah Senem Ana yaşadığı bütün acılara isyan edercesine bir taraftan iki eliyle göğsüme vuruyor, beri taraftan da acısını biraz dindirmek için kafasını göğsüme koyarak ana sıcaklığını bana hissettiriyordu. Şah Senem Ana’nın bana dokunuşu,  bir anne sıcaklığında bana güç ve güven veriyordu. Aynı zamanda büyük bir acı ve ıstırap da yaşatıyordu.

Hülük Uşağı’nda köy halkı bizi izliyor, onlar da acılarımızı paylaşıyor ağlıyor ve Şah Senem Ana’nın isyanına katılıyordu. Ben ve yoldaşlarım ağlamamak için bütün irademizi kullanıyorduk. Ama nafile bir direnişti. En acı olanı da sessiz ve gizli ağlamaktı. İçimiz kan ağlıyordu, aslında bizde ağlıyorduk ama bunu açıkça hissettirmemeye çalışıyorduk. Şimdi düşünüyorum da ağlamamız kadar doğal bir şey yoktu. Çünkü bütün acıları, zorlukları, yoldaşlarımızı işkencelerde, gözaltında, kahpe pusularda, sokak ortasında yargısız infazlarda, dağlarda, onurluca direnişlerde, zindanlarda analarımızla birlikte yitiren bizlerdik. En çok ağlaması, isyan etmesi gereken bizler olmamıza rağmen, acıyı bal eyleyerek gözyaşlarımızı yüreğimizin derinliklerine akıtıyorduk. Bu bizim en doğal hakkımızdı. Analarımız görmesin, üzülmesinler diye gözyaşlarımızı hep gizlemeye çalıştık.

Şah Senem Ana’nın isyanı sözlü siteme dönüşmüştü. İsyanını bağırarak, vurarak, sarılıp ağlayarak dile getiriyordu.

Ve yarı Dersimce yarı Türkçe, “oğlum Osman, Süleyman’ımı ben sana emanet ettim, neden emanete sahip çıkmadın. Allah senin belanı versin Osman! Niye bıraktın gitsin, hani bana söz vermiştin gitmeyecek, burada, senin yanında kalacaktı! Neden sözünde durmadın, Süleyman’ımı gönderdin? Bir daha geri gelmeyecek, gelmeyecek! Oğlumu bana geri getir Osman. Ya da buralara bir daha sakın gelme, seni görmek, sizi görmek istemiyorum! Defolun gidin, bir daha gelmeyin.  '    diyerek bizi paraladı. Söylenecek bir söz bulamıyorduk. Ve biz sessizce köyden ayrıldık. Hepimiz çok üzgündük, morallen iyi değildik.  Kaldığımız birliğe geri döndük. Daha sıkı önlem ve tedbirlerin alınması doğrultusunda pratik uygulamalar başlattık.

Üzgündüm Şah Senem Ana’nın bu kadar sert isyanı bana ağır gelmişti. Yoldaşları zaman zaman gönderiyor gelişmeler hakkında bilgi alıyorduk. Şah Senem Ana’yı da soruyor, sağlık durumu hakkında da bilgi alıyorduk.

O beni, bizi kovan, küfürler,  hakaretler eden Şah Senem Ana yokluğumuza fazla dayanamamış olacak ki, her gördüğü yoldaşımıza ve taraftarımıza bizleri soruyor: ‘Ekmekleri var mı, kendilerine iyi baksınlar. Osman’a söyleyin dikkatli olsun, ihtiyaçları varsa gelip alsınlar” diyor, yüreğinde bizleri silip atamıyor ve ana sıcaklığında bizleri korumaya, kollamaya çalışıyordu.

Unutmayalım 68’lerde, 78’lerde, 80’lerde,90’lardan günümüze kadar bizlerle birlikte mücadele eden bir kuşağı kaybetmenin acılarını her gün yaşamaktayız. Yaşamlarını bizlerle birleştiren, faşizme karşı direnişte geri adım atmayan, Cumartesi Annelerini yaratan, günümüze taşıyan, hâlâ devam ettiren bütün annelerimizi onurumuz olarak görmeliyiz

Hepimizin anneleri aynı acıları yaşamıyor muydu? Bütün analarımızın acıları hep aynı değil miydi? Bütün annelerimiz bizlere ölümüne kol kanat gerdi. Şah Senem Ana’nın isyanı da bundan ötürüydü. Şah Senem Ana şahsında bütün annelerimizi saygıyla anıyor,  başları dik duruşlarıyla bizlere direnmeyi öğrettiklerinden dolayı, Kadın Hareketinin gelişip güçlenmesinde, annelerimizin dik duruşlarının,  direnişlerinin büyük bir rolü olduğunu bir kere daha yâd ediyorum. İyi ki vardınız/varsınız! Bizlere ilham kaynağı oldunuz/oluyorsunuz!

HASAN AKSU (KOR OSMAN)  29=5=2015

49963

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Dersim'in Asırlık Asi kadını Şah Senem Cihan Ana'yı Kaybettik!

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Sayfalar