Cuma Mayıs 10, 2024

Burjuvazinin Halleri Ve Mücadele Taktikleri (1)

2018, İran gerici-faşist molla rejimine karşı, çeşitli milliyetlerden İran işçi ve emekçilerinin direnişiyle karşılandı ve bu direniş, dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları için mücadelenin motivasyonu olmuştur. Ve bu direniş 2018 yılının, emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişmelerin daha da derinleşeceğini gösterirken, kapitalist sisteme karşı işçi ve emekçilerin direnişlerinin de gelişeceğinin bir işareti olarak okunabilir.

 

Ülkemizdeki durum çok net. Açık bir faşist diktatörlük var ve bu faşist diktatörlük, askeri faşist diktatörlüklerden farklıdır. Faşizmin açık bir kitle desteği vardır ve bunu her geçen güçlendirmeye çalışıyor. Yeni yasa ve kanunlarla konumunu sağlamlaştırmaya, muhalif kesimleri ise bütünüyle soluksuz ve dermansız (güçsüz) bırakmanın adımlarını, günden güne büyüterek atıyor. Ve devrimci-demokratik örgütlenmenin ve karşı koymanın karşısına bir örgütlü, silahlı faşist bir para militarist güç çıkarılıyor. Ve bu uzun zamandır hazırlanıyor ve yasallaşmış durumdadır. HÖH, SADAT vb. aybesgerlerin görünen taraflarıdır. Aynı Endenozya’da 1959’da komünistlere karşı devlet tarafından kurulan ve desteklenen ve günümüze kadar örgütlü olan “Pemuda Pancasila” paramiliter gücü, İran’da “Besici”ler, "Devrim Muafızları" vb. Latin Amerika ve daha bir çok ülkede paramiliter güçler vardır ve bunlar devletin yarı-resmi güvenlik güçleri olarak çalışırlar. Esas amaçları da işçi sınıfı hareketini bastırmaktır. Hitler Almanya'sınında resmi ve yarı-resmi bir çok paramiliter örgütleri vardı.

Son çıkarılan 696 sayılı KHK, Türk egemen sınıfların işi buraya getireceği ve bu yasayla yetinmeyip, faşist yasaların birbirini takip edeceği belliydi. Çünkü, faşizm çok bilinmeyenli denklem gibi değil, tersine, iki artı iki gibidir. Yani, siyaseten oldukça basittir. Faşizme karşı olan kitlelerin karşısına neler çıkaracağı çok açıktır. Bugün olduğu gibi. Bu nedenle, TÜSİAD ya da bazı liberallerin çıkışlarından “umut” beklemek, kurbanın kasabın bıçağını yalamasına benziyor. Türk egemen sınıfları arasındaki çıkar çelişmesi derinliği, şimdilik, kurbanın (işçi sınıfının) ortaklaşa keslimesi önünde engel değil. Tersine, bıçak her geçen gün daha keskin hale getirliyor.

7 Haziran 2015 seçimlerinin arkasından hemen yazmıştım. “Erdoğan bütün seçimleri kazanacak”. Ve öyle de oldu. Bunu Türk tekelci burjuvazisi istiyor ve egemen sınıfları, sermayenin çıkarı gereği, örgütlenmesini ve yasalarını da ona göre yapıyor. Mısır’da Mübarek, Tunus’ta Bin Ali nasıl yıllarca tek başlarına kaldılarsa, AKP-Erdoğan kliği de aynı şekilde iktidarda kalmaktadır. Bu iktidar sürecini kitle hareketlerinin boyutu belirleyecektir.

İşçi Sınıfı Emperyalistleşmiş Türk Devletiyle  Karşı Karşıyadır

Siyaset ekonomiden bağımsız olamaz. Sermayenin niteliği, siyasetine niteliğini ve biçimini belirler. Türk egemen sınıfları, artık AB ya da ABD’nin her dediğini yapmıyor. Çünkü kendisi bir emperyalist devlet haline gelmiştir. “Türk devleti emperyalist bir devlettir” belirlemesine karşı çıkanlar elbette olacaktır. Ancak, bunu ileri sürenlerin Türk tekelci burjuvazisinin uluslararası ilişkilerini, sömürü ağlarını, dış ülkelerdeki yatırımlarını irdelemeleri ve incelemeleri gerekiyor. Bu ayrı bir yazı konusu olamakla birlikte, bugün Türkiye’nin finansal (bankaların dışında) 301 aşkın çok ulusulu tekeli ve yurt dışında 300 aşkın fabrikası ve 44 milyar ABD doları yatırımı vardır.2 Londra ve New York borsalarında yatırımları vardır. Sadece, müteahhitlik alanında bir veriyi buraya aktarmak bir ip ucu verbilir. Yurtdışında Müteahhitlik firmalarin dergisi olan ENR3, her yıl dünyanın en büyük 250 firmasını belirler. Bu sıralama içinde en çok şirketi olma açısından Türkiye, Çin’den sonra ikinci, ABD ise üçüncü sıradadır. Türkiye, bu pazarın %5,6 (25,5 milyar ABD doları) ellerinde bulundurmaktadır. Erdoğan’ın kaçak sarayını yapan Rönesans Holding, bu listenin 38. sırasında yer alırken, Rusya’nın en büyük 200 şirketi arasında ise 84. sırada yer almaktadır.4

Türk devleti emperyalist bir devlettir. Tepkilerini buna uygun olarak vermektedir. AB ve ABD ile olan kavgaları ve bizim toplumun pek alışık olmadığı çıkışlar, kimileri tarafından “anti-emperyalist” olarak değerlendirilebilmektedir. Karşı çıkışlar ne bir blöf ne de danışıklı dövüştür. Emperyalist bir çıkıştır. Paylaşılmış pazarlardan pay isteme, paylaşılmış egemenlik alanların yeniden paylaşma isetiği ve yayılmacılıktır. Bu nedenle Erdoğan’ın sık sık tekrarlamak zorunda kaldığı: “Dünya beşten büyüktür”, ya da ABD için söylediği; “BM birden büyüktür” gibi söylemler ve çıkışlar, bir anti-emperyalist çıkış değil, büyüyen Türk sermayesinin önünde engel olunmaması ve paylaşılmış alanlardan pay isteme çıkışlarıdır. Yani, yeni ile eski emperyalistler arası çıkar dalaşıdır. Egemenlik alanı ve paylaşılmışların yeniden paylaşılması savaşımıdır. Erdoğan”nin ağzında sakız ettiği “Payitaht’”, Türk tekelci burjuvazisinin egemenlik alanlarının ifade şeklidir. Olan feodal Osmanlı yayılmacılığı değil, emperyalistleşmiş Türk tekelci burjuvazisinin yayılmacılık çabalarıdır.

Türk egemen sınıfların, emperyalist bloklaşmada saf değiştirme çabaları, NATO’yu dıştalamaya çalışması ve Ortadoğu’da ABD’nin varlığından rahtsızlığı, pazar ve egemenlik alanların yeniden paylaşılmasını istemesinden kaynaklıdır. 

Ne var ki, ülkeyi hala yarı-sömürge olarak değerlendirenlerin, Erdoğan’nın çıkışına “anti-emperyalist” demek durumunda kalmaları ya da “şaşkın”lık şokunu yaşamaları ya da bu çıkışları doğru adlandıramamları, sermayenin niteliğini ve gücünü yanlış değerlendirmelerinden kaynaklanmaktadır.

Siyaseti belirleyen ekonomi olduğuna göre, ekonominin niteliğinin ne olduğunu incelemek ve belirlemek önemlidir. Türk tekelci burjuvazisinin içte ve dışta saldırgan bir taktik izlemesi, büyüme ve egemenlik alanlarını genişletme isteğinin pratik görüngüleridir. Erdoğan tekelci sermayeniin sözcüsüdür. Onların saldırganlığı Erdoğan’ın kişilğinde birleşmektedir.

İçeride tüm demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesi, işçi sınıfı ve emekçilere yönelik saldırganlığın ala bildiğine ağırlaştırılması, her şeyin yağmalanması ve ortada burjuva hukukunun dahi bırakılmaması, yeni emperyalist bir ülke burjuvazisinin olağan davranışlarıdır. Çünkü yeni büyüyen sermaye, büyümesi ve egemenlik alanlarının genişletilmesi önünde hiç bir engelle karşılaşmak istemiyor. Bu nedenle de bunun birinci yolu; ülke içindeki muhalefeti bastırmak ve gelişecek muhalefete karşı paramiliter bir güç oluşturmak... Bunu, 696 sayılı KHK ile de yasal zeminini hazırlamış oldu. Bu, gelişecek işçi sınıfı muhalefeti için gereklidir. GEZİ (2013 Haziran Ayaklanması) direnişinin ruhu hala ortalıkta dolaşmaktadır ve bu devrimci ruh burjuvazinin uykusunu kaçırmaktadır.

Elbette her şey Türk egemen sınıfları için toz pempe değil. İçerisi, onca baskı araçlarına rağmen kendileri açısından tekin olmadığı gibi, dışarıda da karşılarında, her yönüyle daha büyük emperyalist güçler var. İçerde tek dişli muhalefet olabilme kabiliyetine sahip işçi sınıfı var ve onu da, önemli ölçüde –şimdilik- bir şekilde; yoğun devlet şiddetinin yanında,  miliyetçilik, şovenizm, mezhepçilik vb. argümanlarla parçalayıp bastırabilmiş durumdadır. Ancak, sermaye ile emek arasındaki çelişmenin diyalektiği, düz bir rotada ilerlemez. Biriken öfkeler, önüne dikilen bentleri yıkmasını da bilir.

Türkiye’deki burjuva muhalefet (CHP), sözde bir mualiftir. Sermaye istemediği sürece dişe dokunur -daha doğrusu burjuva demokrasinin normlarını korumak içinde olsa- bir muhalefet etmeyecektir. O, arada bir –dostlar alış verişte görsün misali-, “ben korkmam” diyerek “gürleyecek(!!!)”tir. Ama, gerisi boş ve sermayenin düzenin korunması için elinden gelen muhalifliği yapmayı sürdürmeye devam edecektir. Çünkü toplumun önemli bir kesimi –çeşitli nedenlerle de olsa- şu anda iktidara karşı muhaliftir. Bu muhalif kesimin, bir şekilde aktifleşmesinin önlenmesi ve oyalanması gerekiyor. Ve en önemlisi de bu kitlenin Kürt ulusal hareketiyle birleşerek demokratik bir muhalif kitle hareketinin doğmasının önlenmesi gerekiyor. Bunun içinde Kürt legal demokratik muhalefetini de “şeytanlaştırma” çabası içindedir. Ne yazık ki, küçük burjuva kesimlerin bir bölümü egemen sınıfların “şeytanlaştırma” işini, değişik argümanlarla benimsemişe benziyorlar. Egemenlerce estirilen egemen ulus şovenzimin küçük burjuvazinin bir kesimini etkisi altına aldığını görmemek, devrimci taktik belirlemede büyük bir eksiklik olur.

Sermaye, Kürt düşmanlığına devam edecektir. Birincisi, içeride Kürtlere karşı düşmanlığı geliştirerek miliyetçiliği beslemek ve toplumun önemli bir bölümünü bu duygularla yönetebilmek. İkincisi ve esası ise; Kürtlerin sermayenin yayılmacılığı önünde engel olmasıdır. Çünkü, Suriye ve Irak’taki gelişmeler ve özellikle Suriye’deki gelişmeler, Türkiye sınırının Kürtlerin kontrolüne geçmesi, Kürdistan’ın bütünüyle kontrolden çıkmasına maddi zemin hazırlamış olması gerçeği ile karşı karşıyadır. Kürtler, Türk tekelci burjuvazisinin “büyük ve güçlü Türkiye” hayaline taş koymuş durumdalar.

Bunun yanında, işçi sınıfının yoğun baskı altına alınması, bütün demokratik haklarının ortadan kaldırılması ve toplumun diğer kesimlerine yönelik poltik özgürlüklerin yok edilmesi, ve aynı zamanda toplumun islamlaştırılması, liberalleride içine katarak muhalefet cephesini genişletmiştir.

Toplumun küçümsenmeyecek bir bölümünün iktidardan rahatsızylığı, burjhuva cephesinide kara kara düşündürmektedir. Bu nedenle de egemen sınıf baskısı, bir sonraki baskıyı katalayarak şiddetlenmektedir. Bütün faşist rejimler bu yöntemi kullanmış ve sonunda yıkılmışlardır. 

Bazı kesimler, liberal aydınların dahi içeri alınmasına, TÜSİAD vb. gibi sermaye kesimlerin karşı çıkmasını, bunların Erdoğan iktidarına karşı gibi algılamaktadır. Oysa, liberal aydınların kayıbı geçici bir kayıptır ve burjuvazi onları her zaman kazanabilir. Ancak, liberal aydınların da içeri atılması, baskı uygulanması, daha büyük kesimlerin baskı altına alınmasını ve faşizmi resmileştirmeyi ve yasallaştırmayı kolaylaştırdığı içindir. İşçi ve emekçilerin ensesinde burjuva sınıfın korku sopasının sürekli canlı tutulması içindir.

Türkiye 1980’lerin Türkiye’si olmadığı gibi, sermayenin büyüklüğü ve temerküzü de aynı değil, ulusaşırı özelliği, yani tekelleşmesi daha fazla öne çıkmış ve üretimini de sermayenin büyüklüğüne bağlı olarak uluslararasılaştırmaktadır.

Sermaye, işçi sınıfı ve emekçilere ve onların temsilcilerine karşı açıktan bir saldırıya geçmiştir. Ve bu saldırılarını gevşetmek bir yana, her geçen gün daha da genişletmekte ve derinleştirmektedir. 

Devletin bu saldırıları karşısında komünist ve devrimcilerin yapması gerekenler de vardır. 

Devam edecek .

1 DEİK Raporu (Kadir Has Üniversitesi- New York Columbia Üniversitesi’nin ortak girişimi olan Vale Columbia Sürdürülebilir Uluslararası Yatırım Merkezi’nin –VCC- araştırması) 2014

2 UNCTAD-WİR 2017 Raporu.

3 Engineering News-Record 2017.

4 Forbes 200 Russia, 2017 

45019

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Sayfalar