Perşembe Mayıs 30, 2024

Ah o atalarımız! İsmail Cem Özkan

Irkçılar kendi çıkarlarına uygun tarih uydururlar, çünkü ırkçı olmak her şeyin üstünde olmak ve saf olmayı getirir... O yüzden bir ırkçı ile eğer sohbet ederseniz, onlar ideal bir geçmiş ve işlerine geldiği gibi tarihi uydurduklarını görürsünüz...

Ulus devleti kendine geçmiş yaratmak zorundaydı ve uydurulmuş bir tarih yaratarak kendi hükmettikleri coğrafyada yaşayan insanlara inanmaları için eğitim verdiler... O yüzden eğitim bakanlığının önünde milli kelimesi boşuna yerleştirilmemiştir. Tek dil, tek bayrak, tek millet kolay olacak şey değildir. Tek olmanın öteki adı tek olana kadar savaşmaktır. Ulus devleti savaşını sadece askeri değil, eğitim ile de yapmıştır. O yüzden yatılı okullar kurmuş, o yüzden öteki kabul edilen yerlerde hapishaneler kurulmuş, o yüzden askerlik ocaklarında askere gelenlere eğitim vermek için Türkçe öğreniyorum sınıfları kurulmuş, o yüzden vatandaş Türkçe konuş diyerek el ilanları dağıtmış, o yüzden dil bayramları ilan etmiştir. Türkçenin en güzel şivelerini bile yok edip, devletin resmi dilini konuşmaya zorlanmış, zorlamak içinde alay edilmiş diğerleri ile… 12 Eylül gibi günlerde cezaevinde yatan çocuğu ile Türkçe bilmeyen anneler sadece bakışmış…

Bütün sorun o tek olanı yaratmak…

Türk tarihi gerçekler ile bağlantısı olmayan uydurma tarih olarak okul kitaplarına girdi, sonra ulus devletin içinde ki çatışmalarına uygun olarak tarih anlatımı ve örneklemeleri de değişti...

Uydurulmuş tarihin kanıtları da uydurma olmak zorundaydı ve oldu da... O yüzden ülkemizde tarih bölümü öğrencilerine okula başlarken verilen öğüt, "bugüne kadar okuduklarınız unutun ve yeniden öğrenin!".

Eğitim, sistemin ihtiyacı olan insanı biçimlendirmektir ve biçimlendirildi de...

Tarihte bol bol örnek verilir, işte Bektaşilerin ocağı Yeniçeri ocağı. Olmayan şey değildir, gerçekten Yeniçeri Ocağı vardır. Devşirmelerden kurulan bir askeri birlik. Devşirme yani Hıristiyan çocukların savaşmaları için devlet adına el konulup, zor ile belli ocaklarda Osmanlı ailesine bağlı bir asker olarak yetiştirilmesi. Günümüzde alınan vergiler gibidir devşirme işi, yalnız Hıristiyan olarak yaşayan balkan ve kuzey coğrafyada yaşanların çocuklara el konulmasıdır. Kısaca vergi olarak akçe yerine çocuk alınır. Devlet-i Aliye’nin bekası içindir bu çocuklara el koymak… Üstelik bu asker olan çocuklar bakımları ve yaşamlarını sağlayacak bütçede yağmadan elde edilendir… Yani devlete bir yük değil, eti, sütü ile kazanç getiren bir sistem…

Devşir ve asker yap!

Devşirmeler Türk olamaz, Türk olma ihtimali dahi yoktur, çünkü devşirme Hıristiyan çocukların ailelerinden koparılıp bir ocakta çocukların imparatorluk ihtiyacını giderecek şekilde eğitilmesinden oluşur. Devşirilen çocuk asker olduğu yani kapıya bağlı olarak yetiştirilir ve kapı kulu da kendisine verildiği dünya kadar hayata bakar...

Fakat yüzyıllar geçtikten sonra Alevi Türkçü yani sonradan olmak ırkçılar Yeniçerileri Türk olarak kabul edip onlar üzerinden kendisine dayanak bulmaya çalışıyor... O yeniçerilerin kaç Alevi köyünü basıp yok ettiğini sorgulayacak kadar bilgi birikimi yoktur, ihtiyacı da yoktur, çünkü kendisine yeni tarih oluşturuyor...

Osmanlı devleti içinde Yeniçeri ne emir verilmişse, gitmiş yapmış, savaştığı yerlerdeki ganimeti paylaşıp gelmiş, İstanbul gecelerinde ise harcamıştır...

Bir anlamda Yeniçeri; savaştıkları yerlerde ki zenginlikleri yağmasından elde ettiği ganimet ile yaşayan asalaktır...

Gerileyen Osmanlı devleti savaşlardan ganimet elde edeceğine kaybetmeye başlamıştır, kaybın yüksek olduğu dönemlerde dönemin ihtiyacına cevap veremeyen yeniçeriler, iki de bir kazan kaldırıp devletin üst kadrosundan ihtiyaçlarının karşılanması için talepleri olmaya başlamıştır. O kadar siyasallaşmışlardır ki, artık sadrazam deviren, baş kesen konumundan çıkmış saraya kimin hükmedeceği konusunda görüş bildirir dahi olmuştur.  

Ayaklanan ocak elbette dağıtılacaktı, dağıtıldı da...

Dağıtılması olağan ama tüm yeniçerilerin kılıçtan geçirilmesi ve onlar ile birlikte İstanbul’da üzerinde dövme olan sivil Türkler ve Bektaşi tekkelerinde olan, yaşayanların da kılıçtan geçirilmesi kabul edilemez... Osmanlı rejimi bir taş ile iki kuş vurma merakı vardır, her fırsatta Alevi’ye ve kendisini rahatsız edene vurur. O dönemde şehirlerde aleviler yok gibidir ama Bektaşi olanlar hedef tahtasında yerini almış ve öldürülmüşlerdir... Öldürmekle kalmamış, ocaklarına Nakşibendi tarikatı üyesi yöneticiler atanmıştır. Osmanlı rejimi kendisini güvende hissedeceği her türlü önlemi almıştır. Elbette sadece İstanbul değil, Anadolu’da Hacıbektaş tekkesi o tarihten itibaren Nakşibendi tarikatı üyesi gözetiminde varlığını sürdürmüştür. Osmanlı rejimi Türk düşmanlığı değil, mezhep düşmanlığı üzerinden rakip olduğunu düşündüğü mezheplere saldırmıştır…

Tüm Sünni tarikatlar, cemaatler Alevi düşmanlığı üzerine kendilerini tanımlamışlardır, büyük bir bölümü aynı zamanda Kürt düşmanlığı üzerine kendilerini ifade ederler...

Kısaca tarih uyduran Türkçü Aleviler, Yeniçeri Ocağı sandıkları gibi Alevi filan değildir, Alevileri de katleden bir askeri ocaktı... Bektaşilerin deyişleri okunuyor olması onları insancıl yapmaz, sonuçta kılıç ile hayatlarını kazanan askerlerdi... Kapı kulu demek daha doğru, çünkü bağlı bulundukları kapıya sadakat ile hizmet etmişlerdir...

Bu arada Alevi Türkçü tarih yazımcıları Bektaşilerin Türk olduğunu iddia edebilir ama Arnavut Bektaşileri nereye koyacaklarını bilemezler... Duaları Türkçe okunması tüm Bektaşileri Türk yapmaz, tüm dualar Arapça okunduğu için tüm Müslümanları Arap yapmadığı gibi... Ama ırkçılık bu ya, her şeyi Türk kültürüne ve Türk’e bağlayacak!

Irkçılık kötü bir şeydir, çünkü geçmişi olduğu gibi dahi kabul edemez, kendi işine geldiği gibi değiştirmeye ve yorumlamaya çalışır..

Osmanlı Türk mü diye tartışılıyor, imparatorluk kültüründe ırka önem verilmez, ailenin devamlılığına hükmedilir... Soy babadan geçer ve annenin kim olduğu önemli dahi değildir... Evet, Osmanlı Selçuklu dağıldıktan sonra oluşan bir Türk soyuna dayanır ama imparatorluk olduktan ve kıtalara hükmetmeye başladıktan sonra geçmişine değil, ileriye bakarak yeni bir kültür yaratmaya gitmiştir.. Toplum içinde etkisi olmayan bir saray kültürü de yaratmıştır...

Arapça dil kuralına uygun Türkçe, Farsça ve Arapça karışımı bir edebiyat geliştirmiş ve yazımı çok zor olan aruz ölçüsünde şiirler üretmiştir... Onu anlayabilmek ve okuyabilmek için saray eğitiminden demeyelim de öğretiminden geçmek gerekliydi... Öyle de oldu.

Osmanlı da aydın halktan kopuk, sarayın kapı kulu olmayı gerektiriyordu, öyle de oldu.

Osmanlı yerine kurulan cumhuriyette de aydınların tek partiye ve devlet kapısında olması tesadüfi değildir...

Cumhuriyet dediğiniz kopmuş bir şey değil devamlılığı sembolize eder, sadece hükmedenler değişmiştir...

Osmanlı denilen şey saraydır, sarayın dışında yer alan tüm halklar kendi kültürleri ve kendi dilleri içinde yaşamıştır...

Osmanlı öğretimi ocaklar üzerinden yapılmış ve onlarda daha çok yağma ve devşirme yapmak için kurulan ocaklardır. Bir de sarayın güvenliğini sağlamak için kullanılmıştır...

Osmanlı balkan devletidir, diğer yerler ise sadece toprağı kullanmadan pay almak üzerine kuruludur...

Şimdilerde “Osmanlı ne zaman Türk geleneğini ve Türklüğü unuttu” diye soruyor bazı çevreler... Elbette birbirinden değişik cevaplar söz konusu, tarihe nasıl baktığınız önemli değildir, nereden baktığınız, yani duruş noktanız belirleyicidir ve istediğiniz kanıt mutlaka bir yerde söz konusudur.

Bazı Türkçü Aleviler yeniçeri ocağının kalkmasını tarihliyor...

İmparatorlukta önemli olan ailedir, hangi kültürden geldiği değildir... Avrupa'da ki tüm krallar bir biri ile akrabadır, aynı soydan çıkmıştır, hepsi bir birinin kuzenidir ama farklı kültürleri temsil ederler...

Osmanlı'da bir ailedir, her birinin annesi Hıristiyan olan ama cariye olarak saraya alınıp, zor ile Müslüman yapılan kadınlardır... Elbette her anne, eş kendi kültürünü saraya iz bırakacak şekilde saray içinde etkisi olmuştur...

Saray içinde çok kültürlü bir yapı söz konusudur ama askeri anlamda Selçuklu devletinden gelen bir gelenek devam eder, emirler hiç değişmez, Türkçedir. Askeri dil olarak varlığını korur Osmanlı içinde...

Osmanlı sonuçta Türkleri temsil etmez, çünkü kendisine özgü bir kültür oluşturmuş ve yaşatmıştır...

Devletin idaresi Fransız devrimi İstanbul surlarını zorlamaya başlaması ile sarayın kapılı kapıları açılmış ve Osmanlı aydını ve askeri eğitimden geçmiş paşaların eline geçmiştir. Bu değişim basit bir şey değildir, çünkü diğer kültürler Fransız devrimi etkisi ile kendisini ifade etmeye başlamış ve uluslaşma sürecine girmiştir. Uluslaşma demek, Osmanlı imparatorluk sınırlarının değişimdir. İlk değişim Osmanlı olarak kabul edilen balkan toprakları üzerinde olmuştur. Her ayrılan kendi ulusal devletini ve krallığını kuruyor… Ulus adı üzerinde homojenleşme… Türklerin Balkanlardan zor ile sürülmesi… Osmanlı sarayı Türk kavramı ile tanışması bu sürecin üründür. Öteki kabul edilenler İstanbul’a doğru göç ederken elbette siyasi bir sonucu da ortaya çıkaracaktı… Bu sonuçtan o güne kadar unutulan Anadolu artık gözde olacak ve Anadolu ve Mezopotamya’da ayaklanmalar, katliamlar, büyük sürgünler, soykırımlar kavramları altında değişimler yaşanacaktı… O güne kadar bir arada yaşamış, bir şekilde denge tutturmuş fakir Anadolu toprakları kan ile yeni bir tarih yazım alanı olacaktı…

2. Meşrutiyet sonrası Osmanlı ailesi göreceli olarak Türk olmayı kabul etmiş fakat Türk bir imparatorluk olamamıştır. 1. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı devamı olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti bir Türk devleti olmuştur. Kurulu aşamasında Koçgiri katliamı ile Alevi Kürtler orta Anadolu’dan uzaklaştırılmış, Kürt isyanları ile Kürtler İstiklal Mahkemeleri ile darağaçlarının gölgesi ile sessiz kalmaları öğütlenmiş ve ortak kurucu olmaktan kaynaklanan hakları gasp edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak Aleviler devlet içinde var olmalarının önü kapatılmış, Nakşibendi tarikatı üyelerinin kontrol ettiği dergahlar müzeye dönüştürülüp müdür olarak Nakşibendi inancında devlet görevlileri atanmıştır.

Alevi Türkçülüğü yapan arkadaşların yazıları üzerine bu yazıyı kaleme aldım. Bana göre Aleviliği Alevilik inancı içinde değerlendirip, çok kültürlü, homojen olmayan bir geleneği temsil ettiğini kabul etmekten geçtiğini, yeni Türkçü Alevi yazımı yapanlara anımsatmak istedim...

Alevilik, Türkçülük değildir, sonuçta inançtır... Her inanç gibi içinde her ulustan insan, kültür, dil var olabilir…

İsmail Cem Özkan 

2299

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Sayfalar