Cuma Mayıs 17, 2024

Bakış Can : ‘‘Kaypakkayacılık‘‘ mı, Kaypakkaya’nın İdeolojik, Siyasi Komünist Çizgisi mi?

Son günlerde polemik başlatan ve polemik yapan iki yazı ilgimizi çekti; önemli bulduk, okuduk ve üzerine bir kaç söz söylemeyi gerekli gördük ki, yazılar kesinlikle dikkate değerdir.

1)- Esasen akıl sağlığı yerinde ve duyularda engelli olmayan hiç kimse savunulmaya muhtaç değildir. Özellikle mürekkep yalamış, eserler üstüne eserler yazıp çizmiş ve felsefede, siyasette, sanat ve edebiyatta olmak kaydıyla çok yönlü olan, üstelik ciddi bir siyasi yaşam tecrübesine sahip bir kimsenin savunulmaya hiç ihtiyacı yoktur. Temel prensip şu olmalı; kimin söylediğine bakılmaksızın bilimsel doğrular savunulmalı, aynı biçimde kimde olduğuna bakılmaksızın hatalar eleştirilmelidir. Tarafgirlik kişisel değil, sınıfsal olmalı. Savunu ise, sınıf-halk-devrim davası ve bu uğurda stratejik işlev gören kolektif araç adına yapılmalı ya da olmalıdır. Ama mesele doğru-yanlış meselesiyse, tarafsız kalmak ve durmak kabahattir.

2)- Her gelişmenin bir neden ve bir mantığa dayandığını herkes bilir. Sebepsiz bir şey olmadığı gibi, her şeyde bir mantık vardır. Şans-tesadüf-rastlantı diye bir şey yoktur derken, tam da her şeyin varlık sebepleriyle var olabileceğini söylemiş oluyoruz. 30 sene sonra bir romanın ‘‘ince elenip sık dokunarak‘‘ masaya yatırılması, bu roman yazarının siyasi, sanatsal, edebi vb. yaşamını tepeden-tırnağa irdeleyip operasyona tabi tutulması sebepsiz olamayacağı gibi, bu operasyonda kişisel hesaplaşma güdüldüğü izlenimi uyandıran öfke, hınç ve hırs halinin kaba ve aşağılayıcı yaftalamalarına tenezzül edilmesi de, kesinlikle nedenlere dayanır ki, bu davranış bizlere belli ip uçları vermektedir.

Sınıf mücadelesi karşısındaki ahlaki sorumluluklarımızı hafifletmek için kişileri hedef alıp onları mücadelemizin önüne koyamaz, kişisel mücadelelerden sakınmalıyız. Kişisel husumet ve kaygılarla hareket edip fırsat kollamak ve somuttaki tavır itibarıyla ‘‘Kadınlar tarafından pişirilerek hazır önüme getirilmiş yemeğe bir kaşık da ben çalayım‘‘ dercesine hücuma geçip, hedefin üzerinde tepinmek bencilliğin çekememezlik yansımasıdır.

Yazılara mercek tutup hata aramadık. Buna gerek de yoktu. Metin Kayaoğlu’nun yazısında kişisel husumet ve çekememe tavrı ‘’gül dikeni’’ gibi göze batarken, hakaret içeren kaba tutumu da yazıda ‘’kırmızı şerit’’ gibi geçiyordu. ‘’Kaypakkayacılık’’ adına konuşurken de ‘’çaldığım çaldık öttürdüğüm düdük’’ havasından bir nebze ödün vermiyor. O kadar ki ‘’Kaypakkayacı’’ Ki, ‘’Kaypakkayacılığı’’, özünde dışarda kalanlar kavramıştır diyerek alenen kendisini işaret ediyor. Ve bununla ne kadar mütevazı olduğunu sere serpe gözler önüne sererek, Oruçoğlu’da olan mütevazılığın binde birine sahip olmadığını ispatlamış oluyorken, komünist bir çizginin kimler ve hangi pozisyondakiler tarafından, yani örgütsüzler tarafından temsil edildiğini-edileceğini ileri sürerek bilimden kopuyor, iddialı eleştirilerinin aksi köşeye yatıyor.

Kaba materyalist anlayış zaman zaman sırıtarak öne çıkıyor Metin Kayaoğlu’nun yazısında. Her şeyi A ya da B ile açıklıyor. İki seçenek, iki olasılık, iki koşul dışında başka bir olasılık vb. tanımıyor. İki yanlış bir doğru yapmaz formülasyonundan soyutlama yaparken, doğru formülasyonu yanlış felsefi anlayışına kurban ediyor.

Öte taraftan esas amacının bağcıyı dövmek olduğunu da deşifre ediyor. Üzerinde durmasa da, kalemini kırarak geçiyor ki, ‘’Kaypakkaya’nın’’ arkaya (muhtemelen kendisi dışında) bir yapı bırakmadığını söyleyerek bunu kabaca yapıyor. İnkara sığınarak yaratılan değerleri, ödenen bedelleri, akan kanı ve verilen canı bir çırpıda hiçleştirip kenara koymaktan sakınmıyor. Kendisini görmekten başkasını görmeyecek kadar gözü dönmüş bir vaka bu. Kibirin tedavisi ve önyargının değiştirilmesi son derece zorken, dogmatik sübjektivizmden objektiflik beklemek ham hayaldir. Zira, bu sübjektivizm görür kördür ya da görmek istemeyen kördür.

Yüzlerce komünist devrimci dağlarda ve şehirlerde olmak kaydıyla silahlı savaş ve çatışmalar içinde ölümsüzleşti. Doğrudan Kaypakkaya güzergahında, genel siyasi çizgisine uygun siyasi savaşta, aynı perspektifle biçimlenen devrim programı ve stratejisi temelinde Halk Savaşı/Sosyalist Halk Savaşı siperlerinde ölümsüzleşti yüzlerce yoldaş. 50 yıllık bir mücadele tarihi, tecrübesi ve pratiği ortada dururken, ‘‘Kaypakkayacılığı‘‘  adeta ‘‘ben ve ben gibilerden başka kimse temsil etmedi, etmemektedir‘‘ demek kibirle kararmış körlük, inkarcılık ve ukalalık değil midir?

Uzun uzadıya hareketi, verilen bedelleri, yaratılan değerleri, elde edilen kazanımları(yenilgi ve darbeleri, gerileme ve zayıflıkları da) vb. vs. anlatmak gereksizdir. Ama unutulması mümkün olmayan yakın ayna var. Doktora tezlerine konu olan bir siyaset ve kazanım var gözlerinin önünde. Türkiye-Kuzey Kürdistan’ı en geniş biçimde tesir altına alan, büyük etki yaratan, dahası Avrupa-dünya çapında etki yaratan bir siyaset-çizgi başarısı var, tüm objektif devrimci gerçeklere rağmen ne demektedir Metin Kayaoğlu?

Bizler kendi payımıza her şeyden vazgeçelim. İyi de mangalda kül bırakmayan Metin Kayaoğlu, bahsini ettiği ve Oruçoğlu‘na da men ettiği o ‘‘Kaypakkayacılığın‘‘ neresindedir? Nasıl bir ‘‘Kaypakkayacılık‘‘ yürütüyor, nasıl temsil ediyor ki, hangi pratikle, hangi siyasetle, hangi araçla ‘‘Kaypakkayacılığın‘‘ tek varisi olduğunu iddia edip başkasına yasaklıyor ve hınca hınç bir Kaypakkaya teorisiyle dolu olduğunu savlıyor. Neredeyse ‘‘Kaypakkayacılığı‘‘ kavrayan tek insan olarak başkalarına ve değerlerimize salvolarda bulunmaktan sakınmayan Metin Kayaoğlu’nun Kaypakkaya kavrayışı bu mudur, böyle midir?

Pratikten tecrit, örgütten yoksun, tek eylemi kalem-kağıttan ibaret olan bir mücadele ve savaş temsiliyeti midir  o en has ‘‘Kaypakkayacılık‘‘? Ki Metin Kayaoğlu’nda bundan bir fazlası yoktur. O halde bu cüreti nerden almaktadır. Siyasal düşüncelere saygı duyarız ama kırtasiyeciliği geçmeyen bir teori-pratik temsiliyetinin ya da kişinin, bu durumuyla yetinmeyip örgüt ve siyasi gücüyle mücadelede, savaşta olanlara, ağır bedeller ödeyerek kendilerini kanıtlamış olan yapılara, Kaypakkaya yoldaşın ideolojik-siyasi-örgütsel ilke ve çizgisini takip ederek pratik içinde olan hareketlere söz etmesi aymazlığın daniskasıdır.

Oruçoğlu üzerinde üstten değerlendirmelerde bulunurken kendisine de bakmak durumundadır Metin Kayaoğlu. Ki Oruçoğlu, Metin Kayaoğlu‘nun tahmin edemeyeceği kadar mütevazı, alçak gönüllü ve dürüst-samimi bir devrimci aydındır. Hiç bir kibiri ve kişisel hesabı yoktur. Sakladığı bir tek zaafı ve kusuru da yoktur; en önemlisi de böyle bir çabası yoktur. Açık ve dürüsttür. Kendisini son derece çıplak biçimde ortaya koyar, hatta işi mütevazılığa vererek kendisiyle dalga geçer ve hak etmediği kadar kendisini eleştirir.

Oruçoğlu zaten hiç bir zaman ben siyasal önderim, bu kişiliğim var dememiştir, bu iddiası olmamıştır. Aksine, daha çok sanatla, edebiyatla alakalı olduğunu alenen söyler. Hatta siyasi bakımdan oynadığı, üstlendiği ve pratikte az ya da çok yürüttüğü çalışmayı küçümseyip yok göstererek bunu yapmaktadır. Oysa, 1973 dava dosyasına bakıldığında kimin ne ile meşgul olduğunu, neler yaptığı veya yapmaya çalıştığı, pozisyon ve tavrının ne olduğu, harekete ve çalışmalara, eylemlere dönük neler planlayıp düşündüğü vb. vs. açık biçimde görülür.

Her şeye rağmen, Oruçoğlu, asla siyasi önder veya önder kişilik gibi iddialarda bulunmamış, aksi yönde beyanlarda bulunmuştur. Kaypakkaya ile kendisini asla kıyaslamamıştır. Aksine Kaypakkaya’nın ileri düzeyini, zekasını, çalışma temposunu, kararlılığını vb. vs. hep teslim etmiş ve kendisini bu tablonun dışında tutmuştur. Oruçoğlun‘a yönelik yürütülen bir çok eleştiri doğrudur. Fakat güdülen kör husumet, kaba saldırı ve tersi iddia edilmeyen şeyleri malzeme ederek üzerinde tepinme tavrı ve kuşkusuz ki, Kaypakkaya yoldaşın siyasi tez, çizgi ve ilkelerini teorik-pratik mecrada temsil edip yürüten hareket ve hareketlere karşı inkarcı tavrı da, son derece çiğ ve bencil hırsın esiri olarak sakattır.

Kayaoğlu, ‘‘Kaypakkayacılık‘‘ yapmakta ama değim yerindeyse bunu kuru-kurusuna yapmaktadır. Oysa aslolan Kaypakkaya yoldaşın Komünist ilkelerle sağlam olan genel siyasi çizgisi ve tüm düşünce sistemetiği ile buna uygun devrimci pratiğinin sahiplenilerek yürütülmesidir. Oruçoğlu’nu eleştiren ve Kaypakkaya yoldaşın kurduğu siyasi partileri tüm bedel ve değerleriyle inkar edip hiçleştiren Kayaoğlu öncelikle Kaypakkaya çizgisi ve pratiğiyle ne kadar bağlaşık olduğuna bakmalıdır. Ne yaptığını gözden geçirmeli, buna uygun konuşmalıdır. Başkasını yargılarken de buna göre yargılamalıdır.

8179

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Sayfalar