Pazartesi Nisan 29, 2024

Anlayana Güney Afrika:Haluk Gerger

Bugün Güney Afrika Cumhuriyeti’nde büyük çoğunluğu oluşturan mazlumlar, eskinin kölesi-bugünün “özgür” siyah yoksulları, kendilerinin sandıkları bir rejim ve iktidar altında, büyük sıkıntılar içinde yaşıyorlar. İki kahraman direniş örgütü, Siyahların Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ile müttefiği Güney Afrika Komünist Partisi (GAKP)’nin iktidarı, yeri geldiğinde, madencileri, grevci işçileri, yoksul emekçileri kurşunlatıyorlar. Yoksulluk, yoksunluk, açlık ve işsizlik, hastalık, gerilik, çürüme, eşitsizlik ve adaletsizlik kol geziyor Güney Afrika’da.

Nasıl oldu bu?

Kuruluşa, daha doğrusu öncesindeki “barış ve çözüm” sürecine gitmek gerek yanıtlar için.

İmtiyazlı beyaz milletin rejimi çöker ve ANC ile GAKP iktidarı devralırlarken, kahraman halk direnişi karşısında tutunamayan egemenler, yeni bir yola yöneldiler.

Genel olarak hedef, yeni ülkenin sömürgeci geçmişten ve onun belirleyici yapısal özelliklerinden tam kopuşmasını, eskinin ideolojiden, kültürden, beyinlerden ve vicdanlardan, toplumun ruhi şekillenmesinden, kısacası, hayattan silinmesini, önlemekdi.

Yeni devlet ve ülke, herşeyden önce, anasından, Afrika’dan, Afrikalılıktan, tarihten, toplumsal bellekten, kök ve kökenlerinden, öteki sınırlarda yaşayan kardeşlerinden, mümkün olduğunca, uzak tutuldu, araya sömürgeci geçmişten bir mesafe konuldu. Bunun simgesel ve fakat yaşamsal önemdeki ilk adımı, ülke adında gerçekleşti. Salt bir sömürgeci kalıntı olarak değil, yaşayan bir değer olarak, “Güney Afrika Cumhuriyeti”, bu sefer onun kurbanları tarafından “yeniden inşa” edildi.

Afrika’nın öteki sömürgeleri, bağımsızlıklarını kazandıklarında, eskiden ilk kopuşu, sömürgecilikle köprülerin tam atılmasının temel adımı olarak, yeni vatanın adını değiştirerek gerçekleştirme yoluna gittiler. Ve bunu Afrikalılığı vurgulayan yeni bir kimlik inşasının harcı yaptılar. Örneğin, Güney Batı Afrika, Namibya oldu. Britanya Doğu Afrika’sı, Tanzanya, (adı sömürgeci Rhodes’den esinlenlenerek konmuş olan) Rodezya, Zimbabve oldu. Güney Afrika da, özünde, sömürgeciliğin adıydı. Gerçekte orası AZANYA idi Afrika mahşerinde; yani, yerli dilde, “Siyah halkın kıtanın ucundaki toprakları…”

Ne var ki, eski sömürgecinin temel hedefi, eskinin mazlumlarını ve kahraman direnişçilerinin iktidarını “Günay Afrikalılaştırmak” idi. İşe isimden başlanmış oldu böylece.

“Çözüm” karşılığında sömürgeci egemenlerin bir temel şartı, işledikleri savaş ve insanlık suçlarının bedelini mümkün olduğu ölçüde az hasarla ödemek idi. Bunun için de eski yapının yüksek bürokrasisine, özellikle de bir cinayet şebekesi gibi çalışmış olan “güvenlik güçleri” ve silahlı kuvvetler mensuplarına dokunulmaması, tasfiyenin iyice açığa çıkmış bireyler nezdinde kalması, çok düşük düzeyde tutulmasıydı. Böylece, sömürgeci geçmişin iskeleti de, bir heyula hortlak gibi, yeni vatanın üzerindeki kabus olmayı sürdürecekti. Eskiyle yeniyi bir de böyle sımsıkı bağlayacaktı egemenlik sistemi.

Daha önemli koşulun hedefiyse, beyazların, yani ezen milletin, ayrıcalıklı konumunu korumak, onun burjuvazisinin zenginliğini yasal garanti altına almak, yapısal eşitsizliğin süreceği bir düzen üzerinde anlaşma sağlamak, sömürgecinin kapitalist düzeninin bekasını sağlama bağlamak idi.

Ekonomik ayrıcalığın devamı, elbette aynı zamanda, politik, sosyal, kültürel ve ideolojik alanlarda da belirleyiciliğin devam etmesinin sağlanması demekti. Yani, hedef, Direniş Hareketi’ne dayatılmak istenen, imtiyazlı millete tekabül eden, onun efendi konumunun yeniden üretilmesi anlamına gelen, “Güney Afrikalılaşmak”, yani, Güney Afrika bağlamında, “burjuvalaşmak”, “kapitalizme adapte olmak”, “zamanın ruhuna uymak”, katiline benzemek, başkalaşmak, kendine yabancılaşmak idi.

Beyaz mülkiyete dokunulmayacak ve bu arada Direniş saflarının askeriyesinde, siyasetinde, medyasında, kurumlarında palazlandırılmış, iştahlandırılmış, yetiştirilmiş ve süreç içinde oluşturulacak “projelendirilmiş siyah burjuvazi”ye de imkanlar açılacaktı.

ANC ile onun gölgesinde siyaset yapmaya indirgenmiş bir zamanların kahraman komünist partisi, belki (her ne demekse) şartların da zorlamasıyla, herşeyin temeli konumundaki yapısal ekonomik (ve dolayısıyla sosyal, kültürel, ideolojik) eşitsizliğin devamı zemininde yürüyen, kendilerini inkar temelinde “Güney Afrikalılaştıran” bu sürece “evet” dediler…

Bu kabulün, “özgür” milyonlarca siyah emekçiyi, halkın büyük çoğunluğunu, yapısal köleliğin devamına mahkum eden sonuçlarını da işte yaşamaktayız bugün. Sömürge tarlasında ekilen acı meyvenin hasadı alınıyor mazlumdan.

Burjuvasıyla, işçisiyle, devlet memuruyla, üniversite hocasıyla, sendikacısıyla, aydınıyla, keskin solcusuyla, Beyaz Millet fertlerinin imtiyazlarına sadece yeni yetme “siyah burjuvazi”nin ve onun çeperinde konumlanmış direniş güçlerinin silahlı-silahsız bürokrasisi, solcusu ve aydınlarının eklemlenesiyle oluşturulan “Yeni Güney Afrika” böyle inşa edilmiş oldu. Sonunda da, büyük politik devrime karşın, direnişçileri özlerine yabancılaştıran “Güney Afrikalılaşma” ile yazgıları içiçe geçmiş siyah millet de, büyük çoğunluğu oluşturan Sınıf da kaybetti…

Bugün yolsuzluk batağındaki Güney Afrika’nın Mandela’dan sonraki iki devlet başkanının da Komünist Parti kökenli olduğuna inanmak insanın içini acıtıyor ama gerçek ne yazık ki bu.

GAKP, ANC’nin soylu demokratizmi içinde, bir sınıf hareketi olarak, eridi, eritildi…

ANC, “sosyalizm”in soylu sınıf savaşı ve enternasyonalizmi içinde, bir milli kimlik olarak, eridi, eritildi…

Ama en kötüsü, her ikisi birden, “iktidar kurumları ve ayrıcalıkları” peşinde ve içinde eridiler, eritildiler…

İki müttefik, iki soylu özgürlük ve kurtuluş hareketi, birbirlerini besleyip yükselteceklerine, birbirlerinin kurduna dönüştüler, birbirlerini erittiler…

İkisi birden kaybettiler…İkisi de fiilen tasfiye oldular; biri komünist olarak, öteki mazlum milli hareket olarak…

Asla unutmamak gerekir ki, Mazlumun milliyetçiliği/yurtseverliği gericilik değildir, aksine ilericidir, kurtuluşcudur, özgürleştiricidir. Sosyalizm, nihai insani kurtuluştur, bir iktidar arayışı değil, bütün iktidarları, ayrıcalıkları, adaletsizlik ve eşitsizlikleri hayattan sonsuza dek silmek demektir. Mazlum milletin milli kurtuluş arayışıyla, onun demokratik özlemleriyle, devrimci sosyalizmin sınıf mücadelesine dayalı kurtuluş projesi birbiriyle çelişmez, sınıfla mazlum halk kurtuluşa birlikte yürür. Ama kendi özlerinden, ayırdedici kimliklerinden, bağımsızlıklarından da ödün vermeden. İkisinin ittifakı, birbirini olumsuzlamaya, başkalaştırmaya, inkara, eritmeye, tasfiyeye değil, bir ortak sinerjiyle yükseltmeye yönelik olmalıdır. Güney Afrika’da öyle başladı, çok da başarılı oldu. Ama, çok boyutlu, hayatın her alanında etkin sömürgeci kuşatmayı, teoride de, pratikte de, zihinlerde de, kurumsallaşmada da, bir türlü aşamadılar. Güney Afrikalılaşma ve o zemindeki iktidarlaşmayla da, bugünlere geldiler.

Yazık oldu…

Güney Afrika serüveni burada bitmiyor. Bir noktaya daha dikkat çekmek gerek.

Egemenlik sistemi, bu süreç içinde de boş durmuyordu. Mandela’yla görüşmeler sürereken ve artık iktidarın siyahlara devrine doğru yol alınırken, Çözüm’ün mimarı de Klerk, Irkçı Devlet’in çok eskilerde kurulmuş cinayet örgütü “Gladio”sunu yeniden canlandırdı ve direniş hareketini zan altında bırakacak numaralarla özgürlük hareketinin militanlarına karşı büyük bir cinayet dalgası başlattı. Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri Chris Hani de, özgür seçimlerden kısa bir süre önce, öldürülenler arasındaydı. Evet, bir yandan çözüm, bir yandan da cinayetler, suikastler, adam kaçırmalar, işkenceler, her türden kışkırtmalar, bombalamalar ve benzeri eylemler ülkeyi sarsmaya başlamıştı. Elbette bunların hepsi de Özgürlük Hareketi’nin üstüne atılıyor, Siyahlar ve komünistler suçlanıyordu…Öldürülen de onlardı, suçlananlar da…

Bu imtiyazlı Beyaz’a dayalı milet ve devlet Kışkırtma Yapılanması’nın başındaki katil başı, Eugene de Kock, yeni demokratik cumhuriyet kurulduktan sonra tutuklandı, yargılandı ve mahkum oldu…

Apartheid Rejimi’nin Gladio’sunun başı, yargılama sürecinde itirafçı oldu ve “çözüm Hükümeti”nin barış süreciyle eşzamanlı korkunç kışkırtma ve cinayetlerini bütünüyle açığa çıkaran ifadeler verdi.

Geçenlerde de, bu terörist başı serbest bırakıldı…

Çözüm Hükümeti ve Beyaz Devlet’in emir-komutası altında yönettiği korkunç kışkırtmalar, toplu kırımlar, cinayetler, terör eylemleri yanına kar kalmış oldu…

Yeni Güney Afrika, sisteme boyun eğmiş eski siyah direniş kahramanlarıyla, onların peşinde ikbal bulmuş komünistleriyle, eski vahşet rejiminin zalimleri ve ona eklemlenmiş yeni siyah burjuvazisiyle, eskinin güç karşısında günah çıkaran zalimleri, liberalleri ve itirafçılarıyla şimdi artık “Güney Afrikalılaşan”, “başkalaşan” seçkinlerinin yönetiminde, katilleriyle barışıyordu…

Sömürücü ve sömürgecilerde “oyun çoktur.” Onların aydınlarında, ideologlarında kuşkusuz “akıl” da vardır, ince zeka da, hile ve desise de.

Aslında fazla lafa gerek yok.

Bu yazıyı ünlü Weber’in dönemin Marksist Sosyal Demokrat Partisi’ne ilişkin olarak, Alman Devleti’ne verdiği “akıl” ile bitirelim:

“Şayet, bir yanda profesyonel siyasetçilderin maddi [sadece maaşa indirgenemez materyal] çıkarlarıyla, öte yanda da devrimci ideoloji arasındaki çelişkiler serbestçe gelişirse, şayet Sosyal Demokratlar Gaziler Derneği’nden atılmazsa, şayet onlar Kilise yönetimlerine alınmazsa, ki bugünlerde oralardan kovuluyorlar, işte o zaman Parti içinde ilk defa ciddi sorunlar ortaya çıkacaktır. O zaman görülecektir ki, kenti ve devleti Sosyal Demokratlar fethetmiyorlar ama, tam tersine, devlet Sosyal Demokrasiyi fethediyor…”

Alman Sosyal Demokrasisi sonunda gerçekten fetholundu ve Alman burjuvazisiyle emperyalizminin önce sınıf içindeki Truva Atı, ardından da kıyıcı tetikçisi oldu.

Dün de, tam kurtuluş anı geldi derken, Güney Afrika sömürgecilik tarafından yeniden fethedildi…

Unutmamak gerek; Mazlum milletlerin özgürlükçü direnişçileri ve Sınıf’ın devrimci komünistleri fethedilirlerse, insanlık da barbarlık tarafından fethedilmiş olur…

Güney Afrika bir mevziydi, fethedildi. Başka yerlerde uyanık olmak, sadece topraksal değil, aynı zamanda ideolojik, kültürel, felsefi, tarihsel, insani manada ilhakçı fethe asla izin vermemek gerek…


53223

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Sayfalar