Perşembe Mayıs 2, 2024

15 Temmuz Darbe girişimi, Yenikapı mitingi ve burjuvazinin kendi arasındaki uzlaşması

15 Temmuz 2016 tarihinde geçekleştirilen darbe girişiminin üzerinden bir ay gibi geçmeden devletin yeniden yapılandırılması adı altında AKP’nin dizginsiz saldırıları devam etmektedir.

AKP, 2011 yılında siyasal çıkarlarına ters düşmesiyle yollarını ayırdığı Fetullah Gülen’le girdiği hesaplaşmayı bugünlere kadar aralıksız sürdürse de, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaptığı hamle, geride kalan süreyle kıyaslandığında, 5 yılda yapamadıklarını bir ay gibi kısa bir sürede başarmış oldu.

Birçok çevrenin haklı olarak sorduğu ilk soru bu darbenin kimler tarafından yapıldığıdır? Darbenin ilk saatlerinde açık veriler daha yokken, darbenin ordu içindeki Kemalist subaylarca yapıldığı yönünde tahminler daha kuvvetli olarak tartışıldı. Bunun nedeni; AKP hükümetinin ordu içindeki Kemalist subay ve generalleri her fırsata ayıklaması, Ergenekon, Bolyoz davalarının yaşanması bu ihtimali daha da kuvvetli kıldı. Ancak, TRT’de ”Yurtta Sulh Komitesi” imzasıyla okunanan bildirinin ardından işin rengi giderek daha açık olarak görülür oldu. Darbe girişimi Fetullah Gülen çetesinin 40 yıllık devlet içindeki örgütlenmesinin ordu içindeki hamlesi olarak açığa çıkmış buluyor. Darbe girişiminin içinde mühtemelen az sayıda da olsa Kemalist Subayların Gülenci Subaylarla darbe girişiminde yer aldıklarını söylemek yanlış olmayacaktır.

İkinci tartışılan soru ise darbenin ABD emperyalizmi tarafından mı örgütlendiğidir. ABD emperyalizmi 15 Temmuz darbesini bifiil örgütlemiş olmasada, en azından Gülen tarafından bilgilendirildiği ve bu bilgilendirmeyle ABD’nin de ‘Gülen’e bir şans tanıdığı’açıktır. Uzun yıllardır ABD’de CIA’nın denetimde olan Gülen’in Türkiye’de yapacağı böyle bir girişimde ABD’yi bilgilendirmemiş olması eşyanın tabıyatına terstir. AKP tarafından Gülen’in iadesi talebine olumlu cevap vermeyerek Türkiye’yi sürekli oyalaması darbe girişiminde ABD’nin dolaylı bir şekilde parmağının olduğuna bir kanıt olarak sunulabilinir.

Üçüncüsu; ABD, Gülen’i neden vermek istemiyor? Bu sorunun cevabı ABD’nin Gülen’le hala işinin bitmediğidir. Gülen’in dünyanın birçok ülkesinde açtığı okullarda CIA’nın önemli bir örgütlemesi söz konusudur. Bu okullarda Gülen birçok kadro yetiştirip bulundukları ülkelerde önemli mevkilere yerleştirip lobi çalışmalarında ve ülke politikalarına etkide bulunmasını sağlarken, ABD’nin de kendi çıkarları doğrultusunda Gülen üzerinden söz konusu ülkelerde faaliyetler yürüttüğü bilinmeyen bir sır değildir. Bu dahi ABD’nin Gülen’i neden iade etmek istemediğini anlamaya yeter bir veridir. Buna ek olarak, Gülen’in zamanı geldiğinde hala kullanılabileceği ABD tarafından hala değerlendirilmektedir.

Dördüncüsü, darbe girişimi neden başarısız kaldı? Darbe, ülke içinde ve dışında gerekli desteği bulamadığı için başarısız kaldı. Gerek ABD, gerek AB, gerekse de Komprador burjuvazi darbe girişimine gerekli desteği vermedi. Çıkarları darbeyle bağdaşmadığı için geri durdular. Darbe girişimi başarısız kalmış olmasına karşın, bu darbe girişimini diğer darbelerden ayıran en önemli özellik, burjuvazinin bir kliğinin burjuvazinin bir diğer kliğini silah zoruyla devirme girişimi olması gerçeğidir.

Beşincisi; sokağa çıkan kitlenin sınıfsal niteliği meselesidir. Türkiye’de yaşanan tüm darbeler büyük yıkımlarla sonuçlanmıştır. Halk kitlelerinin kendi yaşadıklarından edindikleri bu tercübeyle darbelere neden sıcak bakmadığı (12 Eylül AFC’na verilen kısmi desteği saymazsak) rahatlıkla anlayabiliriz. 15 Temmuz darbe girişimini de böyle değerlendirmekle birlikte, sokağa çıkan kitlelerin bu özelliği buna tam olarak uymamaktadır. Sokağa çıkan kitle kendiliğinden sokağa çıkmadı. AKP tarafından yönlendirilen kendi örgütlü kitlesidir. Darbeye karşı çıkan önemli sayıdaki kitlenin sokağa çıkmamasının asıl nedeni, AKP kitlesiyle ortak bir payda da olsa sokakta birleşmek istememesi olarak değerlendirilebilinir. AKP kitlesinin sokağa çıkmasının temel nedeni darbe şahsında AKP’ye sahip çıkma hareketidir. Bu anlamda genel bir değerlendirme yapıldığında sokakları hala işgal etmeye devam eden mecvut kitlenin temel karekteri gericidir. Buna rengini veren sınıfsal öz ise mevcut kitlenin gerici faşist AKP hükümetini kayıtsız şartsız desteklemesi, idamın yeniden geri getirmesini talep etmeleri, tüm demokratik hakların askıya alınmasına sessiz kalmaları, Kürt ulusuna karşı şoven bir yerde durmalarıyla gerici bir karekter taşımaktadır.

AKP, darbeyle birlikte istediği fırsatı yakalayarak dizginsiz bir baskıyla devleti yeniden dizayn hareketine girişmiştir.

AKP’yi bir hükümet olmaktan çok iktidara sahip bir parti olarak değerlendirmek gerekir. 14 yıldır hükümette olan AKP, adım adım devletin tüm kademelerine tek başına hakim olma düzeyine gelmiş bulunuyor. Yargıda, polis teşkilatında, ekonomide, eğitimde hakim durumuna gelmiştir. Derbeyle birlikte TSK’da da kendi kadrolarını adım adım yerleştirme girişimleri başlamış bulunuyor. 2023 hedefin de ‘İslam Devletini’ ilan etme planları artık bilinmektedir.

  1. Tayyip Erdoğan’ın söylemiyle darbenin ‘‘Allahın bir lütfu” olarak kendilerine sunulmuş olması bugüne kadar baş etmekte zorlandığı Gülen kliğini hiçbir engel tanımadan devletin tüm kademelerinden temizleme hareketi sadece Gülen’le sınırlı değildir. OHAL’le birlikte AKP, bu ‘temizlik’ hareketine tüm devrimci, ilerici ve Kürt Ulusal Hareketi ve onun yasal zemindeki tüm kurumlarını da eklemiştir.

OHAL öncesi yapılanlar şimdiki yapılanlardan farklı değildi. Tek fark OHAL’le birlikte saldırıların kapsamının daha da genişletilmesi, açık yasal bir zemine oturtulmasıdır. OHAL öncesi işkence, göz altında kayıplar, Kürt ulusuna karşı katliamlar, şehirlerin ve ilçelerin yerle bir edilmesi, göç, işten atmalar, gazetecilerin tutuklanması, cezevlerinde işkence, sürgün, mahkemelerde keyfi ve hukuksuz yargılamalar yaşanmış, OHAL’le birlikte tüm bu yapılanlar sadece hızlandırılmış ve dizginsiz bir hal almıştır/alacaktır.

AKP, derbe girişimiyle birlikte tüm günahlarını Gülen’e yıkarak 14 yıllık suçlarından kaçma peşinde. Ancak bu nafile bir çabadır. AKP, 14 yıllık icratların tümünden sorumludur. Yapılan katliam, saldırı ve infazlarda Gülen kadrolarının yer alması, ya da onların bu olayları yer yer tek başlarına örgütlemeleri bu gerçeği değiştirmez. Zira, bu yapılanlara yönelik HDP’nin komisyonlar oluşturarak araştırmların yapılmasını AKP sürekli olarak engellemiştir.

Bu gerçeklerden ve yaşananlardan hareket ettiğimizde;

Erdoğan’nın ”çocukta olsa, kadında olsa güvenlik güçleri gerekeni yapar” sözü darbe gişimi olmuş olsada unutulmayacaktır.

Roboski’de 34 Kürt köylüsünün katledilme ”emrini ben verdim” diyen dönemin AKP hükümetinin Başbakanı R.Tayyip Erdoğan’ın katliamdaki rolünü unutacakmıyız?

Lice, Sur, Nusaybin’de bodrumlarda katledilenleri kim unutturabilir! Bu saldırılarda katledilen yüzlerce insan, öldürelen 50 çocuk hafızalardan silinebilir mi?

Suruç’ta İŞİD eliyle katledilen 33 devrimci gencin, yine Ankara’da İŞİD eliyle katledilen 100 devrimci ve ilericinin kanı yerde mi kalacak?

Gezi direnişinde katledilenlerin hesabını AKP vermeyecek mi?

Cezaevlerinde ki işkence ve ölümlerden AKP sorumlu değil mi?

Yürüyüş, toplantı ve gösterilere yasak getiren, 1 Mayıs kutlamalarını kana boyuyan AKP, yaptıklarından kaçabilir mi?

İşten atmalar, grev yasaklarıyla işçi direnişlerinin kırılması ve iş güvenliği olmadığı için iş kazalarında hayatlarını kaybeden binlerce işçinin katili AKP’dır.

Kürt ulusunun düşmanı olan AKP’nin 14 yıl boyunca şovenizmi sürekli tırmandırması, katliamlar yapması, seçim mitinglerini kana boyaması, dağ taş demeden her yeri bombalamaları, Kürt işçilerinin linç edilmesi, devrimcileri sokak ortalarında, evlerde, dağ başlarında katletmesinin hesabı sorulmayacak mı?

Darbe girişimi AKP’yi tüm bu yaptıklarından kurtaramaz. 2002’de hükümet olduğunda devletin tüm kademelerine yerleştirdiği Gülenci kadroları palazlandıran AKP değilmiydi? Erdoğan’ın kendi itirafıyla Gülen’e ”her istediklerini veren” AKP, ”Allahın lütfu” de olsa yaptıklarından kaçamaz ve onların deyimiyle ‘Allahda’ AKP’yı kurtaramayacaktır! Bu gerçekleri kitlelere anlatmak, toplumsal hafızayı diri tutmak önemlidir. Burjuva basını AKP’nin elini güçlendirmek, toplumun yargısını değiştirmek için yapılanları ve yaşananları Gülen’e yıkmak için olağan üstü bir çaba içindedir. AKP’nin yönlendirmesiyle burjuva yayın kuruluşları televizyon programlarına özel seçilmiş sözde uzman gazeteci ve akademisyenleri çıkararak AKP’yi aklamanın yarışı içindedirler.

Darbeyle girişimiyle birlikte burjuvazinin tüm klikleri bir araya gelerek uzlaşmışlardır.

Darbe girişiminin daha ilk saatlerinden itibaren, devletin ‘bekasını koruma’ refleksiyle tüm burjuva partileri sıraya girerek, darbeye karşı olduklarını ve hükümeti desteklediklerini açıkladılar. Hep birlikte, TBMM’de az sayıda da olsa CHP, MHP ve AKP milletvekilleri bir araya gelerek ‘Gazi Meclislerini’ terk etmeyerek tavırlarında ne kadar kararlı olduklarını yaptıkları şovla gösterdiler. Meclisi özel olarak toplayarak darbe girişimini değerlendirmek ve yapılacak karşı hamleleri hep birlikte karar altına almak için toplanıp AKP’ye desteklerini en üst düzeyde vermeyi ihmal etmediler. Kürt kitlesini darbe karşıtı bir tutum içine çekmek, Kürt ulusuna karşı yapılanları AKP değilde, Gülen yapmıştır algısını oluşturmak için taktik olarak HDP’nin de ortak bildiriye imza atmasına razı oldular. MHP’nin ”hiçbir şart altında HDP’yle bir araya gelmeyiz, HDP bizim için yok hükmündedir” yaklaşımından geçici taviz vererek ortak bildiriye imza atması, AKP’nin kapalı kapılar ardında MHP’yi ikna ettiğini göstermektedir. MHP’nin OHAL’in yürürlüğe girmesine evet demesi ve idamın geri getirilmesi durumunda yapılacak oylamasında AKP’yi destekleyeceğini açıklamasının arka cephesinde MHP’nin kendi içindeki muhalefetin yasal yollardan etkisizleştirmesinde AKP’den destek sözü aldığı rahatlıkla söylenebilir. Dikkat edilirse darbe girişimiyle birlikte, MHP içindeki sular durulmuştur.

CHP ve MHP, darbe girişimi öncesi Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayını, ‘kaçak Saray olarak gördüklerini’ ve oraya ne olursa olsun gitmeme tavırlarını bir yana bırakıp, tıpış tıpış Saraya koşmaları burjuvazinin kendi aralarındaki çelişkileri şimdilik bir tarafa bırakarak uzlaşmışlardır. Bu uzlaşmada diğer şeylerin yanında Kürt düşmanlığında ısrar ve onun çeperindeki HDP’nin iradi olarak hedef alınmasına evet denilmiştir. Bu karar, Beştepe’de AKP, CHP ve MHP tarafından ortak olarak alınmış ve hayata geçirilmiştir. İlk açıklamada tüm partiler adına R.Tayyip Erdoğan tarafından,‘açtığım tüm hakaret davalarımdan vaz geçiyorum, HDP hariç’ açıklamasıyla kamuoyuna duyrulmuş ve hayata geçirilmiştir. Bunu takiben Anyasaya komisyonuna HDP’nin alınmaması, HDP yöneticilerine yönelik tutuklamalar, HDP’nin elindeki Belediyelere Kayyum atama hazırlıklarına başlanmış olması, S. Demirtaş ve S. S. Öndere 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açma hazırlığı…, tüm bunlar saldırıların boyutlanarak büyüyeceğini göstermektedir.

Yenikapı mitingi tüm bu gelişmeler ışığında okunmalıdır. Yenikapı mitingi burjuvazinin kendi arasındaki uzlaşmasının bir kez daha tüm topluma deklere edildiği bir alan olmuştur. AKP geçici de olsa Kemalistlerle uzlaşma yolunu seçmiştir. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın konuşmacı olarak mitinge çağrılması, darbe girşiminden hemen sonra Ergenkon ve Balyoz davasından yargılanan birçok subay ve generalin yeniden göreve çağrılması bu uzlaşmanın kamuoyuna yansıyan ilk işaretleri olmakla birlikte, uzlaşma daha başka alanlarda da devam edecektir.

Bu vesileyle birkez daha vurgulamak gerekir ki, tarihte kendisine Sosyal Demokrat diyen tüm partiler hep ihanet içinde olmuşlardır. CHP’yi Sosyal Demokrat bir parti olarak görmememize rağmen, geniş kitleler içinde böyle algılanması, CHP’nin kendisini her fırsatta ‘Sosyal Demokrat’ bir parti olarak lanse etmesinden hareketle bunu vurgulamak yerindedir. Bu gerçek bu vesileyle tüm halk kitlelerine birkez daha anlatılmalıdır. Kaypakkaya’nın Kemalizm ve onun resmi tensilcisi CHP değerlendirmesinin doğruluğu bir kez daha ispatlanmıştır.

OHAL’la birlikte saldırlar giderek artmış, ‘Gülen hareketini temizliyoruz’ adı altında, saldırılar devrimci ve ilericilere doğru görünür bir şekilde kaymış bulunuyor. Bu saldırılar elbette darbe girşimi sonrası başlamadı. Öncesinde de vardı. Aradaki tek fark, OHAL’le birlikte bunun dozajının artmış olmasıdır. Halka güven vermenin ve saldırların püskürtülmesinin yolu mevzilerin korunması ve direniştir. Bunun için herkes bildiği yolda yürüyüşüne devam ederken, direniş mevzilerinin daha geniş alanları kapsaması, farklı direniş güçlerini de kapsayan yeni mevzilerde açılmalıdır.

62235

Metin Atak

Teorik ve inceleme yazıları bulunan yazarımızdır.

metinatak@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

Metin Atak

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Sayfalar