Pazartesi Mayıs 20, 2024

Bahar heryere ve hep gelecek

“Maalouf, ‘insan geçmişin yok olması karşısında kendini kolay avutabilir ama, geleceğin yok olmasını kaldıramaz’ diyor. Benim gibiler için de sorun burada başlıyor. Zira, benim gibilerin geçmişi bir yana geleceği de ‘yok olduğu’ görülüyor” yazmıştı Günay Aslan, 20 yıl sonra “Dönüş Bileti” aldığında.

Sürgünler Meclisi’nin kurulmasının ardından, Günay Aslan’ın bu yazısındaki açıklığı, samimiyeti, gerçeği yazmadaki cesareti; kendimizi nasıl tanımlayacağımıza yardımcı koca bir çakıl taşıydı!

Brecht’in sürgünde yaşamışlığının ardından, bir araba tekerleğine bakışı, yazdığı şiir; “nereden geldiği, nereye gittiği belirsiz” geçmiş-gelecek kavramlarının silikleşmesini anlatışı!

Yıllarca, bir ülkeden bir ülkeye, parasız-sigortasız-oturumsuz kaçmakla ömrü geçen, Almanya’da hayata gözlerini kapayabilen, Yahudi şair Hilde Domin’in sürgün yıllarına ilişkin yazdığı; “Sürgünde insan acayip bir zaman kavramsızlığının içerisinde bulur kendisini. Zaman hissi ülkendeki gibi mevcut değildir artık. Dışındaki ülkesizliğe katlanmak, içindeki ülkesizliğe karşı hep savaşmak zorundasındır.  Umut ve korku ülkenle sürekli bağlantı kurmaya devam eder. Sürgünde yaşayan insan, konuşmakla kendini özgürleştirmek zorundadır”.

Ve yine Yahudi katliamları sırasında sağ kurtulan, yaşamını Kudüste sonlandırmak zorunda kalan şair Else Lasker Schüler; “Sadece sonsuzluk sürgünlüğün olmayışıdır” yazar.

Hrant Dink’e öldürülmeden çok kısa süre önce bir röportaj sırasında; “elinizden alınan toprakları Ermeniler olarak geri talep ediyor musunuz, böyle bir hedefiniz olacak mı?” sorusuna, “bu ülkenin topraklarında ölebilme, gömülme hakkım olacak mı, onu bile bilmiyorum. Burada yaşayabilmeyi istiyorum, topraklarının mülkiyeti onların olsun” deyişi!

Ve en son alıntı, “Sürgünlük Tarihine Sorular” araştırma yazısında Engin Erkiner’in; “Politik sürgünler ve birinci kuşak göçmenler arasındaki” acı benzerlikleri sıralayışı!

“İnsan” denen canlıyı, teknoloji-sınırlar-“İnsan Hakları Beyannamesi” olmadan önce; bağı olan bütün yaşamdan, en doğal barınma ihtiyaçlarından men ederek zorla sürmüş; başka “insan” denen canlılar! Bu bir evreymiş insanlık tarihinde. Ve ardında nice ölüler bırakarak, insanlık sadece sağ kalmaya, “dilini, kültürünü” korumaya çalışmış bu zamanlarda. Gelinen çağda; savaşlar, düşünceyi ifade etmeye getirilen sınırlamalar-cezalar…daha sayabileceğimiz nice nedenlerle, insanlık yollarda! Milyonlarca insan hergün yollarda. Değişen şey; İNSANLIK KENDİSİ YOLLARA DÜŞEBİLMEKTE!

Biz! Biz de “Politik Sürgünler” olarak; bulunduğumuz ülkelerde yaşayamayacağımız, HAPİS YA DA ÖLDÜRÜLME şıklarından başka şıkların olmayışından dolayı buradayız.

11 yıldır Almanya’da yaşamak zorunda olan, kaybedecek ne oturumu, ne parası, ne ailesi olmayan bir sürgün olarak; “Başınızı örtmüyorsanız sizlere tecavüz mübah” diyen bir öğretmenin-okulun olduğu bir ülkeyi kafamda bile canlandıramıyorum artık.  Türk Dil Kurumu’nun; “kötü adam” kelimesinin karşılığını “Filmlerde izleyiciye sevimsiz gelen kimse”, “kadın olma” kelimesinin karşılığını “kızlığını yitirmek”, “Müsait” kelimesinin karşılığını “kolayca flört edebilen kadın, “kötü adam” kelimesinin karşılığını “Filmlerde izleyiciye sevimsiz gelen kimse”, ama “kötü kadın” kelimesinin karşılığını “orospu” olarak resmi dil olarak yayınlamasını nasıl kaldırabilirim bilemiyorum. Orada bir daha, nasıl hapse girmeden insan kalarak yaşayabilirim, bilemiyorum!Ya da bugün İran’la yapılan anlaşma!!! Daha örnekler çoğaltılabilir, ama kısa kesiyorum! Yani çoook uzun yıllar geçmemesine rağmen, değişimin hızı yüz yıllık uzaklık yaratıyor benimle-eskiden yaşadığım ülke arasında!

Bir yandan “insan”a ait, “insan”ın doğasına aykırı durumlara karşı kulaç atıyoruz sürgünde. Ama bir yandan da çok avantajlı topraklardayız; sürgünde yaşamışlıkların dehşet mirasları olan ülkelerdeyiz.

Haluk Gerger’in bir sözünü tekrar alıntılayacağım; “görüntü yetseydi, bilime gerek olmazdı”.

Evet, heryer kan gölü. Evet, bulunduğumuz yerlerde sadece fırtınalarda değil, kapitalizmin dehşet bataklığında çırpınıyor “insan” yanlarımız. Evet, biz zaten insanın insana yaptığı zulme karşı geldiğimiz için buradayız. Öyleyse burada oluşumuzun çözümlemelerine de el atmalıyız. 

Sürgündekinin kendini tanımlamakta bir perspektifsizliği var! Bir insanlık durumu olarak kendisini tanımlamakta bir perspektifsizliği var  (bunun böyle oluşunun yığınla sebebi var, bu ayrı bir yazı konusu). Bu perspektifsizliktir ki; onu hep sadece çooook uzaklara yönelik perspektif üretme rolüne götürmüştür. Bu olmaması gereken birşey midir? Hayır, olması gereken bir parçadır. Ama bu parçayı değil de, bütünü oluşturuyorsa; orada reel olmaktan uzaklaşan bir “insanlık durumu”ndan sözetmek mümkündür! Ve bu yılların alışkanlığı, geleneği, süregelmesi hem “kolay”-hem “zor” olandır. Bunu nice politik sürgün, yaşlılık döneminde kağıda dökebilmiştir ancak!!

Tüm yangınlara rağmen; bahar her yere geliyor yavaş yavaş. Gökyüzünün mavisi, ağaçların yeşili, çiçeklerin rengarenkliği insanlığa hep yaşam sevinci getiriyor baharlarda. Öyle böyle kışlar geçse de, baharlar hep geliyor, hep gelecek.

Yürekten diliyor ve umud ediyorum ki, Sürgünler Meclisi olarak; yeni baharlara sağlıklı tohumlar ekmeyi hedefleyebilelim. Çiçeklerini beraber toplayabilelim. Ve bizden sonrakilere; “bulunduğu topraklarda varlığına ait perspektif” oluşturmada ışık tutabilelim. Bunun için, önce kendimiz ışık olabilelim.

 

ZOR MU BU? ÇOK AMA ÇOK ZOR! MÜMKÜN MÜ BU? MÜMKÜNLÜĞÜ BİR YANA, BİR ZORUNLULUK!

 

UMUTLA, NİCE BAHARLARA!!

 

56007

Ganime Gûlmez

Ganime Gülmez sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Ganime Gûlmez

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Sayfalar