Cumartesi Mayıs 4, 2024

DERSİM DOSYASI -1-2-3-4-5-6. (bölüm)

DERSİM DOSYASI -1- | Dersim tarihi üzerine kısa bir değini

Dersim, Osmanlı tarihinin son döneminde daha fazla gündem olmakla birlikte devletin otoritesini tanımayan kendi içerisinde kapalı bir toplum olma özelliğini korumuştur. Bu dönemde otorite oluşturmak adına Dersim'e birçok sefer düzenlense de arazi yapısı, halkın sosyal kültürel özelliklerinden kaynaklanan çelişkileri ve aşiretsel yapıyla birlikte feodal beylerin kendi otoritelerini tesis etmelerinden dolayı her seferinde dirençle karşılaşmıştır. Sonuç olarak kısmi yapılanmaya gidilse de devlet kurumları ve otoritesi bir bütün olarak tesis edilememiştir.

Cumhuriyet'in ilanı ile birlikte gelişen süreç ve hemen öncesinde yaşananlara baktığımızda Koçgiri İsyanı ile birlikte Dersim de sürecini belirlemiş isyana destek konusunda bütünlüklü olmasa da bir duruş sergilemiştir. Bu dönem açısından Dersim esasta kararsız bir şekilde Koçgiri direnişine destek verip vermemekte bocalayan aşiretlerin tavırlarıyla git-gel yaşamıştır. Bu yönüyle vurgu yapılması gereken Dersim'in bütünlük içinde hareket eden bir yapıya sahip olmadığıdır. Dersim tarihinde bu durum sıkça tekrar eden bir yapıyı arz etmektedir. Aşiretler arası çelişkilerin ve aşiretsel yapının bu durumda ciddi oranda etkisi vardır.

Dersim TC tarihinde hakim olunması zor bir bölge olma özelliğini korumuştur. Koçgiri İsyanı'nın bastırılması sonrası çevresine belli ölçüde hakim olan devlet, Dersim'e yönelik politikalarını ordu müfettişleri ve devlet yetkililerince hazırlanan raporlar üzerinde oluşturma yoluna gitmiştir. 1925 Şeyh Said İsyanı'nın bastırılması sürecinde Türkiye Kürdistanı’na yönelik politikalarını gündemine alan devlet, İstiklal Mahkemeleri'nde birçok Kürt yurtseverini ölüme mahkum etmiş, birçoklarını uzun yıllar zindanlarda çürütmeyi yeğlemiştir. Bu isyanın bastırılmasıyla dikkatlerin yoğunluğunu üzerine çeken bölgelerden biri olan Dersim, 1926 yılında Hozat-Çemişgezek yöresinde devletin otoritesini tanımayan silahlı güçleri devlet yetkililerini sürekli taciz eden aşiretlere karşı bir harekat düzenledi. Bölgede bulunan farklı aşiretlerin de desteği alınarak yapılan bu harekatlarda direnişle karşılaşan kolluk kuvvetleri bölgede denetim kuramayarak geri çekilmek zorunda kalmıştır.

1926 öncesinde olduğu gibi '26 sonrası da bölgeye yoğun ve sistemli bir şekilde heyetler gönderilmiş; Erzincan ve Elazığ hatta Diyarbakır ve Erzurum illerinde devlet görevlisi bölgede merkezi otoritenin inşa edilmesi için ikna çalışmaları yürütmüş zaman zaman askeri harekat yaparak bölgeye gözdağı verilmeye çalışılmıştır. Yol inşaatları, okul ve karakol yapımlarının hızlandırılmasına yönelik de çalışmalar hızlandırılmıştır. Yol, bölgeye giriş çıkışı hızlandıracak ve rahatlatacak, okullarda Türkleştirme kampanyaları yürürlüğe konulacak ve karakollarla devletin gücü gösterilecektir.

Bazı aşiret ileri gelenleriyle anlaşmalar sağlanacak belli ilçelerde kaymakamlıklar kurulacaktır fakat özellikle kırlık bölgelerde otorite kurmak devlet açısından zorluk içermekteydi. Devletin sürekli Dersim'e yönelmesi ve otorite kurma çabaları hem devletin Türk-Sünni karakterinden kaynaklı hem de yerel otoriteyi belli ölçüde zayıflatacağı kaygısı süreçte çeşitli çıkışları ve karşı karşıya gelme koşullarını yaratmıştır. Dersim'e yönelik harekatlardan biri de 1930 Pülümür harekatıdır. Devlet bu harekatla kısmi başarı elde etse de esasta istediği sonucu alamamıştır. Dersim'in dağlık yapısı ve var olan aşiretlerin silahlı güçleri arazi hakimiyeti TC güçlerini yaklaşan kış koşulları karşısında geri çekilmek zorunda bırakmıştır. Saldırının niteliği '26 harekatıyla aynıydı ve daha kapsamlı saldırıların bir ön hazırlığı olarak karşımıza çıkmaktadır.

TC'nin kuruluşundan itibaren Dersim'e yönelik belli hazırlıkların yapıldığını bölgenin düzen içinde elimine edilmesi için çeşitli rapor ve değerlendirmelerin alındığını biliyoruz. Daha çok ovalık olan Mazgirt, Çemişgezek ve Pertek'te yerel yönetimler oluşturulmuştur. Diğer bölgelerde ise ya geçici olmuş ya da işlevsizleştirmiş veya kaldırılmıştır. 35 senesine kadar devletin yasası bir oyalama ve ikna politikası yürüttüğünü söylemek gerekir. Bu sürece kadar belli başlı aşiret ileri gelenlerinden etkilediği de oluyor fakat bir bütün Dersim'e sirayet eden bir etkilenmeden bahsetmek yanlış olur. Dersim'de genel anlamda devlete güvenin zayıf olduğundan bahsetmek doğru olacaktır.

1935’te çıkarılan Tunceli Kanunu ile bölgede konuşlandırılacak askeri birliklerin sayısından karakol yapımlarından ve okul inşaatlarına kadar birçok konuda temel kanunlar çıkarılıp bölgenin silahlı kuvvetler eşliğinde ıslah edileceği ve silahların toplanacağı kanunlaştırılmış oldu. 1936 senesi bu yönlü hazırlıklar ve diğer illerden gelen askeri kuvvetlerin konumlandırılmasıyla geçerken, bölgede halkın içinde aşiret reisleri ve ileri gelenler gelecek bu saldırılar karşısında neler yapılacağına dair hazırlık yapıyordu. Geçmişten bugüne gelene dek devletin politikaları aşiretler arası çelişkileri kullanma çabası sonuçlarını vermiştir. Bu süreç aşiretler arası güvensizliğin yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir. Yine aşiretlerin hepsi devletin kapsamlı bir saldırı hazırlığında olduğunun bilincindeydi. Hedeflenenin birkaç aşiret olduğu algısı hakimdi. Yine önceki harekatlarda yıpranan ve yalnız bırakıldığını düşünen aşiretler ise saldırıların önemini yeterince kavrayamadıkları için direnişin dışında kalmayı tercih etmişlerdi. 1937 yılı harekatları bu minvalde giderken direnişçiler cephesinde ağır kayıplar alınmış ve direnen aşiretlerden Demenan ve Haydaran dışındakiler büyük oranda katledilmiş ve sürgüne uğramıştır. 1938 yılı bahar aylarıyla birlikte başlayan harekatla ise direnişin dışında kalan aşiretler hedefleneceklerini anlayarak direnişe geçmiş ve bu süreçte müfettişlik ve karakol baskınları köprü yakmalar gibi bir dizi silahlı saldırılar gerçekleştirmişlerdir. Fakat direnişin parça parça olmasının yanında diğer bazı aşiretlerin de milis olarak devlet güçleri yanında yer alması topyekün bir direnişin sağlanmasının önüne geçmiştir.

Dersim'de aşiretsel yapı ayrı bir incelemenin konusudur. Fakat konumuz dahilinde değinilmesi gereken başlıklar bulunmaktadır. Öncelikle Dersim aşiretlerinde manevi bir bağlılık yani inançlarından ileri gelen bir bağlılığın esas belirleyici öğe olduğunu belirtelim. İkincisi ağalık yaygın olmakla birlikte küçük üretici mülkiyeti de yaygındır. Aşiretler içerisinde ezbetler yani büyük aileler vardır. Ve bu ezbetler farklı tavır takınabilirler. Aile çıkarları doğrultusunda hareket edebilirler. Üçüncüsü bu aşiretler içerisinde gönüllü olarak askerlik yapan ve devlet işinde çalışanlara dokunulmaz. Bu aşiretlerin kendi içindeki özellikleri anlamak için önemlidir. Seyitlerin sözleri dinlenir ama yapmak herkesin kendine kalmış bir şeydir.

38 Direnişi'nin katliama karşı yenilgiye uğraması ile birlikte sürgün olayı yaşanmış, Dersim halkının büyük bir bölümü farklı illere sürülmüş, altmış binin üzerinde Dersimli katledilmiş ve mülkleri talan edilmiş, köyleri yakılmış ve yasak bölge ilanları ile bölgeye giriş çıkışlar yasaklanmıştır.

1938 ve 1939’un ardından Dersim'de devlet esas olarak kurumlarını oluşturmuştur. Ve idareyi ele almıştır. Katliamın ardından uzun bir sessizlik dönemi yaşanmış ve Dersimliler genel anlamda kendi içine kapalı bir yaşam sürmeye başlamışlardır.

1969 senesinde Dersim'de Pir Sultanı anma etkinlikleri sırasında devletin bir saldırısı olmuş ve Dersimli bir genç devlet güçlerinin kurşunuyla katledilmişti. Bu olay büyük tepkilere neden oluyor. 60’lı yıllarda Dersim gençliği de yüksek okullarda öğrenim görmeye ve buralardaki devrimci mücadele içinde yer almaya başladı. Bu süreçte devrimci düşünceler de bölgede yayılmaya başladı ve TİP teşkilatı bölgede kuruldu. 68 gençlik hareketinin etkileri bölgede hissedilmeye ve taraftar toplamaya başladı. Sinan Cemgil ve arkadaşları Hozat, Çemişgezek ve Ovacık sınırında bir süre faaliyette bulundular. Şimdi bile hala köylülerin Yılandağı’nda onlarla karşılaştıklarını söyleniyor.

Bu dönem aynı zamanda Partizan'ın da bölgedeki ilk çalışmalarına denk gelen 12 Mart sonrasını ifade etmektedir. Bu döneme kadar bölgede seyitlerin ve aşiret reislerinin büyük ölçüde etkili olduğundan ve bunların da çoğunlukla devletle ilişkili veya denetiminde olduğundan bahsetmek gerekiyor. 38 sonrası kendi kabuğuna çekilen ve devletin saldırılarına karşı boyun büken ve korku içinde yaşayan bir gerçeklik mevcuttur. Karakol ve kaymakamlıklar üzerinden bölge halkı üzerinde ağır bir terör ve baskı uygulanmakta, halkın bu tehditler altında gözünü açmasına izin vermemek hedeflenmektedir.

70’li yılların başlarında bölgede gelişen hareketlilik halkın önemli bir kesimi açısından sempatiyle karşılanmıştır. Kimi unsurlar kararsız bir tavır sergilese de esasta gelişen devrimci hareket sahiplenilmiştir. 

Bölgede TİİKP döneminde olsun, kopuş ve proletarya partisinin kuruluşundan sonraki süreçte olsun yürütülen çalışmalar önemli etkiler yaratmıştır. Partizan'ın bu ilk dönem çalışmaları birinci yenilgi döneminin ardından da etkilerini sürdürmüş ve giderek artan bir oranda bölge çalışmaları kendini göstermiştir.

70’li yılların ortalarına doğru Dersim'de devrimci çalışmalar yayılıp kök salmaya başladı ve geniş bir etki yarattı. Bu etki Dersimlilerin olduğu tüm bölgelerde kendini hissettirdi. Tuncelililer Derneği vb. oluşumlar yaratıldı ve geniş bir halk kitlesi tarafından sahiplenildi. '78 ve sonrasında gerilla birlikleri de sistemli olarak bölgede faaliyet yürütmeye başlarlar. Bölgede gerilla mücadelesi başlatılır. Partizan'ın kitle tabanı ve sahiplenilişi genel anlamda olumludur.

Dersim TDH içerisinde ve ulusal hareket nezdinde binlerce şehidi olan bir bölgedir. Neredeyse her kurumu yöneldiği potansiyel alan olma özelliği vardır. 12 Eylüln'le birlikte Dersim'de uygulamaların dozajı artmıştır. Gerilla güçlerine karşı büyük operasyonlar yapan düşman halka yönelik saldırılarını da artırmıştır. Köylerde sıra dayağı çekmeler, sorgular, işkenceler diz boyudur. Bu dönem bölgede görev yapan subaylar halka kan kusturmak için özel eğitilmişlerdir. Bununla birlikte bölgede tekrar köy boşaltmalar gündeme gelmiştir ve '81-82-83 yıllarında önemli görülen arazilerdeki Aliboğazı, Ahpanos Vadisi, Kutu Deresi, Vartinik, Dokuzkayalar ve daha sayamadığımız köyler boşaltılmıştır. Amaç sarp dağlık bölgelerdeki halkı sürerek bu bölgede faaliyet gösteren devrimcileri yalnızlaştırmaktı. 12 Eylül’ün ardından bölge gerilla güçlerinde bir artış yaşanmış ve faaliyet geniş bir alana yayılmıştır. Partizan'ın bölgedeki faaliyeti ile birlikte bir yanda devletin otoritesi gitgide sarsılmış diğer yandan ise kitlelerde güven yaratılmıştır. 12 Eylül’ün ardından bölgede oluşan bu potansiyel, yeterince değerlendirilememiştir. Bölgede 90’lara doğru ülke genelinde var olan durumun bir yansıması olarak devrimci hareket özelde de geleneğimiz ilerleme göstermiştir. Bu yıllar ulusal hareketin de bölgeye girdiği yıllar olmuştur. 88-89 yıllarında yine gerillanın yoğun olarak kullandığı alanlarda köylülerin zorla göç ettirilmesi ile karşı karşıya kalınmıştır. Dersim'de sürgün devrimci hareketin yükseliş göstermesinin ardından bölgede etkin olarak kullanılan bir devlet politikası olarak kullanılmıştır. Çatışma bölgeleri ve stratejik konuma sahip arazilerde bulunan köyler başta olmak üzere parça parça boşaltma işlemi uygulanmaya konulmuş, '94 senesinde ise esas olarak boşaltılmak istenen köylerin hepsi boşaltılmıştır. Bu süreçte köy ve mezra olmak üzere 3000’in üzerinde yerleşim yeri boşaltılmış, ilçe merkezleri, il merkezi, çevre iller, büyük şehirler olmak üzere göç eden halk yüz yüze kaldığı şiddet, köy yakmalar ve tehditle zor durumda bırakılmıştır. Süreci göçe getiren koşullar sadece Dersim'i değil bir bütün T. Kürdistanı’nı kapsayan şekliyle ele alındığında gelişen savaş koşullarının devlette bu refleksi doğurduğu görülecektir. Amaç suyu kurutup balık avlamaktır. Bunun karşısında kitlenin örgütsüzlüğü ve gerillaya destekçi bir pozisyonda oluşu ve bu durumun değiştirilememesi sürgüne karşı direniş örgütlenememesine ve sürecin hızlanmasına neden olmuştur diyebiliriz. Bugün dahi halk 94 köy boşaltmalarında onları yalnız bıraktığımızı ve sahip çıkmadığımızı söylemektedir. Bu kitlenin gerillayı kurtarıcı olarak gördüğünün en somut göstergelerinden biridir. Sürgünle birlikte bölgede korku rüzgarı estirilmiş yaklaşık doksan köylü bu dönemde katledilmiştir. Köylerini terk etmeyen bu insanlar genellikle gerilla savaşını sahiplenen ve devrime umut bağlayan yine bölgede sözü geçen ve sevilen insanlardı. 38’le kıyaslanmasa da '94 göçünün kitle üzerinde derin izler bıraktığını söylemek gerekiyor. Köy boşaltmaların ardından devlet kitleyi ajan-işbirlikçilik politikalarıyla kazanmaya çalışarak birbirine karşı güvensizlik yaratmaya çalışmış ve büyük ölçüde de başarılı olmuştur. Bunun böyle olmasında Partizan'ın 95 yılında yaşadığı iç sürecin sonucunda bölge faaliyetinin kesintiye uğraması ve bölgede kitleleri örgütleyecek subjektif bir gücün olmaması önemli bir etkendir. 

94 göçü ile birlikte köylere gidişler yasaklanmış belli bölgelerde yaylacılık yapılamaz hale gelmiş ve kitle ekonomik kaynaklarından yararlanamaz hale gelmiştir. Bu nedenle çevre illere ve büyükşehirlere yoğun olarak yoksul köylülerin göç ettiğini belirtmek gerekir. Yine ambargo uygulamaları ile dolu kalan köyler de kısıtlı olanaklarla yaşamak zorunda kalmış ve bir nevi köylerini kendi inisiyatifleriyle boşaltmaları için psikolojik baskıya maruz bırakılmıştır. Bu yönleriyle halkımızın gözünde devlet sürgün katliam ve asimilasyon demektir. Yani teşhir olmuş bir niteliğe sahiptir.

Dersim tarihinde değinilmesi gereken bir diğer konu ise CHP'nin genel anlamda sol ve Alevilerin yanında görülen bir parti olarak algılanmasıdır. 38 sonrası süreçte ve özellikle İnönü döneminde oluşan bu algı belli ölçüde devletin yanında olursan başına bir iş gelmez düşüncesi üzerinden şekillenmiş, son dönemlerde ise Kılıçdaroğlu’nun başkan olması ve AKP hükümetinin daha çok dini kökenli kadrolardan oluşması CHP’ye yakınlaşmanın esas nedenlerini ortaya koymaktadır. Fakat ideolojik köklerine inildiğinde devletin adamı olmak, korunmak ve yaşamda daha iyi bir konuma gelmek olarak algılanmakta, inancın getirdiği bir bağlılık olarak görülmemektedir. Dersim halkının genelinde bir devlet algısı vardır. Ve bu algı devletin faşist karakterine dairdir. Mücadele noktasında gelişkin bir bilinç olmadığından yıkım yerine devletten faydalanma düşüncesi hakimdir. Kötünün iyisini seçme çabası yanılgılı bir bakış açısının sonucu olmakta CHP şahsında devlet istediği manipülasyonu yaratmaktadır.

94’ün ardından Dersim ikinci bir kıyımdan geçirilmiştir demiştik. Bu kıyım bir öncekinden farklı olarak katliamla değil sürgün ve asimilasyonla olmuştur. Asimilasyon politikaları ulusal-kültürel yapının bozularak halkın birbiriyle olan manevi bağlarını koparmak halk içindeki geri özel mülkiyetçi yaklaşımları açığa çıkararak kendi içinde güvensiz bir toplum yaratma hedefiyle günümüze kadar uygulanmaktadır. 2000’li yılların ardından bu politikanın ne ölçüde başarılı olduğunu görüyoruz. Halk içindeki güvensizlik dilin giderek daha az kullanılması, kültürel değerlerin ve inançların giderek hiçleşmeye yüz tutması, devletin saldırısının temelini oluştururken yerel işbirlikçi ağın üzerinden kitle içerisinde denetimin sağlanmasına çalışılmaktadır. Devletin ajan işbirlikçileri kitlelerin örgütsüzlüğünden de yararlanarak yoksulluk işsizlik vb. nedenlerle kitleye yakınlaşmakta, gençliği yozlaştırma esrar-bali vb. kadınları fuhuş sürükleme gayreti içine girmekte, bu çerçeveye dayanarak ise işbirlikçiliği örgütlemeye çalışmaktadır. Bu rol esasta JİTEM üzerinden yine işbirlikçi unsurlara yaptırılmaktadır. Bugün Rıza Çolak, Hayati Balık bunun en bariz örnekleridir fakat bunlar da reklamlarda kullanılan karakterlerdir. Asıl örgütlenme devlet ihaleleri üzerinden zenginleşen ve gitgide ayan beyan ortada olan müteahhit ve tüccarlar üzerinden olmaktadır.

94 sonrası kapsamlı saldırılardan biri de baraj çalışmalarının hız kazanmasıdır. Hem bölgenin insansızlaşması hem de savaş güçlerini sınırlamak açısından önemli olarak görülen baraj inşaatlarının bazıları sonuçlandırılmış ve işlerlik kazanmıştır. Bunda halk muhalefetinin de önemli bir etkisi olduğunu söylemek gerekiyor. Kitledeki örgütsüzlük ve demokratik etkiden yoksunluk durumu devletin lehine çevirmiştir.

DERSİM DOSYASI -2- | Dersim’de ekonomik durum üzerine

 

Bölgede ekonomik yapının şekillenmesi ülkemizin yarı-sömürge yapısının bir parçası olarak ve geçtiğimiz yüzyılın belli başlı tarihsel olaylarının etkisiyle oluşmuştur. Bölge gerçekliğinin ekonomik alandaki en kestirme tarifi üretim damarlarının ciddi düzeyde kesilmiş/hasarlı olmasıdır. Yarı-sömürge yapının getirdiği dengesiz gelişim koşullarının yanı sıra 1915 Ermeni Soykırımı, 1938 Dersim Katliamı, 12 Eylül AFC’sinin sonrasında başlayan ve 1994’te doruğuna çıkan köy boşaltma saldırısı, uzun yıllar devam eden ambargo süreci üretimin bugünkü durumunu şekillendirmiş ve alt yapısını oluşturmuştur.

1915’te Ermeni Soykırımı'nın gerçekleşmesi bölge üretiminde ve ticaretinde ciddi düzeyde bir kırılma yaratmıştır. (Benzer durum tüm Türkiye Kürdistanı’nda olduğu gibi ülke geneli için de geçerlidir.) Bunun nedeni Ermeni ulusunun üretim ve ticaret üzerindeki etkisidir. Tarihsel süreç içerisinde oluşan bu durum 1915 ile birlikte kendi doğal gelişim sürecinden çıkmış bahsini ettiğimiz kırılma gerçekleşmiştir. 1938 Katliamı esas olarak Türkiye Kürdistanı’nın ilhak sürecinin bir parçasıdır. Henüz yeni kurulmuş olan TC devletinin kendi sınırları içinde yarı-özerk/özerk yaşayan Dersim’in belli bölgelerinin, bu bölgelerdeki aşiretlere dayanan güç odaklarının denetim altına alınması amacıyla yapılmıştır. Bu sürecin öncesi de vardır ancak doruk noktasına ve nihayetine 1938’de kavuşmuştur. Katliam ve sürgünlerle geniş bölgeler insansızlaşmış, üretim durmuş, en önemli etkisi ise aşiretlerin vurgunculuk ve özgün vergilendirmelerle oluşturdukları ekonomiye son verilmiştir. Bundan sonrasında Dersim doğal köy ekonomisinin baskın olduğu ve devletin gözünde asayiş problemi olmaktan ötürü üretime dair bir yatırımın yapılmadığı bir alandır.

T. Kürdistanı’nda başlayan iç savaşın, devrimci hareketin ve geleneğimizin de etkisi ile TC devleti açısından ciddi bir hal aldığı 87-94 yıllarında gerçekleşen köy boşaltma saldırısı, doğal köy ekonomisine ciddi bir darbe vurmuştur. Bu sadece köylüye değil, buna dayalı şekilde gelişen ticarete de ciddi bir darbe olmuştur. Bölge dışına göç edenlerin yanında il ve ilçe merkezlerinde buraların kaldıramayacağı bir nüfus birikmiş, bölge açısından biçimsiz bir görünüm açığa çıkmıştır. Bilindiği gibi şehirler kendi içine kapalı feodal ekonominin çözülmesi sonucu üretim ve ticaretin gelişmesi ve merkezileşmesine paralel ortaya çıkmıştır. Oysa Dersim’de durum bu değildir. İl ve ilçe merkezleri katliam, sürgün ve göçlerin sonucunda oluşmuş, kırsal ekonomiden kopamamış, bildik şehirleşme sürecine uygun gelişmemiştir. Bu yarı-sömürge yapının olduğu kadar bölgenin kendine özgü süreci ile de ilgilidir.  

Bu durumunun sonucu olarak kırsal görünümün baskın olduğu Dersim’de köy nüfusu, il ve ilçe merkezlerindeki nüfusa göre ciddi düzeyde azdır. Buna rağmen ilçe merkezleri üretim, ticaret konusunda gelişim göstermekten ziyade büyük çaplı köy görüntüsü vermektedir. Merkezlerde ekonominin zayıf yapısına oranla nüfusun fazla olması ciddi bir işsizlik sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu durum çalışmak için bölge dışına göçe neden olmaktadır. Öte yandan bölgeye dışarıdan (akrabalardan) gelir akışı ekonomik yaşama önemli düzeyde katkı sunar haldedir.

 

Bugünkü Duruma Dair

Tarihsel arka planın bir sonucu olarak doğal köy ekonomisi geri dönülmez biçimde bozulmuş durumdadır. Köylerde tarım, hayvancılık, arıcılık, meyve-sebze yetiştiriciliği başta gelen üretim alanlarıdır. Genel olarak köylünün üretimi geçimliktir. Baskın olan küçük köylü üretimidir. Bahsini ettiğimiz alanlarda büyük çaplı üretim gerçekleşmemektedir.

Köylüler üretim sonucu elde ettikleri ürünleri ya kendi olanakları ile elden çıkarmakta (tanıdık, akraba, hemşehri çevresine satmakta) ya da bölgede iş yapan tüccara vermektedir. Üretimin tek bir alanında yoğunlaşma sık görülen bir durum değildir. Emperyalist politikaların tarımsal üretim üzerindeki etkilerinin yanı sıra bölgenin arazi yapısının hayvancılığa daha uygun olması görece büyük sürüleri ortaya çıkarmıştır. Ancak bunlar ne pazara etki edebilecek düzeydedir ne de dış etkilere karşı korunaklıdır. Bunun nedeni sermaye yapısının zayıflığıdır. T. Kürdistanı’nın diğer bölgeleri ile kıyaslandığında büyük sürüler bile aslında küçüktür. Tarımsal üretim bölgenin ihtiyacını karşılayabilecek düzeyde değildir. Köylüler ya hayvan yemi ekmekte ya da kendi un ihtiyacını karşılayacak düzeyde ekim yapmaktadır. Çoğu durumda un bölge dışından hazır alınmaktadır. Bunun nedeni esas olarak girdi fiyatlarının yüksekliğidir. Yani çalıştığına değmeyen, masrafını karşılamayan bir durum geçerlidir. tarımda makine kullanımı (traktör, patos, biçer) yaygındır. Ancak toprak tarımının güçlü olmamasından dolayı yoğun bir makine kullanımından bahsedilemez. Traktör taşıma vb. işler içinde yoğun olarak kullanılmaktadır.

Üretim açısından daha elverişli olan hayvancılık daha fazla tercih edilir durumdadır. Küçükbaş hayvancılığın yanısıra bakımının daha kolay olmasından kaynaklı büyükbaş hayvancılık da yapılmaktadır. Hayvancılık et üretiminin yanısıra peynir, çökelek, tereyağı gibi ürünlerin üretimini de sağlamaktadır. Genel olarak hayvancılık, birinci olarak, bölgede hakim olan tefeci tüccar ekonomisi, ikincisi emperyalist politikalardan kaynaklı gelişebilir durumda değildir. Köylünün beslediği hayvanlar yem fiyatlarının pahalı olmasından dolayı iyi beslenememekte ayrıca çoğunlukla iyi cins olmadığından iyi verim vermemektedir. Yine tüccarlar alım yaparken kilo-fiyat göz kararı olmaktadır. Bu durumda elde edilen gelir de azalmaktadır. Yine veteriner ve ilaç fiyatlarının yüksek olması salgın hastalık durumlarında köylünün elindekini kaybetmesine sebep olmaktadır. Tüccarlar alabildikleri en düşük fiyattan almakta, çoğu durumda peşin çalışmamaktadır. Tüccarın hayvanları alıp gitmesi, parayı vermemesi, geciktirmesi az rastlanır bir durum değildir. Hayvanlardan elde edilen ürünler de aynı şekilde tüccarların elinde kalmaktadır. Peynir alımı olabilecek en alt fiyattan yapılmakta, pazara birkaç elden geçtikten sonra daha yüksek fiyattan sürülmektedir. Tüccarın da sermaye yapısının zayıf olmasından dolayı en düşük fiyattan alım yapmaya çalışmaları köylüyü onca emeğine rağmen ancak geçimini sağlayacak düzeyde bırakmaktadır. Bir köylü ailesi normalde bir işçiden daha uzun çalıştığı halde yaşam koşulları daha iyi değildir.

Emperyalist politikaların hayvancılığa etkisi özelleştirme ve et ithalatı sonucu yerli üretimin sürekli darbe yemesidir. Hayvan-et fiyatları dalgalı bir seyir izlemekte spekülasyonlara açık bir hale gelmektedir. Örneğin bir dönem büyük baş hayvan fiyatları yükselince köylü buna yönelmekte yaşanan ani düşüşlerle elindeki satamaz ya da yok pahasına satar hale gelmektedir. Küçük çaplı üretimin zayıf yapısı bu tarz durumları kolaylaştırmaktadır.

Bölgede yapılan arıcılık, sebze-meyve üreticiliği de benzer şekilde küçük çaplıdır. Aynı şekilde tüccar ekonomisi burada da işlemektedir ve üretim kendini daha büyük çapta örgütleyebilecek gelişecek koşullara sahip değildir.

Bölgede yaşayanların gelir kaynakları arasında sayabileceğimiz bir diğer şey ormancılık yanısıra mantar, ışkın, gulik, sarımsak toplayıcılığıdır. Bu tarz işler ek gelir kaynağı olarak da kullanılmaktadır. Merkezlerde iş bulamayan ya da köyde geçim kaynağı olmayanlar dönemsel olarak bu tarz işlere yönelmektedir.

Köylüler içinde kooperatif tarzı ekonomik örgütlenmeler çok azdır. Var olanın da üretim üzerinde ciddi bir etkisi yoktur. Köylünün tüccara mahkum olmasının bir nedeni de budur. Devlet eliyle kurulan üretici birlikleri (arıcılık, küçük baş ve büyük baş hayvan yetiştiriciliği alanlarında) yarı özerk bir yapıya sahiptir. Bunlar desteklemelerin dağıtılmasında ve vergilendirmede işlevlidir. Bunun dışında üretimin örgütlenmesinde ciddi katkıları yoktur. Aksine bir dizi yolsuzlukla gündeme gelmektedirler ve bulundukları alanda bütün üreticileri kapsamaktan yoksundurlar. Buna rağmen bildiğimiz kadarıyla bölgenin en büyük üretici örgütlenmeleri bunlardır. Değinilmesi gereken bir başka olgu bölgede kooperatifçiliğe dair kimi girişimlerin dolandırıcılık konusu olmasıdır. Köylülerin ilgisini de çeken bu girişimler bu tür durumlardan dolayı güvensiz yaklaşılan bir hale gelmiştir.

Bölgedeki ekonomik gelişim zayıf olduğundan dolayı işçi sınıfının ciddi bir varlığından söz edilemez. Bir su fabrikası, küçük ölçekli madenler ve taş ocakçılığı, inşaat sektörü il ve ilçe merkezlerinde belirli düzeyde gelişkin olan parekende ticaret ve hizmet sektörü ücretli emekçilerin bulunduğu alanlardır. Kırda büyük çaplı üretim olmadığından bahsini edecek bir tarım proletaryası da yoktur. Buna rağmen başkasına çobanlık yapanlar ve yevmiye usulü çalışan üretim araçlarından yoksun bir kesim tarım proletaryasından sayılabilir. Bu ücretli kesime küçük çaplı devlet memurlarını da dahil etmek gerekir. Bunlar genellikle bölgedendir.

Bölgenin zenginleri ülke geneline göre kıyasladığımızda orta burjuvazinin üst orta kesiminden oluşmaktadır. Dersim’de Sanayi Odası yakın bir zamanda kurulmuştur. Bu durum sermaye gelişimine dair bir fikir vermektedir. Bunların zenginliği, tefeciliğin yanı sıra büyük oranda inşaat sektörüne dayanmaktadır. Zenginleşme yollarından biri düşmandan ihale almaktır. Bölgede önemli bir niceliğe ulaşan düşmanın askeri gücünün ihtiyaçlarını karşılama ciddi bir gelir kaynağıdır. Bunun yanında büyük çaplı orman kesimleri, yol ihaleleri vb. bir gelir kapısıdır.

Tefecilik üretimin küçük çaplı yapısına paralel olarak belli düzeyde gelişmiştir. Küçük üretici bankalardan kolayca istediği parayı bulamadığı için tefecilerin eline düşmektedir. Faiz oranları ise çok yüksek olmaktadır. En genel anlamda tefeci tüccar kesimi bölgedeki ekonomik gelişimin önünde engeldir.

Dersim’de ticaret çok gelişkin değildir. Bu açıdan bakıldığında bölge bir bütünlük göstermektedir. Ticari açıdan il merkezi ile bağları gelişkin olan ilçeler Nazimiye ve Mazgirt’tir. Hozat, Ovacık, Pertek, Çemişgezek ilçeleri Elazığ, Pülümür ilçesi ise Erzincan ile daha sıkı ticari ilişkilere sahiptir. Bununla birlikte esas olarak yaz aylarında il ve ilçe merkezlerinde ticari anlamda bir canlılık ortaya çıkmaktadır. Bunun nedeni bölgeye dışarıdan gelenlerdir. İl ve ilçe merkezlerinde yaygın olan küçük çaplı perakende ticarettir. Dersim’de bir sanayi sitesi bulunmaktadır. Oto tamiri, marangozluk vb. işler burada yapılmaktadır. Aynı işler için çevre iller de kullanılmaktadır.

DERSİM DOSYASI -3- | Dersim’de politik durum

 

Kürt/Zaza etnik yapısı ve Alevi inancı ile kendine özgü sosyal ve kültürel yapısı vardır Dersim’in. Tarihi katliam ve mücadelelerle yazılı Dersim’in sosyal ve ulusal kurutuluş mücadelesi içindeki pozisyonunu köklüdür. Bu coğrafyanın politik iklimine karakterini veren de bu özelliğidir.

Bölge açısından inkâr edilmenin, asimilasyona tabi tutulmasının, baskı ve şiddetle kontrol altında tutulmak istenmesinin geçmiş ve bu günkü nedenleri aynıdır. Üç noktada egemen sistemle kan uyuşmazlığı içindedir. Bunlar ezilen Kürt ulusuna mensup olması, resmi Suni inancının dışında Alevi olması, bunlarla birlikte bu coğrafyada yaşayan halkın ezici çoğunluğunun yoksulluk içinde yaşamasıdır. Yani egemen sistemle temel tüm konularda açık karşıtlık üzerinden çelişkiler keskin olmaktadır.

Kısa ve genel hatları ile özetlemeye çalıştığımız bu özelliklerinden kaynaklı sınıf çelişkisinin karşıt kutuplarını oluşturan ezenler ve ezilenler saflarında konumlanan güçlerin ilgisine mazhar olmakta, temel çelişki alanlarında bir farklılık olmadığı sürece de ilgiye mazhar olmaya devam edecektir. Önder yoldaş Kaypakkaya'nın “bozkırın en kuru olduğu yerlerden biri” tespitine atıfla mücadelenin ateşinin burada yakılması ifade etmeye çalıştığımız nedenlerdendir. Ki sınıf savaşımının esasına bu topraklarda silahlı mücadele oturmuştur. Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki ulusal temelli ayaklanma/isyan pratiklerinin yanında Proletarya Partisinin devamında ulusal hareketin başlatmış olduğu silahlı mücadelenin kırk yılı aşkın bir geçmişi vardır. Bu açıdan “politik durum” tespitine gidilecekse silahlı mücadelenin kendisini göz ardı eden her değerlendirme gerçeği tam yansıtmayacaktır. Çünkü bu coğrafyada gerek sınıfsal gerekse de ulusal temelde olsun sınıf mücadelesine damgasını vuran silahlı mücadeledir.

Bu şu anlama gelir ki taraflar arasındaki her konumlanış ilk önce silahları devreye sokmakta, sınıf mücadelesinin tüm aktörleri bu gerçeklik üzerinden pozisyonlarını belirlemektedir. Bu olgu bir bütün T. Kürdistanı için geçerlidir.  T. Kürdistanı incelenmeden, buradaki savaşın niteliği kavranmadan, Kürt ulusunun ulusal özellikleri ortaya konmadan, bunun içinde bir parça olarak Dersim’in anlaşılması ve sınıf mücadelesi içindeki konumunu tanımlamaya kalkmak tek yanlı bir girişim olacaktır. Özellikle iki farklı açıdan Dersim bütünden koparılmaktadır. Bunlardan birincisi Dersim'in Kürdistan’ın bir parçası olduğunu reddeden “Zazalık ve Alevilik” üzerinden ulusal kimliği inkar eden yaklaşım; ikincisi ise Dersin halkının Zazalık ve Alevi kimliğini reddeden, bu özgünlüğü sadece “Kürtlükle açıklamaya çalışan” ve sınıfların varlığını gündemine bile almayan ulusal yaklaşım tarzıdır. Ki her iki bakış açısının kesişme noktası burjuva bakış açısıdır. Bu içerikli yapılan değerlendirmeler aynı zamanda sınıf mücadelesinin tarafları olması açısından hangi zeminde politika üretildiği ile ilgilidir. Egemen sınıfların da T. Kürdistanı’na bunun içinde de kendi özgünlüklerine paralel Dersim’e ilişkin bir yaklaşımı vardır ve düşman kampında yer almasından ötürü sınıf tavrı bu bakımından “daha gerçekçi” ve nettir.

Yazının genel akışı içerisinde değinilecek fakat geçerken değinmemizin nedeni nesnel gerçekliğin (sınıf mücadelesinin) nasıl görüldüğü ve nasıl yaklaşıldığını ifade etmek içindir. Çünkü silahlı ya da silahsız egemenlerin saldırılarına karşı hangi sınıfsal zeminde duruluyorsa o zeminde refleks gösterilmekte, “politik duruş” bu zemini işaret etmektedir. Gelinen aşmada “Kürt Sorunu” kapsamında ulusal mücadelenin ulaşmış olduğu düzeye paralel pozisyon alınmakta, bölgenin gerçekliği içinde siyasi yapıların dizildiği saflar somutluk kazanmaktadır.

Sınıf mücadelesinin biçim ve niteliğine dair esasta bir değişimden bahsetmek mümkün olmasa da güncelleşen “yeni” sorunlara karşı politika üretebilmek, sürecin öznesi olabilmek açısından önemlidir. Kürt sorunu ekseninde “demokrasi ve hak alma mücadelesi” olarak güncellenen görevlerin bölge özgülünde somut karşılığı bulunmakta, bunu anlamakta zorlananların ise gelişim şansı bulunmamaktadır.

 

GENEL

Egemen sınıfların bölgeye yaklaşımını toplamdan koparmamakla birlikte,  2009 yerel seçimlerinde Dersim’e dair “kale” vurgusuyla ilan edilen seferberlik, hem “mevziyi” düşürme hem de daha kapsamlı saldırıların yeniden güncellenip başlatılma tarihidir. Bu seferberliğin kumanda merkezinde AKP olmakla birlikte bir bütün devletin yönelimi olarak okumak, parantezin içine TC’nin tüm kurumlarını katmak gerekir. Bu süreçle birlikte saldırının merkezine ilk etapta silahlı mücadele konulmuş, gerillaya yönelik imha ve tasfiye operasyonları yoğunlaştırılmış, onlarca yeni karakolun inşaatına başlanmıştır. Buna koşut kitlelerin bilinci de manipüle edilmeye çalışılarak, beyaz eşya dağıtmaktan tutalım da yoksulluk yardımları ile kitlelerin gönlü kazanılmaya çalışılmıştır. Keza süreç içinde AKP’nin 38 Dersim katliamına dair yaptığı açıklamalarla “kale”nin içine sızmaya çalışmış, operasyon savaşın düzeyine paralel kendi ayakları üzerine oturtulmak istenmiştir. AKP ile başlayan süreci anlamak için iki faktörü incelemek, yaklaşımı bu iki esas üzerine oturtmak gerekir. İlki AKP ile birlikte faşist TC devletinin, ABD emperyalizminin bölgesel çıkarları doğrultusunda “yeniden” yapılandırılması, son krizle birlikte TC’nin taşeronluğunun aktivite ve etkinliğinin daha fazla işlevli hale getirilmesidir. “Neo-liberal” olarak adlandırılan politikaların engelsiz ve geniş sahada hayata geçirilmesi için sermayenin yolu üzerindeki taşların temizlenmesi gerekir. Ki Dersim de bu kapsamın dışında değildir. Maden arama, HES, inşaat sektörü vb firmalarının bölgedeki hareketliliğini anlamak için egemenlerin yönelimine bütünlüğü içinde bakmak gerekmekte, parçadaki görüntü genel tablonun içine yerleştirildiğinde resmi anlamak olanaklı olmaktadır. AKP hükümeti ile birlikte tüm memleket satılığa çıkartılarak özelleştirme rekoru kırılmıştır. Egemenler nerede bir kaynak varsa gözünü oraya dikmiş; akarsular, ormanlar ve yeni maden kaynakları emperyalistlere rant ve talan alanları olarak sunulmuştur. Bölgedeki bu yönlü saldırıların bu kapsamda görülmemesi en hafif deyimiyle siyasi körlük ve tek yanlılıktır. Gezi İsyanı'nda ortaya çıkan bir gerçeklik olarak şu söylenebilir; baraj, maden, orman gibi çevrenin tahribatına genelde bölgenin kültürel ve inanç değerleri ön plana çıkarılarak karşı duruş sergilenmektedir. Hiç kuşkusuz meselenin böyle bir tarafı da vardır. Yalnız daha önemlisi emperyalist kapitalist sistemle bağının kurulmasıdır. Ege'deki maden şirketlerinin amacı ile Dersim'dekinin, Karadeniz'deki HES’lerle dersimdeki HES'lerin yöneldiği şey özü itibari ile aynıdır. Gezi İsyanı'nda toplumun ezilen kesimlerini buluşturan da sistemin yöneliminin tüm bu kesimleri kapsamasıdır. Dersim'de bu halka doğru okunamamış direniş devrimcilerin çatışmalı eylemlerinin ötesinde kitleselleştirilememiştir.

Buna en çarpıcı örnek özelleştirme ve taşeronlaştırma saldırısı kapsamında bir karşı koyuş olarak Tedaş'a bağlı Güntaş işçilerinin grevi devrimcilerden yeterli ilgiyi görmemiş buradan görev çıkarılamamıştır. Misyon bağlamında ilk elden eleştiri geleneğimizedir. 

Keza ikinci faktörde ifade etmeye çalışacağımız olguların da bu kapsam içinde değerlendirilmesi gereklidir. Özellikle savaşın kızgın olduğu süreçlerde sermayenin girmekte zorlandığı veya giremediği alanlarda yol üstündeki taşların temizlenmesi ya da engel olmaktan çıkarılması gerekmekteydi ki “çözüm, barış süreci” olarak ifade edilen politikanın egemenlere bu fırsatı yarattığını ifade etmek yanlış olmayacaktır. “Çözüm süreci” Kürt ulusal sorunu bağlamında ayrı bir incelemenin konusudur fakat temas noktaları oluştuğundan değinmekte fayda vardır. Nihayetinde taşlar bu soruna paralel tekrar dizilmekte hamleler bu zemin gözetilerek gerçekleştirilmektedir. Son süreçte egemenler tarafından “Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da ekonominin canlandırılması, istihdamın artırılması” olarak propaganda edilen ve bu süreçte patron örgütlerinin T. Kürdistan’ında düzenlediği ekonomik bazlı toplantılar sistem sözcülerinin niyetini açık eder mahiyettedir. Yine hızlandırılan ve yaygınlaştırılan karakollarla birlikte (bunun silahı mücadele, gerilla savaşının ulaştığı düzeyle doğrudan bağı vardır) ordunun ağırlıklı bölümünün T. Kürdistan’ında konumlandırılması planının bir parçası olarak da devreye sokulmak istenmektedir. Bunu ekonominin canlandırılması ile açıklayan egemenlerin asıl derdi, sınıf mücadelesinin en diri dinamiklerinin gelişimini engellemek ve boğmak amaçlıdır.  

Geçmişin kaba haliyle inkar ve asimilasyon siyaseti özelde ulusal mücadele genelde sınıf mücadelesinin ulaşmış olduğu düzeyle gelinen aşamada kırıldığı, egemenler eski kalıplarda diretmesinin gerçeği gizlemeye yetmediğini görmek gerekir. Gerek halk ordusunun verdiği mücadele gerekse de ulusal hareketin verdiği silahlı mücadelenin kitlelerde bilince dair yaratmış olduğu uyanış, devleti geçmiş kalıpların dışına çıkmaya zorluyor. Sistemde inkar ve asimile formülasyonunun yanına gelinen aşamada “asimile etme, bölme ve sistem içine çekme” olarak ifade edilebilecek “yeni” yaklaşımı benimsemiş görünüyor. Kaleyi içten fethetmenin devrimci ve ulusal hareketi kendi evinde etkisizleştirmenin başka bir argümanı olarak da Zazaca’nın Kürtçe’ye ait dillerden değil de farklı bir dil grubunu oluşturduğunu, Zazaların da Kürt değil de farklı bir “kültürel” topluluğu oluşturduğuna ilişkin yaklaşım oluşturmaya çalışarak devletin konuya dair tüm kurumlarını etkin şekilde devreye sokmaktadır.  Milli Eğitim Bakanlığı ve Bakanı Ömer Dinçer’in “gelecek sene Zazaca’yı ayrı bir dil olarak sunacağız” sözlerine paralel Tunceli Üniversitesi'nde bu yönde inceleme araştırma çalışmaları yapılmıştır. Birçok devrimci parti, örgüt, aydın ve yazarında ters istikametten bu koroya katılması ise konumlanılan yerde hangi pozisyonların alındığını açıklar. Tabloyu tamamlayan diğer görüntü ise yine açılım furyasına eklenen Alevilik konusunda da Dersim’in “pilot” bölge cenderesinden kurtulamamasıdır. Tüm bunlar özü değişmemekle birlikte demokrasi ambalajı ile süslenen saldırıların kitleleri ve kimi güçleri tarafsızlaştırmaya, olmadı kitlelerin bilincini bulandırmaya çalışıldığını gösterir. İlk eşik buradan geçilmeye çalışılmaktadır. Kimi örgüt ve kişilerin bu saldırı dalgasının kapsamında girdiğini belirttik. Bu tehlikenin boyutu açısından alarm vericidir.

 

EGEMENLER CEPHESİ

AKP’nin örgütlenme kapsamında Sinan Yerlikaya transferi, Dersim’deki il ve ilçe örgütlülüklerini yeniden yapılandırılması, özellikle şehit düşen devrimcilerin ailelerine, geçmiş sicilinde devrimci hareket içinde isim yapmış olanlara yönelmesi işi sıkı tutmanın yanında bir taşla “kuş katliamı” yapma hedeflidir. Çapsız bir popülizmle propaganda edilen işsizliğin bitirileceği, köylere geri dönüşün AKP ile sağlanacağı, köy-yayla-alan vb. yasakların AKP döneminde kaldırıldığı, yol-su-elektrik olarak sıralanan alt yapı hizmetlerinin ustasının AKP olduğu söylemlerinin arka planında faşizmin tüm gerçekliği ile perdelenmesi vardır. Keza aynı AKP ticaretinde kontrol mekanizmasını elinde tutmanın avantajı ile ihale vb. benzerlerinde esnaf tayfasını kendine yedeklemek istemekte, bunu bir koz olarak kullanarak yoğunlaştırılmış ve yaygınlaştırılmış işbirlikçileştirme saldırısı ile sahnedeki yerini almaktadır. AKP, Valilik-Kaymakamlık, askeriye üçgeninde bu meselelerin dönmesi ve ihalelerin kışlalarda yapılmasının gösterdiği budur.

Faşist devlet yapısının çıkarlarını her şeyin üstünde gören ve kollayan sınıf tavrı söz konusu ezilenler/emekçiler olduğunda birbiri ile “kanlı-bıçaklı” olan egemen sınıf partilerinin hareket tarzını ortaklaştırmakta, aynı potada buluşturmaktadır. AKP’nin olamadığı yerde CHP, Aleviliğin rotaya sokulmaya çalışıldığı parti olarak daha fazla aktifleştirilmeye çalışılmaktadır. Seçimler döneminde daha açık görülen CHP-AKP ittifakı vardır. Fakat bu ittifaka değinmeden önce Kılıçdaroğlu/Aygün faktörleriyle CHP’nin de Dersim’deki faaliyetlerine değinmekte fayda vardır.

CHP, Alevicilik ve Sosyal Demokratlıkla makyajlanan maskesiyle Dersim’de kendine sürekli taban yaratabilmiş, bunun ivmesi değişmekle birlikte devletin Dersim’e uzanan kolu olmuştur. Baykallı CHP’nin prestijinin düştüğü bir dönemde “Dersimli ve Alevi” kimlikli K. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına getirilmesiyle Dersim kitlesinde de “Dersimli Başbakan” algısı oluşmaya başlamış, gelişen beklentilerle birlikte CHP’nin prestiji olmasa bile popülaritesi artmıştır. Bu durum bilinçli politik tercihten ziyade örgütlü olamayan halkın eğilimlerinde böylesi gitgellerin olmasının kaçınılmaz olduğunu gösterir. Aynı kitlenin aynı zamanda başta partimiz olmak üzere devrimci-ulusal güçlere de destek verdiği/sahiplendi diğer bir gerçektir. Genel olarak toplumsal tarihimizde olduğu haliyle Dersim halkı nezdinde de yaşanan başta geleneğimiz olmak üzere sınıf mücadelesinin öncü güçlerine sınıfta kaldığını hatırlatan mahiyettedir. O da kitlelerin örgütlenmesi gerektiğidir. Çünkü örgütlü olmayan bir halkın bilinci kendiliğinden bir bilinçtir ve kaygan bir zeminde durmaktadır.

İfade etmeye çalıştığımız gibi K. Kılıçdaroğlu’nun Dersimli olması bu yükselişte önemli bir etkendir. Dersim halkının genel söylemi de bu durumun çekici etkisini yansıtmaktadır. “Dersimcilik” denilen vurgunun altını kazıdığımızda ise TC’nin kanlı feodal faşist karakterinin ve uygulamalarının halkın bilinçaltında nasılda cellâdını da sahiplendirecek düzeyde yerleştiğini göstermesi açısından önemli bir yerde durmaktadır. “İlk defa bir Dersimli bu düzeye geliyor” söyleminin gösterdiği bir yönüyle bu iken diğer yandan toplumsal hafızanın tahribatı ile birlikte Özal’ın Malatya’ya yaptığı gibi K. Kılıçdaroğlu’nun da “Dersim’e yatırım yapacağı” beklentisinin genel bir hava yaratmasıdır.

Yine üzerinde durulması gereken sosyolojik bir olgu olarak aleviliğin, Kılıçdaroğlu’nu öne çıkaran noktalardan olmasıdır. Bölge genelinde Alevilik etnik kimlikten önce gelmekte, aidiyetlik bunun üzerinden tanımlanmaktadır. Ayrı bir araştırmanın konusu olmakla birlikte “ezilmeye ve yok sayılmaya” duyulan tepkinin gelinen aşamada kimlik biçimine dönüşmesidir.

CHP’nin yükselen bu ivmesi “eski Partizancılar” etiketli kimi unsurları da kendi çeperine çekmiş, belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği ve il meclis üyeliği gibi olgularda CHP çıkar kapısına dönüşmüştür. Fakat gelinen aşamada CHP’nin boyası dökülmeye, akmaya başlamıştır.

Bölge halkı devleti kendi tecrübesiyle tanımakta, CHP gibi düzen partilerinin ömrü alternatif olunabildiği ölçüde uzun olmamaktadır. Bu açıdan aynı sofrada birbirine hırlayan AKP ile CHP mevzu bahis devrimci ve ulusal hareket olduğunda birbirine hırlamayı bırakıp halka dönüp havlamaktadır. Özellikle seçimler döneminde bu ince bir politikayla birbirini kollayan bir yaklaşıma dönüşmektedir. Yukarıda ifade ettiğimiz nedenlerden ötürü bölgede CHP’nin AKP’den daha fazla şansı bulunmaktadır. Nasıl ki T. Kürdistanı’nın diğer bölgelerinde sistem partileri alttan alta ulusal harekete karşı AKP’yi destekliyorsa Dersim’de de aynı durum CHP için geçerlidir. Bölgede kurumsal olmamakla birlikte aşiretçilik ve aşiret bağları önemli oranda varlığını sürdürmektedir. Özellikle seçim dönemlerinde aşiretler ve aşiretçilik prim yapmakta hatta seçim sonuçlarına etkide bulunabilmektedir. Kimi aşiretlerin önde gelen, sözü dinlenen unsurları esasta CHP’de örgütlüdür ve AKP seçimlere katılmakla birlikte CHP adayının karşısına etkili bir adayla çıkamamaktadır. Özellikle, devrimcilerinin adaylarının kazanma şansının yüksek olduğu Ovacık ve Hozat ilçeleri bu duruma en bariz örneği teşkil etmektedir.

Egemenler, bölgenin niteliğinin farkındadır. Sınıf mücadelesi silahlı mücadele merkezli sürmekte, kitleler silahlı mücadelenin ateşi içinde bilinçlenmekte, silahlar çözümün adresi olarak devrededir. Bölge bu durumdan kaynaklı sistem açısından zayıf halkayı oluşturmaktadır. Bu açıdan egemen sınıf partilerinden ziyade kaybedecek olanın bizzat sistemin kendisinin olduğunun bilincindedirler. Egemenler de sınıf mücadelesi tarihinden tecrübe biriktirmektedir. İşte CHP ve AKP’yi bir araya getiren sınıf refleksinin özünde bu gerçeklik vardır. Egemen sınıflar açısından geçmişin acı hatıraları uyarıcı olmakla birlikte geleceğe dönük kâbuslu gecelerin yaşanması için çok fazla neden vardır.

Bölge sınıf mücadelesinin gelişim dinamiklerinin yanında coğrafi konumunu itibariyle de kilit noktadadır. Hali hazırda silahlı mücadelenin önemli merkezlerinden olmakla birlikte farklı alanlara açılması, yayılması bağlamında da kapı/geçiş özelliği de vardır. Ulusal hareketin Karadeniz’deki eylemlerinin burjuva basında “Tunceli’den yönlendiriliyor, oradan geliyorlar” propagandasının gerisinde bu gerçeğe çekilen dikkat vardır.

DERSİM DOSYASI -4- | Dersim'in sosyo-kültürel yapısı üzerine

 

Dersim'in sosyo-kültürel yapısı, bölgenin tarihsel, ekonomik ve politik yapısında bağımsız irdelenemez. Bunun nedeni, toplumsal özelliklerin ve kültürel yapının bölge tarihi boyunca yaratılan tüm maddi ve manevi değerlerin toplamını ifade etmesindendir. Başka bir deyişle, bölgenin kültürel yapısı, onun toplumsal ekonomik yapısının ve onun uzantısı olarak var olan siyasetin ideolojik yansımasıdır.

Buradan hareketle Dersim'in toplumsal özellikleri, tüm yönleriyle tarihsel gelişimi içerisinde açığa çıkarılabilir. Bundandır ki konumuzu ele alırken, her ne kadar ne tarih, ne ekonomik yapısı ne de politik durumu olsa da, kaçınılmaz olarak bu alanlara da atıfta bulunacağız.

 

Dersim'in genel özellikleri

Çok kültürlülük, çok dinlik…

Dersim'in coğrafi sınırları tarih boyunca genişleme ve daralma olmak üzere değişime uğramış. En geniş hali olarak günümüzdeki Tunceli, Erzincan, Bingöl, Elazığ illerinin toplamıyla birlikte Sivas, Erzurum, Malatya ve Muş illerinin bir bölümünden oluşan Dersim coğrafyası en daralmış haliyle günümüzdeki Tunceli bölgesinin sınırlarını kapsamaktadır.

Bugün bile, son yirmi yıl içinde Tunceli'nin il olmaktan çıkarılması gerektiğini düşünen devlet bürokratlarının "nüfus sayısı" gibi sahte gerekçelerle gizlemeye çalıştıkları ve bölgenin insansızlaşması, geride kanların ise kimliksizleştirilmesi ve yozlaştırılmasını, yani asimilasyonu içeren gerçek emelleri düşünüldüğünde, tarih boyunca göze çarpan sınır değişikliklerinin nedenlerini açığa çıkarmak da zor olmasa gerek.

Burada önemli olan, Dersim denilen coğrafi sınırları içinde yaşayanların tek bir milliyetten ve dinden oluşan insan topluluğu olmadığını görmektir. Bu veri, sosyo-kültürel yapıyı tanımlamak için önemlidir.  Kimi tarihsel dönemlerde birinin daha ağır basması, diğerlerinin yok olmasını beraberinde getirmemiş. Başka bir ifadeyle, nicelik olarak ağır basan din ya da milliyet, azınlıkta olanları zorla asimile edip kendi dinine veya milliyetine dahil etmeye çalışmamış. Zira bütün milliyet ve dinler, Dersim soykırımı öncesinde kendilerini esasta ifade edip tanımlayabilmişler. (1)

Demek ki dün de, bugün de; Dersim'in çok kültürlü ve çok dinli olduğunu görebilir ve bu anlamıyla poly-etnik bir yapıya sahip olduğunu söylemeliyiz. Bunun anlamı şudur: Dersim sadece Zazaların değil aynı zamanda Kurmanckilerin, sadece Kürtlerin değil aynı zamanda Ermenilerin, sadece Ermenilerin değil aynı zamanda Türklerin, sadece Alevilerin değil aynı zamda Sünnilerin, Sadece İslam dininden değil aynı zamanda Hıristiyan dinine mensup olanların yaşadıkları bir bölgedir.

Etnik kökeni ve dini inancı ne olursa olsun, bu topraklarda yaşayanlar birbirine düşmanlık tasarlamadan uzak durmuş ve birbirine etnik kökeni veya dini inancından dolayı saldırmamışlar. Tam aksine, karşılıklı güven, saygı ve hoşgörü içinde yaşamışlar.

Aynı topraklarda yaşayan çeşitli etnik kökene ve dini inanca sahip toplulukların bir arada ve kardeşçe yaşamasını koşullayan, başka bir deyişle, bunları ortaklaştıran temel olgu, bunların Osmanlı'nın egemen din ve etnik yapısından olmadıklarıdır. Öyle ki, hangi etnik kökenden ve inançtan olursa olsun, Dersim toplumunun esas olarak devletle hem ulusal, hem dini, hem de sınıfsal çelişkisi tarih boyunca hep olmuştur. Zira Dersim'in bugüne kadar iktidardakilerle olan kan uyuşmazlığı bu son yüzyıla ait değildir.

İşte bu gerçeklik, hem ulusal, hem dini ve hem de sınıfsal açıdan ezilen pozisyonunda bulunanların ulus ve din ayrımını gözetmeksizin birlikteliğini pekiştirmiş, güçlendirmiştir. Bu durum bölgeye dair kimi sorunlar karşısında birlikte hareket edebilmelerini koşullamıştır. (2)

Okuyabildiklerimiz arasında az sayıda inceleme yazıları, bölgede yıkıntı halinde duran kiliseler, dini motifli mezar taşları ve en büyük kaynak değerini taşıyan halkımızın kimi anıları ile klamlarından tespit edebiliriz ki, mesela Ermenilerin, bölgede pek de geçici ya da kısa süreli bir yaşamları olmamış. Aksine, Kürtlerin ve inanç olarak Alevilerin yaşam özelliklerine belli düzeyde rengini verecek kadar köklü bir tarihe sahipler.

Aynı şekilde, Ermenilerin ve inanç olarak da Hıristiyanların yaşam ve ibadet yöntemlerinde de Kürtlerin ve Alevilerin rengi mevcut olduğunu bir kaçınılmazlık olarak ifade edebiliriz. Yine de bu da özel bir inceleme ve araştırma konusu olarak önümüzde durduğunu söylemekle yetinelim. Konumuz bağlamında altını çizeceğimiz husus, bölgenin birden fazla etnik yapının rengini taşıdığıdır ve bunların birbiriyle etkileşimindendir ki ne Dersim Alevileri tam olarak Türkiye'nin diğer Alevilerine tamamen benziyor ne de diğer inanç ve ulus ile azınlık milliyetler diğer bölgelerdekilerine benziyor.

 

Aşiret ve toplumdaki yeri…

Bugün aşiret reisliği olarak karşımıza çıkan bir "ağa" ya da "ağalar birliği" yoktur. Zira aşiret ağaları (ya da reisleri) olarak tarif edilenler toprak ve aşiret mensubu insanlar üzerinde hükme sahip olan bildiğimiz toprak ağalarıydı. Bunlar esas olarak son Dersim soykırımında katledildiler. Ancak yine de vurgulamalıyız ki, feodal düzenin bir kalıntısı olarak aşiretçilik bölgede önemli bir yerde durmaktadır.

Bilinir ki tarihte ulusal veya dini çatışmaların Dersimliler arasında fazla vuku bulmamasına karşılık aşiretler arası anlaşmazlıklar hiç dinmemiş. Kimi çatışmalara vesile olan bu anlaşmazlıkların temelinde toprak, töre ve "iç vergilendime" gibi sorunlar var. Kan davaları, birbirine zarar vermeyi ve hatta kimi zamanlar birbirini imha etmeyi hedefleyen silahlı çatışmalar bu sorunların uzantısı olarak yaşanmış.

Bu veri iki sebepten ötürü önemlidir. Birincisi; önemlidir çünkü tarihte çoğu kez tanık olduğumuz bir vaka olarak herhangi bir aşiretin devletle kurduğu bağın temelinde bu tür anlaşmazlıklar vardır. İkincisi; önemlidir çünkü tarihte kalmış anlaşmazlıklar değil ama bunların doğurduğu sonuçlar (mesela devletten yana tavır almak; ya da düşman gözüyle bakılan aşiretin devletle olan çatışmasında "tarafsız kalmak" gibi sonuçlar) bugün hala iki aşiret mensupları arasında bir güvensizliğin ve sözlü çatışmanın nedeni olarak karşımıza çıkabiliyor.

Her aşiretten bireyler, kendini, tarihinin olumlu yönlerinden tanımlıyor. Bu olumluluğun kıstası olarak ileri sürdükleri husus devletle girişilen silahlı direniş hareketidir. Bu kıstas, bölge halkının devletle olan kan uyuşmazlığının bir başka boyuttaki yansımasını gözler önüne sermektedir. Tersi yönde, bir başka aşirete getirilen eleştirinin içeriğini devletle kurulan işbirliği veya "tarafsızlık" ve çatışmama hali oluşturur. Bu kıstas da aynı özelliğin, yani devletle olan kan uyuşmazlığının sonucu olarak karşımıza çıkıyor.

Ne var ki;  tarihte iki yönden sadece birine (yani devlete hizmet eden ile ona hizmet etmeyen yönlerden bine) tekabül eden bir davranışa sahip tek bir aşiret yoktur. Bir yerde "ihanetçi" damgasını taşıyan aşiretin tarihin bir başka yerinde düşmana karşı amansızca savaştığı biliniyor. Aynı şekilde, kimi yerde örnek bir duruş sergileyerek dillere destan yazdıran bir aşiretin tarihin bir başka yerinde ya devlet ordusuyla hareket etmiş, ya da "tarafsız" kalma adına devlet saldırısını onaylar bir pozisyonda durduğu da biliniyor. Yani hiçbir aşiret ne HEP direndi, ne de HEP ihanet etti (ya da "tarafsız" kaldı).

 

Birleşmeye açıklık ile ayrışmaya meyillilik…

Yukarıda değindiğimiz iki husus, yani bir yandan çok kültürlülüğün yarattığı kaynaşma ile aşiretçiliğin koşulladığı zıtlaşma, Dersim halkında birleşmeye açık olmakla ayrışmaya meyilli olmanın diyalektik birliğini düşünce yönteminde diri durmasını koşullamaktadır.

Aşirtler arası geniş çapta ittifaklara tanıklık eden Dersim tarihi aynı şekilde bu ittifakların uzun süreli git(e)mediğini/sürdürül(e)mediğini de anlatır. Buradan hareketle ve aşiretler arası çatışmaların nedenlerine eğildiğimizde görüyoruz ki otorite (güç) olma ve bunu koruma hırsı, kurulan ilişkilerin odağında vardır. Hiç şüphe yok ki bunda da sahip olunan küçük ya da büyük özel çitlerin payı, yani iktisadi menfaate dayanan payı vardır.

Denilebilir ki toplumların en önemli değeri, onların kültür ve değer yargılarının toplamının tablosu olan tarihidir. Köklü ve yazılı tarihe esas olarak sahip olmayan Dersimlilerin bu değerleri, dilden dile aktarılan anı ve ezgiler üzerinden bugüne yansımıştır. Ne var ki kendi gerçekliğiyle yüzleşme, doğru sonuçlar çıkarma ve buradan yola çıkarak daha iyisini yapma durumu doğru bir dünya görüşüne sahip olmayı gerektirir. Tarih boyunca gerek devletten yana tavır alıp almamada, gerek devletle aşiretler arasındaki çatışmalarda tarafsız kalıp kalmamada, gerekse de aşiretler arası ilişkilerde birlikte hareket edip etmemede gitgeller yaşanması esasta doğru bir bakış açısına sahip olunmadığı, salt kendi aşiretinin menfaatini öne çıkarma durumunun esasa oturtulduğunu gösteriyor.

Günümüzde birçok yaşlının dilinde  dolaşan, sanatçının çalışmalarında yer alan ve araştırmacı-yazarın kitaplarında da okunabilecek halk ezgilerinde, aşiret mensuplarının gerek kendilerine ilişkin gerekse de başka bir aşirete yönelik devletin tuzağına düşülmemesi, para karşılığında halkını satmaması vb. öğütlerin bol olmasına rağmen (3) ve hatta bu tür yanlışlara düşmüş olanların da özeleştirel yaklaşımlarının yansımasına rağmen (4) güçlü bir birlikteliğin yaratılamamış olması nesnel gerçekliği değiştirecek bir ideolojiye sahip olunmadığını başka bir açıdan gösteriyor. Bunun sonucunu Dersimliler hep katliam, sürgün, işkence ve en iyimser haliyle talan olarak görmüşler. Bölgede son kırk yıllık kesintisiz süren silahlı mücadelenin başarısızlığı karşısında halktan kimi insanların taşıdığı güvensizlik duygusu içinde bu algı vardır.

Bundandır ki Dersim'de birlikte hareket etmeye dair olan vurgu ve istek, salt "bir olalım, şen olalım (!!!)" misali bir bakış açının ürünü değil, devletin saldırıları karşısında birlikteliğin yaratılamadığı koşullarda başlarına neyin gelebileceğini tarihlerinden bilmelerine dayanmaktadır. "Birleşme" vurgusunu güçlü kılan budur.

Ne var ki bu vurguya karşılık ayrışma zeminini de bir o kadar güçlü kılan aşiret çelişkileri vardır. Bunun sonucudur ki tarihte ittifaklar her an dağılmaya, hiç olmazsa da verdiği sözün arkasında durmamaya müsait bir zemin üzerinde kurulmuş. Bu gerçek, ister devlete karşı kurulan ittifaklarda olsun, isterse de devlet güdümlü kurulan ittifaklar için olsun (5) geçerlidir. Aşiretler arası çelişkiler, birleşmenin zorunlu olduğu koşullarda bunun sağlanmamasını beraberinde getirmiş. '37-'38 döneminde güçlü bir birlikteliğin yaratılmamış olmasının temelinde eskiden kalan husumetler vardır.

Bugün de, barajların yapımına, maden aranmasına, yozlaşmaya dair ne varsa bunlara karşı bölge halkının duyarlılığına rağmen bunun bir güce dönüştürülememesinin içinde, soruna duyarlı örgüt ve partilerin politik önderlik eksikliklerinin yanında, tali düzeyde de olsa bu neden vardır.

Bilinir ki hedefi doğru saptamış, yolu doğru belirlemiş, doğru ideolojik formasyona sahip ve halkla güçlü bağı olan bir örgüt önderliğinde ancak bu birlik sağlanır ve hedefine ulaşır. Bu gerçeği göz ardı eden her görüş, tıpkı bugüne kadar olduğu gibi, yenilgiye varmaya mahkûmdur. En başta, devrim iddiası, bu öğretinin pratikteki hakkının verilmesini gerektirir. Halkın "bir olun" vurgusu her şeyden önce bu minvalde okunmalıdır.

 

Asimilasyon politikasının bir ürünü: kimlik bunalımı…

'37-'38 soykırımı sonrası Şark Islahat Planı'na uygun olarak yürürlüğe giren asimilasyon politikaları bölgede bir bir uygulanmaya başlandı. Sürgün dönemine paralel olarak Dersim'de alt yapısı hazırlanıp tamamlanan Türkleştirme aşısı, ilk olarak açılan (yatılı olsun olmasın) okullarla vurulmuş oldu. Buna göre Dersim'in çocukları resmi dil ve görüşü öğrenecek ya da başka bir değişle, resmi dil ve görüşü benimsemek zorunda bırakılacak. Bu görüşün temel içeriğini, Dersimlilerin Türk oldukları, dilleri Türkçe olduğu, kültürleri Türk kültürü olduğu ve dinlerinin Sünni-İslam olduğu oluşturmaktadır.

Bu politikanın bir başka parçasını o zamana kadar değiştirilmemiş köy isimlerinin Türkçeleştirilmesi ve resmi olarak köylülere isim ve soy isim vermek suretiyle kimlik çıkarmaktır. Verilen soy isimler rastgele ve kimi zaman da alay etme temelinde verilmiş isimlerdir. Bu politikaların o anda değil ama uzun sürede, yenilgiye uğramış bir halkın geleceği üzerinde etkide bulunmayacağı kuşkusuz düşünülemez.

Asimilasyonun etki gücü, gerçeğe en yakın bilgiye sahip olanların imha edilmesine oranla yükselir. Soykırımlarda imha edilen topluluğun en bilgili/ileri gelenlerinin ilk olarak hedef alınmaları boşuna değildir. Dersim'in özünü en çok bilen ve kültürünün yaşatılması için en önde duran toplumun bireyleri (aşiretlerin ileri gelenleri, pir veya dedeler vs.) soykırımla birlikte esasta katledildiler, geride kalanlar ise çoğunlukla sürgüne gönderildiler. (6)

Gelinen aşamada, günümüzde en yaygın ve bir o kadar da karmaşık olan konulardan birini bölgedeki dilin adlandırılması ve bununla birlikte bölge halkının ulusal kimliğine ilişkin tartışmalardır.

Bilinir ki Dersim, tarihteki varlığını, çok kültürlü, çok uluslu bir bölge olarak bugüne kadar taşıdı. Burada nüfus yoğunluğunu teşkil eden milliyetin dil de olmak üzere kültürel özelliklerinin daha baskın gelmesinden hareketle tek yanlı bir düşünüşten yola çıkarak sonuca varma yanlışına düşmekten kaçınmalıyız. Bunun için, önyargısız ve kapsamlı bir inceleme konusu olarak karşımızda duran bu sorunu çözmek kuşkusuz önemlidir.

Ne var ki, tarihsel ve toplumsal verilerden hareketle şimdiden söyleyebileceğimiz o ki; Dersim bölgesinde kendilerini Kırmanc olarak tanımlayan ve inanç olarak Alevi felsefesini benimseyen topluluk daha yoğunlukludur. Bu vurgu, kuşkusuz bugüne dairdir. Tam da burada şu iki soru karşımızda durmaktadır; birincisi: bunlar Kürtlerden bağımsız bir ulusu mu teşkil ediyor yoksa Kürt ulusunun dil lehçelerinden birini kullanan ve Alevi inancına mensup bir topluluk mudur? İkinci soru: bu topluluk bölgede hep egemen miydi?

Birinci soruya ilişkin öncelikle vurgulamalıyız ki esas olarak bölge halkı kendini Kürt ulusuna mensup olarak görmemektedir. Kendine Kırmanc diyen topluluğun bu şekilde ifade etmesi elbette ki tek başına doğruluğun kıstası olarak değerlendirilemez. Önyargısız bir incelemeyi hak eden ve şu an için konumuzun sınırlarını aşan bu konu daha özel olarak irdelenmesi gerekir. Burada sadece şunu ifade etmekle yetinelim ki bu yüzeysel bir ele alışı hak eden bir konu değildir. Zira bölge halkının tarihte maruz kaldığı fiziki imhayı içeren saldırıların yanında yaşadıklarının ve hissettiklerinin sosyolojik ve psikolojik etkilerinin açığa çıkarılması gerekir. Hiç şüphe yok ki bununla birlikte özelde 37-38 sonrası devletin uygulamaya koyduğu asimilasyoncu politikaların içeriği ve etki gücünü de merceğe alarak soruna eğilmek gerekir.

İkinci soruya gelince; 1915 Ermeni Soykırımı'nın ardından imha olmaktan kurtulmayı başarmış olanların kendilerini korumak için hem ulusal kimlikleri ve özelliklerini ve hem de dini inançlarını gizledikleri bilinir. Bölge açısından bu veri önemlidir. Öyle ki; günümüzde hala birçok köy isimleri Ermenicedir. Yine kilise ve manastır yıkıntılarının olduğu köy sayısı az değildir. Ve yine, kimi aşiret isimleri de Ermenilerden kalma olup, bunların eski Ermeni topluluklarıyla bağı olduğu söylenmektedir. (7) Nedir ki kültürel özelliklerinin bu kadar etkin olduğu Dersim'de egemen olanların HEP Ermeni ve Hıristiyanların dışında kalanlar olduğu iddiası, Ermenilerin bölgede ilk izleri olduğu günden bugüne kesintisiz bir kanıtlamayı gerektirir ki bu mümkün değildir.

Bununla birlikte, Dersim'deki bu verilerden hareketle en azından Ermeni soykırımı öncesine kadar Ermenilerin HEP egemen olduğunu iddia etmek de aynı çalışmayı gerektirir. Bu konuda değerlendirilmeyi hak eden bir veri olarak 1860'larda Ermeni ve Kürtlerin kurduğu ortak örgütün resmi dilidir. (8)

Biz bu sosyolojik analizi başka bir konu başlığına bırakalım ancak şunu ifade etmekle yetinelim; Burjuva-feodal Cumhuriyet tarihinde bölgede yoğunlukta yaşayanlar kendilerini Kırmanc olarak tanımlayan Kürt ve Alevi topluluğu olmuştur.

Bu yoğunluk, kimlik, dil ve tarih konusunda bir ortaklığın yakalanabildiği anlamına gelmez. Öyle ki, bölgede yaşayan Ermeni, Türk ve Kurmancki dilini konuşanların kapsamı dışında kalanlar arasında, yani Kırmanclar arasında kimi köylüler kendilerini Kırmanc tanımlarken "aslında Kürt demenin Dersim'de aldığı biçim" olarak tarif etmekteler. Başkaları ise değil Kürt, bundan “Zaza olduklarının anlaşılması gerektiğini” savunuyorlar. Yine başka bir kesim, Kürt olmadıklarını ileri sürerek kendilerine Zaza denmesinden hiç mi hiç hoşlanmadıklarını özel olarak vurguluyorlar. Bunların hepsinin buluştuğu ortak nokta, kendileri açısından "Kırmanc" kavramının kullanılır ya da kullanılabilir olmasıdır: elbette, bunların hiçbirini kabul etmeyip kendi ulusal ve inanç kimliğini tek bir kavram olarak, yani “Alevi” olarak tanımlayanların dışında...

Yine mesela dil konusunda, değil tek başına ilçeler arasında görülen telaffuz farklılığı, aynı çelişki aynı ilçede bir köyle bir diğeri arasında da olabiliyor. Buradan hareketle gerçek (kimilerine göre) "Kırmancça", ya da "Zazaca", ya da "Dersimcenin" ne olduğu konusunda bir ortaklık bulunmamaktadır. İstisnalar hariç, herkes kendi konuştuğu dilin esasa tekabül ettiğini ileri sürmektedir.

 

Ulusal bilincin düzeyi…

Ülkemizdeki siyasal gidişatı önemli oranda etkileyen Kürt Ulusal Sorunu salt ezilen ulusu değil, diğer bütün azınlık milliyetlerin ve inançların kendilerini sorgulamasını, tanımlamasını ve hak talebinde bulunma mücadelesinde yerini almasını koşulladı. Dersim, Türkiye Kürdistanı illerinden biri olarak hem poly-etnik karakteri hem de değişik azınlık milliyet ve inançların odağı olarak bundan etkilendi.

Ne var ki, Dersim'in etkileşimi, T. Kürdistanı'nın diğer birçok ili gibi esasta Kürt Ulusal Hareketin siyasetini izleyen bir etkileşim olarak değerlendirilemez. Ulusal uyanışın Dersim'deki adı, kendi özgünlüğü üzerine kuruludur. Bu özgünlük onun çok kültürlülüğünün ürünü olmasının yanında henüz kendini tanımlama konusunda bir ortaklığa sahip olmaması ve buna ek olarak Ulusal Hareketin siyasetince ikna olmayışındandır.

Ulusal Hareketin ve birçok araştırmacının tanımlamasından hareketle Kürtçe'nin bir lehçesi olarak konuşulan Zazaca'nın, halk arasında kullanıldığı şeklinde değil ama Ulusal Hareketin etkisi altındaki televizyon ve radyolarda bölge dili adına konuşulduğu haliyle birçok yönüyle Dersim halkı tarafından anlaşılmamaktadır.

Bu konudaki yabancılık, Ulusal Hareketin uzun süreye yayılan kesintisiz ve etkili gerilla mücadelesine rağmen onun siyasetinin yanında uyuşma göstermediği bir diğer noktayı ifade ediyor. Bu konu kuşkusuz Ulusal Hareketin bölgedeki etkisini irdeleyen bir çalışma kapsamına girdiği ve konumuzu aştığı için geçelim.

Ulusal sorunun bölge özgünlüğü üzerinde gündemleşmesi, halkın kendi kimliğini sorgulaması, kültürüne, toprağına ve tarihine sahip çıkması, Ermenilerin bölgedeki izlerinin araştırılması, yani özet olarak, kendi gerçekliğiyle her yönüyle inceleme, tanıma ve yaşatma mücadelesini büyütme temelinde gerçekleşmektedir.

Bölge insanının yeniye açık olması ve kendini başka türlü tanımlamaya hazır olması bunu göstermektedir. Öyle ki, mesela Kürt ya da Türk değil ama kendi kökenini Ermenilere dayandıran bireylerin sayısı çoğalmaktadır. Kuşkusuz bu ifadeler tekil verilerden hareketle ileri sürülmesi köklü bir araştırma sonucunda varılan bir tespit olmadığı anlamını doğurabilir. O açıdan, ifade edilenin doğruluğu ya da yanlışlığı bir yana bırakacak olursak, kendi kimliğini tanımlama isteğinin güçlendiğini bir yanıyla yansıtan bu tablo ulusal bilincin bölgedeki gelişim düzeyinin ürünüdür.

 

İnsan ilişkilerine dair kısaca...

Mevcut haliyle Dersim’de egemen olan inancın Alevi inancı olduğunu belirtmiştik. Belirgin olarak kendini gösteren olgu, insan ilişkileri içerisinde bu inanca dayalı “kivralığın" ve “musahipliğin" ya da “ikrarlığın” güçlü oranda etkisini sürdürmesidir.

Günümüzde, devrimci silahlı savaşımın doğru bir önderlikten uzaklaşması ile kimlik bilincine yönelik arayışın kaçınılmaz etkisinin birleşimi sonucu, bölgede insan ilişkilerinde hiç eksilmeyen bu biçim (kivralık, musahiplik veya ikrarlık) özü etkileyecek nitelikte gelişme göstermiştir. Düşmanı kavrayışındaki erozyona paralel olarak, öz olarak düşmanlaşmamayı içeren bu kavramlar biçimsel olarak değerlendirilip yanlışa düşülebilecek denli kullanılmaktadır. Mesela düşmanla bağı olan ve bunu sürdürmekte kararlı bir unsur, sadece “kivra” ya da “ikrar” olduğu için, halka zulmetmesine es geçilip affı istenebiliniyor.

Kuşkusuz bu örnekte konumuz bağlamında bizim için görülmesi gereken yan, insan ilişkilerinde bunun etki düzeyidir. Ne var ki aynı örnek, arada kivralık veya ikrarlığın olduğu koşullarda esasta geçerlidir. Nasıl ki farklı aşiretlerden bireyler birbirini devletle kurulan bağ üzerinde değerlendirip bunu ya bir övgü ya da bir eleştiri kaynağına dönüşüyor ve güvensizlik nedeni olarak ileri sürüyorlarsa, gerek farklı aşiretten olsun, gerekse de aynı aşirete mensup bireyler arasındaki ilişkide olsun, devletin ordusu ve polisiyle bağ kurmak bir güvensizlik nedeni olarak görülebiliyor.

Yine, nispeten daha düşük bir etkiyle aynı kapsamda değerlendirilebilecek olan talip, rayver, pir ya da dede ve mürşit ilişkisidir. Bilinir ki bu ilişkilenme aşiretler arası ilişkileri de inanç bazında düzenlemektedir. Geçmişte, pir veya onun olmadığı koşulda rayver köy halkını bir araya getirerek aileler arası ya da kişiler arası sorunu ya da sorunları tartışıp ve çözüme uğratma misyonunu çokça yerine getirdiği anlatılır. Zira pir veya rayverin görevi, tek başına bununla sınırlı sayılmazdı. Pir veya rayver, aynı zamanda politik ve güncel gelişmelere dair değerlendirme yapıyor, fikir alıyor ve meselenin nasıl ele alınması gerektiği konusunda perspektif de sunuyordu. Köy halkının bulunduğu bu "meclis"e eski adlandırmayla "kom" denmekteydi. (9)

Günümüzde, birçok soruna pirin veya rayverin el attığı biliniyor ancak görünen o ki sorunların esası çözüme uğrayamıyor. Her ne kadar bu ilişkilenme tarzı halk nezdinde manevi bir değer olarak korunsa da, halkın bu insanları eskisi kadar çözüm gücü olarak görmediğini yansıtır bu durum.

Tam da inanç olgusunda bahsetmişken değinilecek husus, ziyaretlerin bölge halkı üzerindeki etkisidir. Üretim ilişkilerinin de etkisiyle toprağa bağlılığını koruyan köylülerin, bu topraklar üzerindeki manevi değerleri olan ziyaretlere sahip çıkma bilinci yaygındır. Barajlar ve madenler gibi çalışmalara karşı koyuşların nedenleri arasında bunun yeri de şüphesiz vardır. 

Dersim'de kadınların toplumsal konumu elbette ki burjuva-feodal sistemden bir kopuş sergileyen nitelikte değildir. Nedir ki Dersim'deki adının Türkiye'nin diğer illerindeki kadınların durumuna kıyasla daha inisiyatifli olduğu söylenebilir. Bunda ezilenin ezileni olarak Dersimli kadının devletle çelişkileri her yönüyle keskin olan bir toplumun içinde yer almasının doğurduğu asilik özelliğinin payı vardır. Nispeten Alevi kültürünün etkisi olmakla birlikte, Dersim'deki kadının durumunu salt bu yanla açıklamak eksik olacak. Zira bu vurgular, kadının, tüm bunlara rağmen Dersim de, kimi kaba haliyle açığa çıkan gericiliği hissetmediği koşullarda (ki bunlara da Dersim'de tanık olmak mümkün) yardımcı, tamamlayıcı, en nihayetinde "ötekileştirilmiş" bir kategoride değerlendirildiğini yadsımaz. Dersim'de kadının durumunu ayrıca işlediğimiz için kültüre tekabül eden bu önemli noktalara değinmekle yetinelim.

 

Politik bölge: Dersim

Devletin ulusal, dini ve sınıfsal baskısına en açık ve en şiddetli biçiminde maruz kalan Dersim halkı, tarih boyunca bunu kabul etmemiş ve karşısında durmuştur. Karşısında durma durumu her zaman şiddete başvurma ile vücut bulmamış, en nihayetinde düzenle barışık olmama özü üzerinde şekillenen bir yaşamı benimsemiş. Sürgün yılları ve zorunlu göçler, devletin asimilasyonu içeren tüm saldırı politikalarına rağmen bu uğurda başarılı olmamış ve her şeye rağmen nerede Dersimli varsa, orada devlet karşıtlığını içeren güçlü bir potansiyel vardır demektir.

Kuşkusuz diasporanın yanısıra, bizzat bölgede yaşayan halkın devletle olan kan uyuşmazlığı salt nesnel bir gerçeklik olarak değil, halkın düşünce ve duygu dünyasını da kasıp kavuran bir gerçektir.

Bu gerçeklik, halkın kendine baskı kuranı merceğe almasını koşullamaktadır ki; bölge halkının iktidarı elinde tutanların ne yaptıklarına, ne yapmaya çalıştıklarına ilgili olması bundandır. Politik düzeyini de etkileyen bu faktör, halkın siyasete yabancı olmamasını da beraberinde getirmektedir. Zira sorunu sadece 70'lerde devrimci hareketin bölgede yürüttüğü faaliyetlerle, silahlı mücadeleyle vs. açıklama yanılgısına düşmemeliyiz. Bu son veri, nesnel ve öznel olarak var olanı daha bir üst düzeyde işlemeyi anlatmaktadır. Öyle ki; gerek Dersim'in devletin gündeminden düşmemesi, gerekse de devletin halkın gündeminden düşmemesi 70'li yıllarla başlamadığı gibi, 37-38'de de başlamadı. Bunun yüzyıllara varan tarihsel ve toplumsal serüveni vardır.

Nedir ki bu ilginin varlığı ile soruna doğru tavır takınmak bir ve aynı şey değildir. Ne böyle bir ilginin varlığı halkın her sorun karşısında doğru tavır takınıyor anlamına gelir, ne de doğru olmayan tavırların böyle bir gerçekliğin olmadığını tanımlar. Başka bir ifadeyle ne Dersimlilerin devletle olan kan uyuşmazlığı bölge halkının düzen partileri tarafından aldanmayacağı anlamına gelir, ne de bölgede örneğin CHP'ye ya da herhangi bir düzen partisine ilginin varlığından hareketle halkın devletle barışık olduğunu ya da siyasete ilgisiz olduğunu ileri sürmek doğrudur...

 

Sonuç olarak;

Yukarıda aktarılanlar elbette bölgedeki sosyo-kültürel yapıyı tüm yönleriyle açıklamaya yeterli değildir. Bunun geliştirilmesi ve derinleştirilmesine olan ihtiyacın yanında analizlerin sonucunda gerekli görüldüğü taktirde düzeltilmesi de gerekebilir. Yani bu bir başlangıç olarak da nitelendirilebilir.

Bu alanın irdelenmesindeki önem, bölge halkını kendi dünyasında tanımak, tanımlamak ve sınıf mücadelesine kanalize olmasını sağlayacak temel halkaları doğru algılamakta yatmaktadır.

Komprador patron-ağa devletiyle çok yönlü ve köklü, bir o kadar da keskin çelişkilerini barındıran bölgede, öne çıkan ve kaçınılmaz olarak ritüellerine, klamlarına ve edebiyatına yansıyan özellikleri şu şekilde özetleyebiliriz:

Dersim çok uluslu, çok dinli ve bu anlamıyla çok kültürlü bir bölgedir.

Dersim'de eski tipte toprak ağaları yok ancak bölgede bunların reisliğini yaptıkları aşiretlerin etkisi bölge halkının düşünce dünyasında ve yaşamlarında önemli oranda yer edinmektedir; özetle aşiret ağaları yok ama aşiretçilik hükmünü sürdürmektedir.

Bu her iki noktanın sentezidir ki halk içinde birlikte hareket etme ile her an dağılma koşulu yaygındır.

Devletin gündeminde düşmemeye koşut olarak devlet şahsında siyaset, halkın sıradan bir gündemi olma halini korumaktadır. Kendini ezene ilgi göstermeyi yansıtan bu durum, halkın politikayla bağının ifadesidir.

Bugün için bölgede egemen olan topluluk kendini esas olarak Kırmanc olarak tanımlayan ve Alevi inancını benimseyen Kürt - Alevi topluluğudur.

Yine de bu çoğunluk içinde kendi kimliğini tanımlama konusunda net olmayan bir tutum egemendir.

Aynı toplulukta dil konusunda bir ortaklık yakalanamadığı için bölgede bir dil birliğinden bahsedilemeyeceği gibi, hangi ilçede konuşulan hangi varyantın temel olarak referans alınacağı konusunda da net olmayan bir tutum egemendir.

Ulusal bilinçteki uyanış, bir kimlik sorgulama, kültürüne ve toprağına sahip çıkma şeklinde yani kendi toplumsal yapısına özgü gelişmektedir. 

İnanç olgusu da kendine has özellikleriyle varlığını korumaktadır.

Bunun sonucu olarak talip-rayver-pir/dede-mürşit hiyerarşisi, kivralık ve musaiplik/ikrarlık güçlü oranda etkilidir.

Ziyaretler, her ne kadar son yüzyıl içerisinde toplumsal bilinçte etki gücünü yitirse de, halkın yaşamında bir şekilde yer edinmeye devam etmekte ve kültürün hassas noktalarından biri olma özelliğini korumaktadır.

Kendi topraklarının çok kültürlülüğünün ve bunun koşulladığı ulus, din ve nihayetinde kültürler arası tarihsel paylaşımın yansıması olarak Dersim halkına mensup olanlar, hangi milliyetten ve hangi dinden olursa olsun bir başka birey/toplulukla iletişime geçmekte zorluk yaşamaz.

Düşmanı kavrayışta yaşadığı silikleşmeye karşılık insan ilişkilerinde düşmanla bağı olana ya da olma ihtimali olana güven duymama hali bölge halkının bilincinde güçlüdür.

Kadının diğer birçok ildeki kadınlara kıyasla sahip olduğu daha fazla inisiyatif onun maruz kaldığı gerici baskıyı gölgelemez. Kadının toplumdaki konumu bu yüzden sistemden kopan bir niteliğe sahip değildir.

Bunlar elbette çoğaltılabilir. Şüphe yok ki bu konuyu incelemenin görevi bitmez bir edayla önümüzde durmaktadır.

 

Dersim’den bir Partizan

 

Dipnot:

(1) Antranik'in "Dersim seyahatname"si bu konuda çokça veri sunmaktadır. (Antranik; Dersim: Seyahatname; Aras Yayıncılık)

(2) Mesela 1860'lı yıllarda Osmanlı zorbalığına ve işgaline karşı Xol adıyla silahlı müfrezelere sahip "Milli Kurtuluş İçin Ermeni ve Kürt Komitesi" kurulduğu biliniyor. (ayrıntı için: Karlene Çaçani'nin "Milli Kurtuluş İçin Ermeni ve Kürt Komitesi" adlı eserinin Kürtçe çevrisinden aktaran Mehmet Bayrak'ın "Dersim-Koçgiri" adlı kitabına bakılabilir; s. 63; Öz-Ge yayınları)

(3) 1968'de yaşamını yitiren Kureyşanlı ozan Weliye Uşene İmami (İmam Hüseyin oğlu Veli) 1938'de Laç Deresi direnişini konu alan ezgisinde söylediği şu sözler bu konuda dikkat çekicidir:

Çe aşirone xayinu bırıjiyo

Qır kerdena ma da rısvet u pere

Sıma ke teseliya xo ma ra gurete

Mestebiro hale sıma je hale Hermeniyano

Ma do pero

Hefe xo hot bedeli gureto

Merdena koyi persene

Ma re saltanet o

Türkçe anlamı şudur:

Hain aşiretlerin evi yıkılsın

Ölümümüzü para ve rüşvete dökmüşler

Ama biz ortan kalkınca

Yarın öbürgün sizin haliniz Ermenilerin halidir

Döğüştük

Aldık yedi kuşağımızın öcünü

Dağda ölümü sorarsan

Saltanattır bizim için

(4) Özeleştiri içerikli ezgilerden biri, devletin 1937 saldırısında "tarafsızlığını" koruyan Haydaran aşiretinden Hıdır Ağa (Xıde Ale İsme) diliyle söylenen ezgidir. Ezgiye, savaşa girmemekle birlikte devletin talebi sonucu silahlarını teslim ettikten sonra duyulan pişmanlık yansıtılmış. Bu ezgide konumuzla ilgili bölüm şu şekildedir:

De wayi, wayi...

Bıra keko wayi

Bıra!

Xıdır vano: "Kora ke ma re ame

Ma çeke xo kerdi topi

Berdi Nazmiya de teslim kerde dayi"

Türkçe anlamı şöyle:

Vah, vah...

Kardeşim vah

Kardeş!

Hıdır diyor ki: "Körlüğümüze bakın ki

Topladık silahlarımızı götürdük

Teslim ettik Nazımiye'de"

(5) Mesela 1926'da Koçan aşiretine karşı devlet güdümlü kurulan ittifakın esas olarak olmasa da, etki gücünü aşiretler arası yapılan görüşmenin akabinde gitgide azalarak sürdürmesi gibi. Zira Nuri Dersimi'nin başında olduğu ve Seyit Rıza'nın aşiretinin de aralarında bulunduğu devlet güdümlü Ovacık aşiretlerarası ittifak, Koçan'lıların Seyit Rıza'ya gönderdikleri mesajın ardından kararsızlık belirginleşmiş, devlete verdikleri sözü ters orantılı etkileyen bir duruş benimsenmiş ve devlet cephesi zayıflık göstermiş. (Bunun için bakınız; Cafer Demir; Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde Dersim; "Koçan aşiretine yönelik olarak düzenlenen askeri harekât" bölümü; s.75'ten 87'ye; Umut Yayımcılık)

(6) "Örneğin, 1938 katliamı sırasında, Mazgerd yöresindeki Sey Sabun ve Bamasuranlardan olup da dini görevleri yerine getirebilecek kişiler katledilip sürülünce, yerlerini kadınlar aldı." (Munzur Çem; Dersim'de Alevilik; s. 15; Peri Yayınları)

Konumuz bağlamında burada önemli olan vurgu, katledilenlerin veya sürgüne gönderilenlerin cinsiyeti değil, "dini görevleri yerine getirebilecek kişiler" olmalarıdır.

(7) Bu konuda da Antranik'in seyahatnamesi veriler sunmaktadır.

(8) Milli Kurtuluş İçin Ermeni ve Kürt Komitesi'nin amaçları ve çalışma tarzına ilişkin sıralanan maddeler arasında örgütün resmi dili şu şekilde aktarılmış:

"(...) 6- Xol'un resmi dili Zazaca olacak ve ancak Kürtçe bilen Ermeniler Xol üyeliğine seçilebileceklerdir." (Mehmet Bayrak; Dersim-Koçgiri; s. 64; Öz-Ge yayınları)

"Resmi dil" konusunda Ermeniler ile Kürtlerin anlaşmaları, karşılıklı bir dayatmanın olmadığı koşullarda çoğunluğu dikkate almaları üzerinden gerçekleştiği anlamına gelebilir. Zira döneme özgü (1860'larda) Kürtlerin Ermenilere karşı bir baskı oluşturduğuna dair hiç bir tarihsel veri ile karşılaşmadık. Buradan hareketle denilebilir ki  o zamanlar, en azından Xol örgütünün faaliyet alanını kapsayan topraklarda Zazaca konuşan Kürtler yoğunluktaydılar.

(9) "(...) Bu toplantılara kom derler. Komların görevi, ile eski Romalıların gine aynı görevde olan komunat adlı kabile meclisleri arasındaki benzerlik şayanı dikkattır." (Nuri Dersimi; Kürdistan Tarihinde Dersim; s. 33; Doz yayınları) 

DERSİM DOSYASI (5) | Dersim’de kadın

Ülkemizde burjuva feodal karakterli sistem, kadına ekonomik-kültürel-sosyal alanda hiçbir hak tanımamıştır. Kadın mülkler arasında görülen, iradesizleştirilen, emeği yok sayılarak değersizleştirilmiş ikincil cins olarak görülmektedir. Ev kölesi, ücretli köle ve erkeğin kölesi durumuna getirmiştir. Biçimsel farklar görülse de esasta her bölgede, yörede ya da köyde yaşayan kadın aynı “kaderi” paylaşmaktadır.

Dersim'de kadınlar Kürt Alevi kimliklerinden kaynaklı sistemle derin çelişkiler yaşamaktadır. Kürt kimliğinden kaynaklı ulusal baskıyı birebir yaşayanlardır. Kürt ulusuna mensup kadınlara ait bu ulusun dilinin, kültürünün, ulusal özelliklere ait ne varsa inkar etmek, yok saymak diline vurulmuş bir zincirdir.

Dersim de ataerkil sistemin belirlediği toplumsal cinsiyet rollerine göre şekillenmiştir. Bu rollere göre otorite erkektedir. Saygınlık yaşa göre belirlenir. Kadınlar belli bir yaştan sonra belli haklar elde edebilirler. Bu haklar erkeğin otoritesine benzer, ona benzeyerek yapılır. Kadın ve erkeğin faaliyet alanları ayrışmıştır. Mekanlar bile buna göre belirlenmiştir. Kadına ait mekanlar genelde evin içi özellikle mutfakla sınırlıdır. Erkeğe ait mekanlar ise evin en geniş bölümleri, misafir odaları misafirlere ayrılmış “sosyal” alan olarak belirlenen yerlerdir.

Ekonomik olarak tarım ve hayvancılığa dayalı Dersim’de kadının üretimdeki yerini esasta ekonomik koşulları belirler. Bunu en belirgin yaşayanlar köylü kadınlardır. Ev, tarla ve ahır arasında harcadığı emeğin görülmemesi söz konusudur. Ürettiklerinin sadece kendi ihtiyaçlarını karşılaması temelinde olması bir yana üretimdeki aktif rollerinin görülmemesi söz konusudur. Köylü kadınların en açık hali gün boyu çocuk bakımı, yemek, çamaşır, evin temizliği bunun yanında ahır, davar bakımı, sonradan ekin ekme, biçme, bahçe işleri vs. gibi işlerin hepsinde yer alır. Erkeklerin tarla ve ek iş olarak davar olsa da kadın ve erkek arasındaki iş bölümünde kadına daha çok iş düşmektedir. Bu basit yeniden üretimin, en aktif üyeleridir. Fakat sosyal olarak hiçbir hakkı olmayan üyeleridir. Köylü kadınların üretimdeki yerlerine rağmen söz hakları yoktur. Örneğin; davara kadın bakar, peyniri kadın yapar vs. ancak satım işlemi söz konusu olunca karar veren erkek olur, tüccarla ilişkilenen erkek olur. Eğer kadın “sınırını bilmez de” fiyata dair vs. fikir belirtir, tüccarla ilişkilenirse hor görülür ve müdahale anında geliştirilir. Genelde yaşamlarına dair kararları da erkekler verir. Ya baba ya eş ya da abi gibi. Köylü kadınların evle dünyası o kadar sınırlandırılmış ki en basit kültürel sosyal faaliyetler olduğunda bile kadın yine bunların dışındadır. Hatta sağlık problemleri olmasına rağmen ev ve davar kaygısı kadını ölümle baş başa bırakma durumları bile söz konusudur.

Merkezde yaşayan kadınları iki şekilde ele alabiliriz. Birincisi ev eksenli çalışan kadınlar; ev işleri çocuk bakımı, temizlik işleri yapan “ev kadını” olarak bilinen kesimlerdir. Gündelikçi işlerde çalışan kadınlarda bu kesimin büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. İkincisi kamu alanında çalışan kadınlar; bunlar memur, esnaf vb.dir. Şehirde yaşayan kadınların yaşamları köylü kadınların yaşamından biçimsel olarak ayrılır. Gerek ev eksenli çalışan kadınlar gerekse ev bütçesine katkı için çalışan ücretli kadınların cins olarak yaşadıkları sorunlarının özü aynıdır. Ücretli çalışan kadınların ekonomik olarak bağımsızlığı görülse de esasta erkeğe bağımlılıkları söz konusudur. Dersim ülkemizdeki tablonun bir parçasıdır. Sistemin kadına biçtiği misyon iradesine rağmen erkeğin karar verdiği, erkeğin tamamlayanı, hiçleştirilen, ötekileştirilendir. Egemenler ideolojisini topluma benimsetmek için birçok araç kullanır. Medyasını, yayınını vs. okulda, resmi dairelerde, ailede yani bütün kurumları üzerinden ideolojisini yaşatır. Yaşamın bütün alanlarında insanın ilişkilerini etkileyen ve düzenleyen bir durumdadır. Dolayısıyla çalışan kadınların kadın olarak üzerindeki sömürü, tahakküm değişmez. Her ne kadar ekonomik bağımsızlığı olsa dahi kadının ikincil konumu esasta değişmiyor.

Dersim’de genel olarak kadınların sosyal haklarına biraz değinirsek; kadının eğitim hakkından yararlanması istenilen düzeyde değildir. Erkeklerle kıyaslandığında bu oran düşüktür. Her ne kadar Dersim devrimci ve demokrat olarak görülse de kadınların eğitim hakkının kısıtlanmasında etkili olan ideolojiye değinmek gerekir. Nedenleri incelendiğinde burjuva-feodal ideolojinin etkili olduğu görülmektedir. Kadının eğitim haklarının kısıtlanmasının nedenleri arasında; yoksulluk; eğitimin paralı olması, öğrencinin okul harcamalarını karşılamaması esas olan bu etken ailede kadınların okula gönderilmesi yerine erkek çocukların tercih edilmesini getirir. Belki bazı ailelerde geçerli olmasa da esasta tercih erkekten yana olmaktadır. Erkeğin “soy devam ettiricisi” ve “aile geçimiyle mükellef rolü”nden kaynaklı birinci tercih olarak görülmektedir. İkincisi eğitim hakkından yararlanan kadınların sistemin sınırlarının dışına çıkamaması. Bu kültürün kuralları gelenekleri ve çerçevesine uyma durumu kadını sorgulatmayan yanını, kadının tabi olan yanını güçlendirmektedir.

DİNİN ETKİSİ

Burjuva-feodal sistem toplumu din üzerinden de yönetir. Toplumun var olanla yetinmesi gerektiğini, var olanın ise insanın reva görülen, çekilmesi, yaşanılması gereken bir durum olduğunu ifade eder. Bunu da doğaüstü güçlere dayandırarak temelini sarsılmaz hale getirir. Bu durum toplumun sömürü, baskı, açlık, yoksulluk, eşitsizliklere karşı çıkmama durumunu yaratmaktadır. Kadının “kaderci” yaklaşımı esasta bunun ürünüdür. Kadında kadercilik yaşamını, durumunu sorgulatmayan, çözüm gücü olamayan bunun yaşanılması gereken alnına yazılmış bir kader olarak düşünmektedir.

Dersim’de yaygın inanç kültürü Aleviliktir. Bu mezhepsel farklılık diğer dinlerden ayıran yanları; kadın ile erkeğin aynı ortamda ibadet etmeleridir (cem). Her ne kadar bu inançta kadın ile erkek aynı ortamda yer alsa da kadın Alevilikte de din baskısını yaşamaktadır. Aynı yerlerde cem tutsalar da kadın erkek eşitliği Alevilikte de söz konusu değildir. Mesela pir-dede aşiretinden erkekle talip aşiretinden bir kadın evlenirse erkek pir kalır ana olmayan kadın ana olur. Ana ünvanına sahip aşiretten kadın talip aşiretten erkekle evlenirse analığını kaybeder. Bu gibi uygulamalar Alevilikte de kadın erkek eşitliğinin olmadığını göstermektedir. Dersim kadını toplumdaki statüsünden kaynaklı dini inançlara en bağlı olan ve uygulayanlarıdır. Dersim de ziyaretler bunun örneğidir. Birçok Dersimli kadın bu ziyaretleri kendi yaşadıklarını, acılarını dindirdikleri ya da giderilmesi için yakarışta bulundukları yerler olarak görürler. Ana Fatma, Düzgün Baba, Munzur Baba, Gola Çetu vs. ayrıca her köyde muhakkak köye ait ziyaretler ve bu ziyaretlere uygun rivayetler anlatılmış ve buna en çok inanan bağlı olan “sadakatli olunması gerektiğini” düşünen kadınlardır. Beklentileri o kadar derin ki Dersim’de savaşan gerillalar için bile birçok kadın ziyaretlerde gerillalara bir şeyler olmaması temelinde dilekler adamaktadır.

Alevi inancını yaygınlaştırmak için cemevleri yapılmıştır. İki binlerden önce tek tek evlerde dedelerde birlikte tutulan cem şimdi cemevlerinde yapılmaktadır. Kadınların en çok uğradığı alandır. Özellikle ev eksenli çalışan kadınların tercihi olmaktadır. Burada anlaşılması gereken kadınların gidip gitmeme meselesi değildir. Dinin kadınlar üzerindeki etkileridir. Kadınların bir taraftan feodal gelenek, kültürlerin baskısını yaşarken diğer taraftan bu ideolojinin yarattığı kaderci anlayışa mahkum olmalarıdır. Kadının bu durumu egemen ideolojinin birebir uygulayıcısı durumuna düşmeleridir. Esasta sorun da buradadır. Kadının yaşam alanları sosyal alanları cemevleri olmamalıdır.

KADIN VE YOZLAŞMA ÜZERİNE

Bir diğer sorun da burjuva-feodal yoz kültürün geliştirilmesinin mekanları olan birahanelerdir. Bir taraftan kadın çalıştırma kadının ucuz işgücünden yararlanma, diğer önemli yanı ise kadın bedeninin kullanılmasıdır. Buna karşılık tepkiler eylemlere dönüşse de yine de vazgeçilmemiştir. Kadın üzerinden erkek müşteri kazanma birahane sahiplerinin tercihiyken kadın bedeni üzerinden de toplumun yozlaşmasına neden olmaktadır. Bu tür mekanlara en çok karşı çıkan kadınlardır. İşsizliğin yoksulluğun olduğu bu şehirde erkeklerin paralarını bu yerlerde harcaması evde bekleyen kadın ve çocukları etkilemektedir. Ayrıca bu tip yerlerde içip içip sarhoş olan erkekler eve geldiklerinde kadına şiddet uygulamaktan geri durmamaktadır. Bu durum birçok kadınla sohbetimizde rahatsız olmalarının esas sebebi arasında sayılmaktadır. Yozlaştırmaya neden olan ikinci etmen de fuhuş ve balidir. Özellikle genç yaşta kadınların buna yönlendirilmesidir. Feodal kapalı değer yargılarına karşı burjuva yoz değerlerin yaşam bulduğu görülür aslında.

Yukarda bahsettiğimiz nedenler egemen ideolojinin tezahürüdür. Her ne olursa olsun bu ideolojiye göre bir toplumu yok etme, bilinçlerini dumura uğratma, yozlaştırma; esasta kadın üzerinden gerçekleştirilmektedir. Kadının nesneleştirilmesi üzerinden toplumun nesneleşmesi sağlanmaktadır.

KADINA ŞİDDET

Dersim’de kadın birçok şiddete maruz kalmaktadır. Şiddet ataerkil sistemin ekonomik-politik özünden bağımsız değildir. Üretim araçlarına sahip olan insan emeğinin gaspı üzerine kurulu sistem zor ve baskı yoluyla varlığını sürdürür. Zor ve baskı vazgeçilmez yasası olur. Toplumu da buna göre biçimlendirir. Buna göre kadın mülktür. Mülkiyettir, nesnedir, emeği değersizleşen görülmeyendir. Kadının emeğinin bedeli “erkeğin bütçesine katkı” olarak belirlenmiştir. Kadın emeğine biçilen bu misyon dolaylı olarak kadının erkeğe bağımlılığını yaratmıştır.

Dersim’de kadın ekonomik şiddete yoğun olarak maruz kalmaktadır. Erkeğe ekonomik olarak bağımlı olmaları erkeğin kadın üzerindeki tasarruf hakkını doğurmaktadır. Kadın emeğinin görülmemesi; yukarda da değindiğimiz gibi kadınların esası gerek köyde gerek şehirde yaşayan ev içi üreticilerdir. Gün boyu bu yaşamın içinde ürettiklerine rağmen emeğin hiçleştirilmesi sadece yapmaları gereken vazife olarak görülmektedir. Diğer bir durumda emeğinin karşılığını alamamalarıdır. Çalışan iş gücünü satan kadınlar özgülünde yaşanmaktadır. Çalışan kadınların kadın kimliğinden kaynaklı belirlenmiş yasalar vardır. Çalışan kadının ücretinin “aile bütçesine katkı” olarak görülüp ücretinin ona göre belirlenmesidir. Bütün bu yaklaşımlar kadının ekonomik şiddeti yoğun yaşadığını göstermektedir. Bu şiddet türü kadının erkeğe bağımlılığı iyice pekiştirmektedir.

İkinci olarak değineceğimizi fiziksel şiddettir. Bu yörede hemen hemen her kadının yaşadığı bir durumdur. Dayak şeklinde görülür. Daha çok baba, eş, abi tarafından bunu yaşamaktadır. “Erkeğe karşı gelme” olarak görülür. Ve kadının susması tabi olması istenir. Kadını “terbiye” etme aracı olarak uygulanır. Ve doğru da görülmektedir. Kadın her ne kadar rahatsız olsa da yine de erkeği haklı görmektedir. Kadının yaşadığı bir şiddet türüdür. Buna karşı intihar girişiminde bulunan kadınların sayısı da az değildir.

Üçüncü olarak değineceğimiz psikolojik şiddettir. Dersim’de kadın erkeğin psikolojik şiddetinin yanında ayrıca düşmanın (polisin, askerin, JİTEM'in, korucuların) da psikolojik şiddetine maruz kalmaktadır. Dersim’de kadının en çok yaşadığı şiddet türlerinden biridir.

Dördüncü olarak değineceğimiz cinsel şiddettir. En bariz örnekleri düşman üzerinden olmaktadır. Korucuların, polislerin, askerlerin tacizine tecavüzüne uğramaktadır. En canlı örneği; son dönemde 10 yaşındaki bir kız çocuğunun bir korucu tarafından tecavüze uğramasıdır. Ovacık’ta işbirlikçi Rıza Çolak’ın engelli bir kadına tecavüz etmesi... Aynı şekilde Pertek’te bir öğretmenin tacizine uğrayan 14 yaşındaki genç örnekleri bunları doğrulamaktadır. Aynı zamanda kadınların fuhuşa zorlanması yaşanan şiddetin biçimleridir. Aile içinde yaşanan örnekleri de hiç de az değildir. Ancak bunlar feodal kapalı toplum yapısından kaynaklı dışa yansımamaktadır.

Dersim’de yukarıda değindiğimiz gibi kadın şiddetle karşı karşıyadır. Buna yönelik Dersim’deki kadın örgütleri duyarlı olmaya çalışsa da çözümleyici bir yerde durmamaktadır. Şiddeti yaşayan kadınların birçoğu dile getirmemektedir. Korkularından kaynaklı (öldürülme vb. özellikle de düşman unsurları tarafından olmuşsa) ya da kendisinin teşhiri, ailenin teşhiri gibi kaygılarla yaşadıklarını gizli tutmaktadır. Bunu gizli tutmak adına kadının psikolojisini derinden etkilediği gibi intihar girişimlerine sürüklediği durumlar da söz konusudur. İntihar oranlarının düşük olmasına rağmen yaşanan intiharlar da azımsanacak kadar değildir.

DOĞA VE KADIN

İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamak için doğa üzerinde etkide bulunur. İlk insanlar ihtiyaçlarını doğadan sağlıyorlardı. Doğadan yararlanma şekli doğayı yenilemek bununla birlikte de kendi ihtiyaçlarını gidererek kendilerini yeniliyorlardı. Doğayla karşılıklı bir etkileşim söz konusuydu. Bu anlamıyla olumlu bir yerde duruyordu. Ne zaman ki artı ürün elde etmeyi hesapladı doğaya da zarar vermeye başladı. Doğayla kurduğu doğal ilişki yerine yok etme ve talan etme şeklinde oldu. Bu dönem sınıfların mülkiyetin ortaya çıkışıdır. Ezenler doğayla bu ilişkiyi kurarken aynı zamanda kadının doğadan koparılmasıyla özdeştir. Kadın doğadan koparılıp kölenin kölesi durumuna getiriliyor. Ezenlerin doğa üzerindeki sömürüsü toplumda kadın üzerindeki sömürüsü ve baskısına birebir benzemektedir.

Dersim’de burjuva-feodal sistem karına kar katmak için doğayı talan etmektedir. Talan etmediği alan da kalmamıştır. Son olarak baraj ve HES'lerin yoğun yapımı buna örnektir. Doğayı kültürel alanları yok etmeyi hedeflemektedir. Özellikle barajların yapımı Dersim arazisini kullanılamaz duruma getirmiştir. Birbiriyle rahat iletişime geçen köyler barajların yapımıyla engellenmiştir. Barajın yapımı birçok köyün su altında kalmasına da neden olmuştur. Toprağı olan yerliler baraj nedeniyle topraksız yurtsuz duruma düşmüştür. Barajların yapımı Dersim coğrafyasının daraltılmasını sınırlandırılmasını hedeflemektedir. Bu anlamıyla Dersimli kadının da bundan bağımsız yanı yoktur. Kadının yaşam alanlarının daraltılması, kadının doğayla ilişkisinin tümden koparılması, barajların yarattığı susuzluk kuraklık verimsizlik aynı zamanda kadının yaşamını da tehdit eden bir yerde durmaktadır.

Diğer bir şey siyanürle altın çıkarmaya yönelik çalışmalardır. Doğa tahribinin yanında esasta insan yaşamını tehdit eden bir yerde durmaktadır. Kadının yaşamının tehdit edilmesi kadın biyolojisini de etkilemektedir.

GÖÇ VE KADIN

Dersim’de özellikle düşmanın zorla köy boşaltmalarında toprağından göç ettirilen insanlar açlık ve yoksullukla yüz yüze bırakılmıştır. Bunu en derinden hisseden kadınlar olmuştur. Köydeyken birebir üretimin içinde olan kadın şehirlere göç ettirilerek ev yaşamının içine hapsedilmiştir. Birçok kadının ifade ettiği “köyde yaşam koşullarımız zor olmasına rağmen üretimde yer alıyorduk” sözleri anlamlıdır. Şehirde ise tümden dışında tüketen pozisyonda olduklarını ifade etmektedirler. Ayrıca şehirlere sürülen kadınların birçok kayıt dışı işlerde çalıştığı da söylenebilir. Bunun yanında yaşam mücadelesini verirken de kültürel olarak da yabancılaşmanın içine itilmektedirler.

KADIN VE POLİTİKA

Ataerkil sistemin kadını toplumsal üretimden kopararak ev içine hapsetmesi kadın gücünün dağınık olması durumunu da yaratmıştır. Kadının eve hapsedilmesi ya da düşün dünyasının evle sınırlı olması kadının politik güç olma durumunu da engellemektedir. Politikayla sadece erkeklerin ilgilenmesi kadınların da güç olmak yerine tamamlayan destekleyen duruma itmektedir. Ya da hiç ilgilenmeme durumunu da doğurur. Dersim’de kadının sistemle geçmişten gelen çelişkilerinden kaynaklı sisteme muhalif sistemden beklentileri olmayan bir yerde durmaktadır. Fakat bu kadının politik güç olduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü politik güç olma örgütlü olma durumudur. Bu anlamıyla kadın özgülünde bu tamamıyla söz konusu değildir. Kadın evle sınırlı bir yaşamı vardır. Belki tek tek kadınlar ev yaşamının dışına çıkabilseler de bu istenilen yerde değildir. Nedenlerine inersek kadınların geleneksel rollerinden vazgeçmemeleri, ikincisi devrimci ve komünist hareketlerin kadına yönelik politikalarındaki zayıflıktır. Birinci neden kadınların geleneksel rolünden vazgeçmeleri kadının kurtuluşuna doğru atılan adımdır. Bu anlamıyla kadının geleneksel rolünü isteyerek yaşatma durumu söz konusu değildir. Bu noktada kadının rolünü kanıksama yaşatma durumu kurtuluşunu da etkilemektedir. Dersim’de kadın mevcut yaşamdan hoşnutsuzdur. Fakat kurtuluş mücadelesine katılmakta zayıf kalmaktadır. Bu noktada erkeğe havale eden durumda kalmaktadır. “Bir kadın olarak ben nasıl yaparım?”, “elimden ne gelir?”, “annem babam ne yapar?”, “eşim ne der?” gibi söylemler kadının kendine dair değil, esasta başkalarına göre, başkaları ne der anlayışı ile kadın kendine güvensizleştirmekte bir güç olmasını engellemektedir. Kadının başkalarına göre hareket etmesi tam da o gelenekseli koruyan bir yerde durmaktadır.

İkinci neden; Dersim’de geleneğimizin kırk yılı aşkın bir mücadele tarihi vardır. Bunun yanında devrimci kurumun da faaliyeti söz konusudur. Genel olarak uzun süren mücadele dönemleri açısından Dersim’de kadın mevcut olanın dışında değildir. Savaşa katılan kadın sayısı da az değildir. Fakat kadının politik güç haline getirilmesi noktasında zayıf kalınmaktadır. Daha çok erkeklerin yer alması dikkat çekicidir. Her ne kadar kadını ön plana çıkarma, örgütleme temelinde adımlar olsa da zayıf kalmaktadır. Bizim açımızdan durum, kadın kitlesine yönelik özgün politikalarımız çok sınırlı kalmakta, kadın kitlesine ulaşma örgütleme temelinde adımlarımız zayıf kalmaktadır. Gerek köylü kadınlara gerekse şehirde ev eksenli çalışan kadınlara hem özgünlükleriyle hem de bir araya gelmelerini sağlayacak politikalarımız olmalıdır. Kadın kitlesini kendi haline bırakmak ya da zayıf adımlar atmak kadının devrimdeki rolünü görememektir. Hiçbir devrim kadınların katılımı olmadan gerçekleştirilememiştir.

Konumuza bağlı olarak değinmeden geçemeyeceğimiz bir konu da şudur: tarihsel olarak göz önünde bulundurduğumuzda Dersim kadını birçok direnişlere tanıklık etmiştir. Bu tanıklık içinde direnişin içinde birebir yer almış düşmana karşı destansı direnişler de yaratmışlardır. 38 bunun bir örneğidir. Kadınlar bu destanı yarattıkları halde esasta bu destanlar anlatıldığında kadının rolü genelde erkeği destekleyen tamamlayan olarak yansıtılmaktadır. Esasta direnişi anlatılan hep erkekler olmaktadır. Örnek; Bese cephede savaşan ama daha çok geri hizmette gibi görülen bir kadındır. Ana Zarife, Alişer’in yardımcısı olarak anılır. İsimleri geçen kadın sayısı çok azdır. Oysaki sayısız kadın direnişçilerimiz olmuştur. Düşmana teslim olmayıp kendini suya atan, uçurumlardan atılan, erkeğin teslimiyetini kaldıramayıp intihar eden vb. yüzlerce-binlerce kadın Dersim direnişlerinde tarih yazmışlardır.

Dersim'den bir Partizan 

DERSİM DOSYASI (6) | Dersim’de Ulusal Sorunun Yansımaları

Bir millet için en büyük felaket, tarihinin düşmanları tarafından yazılmasıdır.” (Arnold Toynbee)

TC devletinin temelinde ırkçılık ve şovenizm zehri bulunur. Bu iki unsur, faşizmin temel ideolojik unsurları olarak TC’de de yerini almıştır. Bu nedenledir ki TC tarihi çeşitli ulus, azınlık inanç ve milliyetlerden katliam ve bastırma hareketleriyle yazılmıştır. Bundan dolayı ülkemizde ulusal ve inançsal sorunlar yoğunlukla bulunmaktadır. “Türk-İslam” ideolojisinin icraatları bu nedenle geçmişten günümüze sürekli yaşandığı gibi günümüzden de geleceğe süreğen olacaktır.

Dersim, bu uygulamaları ulusal ve mezhepsel yönden yaşamış bir yerdir. Sosyal-kültürel-ulusal ve mezhepsel özellikleriyle egemenlerin gözünde bir “çıban” olmuştur. 38 Soykırımı, bu “çıbanı” söküp atmaya yönelen bir harekattır. Buna karşı ise Dersimliler fiziki ve kültürel yaşam alanlarını korumak için can bedeli bir mücadeleye girişmiştir. Bu mücadele, Dersimlilerin kimliklerini koruma mücadelesidir. 38 Soykırımına her iki cepheden damga vuran olgular bunlardır. Bir taraftan “Türk-İslam” ideolojisinin farklı ulus ve inançlara azgın baskısı; diğer taraftan ezilen ulus ve inançtan kesimlerin ulusal ve inançsal değerlerini koruma mücadelesi. Bu anlamda 38 direnişinde, bir kimlik mücadelesi olarak, ulusal bir bilinç görülmektedir. 38 öncesi ve dönemi edebi eserlerinde “Kırmanclık” vurgusunun yaygınlığı, verilen bu önemden ileri gelmektedir.

Bu tarihten sonra Dersim’in tarihi düşmanları tarafından yazılmaya çalışılmıştır. 38 Soykırımı’nın üzerini yıllar boyu kapatmaya çalışan egemenler, dönem itibariyle de çeşitli düzeylerde bu olayı tartışmıştır. “Özür dileme” vb. düzeylerde tartışılan bu olay sıradan tarihsel-kriminal bir olay olarak ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Egemenlerin bu yaklaşımına karşı Dersim’de 38 Soykırımı üzerinden gelişen tarihsel bir bilinçten bahsedilebilir. Soykırım olayı hemen hemen her Dersimli de bir saflaşmanın, kendiliğinden bir bilinç gelişiminin başlangıç noktasıdır. Bu ayrışım, mevcut olan ulus-devletle bir ayrışımı doğurmaktadır. Bu anlamıyla egemenlerin Dersimlilerin “Horasan’dan gelen Türkler” oldukları şeklindeki çiğ çarpıtmaları (keza bu politika etkisi ciddi şekilde düşmekle beraber hala propaganda edilmektedir) kitlelerin kendiliğinden bilinç gelişiminin bile gerisinde kalmaktadır. “Türklük” fikrine baskı nedeniyle belli bir yaş grubunda karşı duruş gösterilmese de, Dersimliler Türkçe'yi öğrenmiş olsalar dahi farklı dil ve uluslarının olduğunu pekala bilmektedirler. Bu nedenle Dersim’de gelişen bir ulusal bilinçten bahsedilebilinir. Bu ulusa ait olmadıkları zaten bu ulus tarafından da açıkça gösterilmektedir. 60’lı yılların moda milliyetçi sloganlarından olan “Size Kürt diyenin yüzüne tükürün” tembihlemesi nasıl ki Kürt olmaktan utanma/baskılanmayı getirmişse, Dersimli olmakta “terörist”, “Kürt”, “Kızılbaş” olarak sürekli dışlanma durumu olmuştur.

Ulusal bilinç meselesinde şimdiye kadar bir netlikten bahsettik. Buradan sonra ise iş karmaşıklaşmakta, deyim yerindeyse at izi ile it izi birbirine girmektedir. Bu karmaşıklığın, Dersim’in kendine özgü karakter özelliklerinin yanında, egemenlerin bu farklılıkları derinleştirme-çarpıtma politikalarından kaynaklandığı söylenebilir. Alevi inançlı Kırmanc ve Kurmanc bileşenleriyle Dersim, Kürt Alevi kitlesinin ilgi odağı olmasıyla stratejik önem kazanmaktadır. Yanı sıra Dersim, genel olarak Kürt halkı-mücadelesi açısından Kürt coğrafyasının da en fazla manevi önem verilen iki ilinden birisidir (diğeri başkent olarak görülen Amed’dir). Ancak inanç ve dildeki farklılıklar nedeniyle genel bir “Kürt ulusu” bilinci oluşmamaktadır. Dahası Dersimliler kendilerini bu gruptan görmemektedir. “Alevilik” farklılığı sosyal ve siyasal farklılıklara yol açmaktadır. Bu, duygu ve anlam farklılığından ileri gelmektedir. Aynı zamanda Kürtlerin “ulus olma-ulusal birliği sağlama”daki doğal engellerin bir sonucudur. Buna dair tespitle devlet araştırmalarına da şu şekilde geçmektedir: “Bugün Kürt topluluğunda –Türkiye topraklarında- birbirinden ayrı iki unsur vardır. 1-Kurmanc, 2-Zaza… Zazaların bir kısmı da her ikisine zıt olan Dersimli Alevilerdir.” (Güneş-dil teorisyenlerinden H. Reşit Tankutan, 1960 darbesi sonrasında askeri yönetime hazırladığı Etno-Politik İnceleme Raporu’ndan aktaran: Mehmet Bayrak). Bu raporda önemli olarak örülen hem Zazalık durumunun ayrı değerlendirilerek öne çıkması hem de Dersimlilerin kendilerini diğer Zazalardan da ayırdıkları; yani Alevilik.

Egemenlerin bu ele alışlarına karşı olmak adına “Zazalar Kürt’tür”, “Dersimliler Kürt’tür” diyemeyiz. Nihayetinde bu hem bilimsel bir araştırma sorunuyken hem de bir yapının kendisini “Kürt” görmesini dayatamayız. Bu konularda farklı tartışmalar mevcuttur, ancak görülen odur ki bu ayrışma tarihten süregelen bir ayrışmadır.

TC tarihinde Kürtler, inkar ve imha politikasına karşı direniş cevabı vermiş ve 1924 Nasturi İsyanı ile 1938 Dersim Soykırımı’na kadar yirmiden fazla başkaldırı olmuştur. Bunlardan en önemlilerinden bir tanesi 1925 Şeyh Sait İsyanı’dır. Bu isyan dönemine dair Dersimlilerin genel kabulü üzerinden bakarsak Alevilik, Kürtlerle birleşmesinin önünde engel olmuştur. Bunun nedenini ise Suni Kürtlerin yarattığı kabulü yaygındır; yani dışlanma durumu. Uydurma olduğu söylenmekle beraber olaya göre; Şeyh Sait ayaklanmaya destek için Dersim liderleriyle görüşür. İsyan tartışılmakta, anlaşmalar yapılmaktadır. Dersim liderleri, misafirlerine yemek hazırlatır, ancak Şeyh Sait ve adamları bunu kabul etmeyerek kendi yanlarında getirdiklerinden yemek isterler. Bu tavrın esas nedeninin “Alevilerin yemeğini yememe” anlayışı olması Dersim liderlerinin “yemeğimizi bile yemeyenlerle savaşa girmeyiz” diyerek isyana destek vermemesiyle sonuçlanır.

İşin tarihsel anlatımı bu iken esas olan Dersimlilerin kendilerini nasıl tanımladıklarıdır. “Kırmanclık, bir Dersimli için, dışarıdan bakanların ve Türkçe şekliyle Kürt olarak ifade ettiği Kürtlük değildir. Dersimlinin Türkçe olarak Kürt diye ifade edilen Kırmanclıktan anladığı, kendisinin anladığı kültürel değerlerdir. Eğer bir Dersimliye göre Kürtlüğü ifade edersek, bu, birilerinin gayet rahat bir şekilde kullandığı ve İslam aleminde İslam dışı sayılan Alevi-Kızılbaşlığın ötesinde, Türkçe ifadesiyle Alevi, Zazaca ifadesiyle Kırmanc olmayı, İslam dininin dininin Suni mezhebinin dışında olmayı gerektirir. Eğer Suni inancına sahipseniz Kırmanc olamazsınız. Bu “Kırmanc” olma hali ortak bir dile sahip olmaktan daha önemli ortak bir değerdir. İşte bu nedenle Kürt algısı Dersim’de farklıdır… Bu tarihsel ve güncel panoramanın ışığında bakıldığı zaman Dersim, dışarıdan kendisine yakıştırılan tanımı kabul etmemektedir. (Engin Doğru, Dersim dergisi, Temmuz 2011.)

Yukarıda bahsettiğimiz stratejik önemlerden kaynaklı, bunun yanı sıra da ülkemiz gerilla mücadelesi açısından önemli mevzi olmasıyla düşürülmek istenen, bunun için özel politikalarla yüklenilen ve Kürt coğrafyasından koparılacak ilk lokmalardan biri olarak görülen bir alan olmuştur. Keza Dersim’in ulusal mücadeleyle bağlantısı engellenmeye çalışılmaktadır. “Tek ulus” projesinin baskıları ve buna karşı direnmenin yarattıkları nedeniyle ulusal sorunun içine kaçınılmaz olarak giren/girmekte olan, tüm uyuşmazlıklara/faklılıklara rağmen Ulusal Hareketin çeperinde kalan bir yerdir. Bu noktalarda ulusal sorun gütmesi normalken, ulusal hareketle olan ilişkileri bu sorunlarıyla ilgilenen başkalarının olmamasından kaynaklandığını görmek gerekir. Bu konularda “Alevilik” ve “Zazacılık” teorileri egemenlerin özel ilgisinde olmuştur. Örneğin Zazacılığın teorisyenlerinden biri CHP milletvekili Hüseyin Aygün’dür. Zazaca, seçmeli derslerde kullanılabilinmesi amacıyla belirli kitapçıklar hazırlanmıştır. Tunceli ve Bingöl Üniversiteleri’nde bu konuya dair araştırmalar yapılmış ve sempozyumlar düzenlenmiştir. Zazacılığın güçlendirilmesinde devletin eli boş durmamaktadır. Tunceli Üniversitesi rektörü Durmuş Boztuğ da bu konularda “astığı astık kestiği kestik” bir tavırla faaliyet sürdürmektedir. Demokrat öğretim görevlilerinin işine son veren, üniversitede terör estiren, tarikatçılığı geliştirilmesine yardımcı olan rektörün elbette Zazalarla ilgili çalışması da farklı olmamaktadır.

Yine Alevicilik teorileri Cem Vakfı (İzzettin Doğan’a bağlı) üzerinden yürütülmektedir. Bu kurum “Türklük” çiğliğinin üzerine de gözü kapalı atlamaktadır. Yine “Alevicilik” ve “Türklük” teorilerini diline pelesenk etmiş “önemli şahsiyet” devlet piyonu Kamer Genç’tir.    

Burada sorun olarak görülmesi gereken Dersimlilerin kendilerinin Kürt olmadıklarını savunmaları, Zaza-Alevi yönlerini savunmaları ve buna dönük çalışmalar yapılması değildir. Nitekim Zaza-Alevilik yönü nesnel gerçeklerdir. Sorun egemenlerin bu durumu kullanarak halkın birleşmesini engelleyen, halkın arasında karşıtlık yaratan, Kürt karşıtlığı anlayışı geliştiren, halkı bu yönler üzerinden sistem partilerine çeken pratiklerin hayat bulmasıdır. Daha kötüsü devrimcilerin özgünlük yakalama adına Kürt-PKK düşmanlığı yapmaları ve sistem partilerini güçlendirecek çalışmaları yapmaları-alet olmalarıdır. Ki MKP 2009 yerel seçim politikalarını bunun üzerinden yürütmüş, bununla yetinmeyerek 2011 genel seçimlerinde aynı politikalar üzerinden yürürken halkın “Alevilik”, “Dersimli Kılıçdaroğlu” söylemlerine karşı çıkamamış ve nihayetinde faaliyetçileri pratik olarak CHP çalışmaları yürütmüştür. Halkın “Dersim Diyarbakırlılaştırılıyor”, “Biz gidelim onlar gelsinler” yaklaşımlarının gelişmesi ve geliştirilmesi durumundan bahsetmekteyiz.

Yine bugün Dersim’de ulusal hareketin yaptığı şekliyle “kendisini Kürt olarak görmeyenler sistem yanlısıdır” anlayışı da oldukça tehlikelidir. Bu da halkın değer yargılarını görmeyen, dayatan ve halkı suçlayan yaklaşımları doğurmaktadır. Nitekim ulusal hareketin bölgede bu anlamıyla politikalarının setleştiği dönemler de olmuş ve bu dönemlerin etkileri bugün ulusal hareketin halk tarafından hala anti-pati duyulmasını getirmektedir.

Dersim, T. Kürdistanı içinde Kırmancki dili ve Alevi inancıyla egemenlerin baskılarını çifte yönüyle hissetmektedir. Çevresine bu anlamda açılamaması dil ve kültür üzerindeki baskılar etkisini daha yakıcı hissettirmektedir. Kürt toplulukları içerisinde dilin gelişmesi ve ya kendini devam ettirmesi konusunda en zayıf kalan dil Kırmancki’dir. Yazılı edebiyatı en geri kalan dil Kırmancki’dir. Ortak bir gramer oluşturulmasında ciddi sorunları vardır. Kırmancki, “Dambeli, Şabak, Bucak, Kur, Mudki, Hazro, Siverek, Dersim” biçimleriyle birbirinden ayrı yapılardadır. Keza Kırmancki unutulmaya yüz tutmuştur. Dersim’de dilini bilen genç sayısı her geçen zaman azalmaktadır ki bu dilin geleceğe taşınması anlamında vahim bir durumdur. Ulusal sorun dediğimizde aklımıza ilk elden dil ve kültür üzerindeki baskılar gelmektedir. “Tek tipleştirme” öncelikle bu alanlardan başlamaktadır. 38 ve 94 ile “Sürgün” yaşayan bu halk, yaşam alanları ve kültürlerine uzak yaşamak zorunda bırakılmışlardır. Egemenler dil konusuna özellikle yoğunlaşmaktalar. “Biz Balkanları niçin kaybettik, biliyor musunuz? Bunun tek bir sebebi vardır. Bu da İslav Araştırma Cemiyetleri’nin kurduğu Dil Kurumları’dır. Bizim içimizdeki insanların milli tarihlerini yazıp, milli şuurlarını uyandırdığı zaman, biz Balkanlar’da Trakya hududuna çekildik.” (Utkan Kocatürk, Atatürk’ün fikir ve düşüncelerinden aktarılarak; aktaran Mehmet Bayrak). Bu anlamda Dersim’e yönelen saldırıların en başında “dil” olgusu gelmiş ve bugün yakıcılığını ciddi boyutlarda hissettiren düzeye ulaşmıştır. Yok olmakta olan bir dilden bahsediyoruz. Bu anlamda Dersimlilerin ilgili olduğu bir alandan bahsediyoruz. Genel olarak dil konusundaki çalışmalara, buna dönük örgütlenmelere bir ilginin olduğu görülmelidir.

Bununla bağlantılı olarak asimilasyon saldırısını bir ayağı da kültürel boyuttur. Yozlaşma, Dersim’de üst düzeylere ulaşmış boyutuyla halkın yaşam alanlarını yok etmektedir. Kültürel değerler zayıflamış, belirli yönleriyle yok olmuştur. Ajan-işbirlikçilik belirli bir boyuta ulaşmış ve yeni biçimler almaktadır. Doğa, ziyaretgahlar, mezarlar ve birçok kültürel değer baraj vb projelerle de yok edilmektedir. Bu durum halkın rahatsız olduğu konulardan biriyken, kültürel değerlere özlem duyulmakta ve kültürel değerlere uygun davranışlar sahiplenilmektedir.

Bu anlamıyla dil ve onun yarattığı kültürün içerinde bulunduğu ciddi bir tehlike durumudur. Bunların yaşatılması ve genişletilmesi ilgi odağında olmaktadır/olacaktır. Kurumsallaşma anlamında halkın ilgisinin yüksek olduğu alanlardır.

“Çözüm Süreci”nin alt başlıkları Dersim’deki birçok sorunu da içine almaktadır. Köye geri dönüşlerle ilgili konular kanayan yaraya dokunmuştur. Yaşanan sürgün olayları insanlar yaşam alanlarına hasret duyarak yaşamış ve daha sonra “insansız bölge” ilan edilmesiyle bu durum uzun yıllar sürmüştür.

Yine “Çözüm süreci”nde yer alan, değiştirilen yer isimlerinin eski isimlerinin tekrardan verilmesi konusu gündeme girmiştir. Dersimliler genel olarak “Dersim” ismini kullanmakta ve bu isme sadık kalmaktadır. Türkiye’de ismi değiştirilen yirmi sekiz bin yer bulunmaktadır. Çözüm süreciyle bu durumun gündeme gelmesi ilgi yaratmış ve bu konuda hızlı refleks geliştirilerek  “Dersim” ismi için resmi başvuruda bulunulmuştur. Yine bu gündem çerçevesinde köy isimleri içinde başvurularda bulunulmuş hatta fiili tabela dikimlerine girişilmiştir.

 

Dersim'den bir Partizan 

45644

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Sayfalar