Pazartesi Haziran 17, 2024

TKP/ML KADIN KOMİTESİ | “Bizi yenemeyeceksiniz! Ya kazanacağız! Ya kazanacağız!”

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle bir açıklama yapan TKP/ML Kadın Komitesi, “Bizi yenemeyeceksiniz! Biz hep vardık ve de var olacağız! TKP/ML Kadın Komitesi olarak devrim mücadelesinde fiziken yitirdiğimiz ve de erk-eklerin tahakkümü altında her ay onlarcası katledilen tüm kadınlar adına söz veriyoruz: Ya kazanacağız, ya kazanacağız! Ya zafer, ya zafer!” dedi. Elimize e-posta yoluyla ulaşan açıklamayı 8 Mart vesilesiyle olduğu gibi yayınlıyoruz:

BİZİ YENEMEYECEKSİNİZ! YA KAZANACAĞIZ! YA KAZANACAĞIZ!”

Kadının tarihi yalnızca ezilmenin, sömürülmenin, ikinci sınıf olarak görülmenin, şiddete uğramanın tarihinden ibaret değildir. Bu tarih aynı zamanda isyanın, direnişin, mücadelenin, bedel ödemenin ve ödetmenin de tarihidir. Ve biz TKP/ML Kadın Komitesi olarak, mücadelenin, direnişin en ön saflarında olan kadınların izini takip ediyor, geleceğe yeni izler bırakıyor ve devrim yürüyüşünü zafere ulaştırmak için BİZ DE VARIZ diyoruz…

İsyan ve direniş tarihimizin en önemli sayfalarından biridir kuşkusuz ABD’nin New York kentinde, ağır çalışma koşulları, uzun iş günleri ve buna karşın çok düşük, evet, erkek işçilerden de düşük ücretlere karşı kadın dokuma işçilerinin 8 Mart 1857 tarihinde ayağa kalkışı.

Kadın direniş takviminde bir başka sayfa ise 8 Mart 1908‘i gösterir. Bu sayfada, ABD’de Manhattanlı iplik işçisi kadınların 8 saatlik iş günü başta olmak üzere çeşitli taleplerle direnişe geçişi yer alır.

Ve yine aynı gün, yani 8 Mart 1908‘de bir başka ABD kentinde New York’ta dokuma işçisi kadınlar da direnişe geçmiştir. On binlerce işçinin “çalışma koşullarının düzeltilmesi, 10 saatlik iş günü, eşit işe eşit ücret” talebiyle başlattıkları grev, kapitalistlerin en vahşi saldırılarından birine maruz bırakılırken, direnişteki bir fabrikada çıkan yangında 129 kadın işçi yaşamını yitirir.

Kapitalistler o fabrikada yananın sadece işçilerin bedeni olduğunu düşünür, ancak yanan işçi kadınların küllerinden doğacak anka kuşlarını hesaba katmazlar. Nitekim Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin’in önerisiyle, 26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonal’e bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda bu direnişlere atfen 8 Mart, emekçi kadınların günü olarak kabul edilir. Yani dokuma işçilerinin yanan bedenleri emekçi kadınların elinde bir mücadele meşalesine çevrilir.

Enternasyonal proletaryanın mücadelesinin en önemli günlerinden biri olarak 8 Mart’ın meşalesi 108 yıldır kadınların ellerinde güncellenerek harlanıyor, sömürü sistemine ve patriarkal zincirlere karşı sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünya umudunu geleceğe taşıyor.

Ekonomik kriz, OHAL ve savaş günlerinde 8 Mart…

Bu yıl 8 Mart’ı başta parçası olduğumuz Ortadoğu toprakları olmak üzere emperyalistler ve onların yeminli uşaklarının tüm dünya üzerinde yeniden kurmaya çalıştıkları kanlı oyunun ağırlığı altında karşılıyoruz. Bir yanda 2008’den bu yana tüm pansuman önlemlerle ve işçi sınıfı ile emekçilerin sömürüsünü artırmakla içinden çıkmaya çalıştıkları ekonomik kriz, bir yanda bu krizin de tetiklediği politik açmazlar, diğer yanda kartların her gün yeniden karıldığı, tüm aktörlerin doğrudan sahaya girdiği Suriye’deki savaş tüm dünya halklarını tehdit eden boyutlarda bir sürecin kapılarını aralıyor.

Ülkemizde ise 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbe girişimini “Allah’ın lütfu” olarak kullanan R. T. Erdoğan/AKP iktidarının artık olağanlaşmış Olağanüstü Hal rejimi kendilerine koşulsuz biat etmeyen her kesime karşı baskı politikalarını yaygınlaştırıp derinleştiriyor, ülkeyi adeta bir halk hapishanesine dönüştürüyor. Erdoğan/AKP iktidarının ülke içindeki devlet terörü, Suriye’de işgale dönüşüyor, en son Efrîn işgal saldırısında olduğu gibi Ortadoğu halklarının kanıyla ömrünü uzatmaya çalışıyor.

Ama bunların hepsi iktidarlar cephesinde yaşanan gelişmelerdir. Madalyonun diğer yüzünde ise baskının, şiddetin, zulmün olduğu her yerde olduğu gibi direniş ve mücadele var. Ülkede OHAL’in saldırı ve tutuklama terörüne karşı alanları “herHALde direniyoruz” diyerek terk etmeyen kadınlar var. Sokaklar kadınlar ve LGBTİ+’lar için her geçen gün daha güvensiz hale gelirken, evlerine kapanmayan kadın ve LGBTİ+’lar var… Kanun Hükmünde Kararnamelerle işten atılan on binlerce kişinin sesi olan ve ölümüne direnen Nuriyeler var… Türkiye Kürdistanı’nda özyönetim direnişi sürecinde olduğu gibi yaşamını, toprağını savunan, özsavunma hakkını halkını savunmaya yükselten militan kadınlar var… Rojava’da Kobanê, Reqa ve en nihayetinde Efrîn’de DAİŞ, ÖSO vb. çetelerin ve Türk devletinin işgal saldırılarına karşı bedenini kalkan yapan Arinler, Avestalar var… Evinin bahçesine girerek gaz bombası atıp, evin pencere ve camlarını kıran İsrail askerine tokat ve yumrukla saldıran Ahed Tamimiler var… Kürtaj yasağına, kadın katliamlarına, ücret eşitsizliğine karşı kadın grevleriyle yaşamı durduran Latin Amerika ve Avrupalı kadınlar var…

Özgürlüğümüzü, kurtuluşumuzu kaybettiğimiz yerde bulacağız!

Kadın olarak tarihimizin ilk yenilgisini aldığımız özel mülkiyet düzenine geçişte, ardından sınıfların ortaya çıkışında kaybettik adımızı, sesimizi ve özgürlüğümüzü. Ardından gelen tüm sistemler, emeğimiz, bedenimiz, cinsiyet kimliğimiz üzerinden sömürülerine sömürü, zenginliklerine zenginlik katarak büyüdüler. Patriarkal tüm sömürü sistemleri ezilenlerin üzerinde kurduğu tahakkümden beslenirken, kadınlar “ezilenin ezileni” olarak yer aldılar bu denklemde yerlerini.

Kurtuluşun bu denklemden çıkarak değil, denklemi parçalayarak olacağının bilinciyle “Giyotine gitme hakkımız varsa, kürsüye çıkma hakkımız da olmalı” diyen Fransız devriminin öncü kadınlarından Olympe de Gouges, “Ceza talep ediyorum. Bugün tok olanlara, sefa sürenlere, milyonların ekmeğini hangi acılarla kazandığını bilmeyenlere, hissetmeyenlere” diyen Rosa Luxemburg, “Yaşamın olduğu her yerde savaşmak istiyorum” diyen Clara Zetkin, “Hangi görevi yürütürsem yürüteyim, emekçi kadını tümüyle özgürlüğe kavuşturma ve yeni bir cinsel ahlak için temel oluşturma amacının her zaman etkinliğimin, yaşamımın en yüce amacı olacağının kesinlikle bilincindeyim” diyen Aleksandra Kollantai, N. Krupskaya, Çiang Çing, komünizmin topraklarımızdaki ilk kadın şehidi Maria, enternasyonal proletaryanın Türkiye kolunun öncüsü TKP/ML’nin ilk şehidi Meral Yakar, “Cesaretiniz varsa gelin” diyen Sebahat Karataş, Mine Bademci, özgürlüğün yolunun dağlardan geçtiğini bilen ve o yolları arşınlayan Sefagül, Nurşen, Gülizar, Fatma ve Derya, “Nerede bir ezilen, bir haksızlığa uğrayan ve darda kalan varsa onun yanındayım” diyen Güzel Ana, Rojava devriminin harcı olan Arin Mirkan, Avesta Khabur, Ivana Hoffman, Ayşe Deniz, Kader Ortakaya…

Hepsi kadınları ikinci cins olarak konumlandıran sömürü sisteminin dayattığı denklemi parçalamak için yola çıktılar, çünkü özgürlüğümüzün, onu kaybettiğimiz yerde olduğunun bilincindeydiler!

Bugün onların ayak izlerine, deneyimlerine kendimizinkileri de katarak, yaşamın her alanında patriarkanın işgal ettiklerini yeniden elde etmek ve bu esaretten kurtuluşumuz için bu savaşın en ön mevzilerden ayağa kalkıyoruz. Türkiye ve T. Kürdistanı’ndan Rojava’ya bulunduğumuz tüm alanlarda patriarkal sömürücü, sömürgeci güçlere karşı bayrağı hakkıyla ve kadın dayanışmasıyla daha yükseklere taşıyoruz. Tüm iktidarların, kriz-savaş vs. anlarda ilk saldırdığı alanın kadın mücadelesi ve kazanımları-kararları olduğunu içte-dışta tüm çatışma noktalarında yaşayarak deneyimliyor ve emeğimizin gasp edilip bize karşı kullanılmasının önünde kararlılıkla duruyoruz.

Bizi yenemeyeceksiniz! Biz hep vardık ve de var olacağız!

TKP/ML Kadın Komitesi olarak devrim mücadelesinde fiziken yitirdiğimiz ve de erk-eklerin tahakkümü altında her ay onlarcası katledilen tüm kadınlar adına söz veriyoruz:

Ya kazanacağız, ya kazanacağız! Ya zafer, ya zafer!

Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!

Kahrolsun patriarkal sömürü sistemi!

Yaşasın kadın dayanışması!

TKP/ML Kadın Komitesi

Mart 2018

46499

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Proletarya Partisi

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar