Pazar Mayıs 5, 2024

. Adalet bakanını cezaevine kapatmalı...

 

Bu yazıyı koyulduğum cezaevinin üstündeki ranzanın demir parmaklıklarla gölgelenmiş solgun ışığında yazıyorum. Yattığım ranzanın alaca karanlığında ne bir yazı yazılabilir, ne de bir şey okunabilir. Adeta ağız ağıza yattığımız otuz iki kişilik koğuşta ya da cezaevinin herhangi bir yerinde üstünde yazı yazılabilecek bir masa veya sehpa  yok. Dert değil, imkansızlıklarla boğuşmaya alışkınız. F tipinde olduğu gibi dizimizde de yazarız yazılarımızı. Mesele, buradaki bir mahpusun dahice bir tanımlamayla ; ‘ Azrail bile çaresiz kalır ’ dediği Türkiye Cezaevlerinin genel panoramasıdır.

Sözde (!) Milletvekili olduğum yıllarda, hakim ve savcıların stajyerliklerinin iki ayını kapalı cezaevlerinde, mahpuslarla aynı şartlarda geçirmelerini Meclis’e teklif etmiştim. Bu teklifle hakim ve savcıların, cezaevlerine kapattıkları insanların çektikleri çileleri onlarla yaşayarak görmelerini, empati kurmalarını, ve aynı cefayı kendileri de çekerek ileride verecekleri kararlarda özenli davranmalarını amaçlamıştım. Teklifin tahmin edileceği gibi reddedildi.

İnsanlara ve hatta hayvanlara bile reva görülemeyecek muamelerin yapıldığı cezaevleri üzerine düşünürken , şimdilik adalet bakanlarını bir haftalığına cezaevine kapatmaktan başka bir tedbir gelmedi aklıma. Belki o zaman kalp gözleri ile bakarlar kendi eserleri olan bu zulümhanelere…

Kandıra Cezaevinde yatarken, bir vahşet olan o çıplak aramalara dikkat çekmek için Recep Tayyip Erdoğan’a yollamak istediğim, ancak cezaevi yönetimince engellenen bir telgrafta , ‘Türkiye Cezaevleri’nde insanlık ölmüştür.’ Demiştim.

Şu hale bakın !!! Şimdi yatmakta olduğum cezaevindeki bir blokta 140 kişiye bir banyo ve iki tuvalet düşmektedir. Mahpuslar sabahın köründe tuvaletlerin önünde uzun kuyruklar oluşturuyorlar. Adalet bakanı sabah daha gün ışımadan tuvalet kuyruğunda beklemenin ve kapıda uzun bir kuyruk varken tuvalette ihtiyaç gidermenin ne büyük bir zulüm olduğunu elbette bilemez. O da önceki bakanlar gibi vicdanları taşlaşmış bürokratlara bırakmış cezaevlerini…

Konuyu dağıtmadan birkaç cümleyle şuan yatmakta olduğum cezaevini anlatmak istiyorum. B blok ,prefabrik bir binadır, kışın Kars’ın o dondurucu soğuklarında terleme yapan tavandan yataklara su damlamakta, mahpuslar soğuk kış gecelerini bu ıslanmış buz gibi yataklarda geçirmektedirler. Cezaevi kanalizasyona bağlı değil, açıkta akan lağım, yemekhane ve koğuş duvarlarının dibinde katran karası bir göle dönüşmüştür. Cezaevi şebeke suyuna bağlı değil, su ihtiyacı bu lağım gölünün birkaç metre ötesindeki kuyudan karşılanıyor. Mahpuslar kuyunun lağım suyuna karışmasından tedirginler. Sık sık enfeksiyon kapıp hastalandıklarını söylüyorlar. Cezaevi, tüm gün ve gece lağım kokusunu solumaktadır. Lağımdan beslenen coşmuş sivrisinek ve karasinek ordusu yemekhane ve koğuşlarda cirit atarak mikrop saçmaktadır. Yemekler her cezaevinde olduğu gibi burada da kalitesiz ve yetersizdir. Mahpuslar ve aç kalmaktan şikayet ediyorlar. Cezaevi personelininde aynı ölçüde yediği  yemeklerle bir kedi yavrusu bile doymaz. Sigara içen bir mahpus en az 300 lira harcamak zorundadır. Gençlerden birinin incecik bileklerini göstererek ‘ Kırk günde on kilo zayıfladım.’ Diye yakınması içimi acıttı, beni insanlığımdan utandırdı. Parası olmayanlar, Türkiye Cezaevleri’nde açlıktan ölmüş sayılır. 

Yarınlar kimin için ne sürprizler hazırlıyor bilinmez! Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Bakanlar da cezaevlerine girer. Artık herkes biliyor ki ; bir ülkede demokrasinin var olup olmadığı cezaevlerine bakılarak anlaşılmaktadır. Cezaevleri, birer işkencehane olan bir devlet  yönetiminin demokrasi  iddiası apaçık sahtekarlıktır. Demokrasi ne zaman ki cezaevlerine gelir; işte o zaman o ülkede demokrasiden söz edilebilir.

İnsanlık, din, iman laflarını ağızlarından düşürmeyenler, önce; kendi eserleri olan cezaevlerine, sonra da ‘Gavur’ dedikleri, Almanya’nın Manhaim Cezaevi’ ne baksınlar. Baksın ve utansınlar.

Evet, koparılan tüm demokrasi yaygaralarına rağmen, ortada çıplak bir gerçek var: Türkiye bir diktatörlüktür ve cezaevleri de o dahice sözle ‘ Azrail’in bile çaresiz kaldığı zulümhanelerdir’. Türkiye cezaevlerinde uygulanan kör şiddet bir devlet politikasıdır. Hakkını arayan toplum üzerinde estirilen terörün yoğunlaşmış halidir. Cezaevleri bu haldeyken, halkın cebinden beslenen sözde milletvekilleri nasıl rahat uyku uyuyabiliyorlar, merak ediyorum.

Mahmut ALINAK

Kars Açık Ceza İnfaz Kurumu              

 

83094

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Mahmut Alınak

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Sayfalar