Cumartesi Haziran 1, 2024

Bir direniş destanı: Cezayirli Cemile

Cezayir, Kuzey Afrika coğrafyasında emperyalizme karşı belki de en çetin direniş dönemlerini yaşayan ülkelerin başında gelir. Anti-emperyalist direniş geleneğinin yanı sıra Marksist düşüncenin de Kuzey Afrika’ya yayılmasında önemli yerde duran Cezayir, emperyalizme karşı direniş geleneğinin Ortadoğu’da aldığı dini biçimler açısından kendisini ortaya koymuştur. Cihad algısı ile donatılmış bu anti-emperyalist direniş inancını ve ideolojisini büyük oranda İslamiyet’ten alıyordu. Dolayısıyla Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde olduğu gibi Cezayir’de de anti-emperyalist direniş dinin bir buyruğu şeklinde biçim kazanıyordu.

Fransa’nın daha 1830’larda Cezayir’i işgal etmesi ile başlayan direniş, 1950’lerde farklı bir biçime evrilir. Fransa’nın Cezayir’i işgali bir başka evreye, ilhaka dönüşmeye başlamış ve yerli halkın nüfusu giderek azalmaya başlamıştır. Bu süreçte genel olarak kırsal alanlar giderek güç ve direnişin merkezi haline gelirken şehirler ise bu ilhak politikası nedeniyle çözülmeye başlamıştır.

Direnişin kırsal alanlarda yayılması ve güçlenmesi nedeniyle 1960’larda Marksizm içinde tartışmaları alevlenen Maoist düşüncenin varlığı Cezayir’de de kendisini göstermiştir.

Sovyet tipi örgütlenme takıntısı ve ekonomik indirgemeciliğin yarattığı ivmedeki düşüş, Maoist düşünce ile yeniden hareketlenmiş ve emperyalist işgaller neticesinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Çin Devrimi’nin ve Maoist düşüncenin kendisi varlık kazanmıştır. Emperyalist ilhakın cenderesinde olan kent merkezi, zaman içinde emperyalist ekonomi politikalarının ve kültürel gelişmelerin eşliğinde giderek asimile olmaya başlamasıyla kırsal alanda süregelen direniş, kırlardan şehirlere bir askeri harekatla zafere ulaşacağını bilince taşımış ve bu durum onu illegal bir mücadele ve kurtarılmış bölgeler yaratma şeklindeki halk savaşı teorisine yaklaştırmıştır.

Direnişin giderek ülke geneline yayılması sonucunda Fransa emperyalizmi, saldırılarına start vermiş ve Setif kasabasında başlayan eylemler giderek yayılırken Fransa ordusu bu eylemlere dönük saldırılar gerçekleştirerek resmi kayıtlara göre Mayıs 1945’te 45 bin Cezayirliyi katletmiştir. Bu katliam tarihe Setif veya Uçaksavar Katliamı olarak geçmiştir.

 

“Unutma, sen bir Cezayirlisin!”

Cemile Buhayrad işte böylesi bir politik dönemde dünyaya geldi. SetifKatliamı gerçekleştiğinde Cemile henüz on yaşındaydı. Ailenin tek kızı olarak dünyaya gelen Cemile, enerjisiyle  öne çıkarken özellikle Fransa’nın ilhak politikalarına karşı da erken yaşta tavır almaya başladı.

Bulunduğu okulda ilhak politikasının bir dayatması olan “Annemiz Fransa” andı okunurken sadece kendisi “Annemiz Cezayir” diye haykırırdı. Müdür onu ağır ceza ile cezalandırmasına rağmen Cemile bu tavrından bir gün bile geri adım atmamıştır. Okul müdürünün cezalandırmasına karşın her gün annesinin onu okula yolcu ederken kulağına fısıldadığı o şiddetli sesle hareket ederdi:“Unutma sen bir Cezayirlisin!”

Cemile 20 yaşına geldiğinde amcasının tutuklanarak idam edilmesi onun için bir dönemeç olur. Amcası Kurtuluş Cephesi’ne üyesiydi. Amcasının katledilmesinin ardından 15 yaşındaki kardeşi de tutuklandı ve işkence ile katledildi. Bu katliamların yarattığı öfke ve giderek gelişen ulusal bilinçle Kurtuluş Cephesi’nin askeri lideri Yusuf el Saadi ile görüşmeler gerçekleştirdi ve gerillaya katılma kararı aldı.

Gerilla faaliyeti içindeki ilk görevi gerilla ile Yusuf el Sadi arasındaki istihbaratı sağlamaktı. Bu zaman onu hem gerilla savaşı konusunda deneyimli hale getirdi hem de şehir faaliyetinde illegal çalışmanın detaylarını kavramasına yardımcı oldu.

Cemile’nin çalışma tarzı gerillanın eylem ve güvenliğini giderek güçlendirdiğinden Fransa, Cemile’yi yok etme planlarına başladı ve kısa bir sürede bir bildiri yayınlayarak Cemile’nin başına 100 frank ödül koydu. Fransa emperyalizminin bu bildiriyi yayınlamasının hemen ardından Cemile, Fransız birliklerinin geçtiği güzergaha dönük yapılacak eylemde gönüllü oldu ve bu güzergaha güvenli bir şekilde bomba yerleştirerek eylemi başarılı bir şekilde gerçekleştirdi. Bu zaman içinde Cemile direnişin sembolüne dönüştü.

İşkencede tek söz: “Annemiz Cezayir!”

Cemile, 1957 yılında Yusuf el Saadi’yle olan bir randevusuna giderken takip edildiğinin farkına varması sonucu kaçarken açılan ateş sonucunda omzundan yaralanmıştır. Takibi fark ettiğinde randevu yerine yaklaşık 1 kilometre mesafede bulunurken düşmanın Yusuf el Saadi’yi yakalamaması için mevcut güzergahın tersine koşmuş ancak bu güzergahın açık alan olması yakalanmasına neden olmuştur.

Kaçarken ve yakalanırken de soğukkanlılığını koruyan Cemile, yol boyunca işkenceye maruz kalır. İşkenceler sırasında yarasını 17 gün boyunca elektrikle yakarlar, gördüğü işkencelerden dolayı bilincini kaybeden Cemile kendine geldiğinde ağzından tek kelime çıkıyordu: “Annemiz Cezayir!”

18 saat boyunca süren işkencelerde Cemile işkencecilere karşı direniş destanı yazdı. 50’li yıların en ünlü işkencehanesi olarak bilinen Barbados Zindanı’nda destanlaştı. Gerillaların yerini ve Yusuf el Saadi’nin nerede olduğunu öğrenmeye çalışan işkenceciler hiçbir şey elde edemeyince Cemile’yi tanımalarına rağmen ondan en azından ismini söylemesini istediler. O ise sadece tek bir cümleyi tekrarlıyordu:“Annemiz Cezayir!”

 

Ezilenlerin haykırışı: Cemile seninleyiz!

İşkencelerin ardından Cemile’nin davası, Fransız sömürgeci mahkemeleri tarafından sürekli ertelendi, avukatları ölümle tehdit edildi. Bu süreçte sokak eylemleri giderek yaygınlaşırken hapishanelerde de direniş büyümeye başladı. Hapishanelerdeki tutsaklar Cemile için isyan ve açlık grevleri örgütlediler.

Bu eylemler kısa bir sürede dünya geneline yayıldı. 7 Mart 1958’de mahkemenin Cemile hakkında verdiği idam kararından sonra eylemler giderek büyümeye başladı. Sömürge mahkemelerindeki Cemile’nin “Cezayir’i istiyorum” sloganı sokaklarda eyleme dönüşürken dünya genelinde yayılan eylemler kimi ülkeleri de tavır almaya itti.

Oluşan tepkiler neticesinde 18 Nisan’da Cemile’nin idam kararı  “ömür boyu hapis” cezasına dönüştürüldü. Bu gelişme üzerine Cemile mahkeme salonunda “tutuklu kalmaktansa idam daha iyidir. Beni idam edin. İşkencelerinizden korkmuyorum… Ben vatanımı seviyorum ve onun özgürlüğünü istiyorum. Bunun Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin saflarına katıldım. Siz beni idama mahkum edeceksiniz… Unutmayın ki hiçbir zaman bağımsızlığı elde etmeye karşı durmada başarılı olamayacaksınız” diyerek tavrını ortaya koydu.

Cemile’nin tutsaklığının 5. yılında Fransa ülkeyi terk etti ve onun da tutsaklığı sona erdi. Tahliyesinin ardından çalışmalarına devam eden Cemile,Cezayir Kadınlar Birliği başkanlığına seçildi.

Bu dönemde Cemile’nin hayatı filmlere konu oldu. GilloPontecorvo imzalı “Cezayir’in Mücadelesi” (The Battle of Algiers) adlı filmde onu Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin üç kadın bombacısından biri olarak betimlendi. Mısırlı yönetmen Yusuf Şahin, özgürlük mücadelesinin Afrika’daki simgesi olan Cemile’nin hayatını 1958 yılında “Cezayirli Cemile” adıyla sinemaya uyarladı.

10496

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Sayfalar