Burjuvazinin Ekonomik Krizinin Yükünü İşçiler Çekmemelidir!
Burjuvazi, her ekonomik kriz döneminde, daha fazla “birlik beraberlik”, “vatan-millet”, “din-iman”, “aynı gemideyiz” vb. gibi, burjuvaziyi kurtarma söylemlerini öne çıkarırlar. Bunun anlamı; krizin yükünün büyük bölümü emekçilerin üzerine yıkılacağıdır.
2001 krizinde de aynısını yaptılar.
Buruvazinin bu “vatanseverlik” korosuna, başta sarı sendikalar olmak üzere bir çok liberal ve “sol”-liberal aydınlarda katılmaktadır. Krizin yükünü “hafiletmek” ve topluma daha az “yansımasını” sağlamak için, çeşitli ekonomik öneriler getiriliyor. Bu konular üzerine “faydalı(!)” ekonomik bilgiler ileri sürülüyor. Buradaki amaç; işçi ve emekçilerin sisteme karşı seslerini yükseltmeyip, krizin yükünü çekmelerini sağlamaktır.
Oysa, bu krizi işçiler çıkarmadı. Bu kriz burjuvazinin krizidir. Kapitalist sistemin temelinde olan aşırı üretim krizidir ve genelde her on yılda bir ortaya çıkar ve son yıllarda daha sık çıkmaya başlamıştır. Bu da kapitalist sistemin artık toplumun ve doğanın üstüne karabasan gibi çöktüğünü ve yıkılmasının zorunluluğunu ortaya koymaktadır.
Türk tekelci burjuvazisi, hızlıca büyüme ve sermaye birikimini sürekli katlamak için, devlet garantili (dolar-avro) borç içine girdi. Baskı ve şiddetin dozajının artarak sürmesinin yanında, yağmalamalar, talanlar, özellieştirmeler burjuvazinin büyümesi ve daha fazla palazlanması içindi. Ancak, kapitalizm, insan ve doğa dokusuna uygun bir sistem olmadığı için, onun büyüme hamleleri, krizide beraberinde içinde taşıyor ve elbette bu krizden en çok etkilenen çalışan kesimler oluyor.
Kriz, burjuvazinin yağma ve talan krizi olduğuna göre, bunun bedelini başta işçi ve emekçiler olmak üzere küçük (köylü-esnaf vb. gibi) üreticinin ödemesi gerekmez, gerekmemelidir.
Ne var ki, “aynı gemideyiz” ve “vatanımıza karşı ekonomik savaş açıldı” yalan ve manipüle söylemleri altında, kitlelerin gerçekleri görmeleri engellenmeye ve hedef saptırılmaya çalışılıyor. “Dış güçlerin ekonomik savaşına karşı birlikte olmalıyız” yalanları ve aldatmacaları, burjuvazinin kanlı sermaye birikimine ortak olmak, ona destek vermek anlamına gelecektir. Çünkü, “dış güçler” dedikleri uluslararası tekellerle içli dışlı olanlar yine Türk egemen sınıflarıdır.
Faşist Türk devleti, krizin yükünü, daha şimdiden, tüketim ürünlerine zaman yaparak emekçilerin üzerine yıkmaya başladı ve bu zamlar her geçen gün artarak devam edecektir. Başta çalışanların olmak üzere tüm halkın yaşam seviyesi peyder pey daha aşağılara çekilecek, yoksullaşma ve yoksunlaşma aratacaktır. Buna oranla da faşizmin baskısı aratarak devam edecektir.
Krizin büyük yükü esas olarak işçilerin sırtına yıkılacaktır. Maaliyeti düşürme” adı altında işten çıkarmalar artacak, buna karşın çalışma saatleri uzatılarak, işçi ücretleri sabit tutulmaya çalışılacaktır. Çalışanların kazanılmış sosyal hakları her geçen gün budanacaktır.
Kapitalizmin ve onun sahiplerinin talan krizinin yükünü işçiler çekmemelidir. Bunu işçiler örgütlenerek ve mücadele ederek başarabilir ve başarmalıdırlar. Çünkü bu kriz işçilerin değil, sınıf olarak burjuvazinin yağma ve sömürü sisteminin bir sonucudur.
Öncelikle işçi ve emekçiler ile burjuva sınıfı aynı gemide değildir. Sınıflarımız ayrı olduğu gibi üzerinde durduğumuz gemide aynı değildir. Onların dostu uluslararası burjuvazidir. Biz işçilerin dostu ise uluslararası işçi sınıfı ve ezilen halklardır.
Durum bu kadar net olduğuna göre, faşist Türk egemen sınıfların zulümlerini, “ekonomik kriz” adını verdikleri sömürü, talan, yağma düzenlerini çekmek durumunda değiliz. Bunun için örgütlenmeli ve bu sisteme karşı mücadele etmeliyiz. İşçi ve emekçilerin krizden kurtuluşunun tek çıkar yolu budur.
Burjuvazi ile işçi sınıfı arasında toplumsal hiç bir uzlaşma olamaz. Aynı toplum içinde yaşamamıza karşın, toplumsal yapıyı belirleyen burjuvazinin kapitalist sistemidir. Yani, işçi ve emekçilerin sömürülmesi üzerine kurulu bir sistemin yaşatılması işçilerden istenemez ve işçiler böyle bir kurtarma operasyonuna katılamaz. İşçi sınıfının devrimci operasyonu, kapitalist sitemi yıkıp sosyalist sistemi kurmak amaçlı olmalıdır.
Faşist Erdoağan hükümeti, başta büyük tekeller olmak üzere bütün sermaye kesiminin zararlarını asgariye indirmeyi ve hatta bazılarının bu krizden yararalanarak daha fazla büyümesi hedeflenecektir.
Bazı “sol” liberal ekonomistlerin, “reformist” önerileri,1 kapitalist sistemin devamını sağlayıcı özelliktedir. Burada ileri sürülen “kurtarama” önerileri; krizin yükünün kısmen sermaye kesmine de yüklenmesini ve kapitalist sömürü sisteminin burjuvazinin yararına “sağlıklı işlemesi” önerilerini içermektedir.
Kapitalist sistemi kurtarma adına işçilerden “fedakarlık”, istemek, burjuvazinin yükünü hafifletip, yine işçilerin sırıtına yüklemektir. İşçi sınıfı böylesi “aldatıcı” ve kendi kendinin köleleştirici bir “fedakarlığa” hayır demelidir.
Ücretli köleliğe hayır demenin yolu; sınıf tabanlı örgütlenmekten ve her türlü anti-demokratik baskı ve sömürü sistemine karşı mücadele etmekten geçmektedir. Bu yapılmadıkça, burjuvazi ekonomik krizlerin yükünü işçi ve emekçilerin sırtına yıkmaya devam edecektir. 24.08.2018
1Mülkiyeliler Birliği Dergisi (MİSAM, 17.08.2018). bkz. Milkiye.org./2018
Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)