Pazartesi Haziran 17, 2024

Umreye Giden Düşkünler/ Erdal Yıldırım

Gündemde AKP iktidarı Kültür Bakanlığınca organize edilen 100 Alevi kökenli ‘dede’nin önce Necef’e, Kerbelâ’ya ve sonra da umreye götürülmesi olayı var. Ve (ben de dahil) bir çok yazar çizer, kanaat önderi, kurum yöneticisi günlerdir bu konuda, konuşuyor, yazıp çiziyor ve ülkenin başkaca bunca önemli yaşamsal sorunuları varken, bu konu gündemde önemli bir yer tutuyor.

Bakıyor ve çok açık bir şekilde görüyoruz ki, başında İzzettin Doğan denilen kişinin olduğu Cem Vakfı devleti yöneten AKP iktidarı ve Fethullah Gülen’in başında olduğu Hizmet Vakfı ile bir takım karşılıklı çıkarlar doğrultusunda bir anlaşma yapıyor. Bu anlaşmaya göre de öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı bir daire başkanlığı oluşturulacak, bu daire başkanlığın emrinde de her vilayetten dede, zakir ve bir hizmetlinin olacağı bir kadro organizasyonu tesis edilecektir. Bu kadrolar da devletin memuru gibi çalışmaya başlayacaklar ve bu organizasyonun altyapısını oluşturacağı anlaşılan yüz kadar ‘yüzsüz’ Alevi kökenli dede de, bu inkârcı, imhacı, katliamcı devletin ve iktidarın memuru ve hizmetkârı olmaya gönüllü bir şekilde devam edeceklerinden umreye götürüldüler.

Aslını sorarsanız çok da iyi bir zamandayız. Yani safları bir kez daha belirginleştirmenin, her bireyin aklına, vicdanına, inancına ve de karakterine uygun davranışlar sergilediği ya da sergileyeceği bir süreçteyiz. Tarih hem çeşitli dönemlerde toplumuna, yoluna, kültürüne ihanet eden, "Hınzır" paşalıktan kaçınmayan, Rayber/Rayver`liğe soyunanları yazıyor. Hem de Baba İlyas, Baba İshak, Kalender Çelebi, Şeyh Bedreddin, Şahkulu gibi zalimlere karşı çıkan, mazlumlarla birlikte direnip can verenleri, En-el Hak dediği için derisi yüzülen Hallac-i Mansur’u, “dönen dönsün ben yolumdan dönmezem” diyen Pir Sultan Abdal gibi darağacına giden ve ser verenleri de yazıyor.

Tam da bu tarihi gerçekliklerden ötürü bırakalım, kimi satılmışlar, ilkesizler, yol düşkünleri, üç beş kuruşun, haramın, rantın peşinde savrulacakları yerlere doğru savrulup dursunlar.. Umreye gideceklerse umreye gitsinler. Bırakalım umre ziyaretini yapıp geldikten sonra Fethullah Efendi ve İzzettin Efendilerinin etekleri altına girip “Cami-cemevi” ucubeleri içinde birbirlerine al takke – ver külah ne diyeceklerse desinler.

Bırakalım Kerbela’da, Malatya’da, Çaldıran’da, Koçgiri’de, Dersim’de, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta, Madımak’ta, Gazi’de, Suriye’de yitirdiğimiz yüzbinlerin katilleriyle, ya da Gezi direnişinde yitirdiğimiz gençlerin katili olan, devlet mantığını koruyan ve savunanlarla hem hal olsunlar.

Bırakalım Şeyhülislam Ebu Suud’a, Yavuz Sultan Selim’e, Kuyucu Murat’a ‘ecdat’, Cem Evine “cümbüşevi” diyen, Alevi Kızılbaşlara tarihin birçok döneminde en insanlık dışı iftira ve karalamaları yapanlarla, çağımızın padişah özentili firavunuyla, susuzluktan öldüren, diri diri kazana atanlarla, boğazlayan, yakan katillerle birlikte nereye gideceklerse defolup gitsinler.

Bırakalım yıllardır Aleviliği, Sünnilik ve Şiilik üzerinden Müslümanlaştırmaya çalışan, su an iktidarda olan inkarcı devletin AKP`si ve İran’la birlikte yürüyen bazı düşkünler saflarını iyice belli etsinler. Onlar inkârcı, asimilasyoncu ve takiyyecilerle beraber umreye gitsinler. Herkes bilmelidir ki, bu zavallılar Aleviliği temsil edemezler, Alevi toplumu nezdinde de itibar görmezler. Ve yine herkes bilmelidir ki Alevilik, islamiyete de, umreye de, Arap yarımadasına da asla sığmaz, sığdırılamaz.

Aleviler her zamankinden daha uyanık olmalıdır. AKP iktidarı ve hizmet cemaati asimilasyon için birçok çakma dernek ve federasyon kurdu, kuruyor. Şimdi de paracı, çakma memur dedeler buldu. Onları umreye götürdü. Onlar umreye giderlerse gitsinler, biz Aleviler de Serçeşme’ye gideriz.

Alevilerin gerçek Dede, Ana, Rayber / Rayver, Mürşit ve Pirleri binlerce yıldan beri her türlü zor koşullarda ve baskılara rağmen Alevilik “Yol” ve “Öğretisini” gönüllülük temelinde bugünlere taşımışlardır. Dedeler bu görevlerini yaparken, hizmetlerinin karşılığında da taliplerinin gönlünden kopan, “Kul Hakkı”na ve “rızalık” düsturuna uygun “çıralığ” veya “hakullah” alırlar. O dedelere aşk olsun.

Alevi dedeleri asla yönetenlerin, sistemin, devletin Alevisi olmazlar, maaş almaz, memur hiç olmazlar. Hizmetlerinin karşılığı ödenecekse bile, bu durum din ve vicdan özgürlüğü temelinde, özerk Alevi kurumlarınca yapılmalıdır. Devlet buna karışmamalı, dinden elini çekmeli gerçek laikliği uygulamalıdır..

Diğer yandan anlaşılıyor ki, bu asimilasyon gönüllüleri için zalimliğin de, zulmün de hiçbir önemi yok ve bundan ötürü de zalimlere, sisteme hizmet ediyorlar. Bu mevkii, rant ve para sevdalısı çakma dedeler Necef’te, Kerbela’da gezerken, Suriye’de, yani hemen yanıbaşlarında, Suudilerin, Katarın ve AKP’nin her türlü destek sunduğu şeriatçı, gerici El Kaide ve El Nusracı paralı çetelerin adeta soykırımı andıran katliamlarını ve öldürülen Alevileri görmezden geliyorlar.

Bu sebeplerledir ki, Alevi toplumu, Alevi dernek, dergâh, kurum yöneticileri ve kanaat önderlerine düşen önemli tarihi görev, resmi ideolojinin memurluğuna soyunan, küçük rantlar uğruna asimilasyoncularla kolkola giren, devlete gönüllü hizmetkâr olan bu düşkünleri Alevi ritüellerine uygun bir şekilde toplum içine almamaktır. Bunlar, AKP tarafından Avrupa’ya götürülen, gittikleri yerlerdeki Alevi kurumlarına alınmayan ve bin pişman geri dönen 65 dede örneğindeki gibi asla dernek, dergâh ve kurumlarımıza sokulmamalı, herhangi bir görev verilmemeli, her yerde teşhir edilmelidirler...

13-15 Şubat günleri Xızır orucunun tutulduğu günlerdir. Alevi inancında Xızır her yerde hazır ve nazırdır, yardımcımızdır. Dertlere deva, sorunlara çare olandır.. Aleviler ve Alevilik hem dışımızdaki Alevi düşmanlarınca, hem “bizden geçinen kalleşler, döner bizi taşlar” sözlerine uyan Hınzır Paşalarca asimile edilmeye çalışılıyor. Önümüzdeki dönemde biz Aleviler kendi inancımıza daha çok sahip çıkarak, "Alevileşerek” buna dur diyebiliriz. Yani her zamankinden fazla Xızıra ihtiyacımız var..

     Xızıre Qal yardımcımız olsun!

 

Erdal YILDIRIM

13 Şubat 2014

90458

Erdal Yıldırım

2012 yılı sonlarından itibaren sitemize yazılarıyla yeni bir soluk katan yazarımız genellikle Aleviler ve sorunları üzerine makaleler yazmaktadır.

erdalyildirim@kaypakkaya-partizan.net(hazırlanıyor)

Erdal Yıldırım

“Zamanın ruh(suzluğ)u”na karşı İbrahim Kaypakkaya

“Geçmiş asla ölü değildir.Geçmiş, geçmiş bile değildir.”[1]

 

Postmodern vazgeçiş dört yanımızı kuşatmışken; çürüyen “zamanın ruh(suzluğ)u”na inat İbrahim Kaypakkaya hakkında yazmak, konuşmak çok önemlidir ve gereklidir…

Gereklidir çünkü gerçeklerin “unutuşa”, “suskunluğa” terk edilmek istendiği yalanın egemenliğinde, Mihail Yuryeviç Lermontov’un ‘Düşünce’ başlıklı şiirindeki, “Kaygıyla bakıyorum bizim kuşağa!/ Geleceği ya boş ya karanlık görünüyor...” dizeleri anımsamamak/ anımsatmamak elde değil…

Beşikçi ve Kürd resmi ideolojisi

Ömrünü Türk resmi ideolojisiyle mücadele etmekle geçirmiş,Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin kırk yıllık emektarı İsmail Hoca’nın Apocu resmi ideolojinin yeniden üretiminden ve propagandasından sorumlu Ferda Çetin üzerinden eleştiri adı altında saldırıya uğraması hazin olmanın ötesinde Kürdistan’da Kürdistanlıların iktidarından yana kesimlerle Türkiyelileşme sevdalısı entegrasyoncu kesimler arasındaki ideolojik cephe savaşının başlangıç düdüğü olma potansiyeline de sahiptir.

 

Edebiyatin Latin Cephesine kenar notlari[*]

“Adını değiştir,öykü seni anlatsın.”[1]

“Resmi payeleri hep reddettim. Legion d’honneur’ü de kabul etmemiştim. Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim hâlde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem,” vurgusuyla ekler Jean Paul Sartre: 

Latin Amerika'dan barış süreçleri 'El Salvador’ örnegi

  * Anlaşıldı:Savaş artık Barış demek.Öyleyse bundan böyle domuzlara at,kız çocuklarına erkek deyip geçelim...”[1]

 

El Salvador’da iç savaşın tarihi, 1970’li yıllarda, topraksız köylülerin, kent yoksullarının, işçilerin, öğrencilerin sokaklara dökülen muhalefeti karşısında ABD destekli ordunun kanlı operasyonlarına dayanır.

Kanlı parseller

Bugün 2014'ün ilk günü. Hastalar sağlık, yoksullar varlık, mahpuslar özgürlük, âşıklarsa kavuşmayı diler her yeni yılda. Ben nice hayaller kurarak binlerce yıl öncesine gittim yeni yılın bu ilk dakikalarında. Hayal bu ya, Tanrı ilk yarattığında dünyayı, sihirli bir değnekle dokunsaydı eğer hayatın zümrüt yeşili bahçelerine, atalarımız olan ilk insanlar cennet bir dünyaya açacaklardı hayretle gözlerini.

Muharrem Erbey'in suçu ne

  Geçenlerde Diyarbakır cezaevine gidip bazı dostları ziyaret ettim. Uzun yıllardır tutuklu olan Senanik Öner, Hatip Dicle, Şırnak belediye başkanı Ramazan Uysal, Muharrem Erbey ve İdil belediye başkanı Resul Sadak'la kısıtlı bir zamanda da olsa hasret giderdim. Hepsi yıllardır hapiste; hapislik adeta yaşamlarının bir parçası haline gelmiş. Kendisini meselenin tarafı olarak gören mahkemeden herhangi bir beklentileri kalmamış, hukuk ve adalet duygularını haklı olarak yitirmişler. Rehin olarak içeride tutulduklarını düşünüyorlar.

Ecdat(iniz)in VukatU(lar)i[*]

“İşte bir sürü olay sana. Ve bir sürü soru.”[1]

 

Hepimize Stephen Hawking’in, “Bilginin en büyük düşmanı bilgisizlik değildir, bildiğini zannetmektir,” sözünü anımsatan bir “Ecdat” yaygarası aldı başını gidiyor…

Semih Gümüş’ün, “Tarihi anlar yaratamaz”; Giorgio Agamben’in, “Tarih asla anda yakalanamaz, sadece bütüncül süreç olarak yakalanabilir,”[2] uyarılarını kavrayamayan “ecdat körlüğü” dört yanı sarıp sarmalıyor…

Umutlarımızı Büyütüyoruz

 

“... komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek (revolutionieren), varolan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.”Marx-Engels

SİBEL ÖZBUDUN – TEMEL DEMİRER 2014

Hayaller(imiz)le, cüret(imiz)le, umut(larımız)la yolumuzu açacağız 2014’te de sen/siz orada biz burada; Cemal Süreya’nın, “Artık hayallerim suya düşecek diye/ kaygılanmıyorum./ Çünkü, onlar düşe düşe/ yüzmeyi öğrenmişler,” dizelerini terennüm edeceğiz inat ve ısrarla…

İT DALAŞINDA TARAF OLUNMAZ, SINIFIN NET TAVRI KONUR

Sınıfsal mücadele yaşadığımız coğrafyada belirleyici özellik taşıyor. Bölgemiz  Türkiye’deki örgütlü sınıf mücadelesinin seyrine göre şekil alacaktır. Ezilenlerin başkaldırışı da    göre ilerleme veya gerileme gösterecektir. Bu gerçek Kürdistan için de geçerlilik taşımaktadır.

Sermaye, Siyaseti Çıkarlarıyla Örtüştürür[1]

“AKP-Gülen Savaşı” içinde yolsuzlukların çok az bir kısmının dışa vurumundan sonra, siyaset, bu kirli güçler arasındaki savaşıma odaklandı. Bunun böyle olması doğal. Bu olay, özellikle Haziran (GEZİ) Ayaklanması’ndan sonra hızlanan ve beklenen bir durmdu. Daha önce yazdığım “üç vakte kadar” başlıklı bir yazıda, hükümet açısından “iki vaktin” bittiğini, “üçüncü vaktin” ise içinde olunduğunu yazmıştım. Bu herkes tarafından da bilinen bir gerçekti. Haziran Ayaklanması var olan süreci hızlandırmış ve daha kaçınılmaz bir hale getirmiştir.

Sayfalar