CIA’nın Anti-Komünist “Özgür Düşünceli” Entellektüelleri (1.Bölüm)
Giriş:
Emperyalist merkezler, dünyayı yeniden paylaşmak için hummalı bir savaş hazırlığı içindeler ve buna göre de rakiplerine kutuplaşmalar giderek sertleşmektedir. Silahlanma son hızla yapılırken, faşistleşme ve iç faşistleşme de, hemen hemen bütün ülkelerde gelişmekte, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskılar günden güne artmaktadır. Kazanılmış demokratik hak ve özgürlükler, burjuvazi tarafından gasp edilmektedir.
Ekonomik krizler ve peşinden Koronavirüs salgını nedeniyle, işsizler ordusu daha da büyürken, kitlelerin yoksullaşması katlanarak artmaktadır. Kapitalizm kendi çaresizliği içinde, sermayeyi kurtarmak için ekonomik ve pandemi krizinin yarattığı ağır yükleri işçi ve emekçilerin üzerine yıkmaktadır. Korona salgınına karşı korunmak için “önlemler” adını verdikleri önlemler; baskıları daha artırmak, sömürüyü ağırlaştırmak, sosyal hakları budamak, sermayenin birikimini ve merkezileşmesini hızlandırmak olarak ortaya çıkmaktır. Bütün burjuva devletleri, işçi ve emekçilerin sağlığını korumak değil, sermayenin çıkarlarını korumayı “pandemi önlemleri” olarak kitlelere sunmaktadır. Çalışanlar ve yoksul kitller pandemi karşısında kormasız bırkaldığı gibi, pandemi işçi ve emekçi hastalığı haline getirildi. Pandemiye karşı aşı ise, bir avuç tekelin elinde, milyonların ölümü ve hastalanması karşılığında sermaye birikimine dönüştü. Kapitalizm her konuda işçi ve emekçi düşmanı olduğu gibi bu konuda da düşman yüzünü, net bir şekilde ortaya çıkardı.
Kapitalizmin artık sürdürülemez oluşu, doğa ve onun üzerinde yaşayan tüm canlıların düşmanı olduğu bilinmesine ve her geçen gün toplumsal ortamın daha da kötüye gitmesine karşın, burjuva liberalleri kapitalizmi savunmaya devam ediyorlar.
Aynı burjuva entellektüeller; emperyalist savaş kışkırtıcısı Biden’iın “demokrat”lığını övmekten, Volkswagen’in dizel skandalını, Wirecard gibi milyarlarca Avro’yu hortumlayan uluslararası emperyalist tekellerin koruyucusu Merkel’i, burjuvazinin “temiz” yüzü gibi göstermekten rahatsız olmadılar. Yine, Korona viriüs salgının en tepe noktaya vardığı bir süreçte, bilim insanlarının tam kapanma istemesine karşın, büyük sermaye tekellerinin “fabrikaları kapatmayın” direktifine uyan ve kapatma kararını geri çekerek Covid-19’un bir işçi hastalığı haline gelmesine neden olan da yine Merkel’dır. Türkiye’de bir çok burjuva liberal’in, faşist Erdoğan’ın uygulamalarına karşı Merkel’i “iyi” örnekler arasında gösterenler, Erdoğan’ı Avrupa’da koruyucusunun Alman tekelleri adına onun olduğunu görmezden gelmeyi yeğledikleri de bilinen bir gerçektir.
Bu yazının konusu esas olarak burjuva liberal aydınların, CIA’nın anti-komünist savaşına nasıl katkı sağladıklarıyla ilgilidir. Dün iyi eşelenmeden, bugünü net olarak analaşılamaz.
Burjuva Entellektüellerin Anti-Komünist Saldırıları
İşçi sınıfının asıl düşmanı burjuvazi olmasına karşın, burjuvazi işçi sınıfının karşısına ideolojik anlamda, burjuva liberal aydınları çıkarır. Çünkü burjuva sistemi dediğimiz kapitalizm, toplumsal bir sistemdir. Burjuvazi, bu toplum içinde önemli bir kesimi sürekli olarak yanında tutmaya özel bir önem verir. Burjuvazi, sadece sömürüyle yetinmez. Sömürü sisteminin sürmesi için, yani iktidarını koruması için, polisiye ve askeri baskının dışında en önemli olanı ideolojik hegomanyadır. Burjuvazi, topluma kendi ideolojik ve kültürel hegomanyasını kabul ettirmek ya da etkisi altına almak ister. Bunu başaramadan iktidarını salt fiziki baskıyla sürdüremez. Bu nedenle, burjuva ideolojisinin yayacak araçlara gereksinimi vardır. Burjuvazinin ideolojisini yayama araçları ise, küçük burjuva liberal entellektüellerdir. Küçük burjuva entellektüelleri etkilemek içinde “Casuslar Felsefe Okur”un, yakın tarihimizde, neden bir özdeyiş haline geldiği ise; Hitler faşizmin Avrupa’da yıkılışı ve Stalin önderliğindeki SSCB’nin güçlenmesiyle kendiliğinden anlaşılıyor.
Küçük burjuva entellektüellerin çoğunluğu “sol”a sempati duyarlar. Ancak, bunların “sol”culuğu, burjuvaziyi ürkütmez, tersine, ona destek olacak içeriktedir. Çünkü bunların “sol”culuğu, gerçek sosyalizmi ve işçi sınıfının dünya görüşünü eleştiren, onu yozlaştıran, içini boşaltan ve bulanıklaştıran niteliktedir. Bu entellektüeller, proletarya diktatörlüğüne, sosyalizme, komünizme karşıdırlar. Proletarya diktörlüğü sözünden öcü gibi kaçarlar. Bir avuç burjuvazinin diktatörlüğünü ise “demokratik” değerlendirirler. Burjuvazinin onlardan tek istediği de budur. Burjuvazi, radikal sağ entellektüelleri değil, “sol”cu gözüken küçük burjuva liberal entellektüelleri daha fazla el üstünde tutar. Çünkü bunlar, işçi sınıfından yana gibi gözükmesini becerdikleri gibi, işçi sınıfının dünya görüşünü en iyi bunlar bulanıklaştırıp, burjuva ideolojisinin işçi sınıfı ideolojisi olarak sunmakta da hamarattırlar. Hamaratlıkları ve yetenekleri ise, işçi sınıfının anlamadığı ve ona çok yabancı olan, içi boş, “entellektüel” bir dil kullanmalarından gelir. Bu dilde, özellikle küçük burjuva kesimi çok etkiler. “Yeni” ve “ileri” bir şeymiş gibi gelir onlara, sınıf karakterleri gereği...
Burjuvazi, işçi sınıfının dünya görüşü olan Marksizm Leninizmi, “modası geçmiş” bir ütopya olduğunu ileri sürer. Yani, kapitalizmin toplumsal alternatifi olan sosyalizmi, “anti-demokratik”, “totaliter”, “baskıcı”, insanlığın ruhunu zehirleyen” bir ideoloji ve toplumsal yapı olarak göstermeye çalışır ve burjuva liberal entellektüellere de, bir tas daha fazla çorba vererek bunun teorisini yaptırır. Aynı, ikinci emperyalist dünya savaşında faşizmi yenen SSCB’e karşı açtıkları emperyalist karşı-devrimci kampanyada olduğu gibi. Özellikle CİA’nın o meşhur “entellektüelleri”,[1] o kadar ileri gitmişlerdir ki; ceplerinde dolar destelerinin artmasıyla orantılı olarak, emperyalist sermaye adına cellatlık yapan faşist Hitler ile enternasyonal işçi sınıfının önderi Stalin’i özdeşleştirebilecek kadar alçalmayı asli bir görev edinmişlerdi ve dünyanın en demokrat ülkesini “totalirizm” ve “faşizm” ile eşitleme alçaklığına kadar işi götürebilecek kadar burjuvazinin tüm sınıf yetenekleri ile donanabilmişlerdi.
CIA (ABD Merkezi İstihbarat Servisi), bu burjuva liberal entellektüellere tek bir görev vermişti. “Stalin, mümkün mertebe gözden düşürülecek, kitle katlimacısı olarak gösterilecek ve hatta Hitler’den daha zalim olarak gösterilmesi en makul olanı, ve anti-komünist propaganda geliştirilecek ve komünistler veba hastalığı yayayanlar olarak lanse edilecek” ... CIA tarafından o dönemde bu entellektüellere verilen görevler bunlardı.
Neden mi? Stalin önderliğinde SSCB Hitler faşizmini yenmiş, emeryalist cepheyi parçalamış, dünya işçi sınıfına, ezilen halklara ve ezilen uluslara, işgal ve açık sömürge altında olan halklara ve uluslara, sosyalizm ve bağımsızlık yolunu göstermişti. Bütün dünyada işçi sınıfı ve ezlen halklar içinde sosyalizme olan sempati artmıştı. Emperyalist burjuvaziyi derin bir korku almıştı: Komünizm güçleniyor, kapitalist sistem ise adım adım yıkılıyor diye...
Özellikle 1949 yılında Mao Zedung önderliğinde Çin Komünist Partisi’nin Çin’de, sosyalizme giden yolda Demokratik Halk Devrimi’ni zafere ulaştırması ve böylece dünyanın üçte birinin sosyalizme dönmesi, emperyalist burjuvaziyi korkuttuğu gibi, anti-komünist saldırılarını da artırdı.
2. Emperyalist paylaşım savaşında, faşizme ve emperyalist savaşa karşı en etkin savaşan komünistlerdi. Avrupa’da komünist partilerin öncülüğünde faşizme karşı birleşik cephe kurulduğu gibi, Hitler Almanya’sının işgallerine karşı partizan savaşlarını da örgütleyen ve yürüten komünistlerdi. Ve Hitler Almanya’sının SSCB tarafından yenilgiye uğratılması, Doğu Avrupa ülkelerinin sosyalizm cephesinde yer alması, Batı Avrupa’da ise komünist partilerin güçlenmesi, İtaly ve Fransa gibi ülkelerde komünistlerin hükümetlerde yer alması, başta ABD ve İngiliz emperyalizmi olmak üzere bütün burjuvaları ürküttü.
ABD ve İngiliz emperyalist burjuvazisi, Hitler Almanya’sının 1940 Haziran’ında Sovyetler Birliği’ne saldırmasına destek oldular. Hatta onların beklentisi Faşist Almanya’nın SSCB’ni işgal ederek sosyalizmin yıkılmasıydı. Bekledikleri olmadı, tersi oldu. Faşist Hitler Almanyası yıkıldı. Uluslararası proletaryanın komünist önderi Stalin önderliğinde SSCB daha da güçlendiği gibi, sosyalizm cephesi Avrupa’da daha da genişledi. Kitlelerin sosyalizm olan sempatisi arttı.
İşte, “demokratik sol” (Türkiye’deki versiyonu olan “güleryüzlü sosyalizm”, ya da K. Okuyan T”K”P’sinin temel argümanı olan; “cumhuriyet bizim değerimiz” ve buna bağlı olarak, Ermeni soykırım’nın inkar eden “büyük felaket” gibi devleti rahatsız etmeyen argümanlar ) gibi gözüküp, özünde burjuva liberal görüşleri savunan CIA’dan maaş bordolu bu entellektüellerin bir görevi daha vardı, gelişen sosyalizm mücadelesinin önüne geçmek, işçi sınıfı içinde MLM düşüncelerin yayılmasını önlemek ve ABD emperyalizminin ideolojik hegomanyasını “Batı demokratik değerleri” adı altında yayılmasın hizmet etmekti. “Batı’nın demokratik değerleri” ise: ABD emperyalizminin askeri, ekonomik, kültürel hegemonyasının genişlemesi ve genel anlamda sermayenin işçi sınıfı ve emekçilere karşı olan çıkarlarıydı. Bugün de bu “değerler” aynıdır. Bizim ülkemizde de “Batı Avrupa ya da yeni haliyle AB değerleri”, emperyalist Batı sermayesinin kanlı çıkarlarından başka bir şey değildir. Burjuva liberal entellektüelleri “demokratik sol”, Türkiye’de ise “Türkiye özgü sosyalizm”, “güler yüzlü sosyalizm” vb. adlarla, burjuvazinin kitleleri aldatma ideolojik manipülasyon araçları olarak kullanılşmışlar ve kullanılmaya devam edilmektedir. Oysa, burjuvazinin kitleler karşısında adlarını büyüttüğü, ama, düşünce yapıları olarak işçi sınıfına ve emekçilere uzak bu entellektüeller, burjuvazinin karar mekanizmalarından uzak tutulmuşlardır. Onların görevi; ideolojik ve teorik manipülasyon ve işçi sınıfının dünya görüşünü bulanıklaştırmak ve burjuvazi lehine ideolojik ve politik ortamı hazırlamak.
Emperyalist Burjuvazinin Komünizmle Savaşı
Dünya halkalarının başına bela olan faşist saldırgan Alman emperyalizminin, yaklaşık 26 milyon Sovyet vatandaşının yitirilmesi (ve dünya toplamında 60 milyon insan kaybı) pahasına, SSCB tarafından yıkılması, uluslararası proletaryanın ve ezilen dünya halklarının Stalin’e olan semapatisi daha da arttı. Dünya işçi sınıfı ve ezilen halkların sosyalizme ve Stalin’e sempatisinin artması nedeniyle emperyalist burjuvazi Stalin’i ve komünizmi hedef aldı.
ABD, Avrupa’yı anti-komünist temelde inşa etmek için ekonomik alanda Marshall Planı, askeri alanda NATO’yu kurarken, kültürel alanda ise, Paris merkezli Kültürel Özgürlük Kongresi –KÖK- (Congress of Cultural Fredoom) kurmuştur.
CİA’nın paravan örgütü KÖK’ün geniş bir alanda, sanat, edebiyat, kültür, müzik ve düşünsel etkinliklerin yanı sıra, yayınevi, çeşitli ülkelerde onlarca “prestijli dergi” yayınlayan ve büyük müzik festivalleri düzenleyerek kitleleri etkilemeyi amaçlayan, 35 ülkede ofisi olan büyük bir organizasyondu.[2]
Anti-komünist liberal entellektüeller NATO’nun kültür kanadını oluşturuyorlardı. Bu nedenle de çok “hümanist” ve “savaş karşıtı” idiler(!)
Emperyalist burjuvazi, askeri olarak yıkamadıkları SSCB’nin temsil ettiği sosyalizmi ve komünizmi, kültürel alanda yıkmak ve onun ideolojik politik olarak yayılmasını engellemek için anti-komünist bir kültürel cephe açtılar. Bunun örgütlenmesi görevini 1947 yılında kurulan ABD Merkzei İstihbarat Servisi (CIA) verdiler. Bir istihbarat servisine verilen ideolojik mücadele ise, ona yakışır şekilde olur elbet. Burjuvazinin komünizme karşı ideolojik mücadelesi de CIA usulü oldu. Parayı verdi ve düdüğü çaldırdı.[3] Önce, para için düdük çalacakları bulması gerekiyordu. Bu da çok zor olmadı. CIA, ideolojik savaşçılarını, özellikle dönek solculardan, sosyal demokrat liberallerden topladı. Yani “solcu” gibi tanınları tercih etti. Aslında bunların hiç birinin komünizmle ilgisi yoktu. Başından beri burjuva liberal çizgide olan küçük burjuva düşünce sahibi entellektüellerdi. Sadece bir tanesi eski Alman Komünist Partisi’nin merkez komite üyeliğini yapmıştı, Arthur Köstler.[4] CIA bunun peşini bırakmadı ve anti-komünist örgütlemenin asli elemanlarından ve KÖK’ün manifestosunu yazılı hale getiren biri oldu. Tabi, CIA’nın bu ideolojik savaşının içinde Troçkist elemanlarda olmazsa olmazlardandı.
Parayı Verdi Düdüğü Çaldı kitabının yazarı Frances Stonor Saunders, kitabın giriş bölümünde;
“Dünyanın bir pax Americanaya, yeni bir aydınlanma çağına ihtiyacı vardır ve bu çağ Amerikan çağı olacaktır. CIA nın oluşturduğu ve Henry Kissinger ın deyimiyle partizanlık ötesi bazı ilkeler adına bu ülkenin hizmetine kendilerini adamış olan aristokratlardan oluşan bu konsorsiyum Amerika nın Soğuk Savaş Dönemi silahıydı, kültür alanında çok etkili olmuş bir silahtı. Savaş sonrası Avrupa da, bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeden bu gizli harekete adı bir şekilde karışmamış pek az yazar, şair, ressam, tarihçi, bilim adamı ya da eleştirmen vardı” belirlemesini yapıyor.
Yenilmiş ve savaşla harap olmuş bir Avrupa’yı, ekonomik, siyasi ve kültürel olarak tamamen egemenliği altına alarak, bir ABD dünyası yaratmak için ugun bir ortamdı. Ve yenilmiş Avrupa burjuvazisi SSCB ve Avrupa işçi sınıfı hareketi karşısında ABD emperyalizmine teslim olarak kendini toparlayabiliridi. Bu nedenle de anti-komünizm ve anti-SSCB en iyi karşı-devrimci savaş argümanıydı.
Emperyalist burjuvazinin dünya egemenliği için anti-komünist karşı-devrimci savaşı içinde yer alanların başında da kendilerini “demokratik sol” diye adlandıran liberal entellektüeller geliyordu. İşte o dönemin meşhur edebiyat, yazar, sanatçı, gazeteci, müzisyen, Frankfurt Okul’u entellektüellerinden bazıları:
ABD’den Daniel Bell, Mary McCarthy, Hannah Arendt, İsaiah Berlin, Sidney Hook, Irving Kristol, Dwight MacDonald, Melvin Lasky, Robert Lowell, ve daha bir çokları.
Avrupa’dan ise, Arthur Köstler, Ignazio Silone, Raymond Aron, Stephen Spender, “Stalnist” oldukları gerekçesiyle bir çok yazarı ve aydını ihbar ettiği için adı ispiyoncuya çıkmış George Orwel, Michael Josselson, Anthony Crosland, Heinrich Böll, Siegfried Lenz, Marcel Reich-Rainick, François Bondy, Andre Gide, Theodor Adorno, Max Horkheimer, Bertrnad Russell gibi yazar , “bilim” insanı ve felseficilerin yanı sıra müzisyenler, resamlar da bu koroya katılmış ve CIA’nın denetiminde “özgür yazarlığın” hazzını tadmışlardır. Neye karşı, SSCB’ne, Stalin’e, komünizme, Marksizme karşı. Ama bunca çabaları elbete ödülsüz kalmadı, hepisi de CIA’dan hak ettikleri dolarları aldılar. İsimleri ve yazıları, “demokratik değer savunucuları”, olarak CIA’nın desteklediği ve finansa ettiği gazete ve dergilerde yer buldu.
Daniel Bell, 1960’da “İdeolojilerin Sonunu”, F. Fukuyama ise 2000’lerin başında “Tarihin Sonu”nu yazmışlardı. CIA böyle buyurmuştu. Her ikisi de yayınlandığı yıllarda “bestseller” olmuştu. Birincisi işçi sınıfı hareketi içinde ciddi zaaflara yol açmıştı. Çünkü “sol”cu bilinen Bell, “İdeolojilerin Sonu” adı altında, anti-komünist propaganda ve burjuva ideolojisine mehtiyeler düzülüyordu. Yani, işçi sınıfının dünya görüşüne karşı savaşım esas alınmıştı. İkincisi ise burjuva liberal entellektüeller üzerinden küşük burjuva sol liberalleri etkilemeyi hedeflemişti. Kısmen geçci bir başarısı oldu. Ama kısa süre içinde bununda aynada görünürlüğü netleşince, neyin sonunu getirmek istediği ortaya çıktı. Ancak, ne ideolojilerin sonu, ne de tarihin sonu geldi. İkisinin de yazdıklarının içeriği piyasaya çıktıklarından kısa bir süre sonra, işçi sınıfının bilimsel dünya görüşünün mücadelesi sonucu, tarihin çöplüğünde yerlerini aldılar.
Burada adı geçen ve ve CIA’nın kültür NATO’su olan ve KÖK anti-komünist örgütlenmesi içinde yer alan entellektüellerin bir çoğu eski “sol”cu[5] ve kendilerinin “demokrat solcu” olarak adlandıran Stalin şahsında anti-komünist zavalılar birliği olarak adlandırmak daha doğru olur.
CIA, ABD’li ve Avrupalı bu anti-komünist entellektüelleri CIA ajanları Melvin Lasky ve Sidney Hook önderliğinde örgütledi. Bunlar arasıra “emperyalizm”, “ırkçılık” vb. şeylerden sözedbilir hatta ABD’deki ırkçılığı bile fazla deşelemeden eleştirebilirlerdi. Ama esas hedef anti-Stalinist ve anti-komünist kampanyayı en etkili bir şekilde sürdürmekti. Bunun için kendilerine ekstra maaş veriliyordu.
Bunlar hiç bir zaman ABD emperyalizminin saldırılarını, işgallerini karşı çıkmadıkları gibi Kore’deki katliamlarına tepki vermemişlerdir. Hatta 1953 yıllında İran’da Musaddık Hükümetinin devrilmesi, Guetamala’da Arbenz hükümetinin devrilmesi, ABD içinde siyahlara uygulanan ırkçılığa ve ayrımcılığa tepki vermedikleri gibi... Tepki vermek zorunda kalanlar ise, ABD burjuvazisinin incitmemek için adeta parmak ucunda yürür” gibi yapmışlardır. Daha sonra Küba’ya yapılan baskılar ve peşinden Vietnam işgalleri, bu entellektüellerin “hür dünyasında” yer bulamamıştır. Ta ki, CIA’nın paralı kalemşörleri oldukları ortaya çıkana kadar...
Batı'nın kültürel ve siyasi değerlerini savunmak, "Stalinist totalitarizme" saldırma’nın yanısıra, pek seyrek olarak ABD'de siyahlara yönelik ayrımcılığa geçerken dokunmaları ise, ne ve kim adına kalem oynattıkları açığa bütünüyle çıkmaması içindi. Bu nedenle, ırkçılığı ve emeryalizmi eleştiren bazı yazılara, ara sıra CIA destekli dergilerde yer verildi.[6]
Bu entellektüellerin çoğu yazdıkları işçi sınıfına pek bir şey anlatmaz. Ama küçük burjuvazinin bulanık düşünce yapısını daha da bulanıklaştırılar. Biz komünistler, bunların bir zamanalar CIA’nın paralı yazarları olduklarını daha sonra gelenlerin ise pek farklı olmadığını, burjuvazinin ekstra sağladığı desteklerle “burjuva demokrasi”sini en iyi şekilde yaşadıklarını ve bu nedenle burjuvaziye olan borçlarını, komünizme saldırarark ödediklerini biliriz.
Darbelerle, çeşitli el altı operasyonlarıyla hükümet deviren CIA, komünizme karşı teorik, ideolojik ve siyasi mücadeleninde önemini biliyor olmalı ki, adı geçen bu aydınları Kültürel Özgürlük Kongresi (Congress of Cultural Fredoom) adı altında toplayarak konferanslar verdirdi. Hepsini en lüks otellerde ağırladı. Konferanslardan konferanslara koşturdu. Ve o güne kadar görmedikleri bir para bolluğu içinde yaşadılar. CIA’nın görevli ajanlarıyla bol bol resim çektirdiler. Gazetelerde bunlar vardı. Bunların yazıları yayınlandı. O güne kadar görmedikleri itibarı gördüler. Her tarafta el üstünde tutldular. Bu “özgür” ve hiç kimsenin “müdahalesi” olmadan “özgürce” ve elbette CIA’nın direktifi doğrultusunda anti-komünizm üzerine güzelleme yapan entellektüeller, ülke ülke dolaştırılıp “büyük” büyük” konferansların baş konukları ve baş konuşmacıları oldular. CIA’nın çömertçe sağladığı finansmanla ne şaşalı günler yaşadı bu entellektüeller. Dolarların miktarı artıkça, anti-komünist çığlıklarını adeta kendilerini yırtarcasına her tarafa ulaştırmaya çalıştılar. Ta ki, 1960’da bu bolluğun arkasında CIA ve ABD tekellerinin sermayesi olduğu ortaya çıkana kadar.
Ama işçi sınıfı ve emekçilerin dışında oldu bunlar. Küçük burjuvaziyi ve küçük burjuva düşüncesinin etkisi altında olanları daha fazla etkilediler.
Hannah Arendt gibileri ise, faşizme “totalitarizm” dedi. Bunu demekle de kalmadı, SSCB’ni de “totaliter” olarak faşizmle eşitlme aşağılamasına gitti. Ve hatta o kadar ileri gitti ki, Hitler faşizmi tarafından yakılan 6 milyon Yahudi için faşizmin değil “kötülüğün kurbanı” oldu diyebildi. Çünkü H. Arendt’in tek görevi vardı, Marksizmi her fırsatta eleştirmek ve ona karşı alternatif “görüşler” ortaya çıkarmaktı. Frankfurt Okulu’nun has elemanlarından biri oldu.
Hannah Arendt, Mccarticilik (McCarthyismus) döneminde ABD üniversitelerde profösorlük yaparken, komünist ve demokrat avı başlamıştı. Ama hiç bir zaman ABD’nin bu faşist yüzünü eleştirmemiştir. Hatta totalitarizm ile ilgili yazdığı kitap 1951 yılında basılmış ve aynı yıl ABD vatandaşı olmuştur. “Emperyalizm”den söz etmesi ise, burjuva egemenlerine dokunmadan “parmak ucunda yürümenin” ve ML emperyalist teorisinin gerçek içeriğini boşaltarak, anlamsız bir hale getirmek içindi.
CIA’nın (tabi CIA’nın finansal destekçileri ise, Ford, Rockefeller ve diğer sermaye gruplarına ait vakıflardı)[7] finansa ettiği bu liberal burjuvanların düşünceleri çok çok “özgür”dü, ama SSCB’de entellektüeller “demir perde baskısı altındaydı.” Bu entellektüellerin bütün yaşamlarını CIA finansa ederken aynen bu propagandayı yapıyorlardı.
James Petras’in yazdığı gibi, “Bu prestijli entellektüellerin hiç biri, sömürge Çinhindi ve Cezayir’deki toplu katliamlara ABD desteği, ABD’li entellektüellerin cadı avı veya Amerika Birleşik Devletleri’nin güneyindeki paramiliter (Ku Klux Klan) linçleri konusunda herhangi bir şüphe veya soru sormaya cesaret edemedi.”[8]
Bu küçük burjuva liberallerinin onurlarını ve kalemlerini, emperyalist burjuva sermayesine kolayca sattıklarını gösterdiği gibi, eli kanlı bir istihbarat örgütününde kolayca oyuncağı durumuna gelediklerinin ibretlik halidir. Bu salt bir maddi çıkardan öte; küçük burjuva ideolojisinin, burjuvazinin ve burjuvazinin eli kanlı militarizminin oyuncağı haline kolayca gelebilmesinin yatkınlığını ve eğiliminin bir sonucudur.
CIA’nın Avrupa’da Anti-Komünist Cephesi
2. Emperyalist dünya savaşından sonra, SSCB’e karşı anti-komünist ve anti-Stalinist kampanya için ABD Avrupa’yı merkez seçti. Paris’e yerleşti ama, oradan bütün Batı Avrupa’yı ve diğer ülkeleri yönetmeye ve yönlendirmeye başladı. Bunun için önce Kültürel Özgürlük Kongresi’ni (Congress of Cultural Fredoom), yukarıda adı geçen entellektüeller aracılığıyla kurdu. Onursal başkanlığını ise Lord Bertrand Russel’e verdiler.
Russel böylesi bir” özgürlük Kongresi”nin onursal başkanlığını hak eden ırkçı ve soykırımcı birisiydi. Russel, 1951 yılında yayınladığı “ The Impact of Science on Society” (Bilimin Toplum Üzerindeki Etkileri)[9] kitabında, dünya nüfusunun çoğalmasından şikayet ediyor ve bunların “etkili bir bakteriyolojik savaşla azaltılması”nı savunmasının yanısıra, Japonya’ya nükler bombanın atılmasını “olumlu” bulanlardan biri olması vardı. Çünkü nükler bombanın yapılmasında çalışmıştı. 1946 yılında yazdığı bir makalede, SSCB’ne karşı nükler bombanın kullanılmasını açıktan savunmuştu ve iki yıl içinde ABD’nin SSCB’ne nükler bombayla yerle bir ederek dünya imparatorluğunu kurmasını bekliyordu.[10]Aynı görüşü, CIA’nın has adamlarından Troçkist James Burnham’da paylaşıyordu.
KÖK’ün kuruluşu 26 Haziran 1950 yılında Berlin’de oldu. Berlin özel olarak seçilmişti. “Berlin’i ve dünyayı komünizm tehlikesinden kurtarmak ve özgürleştirmek amaçlı” olduğu içindi. Bu Kongre’ye 100’den fazla ülkeden “bilim” insanları, sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, müzisyenler katılmıştı .
Radyo’da ise spiker, yarı, 12 Eylül Cuntası Spikeri Ertürk Yöndem gibi, yarı futbol maçı anlatan spiker gibi gelişmeleri dinleyicilerine heycanla anlatıyor:
“Komünistlerin ve Stalin rejiminin Berlini zalimce abluka ve bloke etmesine karşı Kongre toplandı”[11]
Almanya ve dünyayı yıkıma uğratan Alman faşizmine karşı ise bu denli kinli konuşmadılar. Çünkü salonda, KÖK’ün örgütleyicileri arasında SS ve SA’da subaylık yapmış kimselerde vardı. Yani, Hitler ölmüştü, ama onun çalışma arkadaşları hala iş başındaydı. CIA’da bunu biliyordu ve CIA’nın derdi Hitler faşizmini yargılamak değil, burada yer alan subay ya da diğer görevlileri kendi çıkrları doğrultusunda SSCB’ne karşı kullanmaktı ve böylede yaptılar. Savaş sonrası çok azını ortaya çıkarıp, bir kaçını MOSSAD’a teslim edip, gerisi ise “normal” insanlar gibi görevlerine geri dönmüşler ve yine burjuvazinin en pis işlerinin başındaydılar. Almanya’daki gerçeklerden biri, Hitler faşizmi yenilince, Hitler’in emrinde olan milyonlarca görevli, faşist elbiselerini çıkarıp, yeni düzenin elbiselerini giydiler ve işledikleri suçlarda yanlarına kar kaldı.
Avrupa’da CIA’nın en büyük destekçisi ve çalışanı ise Herich Böll idi. Görevi ise Alexander Solschenzyn gibilerini Batı’ya getirmekti. Bunu yaptı da. Böll, Kongre’yi CIA’nın finansa ettiğini “bilmediğini söylesede”, CIA bunu reddediyor ve hepsinin bildiğini yazıyordu. Oysa, o zaman CIA’da görevli olan Tom Braden, 1960 başında, entellektüellerin CIA’dan maaş aldığı ortaya çıktığında, “bilmediklerini” söyleyen entellektüellere şu yanıtı veriyordu:
“Hepsi biliyordu ve maaşların nasıl ve kim tarafından ödendiğini bilmemeleri mükün değildi,”[12]
Elbette, ödemeler CIA usülü yapılıyordu. CIA’nın “o.k.”lediği kişilere otel odalarında, dergiler üzerinden ya da “antenli kağıt” üzerinden CIA’nın vakıfları (Ford, Rockefeller vd.) bu entellektüellere paralarını ulaştırmakta bir zorluk çekmiyordu, entellektüeller ise, paralarını alamayacakları kuşkusu ve korkusu yaşamıyorlardı.
Heinrich Böll’den biraz söz etmek gerekiyor. Tanınan ve sevilen biriydi. Bir demokrat yazar ve edebiyatçı olarak ilgi görüyordu. Komünistlere yakın gibi duruyordu. Ama, gizli görev içinde olduğunu CIA ve kendisi dışında kimse bilmiyordu. Bunun dışında Alman profesörleri, bir çok sanatçı ve yayın evi sahipleri CIA adına çalışıyor ve Der Mond (AY) isimli dergi çıkarılıyordu. Bunların çoğu 2006 yılında ZDF tarafından yapılan konuya ilişkin belgeselde kabul ettiler. Ama hala “fazla bilmiyorduk” yalanına başvurmaktan da geri kalmadılar.
CIA bir çok dergi yayınlıyordu. ABD’de, Partisan Review, Kenyon Review, New Leader ve daha başkaları. Almanya’da öne çıkan yayın ise Ay (Der Mond), İngiltere’de Encounter (Karşılaşma), Fransa’da ise meşhur sosyolog olarak öne çıkan Raymond Aron yönetimindeki Preuves (Kanıt).
27 Nisan 1966 tarihinde New York Times “Kültürel Özgürlük Kongresi”ni CIA’nın finansa ettiğini ve CIA’nın finase ettiği dergilerinde birer birer isimleri yayınlanınca, dergilerin çoğu kapandı ya da başkalarına satıldı. Olayın ortaya çıkması üzerine, CIA maaşlı entellektüellerin bazıları da kızgınlıklarını ABD’yi Vietnam savaşı üzerinden “sert” eleştirilere başladılar. Çünkü artık kitle hareketleri ve ABD’nin Vietnam işgaline karşı gösterileri de artmıştı. Buna rağmen, bazı entelektüellerin maaş almaya devam ettiklerini ZDF TV’ye konuşanlar açıklıyor. [13]
İhbarcı ve muhbir George Orwel’de CIA’nın gözdelerinden biriydi ve romanlarında komünizmi kötülemeyi hedef haline getirmişti. Orwel’in komünizm düşmanı olması normal. İngiliz sömürgesi Birmanya’da işgal güçlerinin polis memuru olarak bir süre görev yapmıştı. Muhbirciliği buradan meslek haline getimişti. 1950 yılında erken bir zamanda ölünce CIA’nın en hızlı olduğu dönemlere ömrü uzanmadı. CIA, Orwel’in kitaplarını “anti-komünist manifesto” haline getirmeyi başardı. Bir çoğunun film yapılmasını sağladı. Çünkü kitapların içeriği anti-komünisti.
Yine, CIA’nın dergisi olan ve baş sorumlu Raymond Araon, Preuves (Kanıt) üzrinden Satre’yi, Simone de Beauvoir’i gibi gerçek demokrat aydınları aşağılamaya varan saldırılar yaptılar. Çünkü Satre CIA’nın anti-komünist ağı içine girmeyi reddetmişti. Aynı şekilde Thomas Mann, Charlie Chaplin, Albert Einstein, Pablo Neruda gibi meşhurlar, anti-komünist örgütlenme ağı içine girmeyi reddetikleri gibi, anti-komünist olamadıklarını da açıklıyorlardı ve ayrıca ABD emperyalizminin savaş kışkırtıcı siyasetini eleştiriyorlardı. CIA, Nobel Edebiyat ödülünün Neruda’ya verilmemesi için çok çalıştı. Bütün ilişki ağlarını devreye soktu. Bunda kısmen başarılı oldu. Ancak, Neruda’ya, 1971 yılında Nobel Edebiyat ödülü verildi.
Devam edecek:
Casuslar Felsefe Okur: Frankfurt Okulu ve Fransız Teorisi
[1] Burada, bu tür entellektüellere „Aydın“ demiyorum. Çünkü bunlar aydın değil, toplumu gericileştirmek için çaba harcayan gericilerdir. Aydın, toplumu, toplumsal sistem olarak daha ileriye taşımasını isteyen, hizmet eden kişilerdir, kesimlerdir. Benim için aydınlar, işçi sınıfı mücadelesi içinde yer alan devrimci militanlardır. Ayrıca anti-komünistlik gericiliktir. Demokrat olmanın temel kıstası anti-komünist olmamaktır. Demokrat komünist olmayabilir, ama, her komünist aynı zamanda bir demokrattır.
[2] Gabriel Rockhill, CIA, Fransız Teorisini Okuyor: Kültürel Solu Parçalaya Yönelik Entellektüel Emek Üzerine Üzere. www.thephilosophicalsalon.com/the-cıa-reads-french-teory/2017/02/28 Ayrıca Türkçe çevirisi için bkz. www.medyascope.tv/2019/08/14/sartrea-karsi-foucault-fransada-radikal-solun-cia-destekli-tasfiyesi
[3] CIA’nın maaş bordolu bu entellektüellerin maarifetlerini anlatan bir kitap. Frances Stonor Saunders ‘ın “ Who Paid the Piper: The CIA and the Cultural Cold War“ kitabı ve Türkiye’de “ Parayı Verdi Düdüğü Çaldı, Sanat ve Edebiyat Dünyasında CIA Parmağı” adıyla İmge Kitapevi tarafından 2020’nin Şubat ayında yayınlandı.
[4] Arhtur Köstler için, başından beri istihbarat örgütleriyle ilişkisi olduğu iddiası var.
[5] Burjuva liberalleri kendilerini genelde “demokratik sol“ olarak adlandırmayı tercih ederler. Ancak bilinmesi gerekir ki, „demokratik sol“ dedikleri şey, sermayenin hizmetindeki günümü Sosyal demokrat partileridir. Trump, 2020 ABD başkanlık seçimlerinde Biden’ı, seçmenlerine “sosyalist-komünist” olarak “teşhir” ediyor, „Biden’a verilen oy sosyalistlere verilmiştir“ diyordu. Burjuvazinin „sol’cusu“ Biden olduğuna göre, „demokratı“ da „Trump“ gibileri olsa gerek. Kısacası, al birini vur ötekine misali…
[6] James Petras, The CIA and the Cultural Cold War (CIA ve Kültürel Soğuk Savaş) Monathly Review Kasım 1999, www.monathlyreview.org/1999/11/01
[7] CİA’nın kurduğu vakıfın adı ise Farfield Vakfı idi, CİA bu vakıf üzerinden finansa etti.)
[8] James Petras, agMakale
[9] BR, almanca sf. 124. Bertrand Russel, Bilimin Toplum Üzerindeki Etkileri, Özgün yayınları, 1976
[10] Bulletin of the Atomic Scientists (Atom Bilimcileri Bülteni), Eylül 1946 Sayısı. Akatran; www.bueso.de/kongress-fuer-kulturelle-freiheit/2004/07/14
[11] (SWR2 Manuskrıpt) www.swr.de/swr2/ 16.5.2018
[12] Frances Stonor Saunders : Parayı Verdi Düdüğü Çaldı
[13] www.heise.de/Deutsche-Kuenstler-und-Jurnalisten-als-IM-der-USA 26.11.2006 (buradaki IM, İnoffizieller Mitarbeiter, yani, “Gizli Görevli” ya da “mühbir” )
Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar
BEN BEHZAT FİRİK! Hasan Aksu
Akp'nin yeni oyunu‘’Demokratikleşme Paketi’’
Kamuoyunun uzun bir süredir beklediği ‘’Demokratikleşme Paketi’’ nihayet 30 Eylül 2013 tarihinde yeni Başbakanlık binasında, bizzat hükümetin başı Erdoğan tarafından açıklandı. Hiçbir muhalif gazete ve televizyon kuruluşunun yer almadığı basın toplantısında, Bakanlar Kurulu üyeleri ve yandaş basının Ankara temsilcilerinin yer aldığı basın toplantısında, Erdoğan tek kişilik bir tiyatro oyunuyla ‘Demokratikleşme Paketi’’ni açıklayarak salondan ayrıldı.
Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK
Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...
Geri dönüp baktığımda
Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor.
Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.
Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…
Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.
AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları
Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise, “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı.
Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?
Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.
Devrim Bir Maceradır
Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.
Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.
Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi
Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.
On’ların Öğrettiği
birer birer, biner biner ölürüz
yana yana, döne döne geliriz
biz dostu da düşmanı da biliriz
vurulup düşenler darda kalmasın…//
çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı
çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…
sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1
Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…
Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak
Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.