Çarşamba Mayıs 22, 2024

ATEŞ ALTINDAKİ KÜRDİSTAN :Umut Munzur

Devletin AKP eliyle başlatmış olduğu “süreç” 7 Haziran seçimleri sonrasında Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle buzdolabına kaldırılmıştır. Süreç bitmiş değil fakat dondurulmuştur. Gelişmelere bağlı olarak yeniden fırına verilmeyi beklemektedir. Bu haliyle beklemede olan “süreç” yeni bir “süreci” doğurmuştur. “Yeni süreç” topyekün saldırı ve yıldırma politikalarıyla hayata geçirilmek istenmekte, Kürt Özgürlük Hareketi’nin kazanımlarına ket vurmayı mümkünse bu kazanımları yok etmeyi hedeflemektedir. “Barış süreci” olarak ifade edilen sürecin taraflarından biri olan TC devleti “tek dil, tek millet” olarak kodlanmış resmi ideolojisinden taviz vermeden oyalama ve aldatma üzerine kurduğu politikalarıyla masaya oturmuştur. Nihai hedefi ise çeşitli kırıntılarla Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme, Rojava ulusal demokratik devriminin kazanımlarını engellemektir. Rojava’da savaş halinde, Kuzey Kürdistan’ın da ise “barış” halinde olma durumunun uzun vadede sürmesi mümkün değildi. Bunun mümkün olmadığı da gelişen “yeni süreç” le birlikte ortaya çıkmıştır. Özünde Kürt Özgürlük Hareketi ve TC devleti her iki alanda da savaş halindeydi ve bu savaş hali tüm şiddeti ve diplomatik alandaki girişimleriyle devam etmektedir. TC devletinin esas kaygısı Rojava ulusal demokratik devrimi sonucu ortaya çıkan kazanımların kalıcılaşması ve bunun Kuzey Kürdistan topraklarına olan etkisidir. Masada ve sahada süren savaş durumu nihai sonuca ulaşmış olmasa da TC devleti zararlı çıkmakta, Kürt Özgürlük Hareketi ise kazanımlarla ilerlemektedir. Bu haliyle yeni taktik politikalarla her iki alanda da savaş durumu sürmektedir.

Savaşın Nedenleri ve Tarafları kimlerdir?

 Bu savaş kendiliğinden ortaya çıkmamış ve kendiliğinden ilerlememektedir. TC Devletinin kurulduğu günden bu yana Kürt Ulusuna yönelik baskı-imha-yok sayma ve asimile etme üzerine kurulu resmi ideolojisi bu savaşı başlatmıştır. Bundan dolayı savaşı başlatan TC Devleti’dir. Kim bu savaşı başlattı yada ilk kim ateş etti saflığına düşmeden bu gerçeklik kabul edilmelidir. Tek Dil, tek millet, tek devlet ile kodlanan TC Devlet geleneği savaşın başlatan taraf durumundadır. Kürt Özgürlük Hareketi ise uygulanan bu ulusal baskı ve imha politikalarına karşı ezilen ulusun temsilcisi, milli zulme karşı savaşan taraftır. İki tarafında savaştığı doğrudur fakat biri haksız bir savaş yürütürken diğeri haklı ve meşru bir savaş yürütmektedir. Genel bir kavram/olgu olarak savaşa karşı çıkmak ve barış talebinde bulunmak kimsenin karşı çıkamayacağı bir durumdur. Akli dengesi yerinde olan kimse savaş istemez ve kimse barış olmasın demez. Fakat ulusal ve sosyal kurtuluş savaşları yaşadığımız dünyanın gerçeğidir. Bu gerçeğe gözünü kapatıp salt “savaşa hayır” demek hâkim sınıfların değirmenine su taşımaktır. Somut durumda TC Devleti ile Kürt Özgürlük Hareketi arasında süren savaşta, ulusal demokratik talepler ifade edilmeden ve desteklenmeden yapılan “barış çağrıları” ezen ulusun imtiyazlarını, ezilen Kürt ulusunun uğradığı milli zulmü dolaylı yollardan desteklemek anlamına gelir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin ezilen ulusun çıkarları doğrultusunda ortaya koyduğu kimi pratikler ve onun uzlaşmacı niteliği eleştiri konusu olmaktan öteye bir şey ifade etmez. Kimi kesimlerin bu durumu sosyal-şoven kimliklerine kalkan etmeye çalışmaları yanıltıcıolmamalıdır. Kürt Özgürlük Hareketi handikaplarına ve tutarsızlıklarına rağmen yaşadığımız coğrafyada özgürlük ve demokrasi mücadelesinin önemli ve en etkin gücü konumundadır. TC devleti açısından en tehlikeli ve onu en fazla zorlayan hareket Kürt Özgürlük Hareketi’dir. Kürt Özgürlük Hareketi Rojava’da ciddi kazanımlar elde etmiş, Kuzey Kürdistan’daki örgütlülüklerini büyüterek eskiye göre daha kitlesel bir güce ulaşmıştır. Hariçten gazel okuyan “çokbilmiş solcular”ın “teslim olacaklar”, “tasfiye edilecekler” kehanetleri tutmamıştır. “Barışa da Savaşa da Hazırız” sloganı pratikte ispatlanmıştır.

Barışa da Savaşa da Hazırlıksız Türkiye Solu

Savaş ve barış tartışmaları devam ederken, Kürt Halkı katliamlardan geçirilirken Türkiye Solu bir bütün olarak sınıfta kalmayı yine ve yeniden başarmıştır. Kürt Özgürlük Hareketine barışması, silah bırakması, düzen içerisinde, “siyaseten” sorunların çözülebileceği aklını veren reformist kesimler suskunluk içerisindedir. Reformist kesimler, devletin zulmü karşısında toplumun önemli bir kesiminde AKP’nin seçimlerden istediği sonucu alamadığından dolayı savaşı başlattığı algısı güçlüyken bunu örgütleyecek ve barış talebini kitlesel bir güce dönüştürecek politik varlığı gösterememiştir. Tersinden “sürecin” tasfiye, aldatma üzerine kurulu olduğu gerçeğini ifade ederek temkinli ve kaygılı yaklaşan Devrimci Hareket ise savaş durumunda varlık gösterememektedir. Demokratik alan sınırlarını aşamayan, yetersiz, kitlelerin öfkesini sokağa, eyleme taşıyacak, hesap sorma pratiği anlamında ciddi bir varlık gösterememektedir. Kürt halkı zulüm ve katliam altında kuşatılmışken, K.Kürdistan’ın küçük ilçelerinde muazzam bir direniş örgütlenirken bu sessizliğin, biz söylemiştik ukalalığını geçemeyen pratiğin, kimin hangi sürece nasıl hazırladığı gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

 7 Haziran Sonrası ve HDP

7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tablo devletin tüm kurumlarında kendi kliğinin denetimine sokan AKP’ye istediği sonuçları vermemiştir. Birinci parti olmasına rağmen tek başına “iktidar” olmayı sağlayamamıştır. Bu sonucun ortaya çıkmasında Kürt Özgürlük Hareketi’nin önderliğinde oluşturulan Halkların Demokratik Partisi’nin başarısı vardır. Ülkemizin koşullarında kitleleri peşinden sürükleyen, ona önderlik eden komünist-devrimci bir hareket olmadığından HDP çizgisi bile kabul edilebilir bir noktada görülmemektedir. Halkların Demokratik Partisi’nin reformist bir niteliğe sahip olması bu gerçeği değiştirmemektedir. HDP’yi ne kadar geriye çekebilirse ne kadar daraltırsa kendini o kadar başarılı olacaktır. Bu Mecliste oluşacak sayısal hesaplarla sınırlı bir durum olarak görülmemelidir. HDP Kürdistan’da AKP’yi sandığa gömmeyi başarmıştır. TC Devletinin Kürdistan’da ki varlığı AKP eliyle hayat buluyorken onun sandığa gömülmüş olması, önceki seçimlere göre dip noktasına varması, bir bütün olarak TC Devletini büyük ve içinden çıkılmaz bir kaygının içerisine sokmuştur. Kaygılarında haklılar çünkü Kürt halkı uzun yıllardır süren oyalama, aldatma politikalarına tepkisini sandığa yansıtmış, tarafını Kürt Özgürlük Hareketi’nden yana ortaya koymuştur. K. Kürdistan’da 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tablo ve Rojova’daki gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde sonu. hakim sınıflar açısından tam bir kabus anlamına gelmektedir. Aldatma, oyalama ve tasfiye olarak planladıkları süreç tutmamıştır.HDP, 7 Haziran seçimlerinde ortaya koyduğu performansı ve başarıyı seçim sonrasına taşıyamamıştır. Onlarca devrim-yurtseverin katledilmesine rağmen yeterli bir karşı koyuş örgütleyememesi onun niteliğiyle bağlantılıdır. Kuzey Kürdistan’da katliam ve direniş yaşanırken saldırılardan HDP’de payını almıştır. Ciddi çatışmaların yaşandığı bu süreçte özellikle batıda üstlenmesi gereken misyonunu yerine getirememiştir. TC devletinin Kuzey Kürdistan’da uyguladığı tüm saldırganlık ve vahşetine rağmen batıda adeta bir sessizlik söz konusudur. HDP, 7 Haziran seçimlerinde ortaya koyduğu kitleselliği ve mücadeleyi sokağa yansıtamamış kitlelerde karşılığını bulacak barış talebini bile etkili bir politika olarak örememiştir. Seçimlere, meclise olduğundan farklı misyonlar biçenlerin yaşadığı “şok”, “Bizler Meclise” girince sorunları çözeceğiz boş iddiası, birkez daha faşist devlet gerçeğiyle karşılaşmıştır. Koalisyon tartışmaları sürecinde “ülkeyi hükümetsiz bırakmayız” , “CHP-MHP hükümetine destek veririz”, “AKP-MHP hükümeti savaş hükümeti olur”, “AKP-CHP hükümeti makul olandır” vb. açıklamalar HDP’nin niteliğini ve gerçeğini göremeyen gözlere, duyamayan kulaklara bir kez daha kendini göstermiş ve duyurmuştur. HDP’nin 7 Haziran seçimlerinden sonra meclis başkanlığı, koalisyon ve bakanlık gibi meselelerde gösterdiği tavırların 1 Kasım seçimlerinde bu partiye yönelik tavrımızı belirleyecek esaslı etkenler olarak görmemek gerekiyor. HDP’nin bahsini ettiğimiz meselelere dair yaklaşımı onun reformist niteliğiyle uyumludur.

1 Kasım Seçimlerinde Ne Yapmalıyız

Seçimlere katılma yâda katılmama kararını taktik bir politika olarak ele alanlar açısından üç yol bulunmaktadır. Birincisi; boykot, İkincisi; bağımsız adaylar, Üçüncüsü; HDP’nin desteklenmesi/ittifak kurulmasıdır. İlk ikisinin, sübjektif güçler ve objektif durum değerlendirildiğinde kitlelerde karşılığı bulunmamaktadır. Sorunu “ilkesel” olarak ele alanlar açısından 1 Kasım seçimleri, ‘örgütü koruma’, teşhir ve propagandayla sınırlı bir faaliyeti tercih etmekten öteye bir anlamı ve karşılığı olmayacaktır. Her iki tavrın sistemi sıkıştıracak, onu krize sokacak etkisi bulunmamaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi açısından hali hazırda boykot gündemi bulunmamaktadır. Türkiye Solu’nun, Kürt Özgürlik Hareketi’ni hesaba katmadan alacağı boykot yada bağımsız adaylar çabalarının somut koşullarda bir kazanımı olamayacaktır. 1 Kasım seçimlerinde tavrımızı belirleyecek olan Kürt Özgürlük Hareketi’nin yürüttüğü mücadele ve ortaya koyduğu talepler olmalıdır. Belirleyici olan esas nokta Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik muhtevasıdır. Onun, hakim ulusun imtiyazlarına ve ulusal baskısına karşı savaşması ve mücadele etmesi desteklemek için yeterlidir. Mecliste HDP’nin oluşturacağı grup, ezilen Kürt ulusunun maruz kaldığı ulusal baskı ve haksızlığa karşı yürüttüğü mücadelenin bir alanıdır. Demokratik alan olarak ifade edilen mücadele alanının önemli bir parçası, Kürt özgürlük mücadelesinin önemli bir bileşenidir. Ezilen ulusun haklı ve meşru mücadelesinin bir parçası olarak parlamento kürsüsü kullanılmaktadır. Kürt halkı büyük bedeller ödeyerek burayı mücadelenin bir mevzisi haline getirmiştir. Bu alanın korunması ve ileri taşınması önemlidir.1 Kasım seçimlerine giden süreçte TC devletinin baskı ve katliamlarını yoğunlaştırarak sürdüreceği açıktır. Kürdistan’ın çeşitli illerinde tutsakla hapishanelerin doluluğu gerekçe gösterilerek hiçbir masraftan kaçınmadan uçaklarla Karadeniz bölgesinde bulunan hapishanelere taşınmaktadır. Şuan devam eden tutuklama terörünün artarak devam edeceğinin işareti olarak görülmelidir. Şehir ve gerilla merkezlerinde yurtsever güçlere yönelik operasyonlar tüm hızıyla sürmektedir ve seçim süreci boyunca bu operasyonlar devam edecektir. Devam eden infazlar, gözaltılar, tutuklamalar ve imhaya yönelik operasyonlar karşısında Kürt halkının direnişi ve karşı koyuşu da buna paralel yükselecektir. 1 Kasım seçimlerinde seçim çalışmalarından, oy kullanmaya, oyların sayılmasına kadar her türlü provokasyon ve saldırı denenecektir. Her gün çocukları katledilen, sokağa çıkma yasakları, köy boşaltmalarla, infaz ve tutuklama terörüyle ateş altındaki Kürt halkının yanında olmak devrimci bir görevdir. Bu dayanışma ve mücadeleye sahip çıkmak, demokratik alanlarla sınırlı olmamalı, ne kadar olanak varsa dayanışma ve mücadeleye seferber edilmelidir. Tüm bu gerçekler düşünüldüğünde Kürt Özgürlük Hareket’inin 1 Kasım seçimlerine yönelik tavrı devrimci-demokratik tüm güçler tarafından belirleyici olmalıdır. Bu bağımsız politika belirleyememe, kuyrukçuluk anlamına gelmemektedir. Türkiye Solu’nun reformist ve devrimci tüm kesimleri belirleyecekleri politikada Kürt Özgürlük Hareketi’ni hesaba katarak, onun yanında ve tüm alanlarda dayanışma içerisinde olması gerekmektedir.

Umut MUNZUR

43408

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

Sayfalar