Pazartesi Haziran 17, 2024

Yeniden Siyasi Denetim Geriye Gidiştir!

 

25 Nisan 2017 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Genel Kurulunda “Türkiye’de Demokratik Kurumların İşleyişi” konulu oturum sonundaki oylamada, “Türkiye’nin yeniden siyasi denetime alınması”  kararı alındı.

Bu karar incelendiğinde anlaşılmaktadır ki, Türkiye siyasi denetimden çıkarıldığı tarih olan 2004 yılından bu yana “çağdaşlık, gelişmişlik ve demokratik işleyişle” ilgili olarak olumlu bir görüntü çizmemiş, tam aksi bir görüntü sergilenmiştir.  Avrupa Birliği ile müzakerelerin başladığı 2004 Haziranında, reformlar yapılacağı sözleri üzerine başlayan denetimden çıkarılması süreci, 13 yıl sonra “demokratikleşme yönünde gerekli ve yeterli adımlar atılmamış" olması bir yana, aksine “demokrasinin uygulanmadığı” gerekçesiyle sona erdirilmiştir. Ve bu uygulama AB tarihi sürecinde daha önce yaşanmamış olup, bu açıdan da son derece ilgi çekicidir. 

Kararın alınmasında birçok etken önemli rol oynamıştır. Örneğin 7 Haziran seçimleri hiçe sayılması, sonrasında ‘sözde darbe girişimi’ ve durmadan uzatılan bir Olağanüstü Hal (OHAL) süreci, toplu işten çıkarmalar, tutuklu parlamenterler, siyasetçi ve gazeteciler, aydınların tutukluluk hallerinin sürmesi. Mevcut ama yetersiz demokratik kurumların devre dışı bırakılıp sadece Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) sürdürülen yönetim tarzı ve uygulamaların sergilenmesi, referandumda eşit koşulların uygulanmaması ve sonucun meşruiyetinin AGİT Raporuyla dünya kamuoyunda da tartışılır olması..  Yani özcesi 2004 yılından beri yaşanılanların gelişme yönünde değil, tam tersine geriye gidiş yönünde seyretmesi bu kararın alınmasında önemli rol oynamıştır.    

Bu karar sürecinde kamuoyunun bilmesinde fayda olan bir durum da, Ana Muhalefet Partisi CHP’nin tavrıdır. Sözde sosyal demokrat olan, demokrasi havariciliği oynayan, ülke içinde iktidarın anti-demokratik uygulamalarına karşı çıkıyor gibi görünen CHP’nin AKPM’deki parlamenterleri Deniz Baykal, Haluk Koç, Gülsün Bilgehan ve İlhan Kesici, oylamada iktidar partisi AKP ve MHP ile birlikte “hayır” oyu verdiler. Bu tavır, Türkiye'de referandum öncesi ve sonrası süreci, demokratik işleyişteki faşizan uygulamaları, OHAL - KHK'lerle siyasetçilerin, gazetecilerin, aydınların, sendikacıların tutukluluğunun devam etmesi, anti demokratik uygulamaların görmezden gelinmesi demektir.

Bu sözde demokratların önemli bir kısmı, bu son örnekte de olduğu gibi "Demokrasi, İnsan Hakları, İnsan Hakkı ihlalleri, Özgürlükler, Demokratik işleyiş vb" konularında hükümet ile “Vatan, Millet, Sakarya” hamasetiyle aynı paralelde düşünmeye, çalışmaya ve birlikte yürümeye devam etmektedir.

Oysa daha birkaç gün önce, 18 Nisanda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yaptığı açıklamada “mühürsüz seçim” olarak tanımladığı 16 Nisan Referandumu için “Bu seçim sonucunu tanımıyoruz, tanımayacağız” demişti.

Geçtiğimiz yıllarda da, CHP üst yönetimi her seferinde AKP'nin kurtarıcılığına soyunmuş ve AKP ile her türlü işbirliğine girmekten asla kaçınmamıştır. Deniz Baykal sayesinde  Recep Tayyip Erdoğan cezaevinden kurtarılmış, Siirt ilindeki “hülle seçim” yöntemiyle önce milletvekili, daha sonra da Ekmeleddin İhsanoğlu gibi gerici bir aday gösterilmek suretiyle, RTE cumhurbaşkanı yapılmıştır..

Bunların dışında K.Kılıçdaroğlu, Milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması ile ilgili AKP teklifine “Dokunulmazlık teklifi Anayasa’ya aykırı ama ‘Evet’ diyeceğiz” demiş ve seçilmiş, milyonlarca kişinin iradesini temsil eden milletvekilleri cezaevlerine doldurulmasına sebebiyet vermiştir.

Keza, Sınır Ötesi Operasyon tezkerelerine 'evet' deyip, sonra da "Suriye'de Irak'ta Mehmetçiğin ne işi var?” diyen de K.Kılıçdaroğlu idi.

Aylarca “Hırsızlık paralarıyla yapılmış kaçak saraya gitmeyeceğiz" dedikleri Beştepe’deki kaçak saraya ve hükümete sözde '15 Temmuz Darbe Girişimi' nedeniyle tam destek vermiş ve RTE'nin deyimiyle herkesten önce “tıpış tıpış” gitmişti. Yıllarca birlikte ülkenin tüm zenginliklerini yağmalayan iktidar ve Fethullah Gülen kavgasında da,  Beştepe’den yana tavır almış ve “Yenikapı ruhu” çağrısına gitmeyi de ihmal etmemişti.

Burada asıl önemi olan, CHP’ye içtenlikle gönül veren, emek veren, orada mücadele eden, oy veren iyi niyetli milyonlarca kişinin, yıllardır tezgâhlanan bu oyunu görmeleri son derece önemlidir. Bu durumu görmek istemeyen, görüp görmemezlikten gelen, anlamak istemeyenler de bilsinler ki, CHP üst yönetiminin "İnsan Hakları, İnsan Hakkı ihlalleri, Demokratik İşleyiş, Özgürlükler ve Toplumsal Barış" gibi bir öncelikli derdi yoktur.

AKPM’nin bu kararı birçok açıdan mevcut iktidarın hareket alanını daraltabilecek, hatta çeşitli durumlarda zorda bırakacak gibi görünse de, demokrasiye inanmayan bu iktidarın gerekli demokratik adımları atmayacağı bugünden bellidir. Kararın asıl olumsuz etkilerinin turizmde, yatırımlarda, ekonomik gidişatta kendisini göstereceğini, büyük ölçüde de geniş halk yığınlarının yaşamlarının daha da zorlaşmasına sebep olacağı da çok anlaşılır bir tespit olacaktır. Bunun bilincinde olarak, demokrasi cephesinin birlikte insan haklarının uygulandığı, demokratik işleyişin, temel hak ve özgürlüklerle toplumsal barışın tesis edileceği bir ülke için mücadeleye devam etmesi son derece önemlidir.

Bu mücadeleye omuz vereceklere, katkı sunacaklara, emek vereceklere şimdiden aşk olsun..

Erdal YILDIRIM

26 Nisan 2017

46538

Erdal Yıldıırm

Sitemize özellikle Alevilik üzerine yetkin makaleleri vardır...

Erdal Yıldıırm

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar