Pazartesi Haziran 17, 2024

Siyonizm,anti-semitizm ve bir "Mugalata"üzerine

“Kişi ancak kalbiyle görür.Göz hiçbir şeyin özünü göremez.

 

Yıl 1975 ya da 1976 olmalı; Paris’te bir grup Türkiyeli devrimci öğrenciyiz. Aklımız ve yüreğimiz, bir yanıyla yükselen devrimci hareketin devlet destekli faşist çeteler eliyle kırılmaya çalışıldığı memlekette; bir yanıyla da hem yaşadığımız ülkedeki devrimci mücadelelerin içinde yer almaya, hem de Türkiye’deki devrimci/sosyalist hareketle dayanışma sağlamaya çabalıyoruz. Türkiyeli işçileri Fransız emek hareketi içerisinde örgütlemeye çalışıyoruz, örneğin.

Ve dünyada gelişen devrimci mücadeleleri izliyor, yapabildiğimiz kadar omuz vermeye, diyalog geliştirmeye çabalıyoruz. Paris bu türden uğraşlar için o zamanlar hâlâ çok elverişli bir merkez…

Bu bakımdan içlerinde Fransa merkezli MRAP (Irkçılığa, Anti-Semitizme Karşı Barış için Hareket) ve Belçika merkezli MRAX (Irkçılığa, Anti-Semitizme, Yabancı Düşmanlığına Karşı Hareket)’ın da bulunduğu bir dizi örgütün düzenlediği “Irkçılığa Karşı Uluslararası Kongre”ye katılma kararını coşkuyla alıyoruz. Aralarında o zamanlar Güney Afrika’da Apartheid rejimine karşı mücadele eden ANC (Afrika Ulusal Kongresi) temsilcilerinin de bulunduğu çeşitli mücadele örgütlerinden delegelerle iki gün boyunca Avrupa’daki ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ve ulusal kurtuluş hareketleri konusunda hararetli tartışmalar yürütüyoruz; ANC’ye silah yardımı yapılması, alınan kararlar arasında en çarpıcısı olarak kalmış aklımda örneğin…

Derken, iki günün harareti ve yorgunluğu üzerine, kongrenin kapanışına birkaç dakika kalmışken bir el kalkıp bir önerge veriyor: Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Kasım 1975’te aldığı, “Siyonizmin bir ırkçılık ve bir ırk ayırımcılığı olduğu” yönündeki kararın “anti-Semitik” bir tutum olarak lanetlenmesi… Dilimiz tutulmuş, ne olduğunu anlamlandırmaya çalışırken, kaldır parmak-indir parmak, öneri kabul ediliyor ve Kongre, kişisel olarak benim için böyle bir “yüzkarası”yla kapanıyor. İsrail devletinin Batı Avrupa’daki pek çok “sivil toplum örgütü”nü çeşitli biçimlerde destekleyip manipüle ettiğini öğrenmem ise biraz daha zaman alacak…

Durup dururken bu “anı” nereden mi çıktı?

Belki anımsanacaktır; Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi (ADÖG), 26 Kasım 2014 tarihinde Edirne Valisi Dursun Ali Şahin’in kentte restorasyonu gerçekleştirilen sinagoga konusundaki, buram buram ırkçılık ve anti-Semitizm kokan sözlerini protesto eden -hem yazım aşamasında katkıda bulunduğum, hem de ilk imzacılarından olduğum- bir bildiri yayınlamış, metinde anti-Siyonizm ile anti-Semitizm arasındaki fark da vurgulamıştı.

Bildiri üzerinden birkaç gün geçti ki, bu bildiriyi ve imzacılarını “anti-Semitizm yapmakla” suçlayan bir metin dolaşıma girdi sosyal medyada. “S.O.S. Antisemitizm!” başlığını ve Almanya Frankfurt / Main kentinde faaliyet gösterdiği anlaşılan “Soykırım Karşıtları Derneği”nin imzasını taşıyan metinde, “bu güne kadar antifaşist, anti ırkçı, cephede bildiğimiz solcu devrimci demokrat geçmişinde ağır bedeller ödemiş, ezilen halklar meselesine özellikle de soykırım mağduru halklar meselesine duyarlılıkları ile” tanınan “aydınların, antisemitizme karşı tavır adına kendilerinin antisemit pozisyona düşmeleri”nden metni kaleme alan kişilerin (böyle diyorum, çünkü metinde imza yerine sadece derneğin adı yer alıyor) “büyük bir hayal kırıklığına” uğradığı belirtilip, “antisemit klişeler üzerinden antisemitizme karşı mücadelenin imkânsız olduğu” söyleniyor.

Ardından da, bildiri imzacılarının “antisemit klişeler”ine değgin argümanlar sıralanıyor. Özetle:

1) “Siyonist İsrail devleti” kavramının, global anti-Semitizmin, Yahudi halkının Filistin’de devlet olarak var olma hakkına karşı icat ettiği anti-Semit bir klişe olduğu… Oysa İsrail devletinin yüzlerce yıldır zulme ve sürgünlere uğramış Yahudi halkının kendi yurdu üzerinde, BM’nin de onayı ile kurduğu meşru bir devlet olduğu…

2) Anti-siyonizmin, günümüzde “her türden Yahudi düşmanlığının içinde yer aldığı, İsrail’e ve Yahudi halkına karşı yönelen dezenformasyonların, iftiraların komplo teorilerinin kılıfı” olduğu… Anti-Siyonist olmanın “Kürtlerle dost, ama PKK’ye karşı olmak”, ya da Ermenileri sevdiğini söyleyip de “Ermeni terörü”nden söz etmekle aynı kapıya çıktığı…

3) İsrail devletinin bünyesinde “İsrail devletinin meşruluğunu kabul etmeleri” koşuluyla Arapların ve Müslüman ya da Hıristiyan başka toplulukların da yaşadığı, Arapça’nın İbranice yanında resmi dil statüsünde olduğu…

4) Türkiyeli sosyalistlerin, devrimcilerin anti-Semitizminin kökeninde, 1960’lı yıllarda Filistin Kurtuluş hareketiyle kurduğu dostça ilişkilerin yattığı, bu “yapısal anti-Semit duruşla” yüzleşmeden Türkiye solunun “ne soykırım mağduru halklar meselesine ne de genel anlamda ezilen halklar meselesine tutarlı bir duruş göstermesinin mümkün olmadığı…

Derler ya, neresinden tutmalı…

Bir kere “Siyonizm” kavramı, “anti-Semit bir klişe olmak” bir yana, İsrail devletinin, kuruluşundan bu yana en yetkili kişilerince benimsenen “yarı-resmî “ ideolojisidir. Gelin, bunu göstermek için en “tartışılmayacak” kaynaklara müracaat edelim.

Örneğin, Sanal Yahudi Kütüphanesi (Jewish Virtual Library) “Siyonizm”i şöyle tanımlıyor:

“… ‘Siyonizm terimi, 1890’da (Milliyetçi Yahudi Öğrencileri Hareketi Kadimah’nın kurucusu Avusturya yurttaşı b.n.) Nathan Birnbaum tarafından imal edilmiştir. Genel tanımı Yahudi halkının anayurtlarına dönüşünü sağlamaya ve İsrail topraklarında Yahudi egemenliğinin tesisine yönelik ulusal hareket anlamına gelir. İsrail devletinin 1848’deki kuruluşundan itibaren Siyonizm, İsrail Devleti’nin gelişmesi ve İsrail’deki Yahudi ulusunun İsrail Savunma Kuvvetleri desteğiyle korunması anlamını yüklenmiştir. Ortaya çıktığı andan itibaren Siyonizm hem somut hem de tinsel hedefleri savunmuştur. Tüm kanaatlerden Yahudiler -sol, sağ, dinsel, seküler- Siyonist hareketi oluşturmuş ve onun hedefi doğrultusunda çaba göstermiştir.”[2]

Tanımın atladığı bir şey var: İsrail Devleti’nin kurulduğu toprakların boş araziler olmayıp, yüzlerce yıldır Filistinli Arapların yurdunu oluşturduğu… Ve “İsrail yurdu”nun, Balfour Bildirgesi’nden bu yana Filistin topraklarına yerleştirilen Yahudi kolonları ve izleyen yıllarda kurulan devletin bir dizi işgalle bu sınırları, yeni Arap topraklarını ilhak ederek genişlettiği, Filistinlileri ise kuşatılmış, çevrelerindeki çember her seferinde biraz daha daralan, periyodik katliamlar, yoksullaşma ve yoksunlaşmaya mahkûm kıldığı…

İsrail devletinin topraklarını işgal ettiği Filistinlileri “vatansızlaştırma” ve “paryalaştırma” girişimlerini sadece başlıklar hâlinde sıralamak, ciltler tutar… Ben burada İsrail devletinin Filistinlilerin topraklarını işgal, Filistinlileri bastırma ve mülksüzleştirme işlemlerini “Siyonist” ideolojiye dayanarak gerçekleştirdiğini vurgulamakla yetineyim… Hayır, “Siyonist İsrail”, “bir elinde Kur’an, bir elinde Kavgam olan” “İslâmcı faşistler”in bir icadı değil, İsrail’in kurucularının ve yöneticilerinin büyük bölümünün ideolojisi, idealidir.

İsrail’de ve İsrail dışında siyonizme karşı çıkan Yahudi yok mudur, derseniz, vardır elbette. Eğer, Siyonist ideolojinin seküler ve milliyetçi söylemini eleştiren fanatik Yahudileri saymazsak, Norman Finkelstein’dan Noam Chomsky’ye, Michael Neumann’dan Shlomo Sand’a, Ilan Pappé’den Uluslararası Anti-Siyonist Ağ’a çok sayıda İsrail’de ya da İsrail dışında yaşayan Yahudi aydın ve aktivist, kendilerini “anti-Siyonist” olarak tanımlayıp İsrail devletinin Filistinlilere uyguladığı vahşete karşı saygın bir mücadeleyi sürdürmektedir… Ve onlara göre anti-Siyonizmi anti-Semitizme eşitlemek, İsrail politikalarına karşı muhalefeti susturmanın bir yoludur

Gelelim, anti-Siyonist olmayı “anti-PKK” ya da “anti-Ermeni” olmakla eşitleyen mugalataya…

Ermeniler, Osmanlı topraklarında uygulanan etnik temizleme ve “sermayeyi Türkleştirme” politikaları doğrultusunda trajik bir soykırıma uğratıldılar. Cumhuriyet rejimi ise soykırım faillerini taltif edip Ermeni mülklerinin yağmalanmasını resmileştirerek bu politikaya sahip çıktı, sürdürdü… Bu tarihsel gerçeği “ama”sız, “fakat”sız kabul etmek, benim için, Ermenileri sevmek ya da sevmemekten bağımsız olarak, sosyalist bilinç ve vicdanımın gereğidir.

Benzer biçimde, PKK Anadolu Kürtlerinin varlığı ve (ayrılmak dahil) hakları için mücadele eden bir örgüttür. Ulusların kaderini tayin hakkını ilkesel kabul eden sosyalist dünya görüşüm nedeniyle, anti-PKK bir konumu benimsemem, mümkün değildir, olamaz. Ancak ne Kürtler ne de PKK -benim bilebildiğim kadarıyla- Kürt toprakları üzerinde yaşayan herhangi bir kendiliğin ortadan kaldırılması ya da etkisizleştirilmesini, kuşatılmasını, mülksüzleştirilmesini öngörmekte değildir…

Tüm bunların İsrail devletinin Siyonist ve yayılmacı politikalarına karşı çıkmakla ne alakası var?

Gelelim İsrail’in topraklarında Arapların da yaşayabildiğine/yaşadığına. Metin yazarları, bu “lütfu” İsrail devleti açısından bir “yücegönüllülük” olarak görüyor olabilirler. Öyleyse hemen belirtelim, bu günlerde İsrailli siyasiler bu “yücegönüllülükten”, yani toplumun “en altındakiler” olarak yaşattıkları, en parya işlerde çalıştırdıkları, sürekli olarak temel haklarından yoksun bırakmakla tehdit ettikleri bu “azınlıklardan” vaz geçerek, İsrail’i bir “Yahudi devleti” ilan etme konusunda çalışıyorlar… Yazar(lar) İsrail hükümetinin 22 Kasım 2014 tarihinde “İsrail’i Yahudi halkının ulus devleti olarak tanımlayıp, Yahudi şeriatı Halakha’yı devletin hukukunun temel kaynakları arasında kabul eden” yasa tasarısını kabul ettiğinden habersiz mi?

Nazilerin Yahudi halkına uyguladığı soykırımı ve İsrail devletinin Filistinlilere uyguladığı katliam ve şiddet politikalarını aynı nefretle lanetleyen, “Nazi Almanyası’nda Yahudi, İsrail’de Filistinli” olmayı temel değer bilen bir sosyalistim. Mensubu olmaktan onur duyduğum Türkiye devrimci hareketinin Filistin mücadelesiyle dayanışmasına sonuna kadar sahip çıkıyor ve bildirideki her bir sözcüğü bir kez daha imzalıyorum.

Ya beni/bizleri “anti-Semit” olmakla eleştiren metnin yazar(lar)ının İsrail devletinin Filistinlilere karşı işlemekte olduğu insanlık suçlarına karşı en ufak bir eleştirisi var mı?

Yoksa, örneğin Rachel Corrie’nin İsrail tanklarınca parçalanmış bedeni üzerinden İsrail devletinin “hık deyiciliği”ni üstlenmekten hoşnut(lar) mı?

 

10 Aralık 2014 15:48:33, Ankara.

 

[1] Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens, çev: Sumru Ağıryürüyen, Mavi Bulut Yay., 2011.

[2] http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Zionism/zionism.html

75738

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

Katliamlar Diyarı Şırnak

Röportajda Vali Mustafa Malay 15 Ağustos 1992 tarihli olayda asker ve PKK'lilerin öldürüldüğünü söylüyor. Belleği kendisini yanıltıyor herhalde. Olayda asker ya da PKK'li kimse ölmemişti.

Ben o tarihte Şırnak milletvekiliydim.

15 Ağustos gecesi Şırnak'ı harabeye çeviren silahlı saldırıyı gelen telefonlarla haber aldım. Hükümetin oralarda hiçbir yetkisinin olmadığını biliyordum. Ancak bir ümit yine de İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'i aradım ve duruma müdahale etmesi istedim.

İsmet Sezgin PKK'in saldırdığını ve çatışmaların devam ettiğini söyledi.

Fettullah Gülen hareketi hakkında

“Yeminine bakıp insana inanma,insana bakıp yeminine inan.”[2]

 

Ahmet Şık, “Dokunan yanar” diye uyarmıştı Fettullah Gülen (FG) hakkında herkesi; karanlık(lar)ın büyük yangınlar ile aydınlanacağı vurgusuyla başlamalıyım diyeceklerime…

Türk(iye) İslâmının dünden bugüne hülasası olarak yorumlanması mümkün olan FG, yeni bir tarihsel blok ve hegemonya hareketi girişimidir.

Türk(iye) İslâmı’nda kadın olmak

“her put, yıkılmak için dikilir.”[2]

Yerel Seçimler ve Siyaset

Proletarya, hiç bir olaya ve hiç bir siyasal gelişmeye tarafsız kalamaz. Onun “tarafsız”lığı bile taraf olmaktır. Örneğin her hangi bir olayı boykot etmek tarafsız bir siyaset gibi gözükmesine karşılık aktif bir taraf olmaktır. Ya da iki burjuva (örneğin Ergenekon davaları vb.) kliği arasındaki mücadele de birinden birini desteklemeyip “tarafsız” olmak, iki burjuva kliğine karşı aynı tavırı almak anlamındadır.
 
Bütün burjuva partileri hızlı bir şekilde yerel seçimlere hazırlanıyor.

KDP,PKK...Tez,antitez ...sentez?

Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde KDP bir tezdir.Emperyalizm ve sömürgecilikle mücadelede yarı-modern bir başlangıç.Kurulduğu dönemdeki emperyalizmin ve işbirlikçisi yerel sömürgeciliğin ittifaklı çullanmışlığından kaynaklı parçacı bir tez.Toplumsal gelişmenin düzeyine bağlı olarak aşiretler/aileler ittifakı temelinde politika örgütleyen bir tez.Parçacılığı o kadar belirgindir ki, Doğu Kürdistan’da Süleyman Muini ve Kuzey Kürdistan’da Saitler komplolarındaki rollerini gözardı edebilmemizi,  ne Barzani ailesine ne de yüzyıllık direnişlerine duyduğumuz saygı sağlaya

“Postmodern zamanlar"da din (ve islam)

“de omnibus dubitandum est.”[2]

 

“Din: Teorisi/ Pratiği, Dünü, Bugünü” Sempozyumu’nun Ankara ayağındaki “Dini- Eleştirel Olarak Anlayabilmek” oturumunda öncelikle bir saptamamı sizinle paylaşmama izin verin.

Sempozyumun pratik örgütlenmesi sürecinde, kendini sosyalist/ komünist olarak niteleyen kimi çevrelerin, “dinin tartışılması”na bir hayli soğuk ve mesafeli yaklaştıklarına şahit oldum.

“Cujus regio , ejus religio !” [*] [1]

“Kralların kutsal olduğu, antropolojik ve tarihsel bir malumun ilamıdır; ne ki onlar öyle doğmazlar; ancak hükmettikleri eliyle kutsallaştırılırlar.”[2]

“Din” ile “iktidar” ilişkilerini, konu başlığındaki “iktidar” kavramının farklı yorumları çerçevesinde farklı biçimlerde ele almak mümkün, kuşkusuz: günlük yaşamın kılcal damarlarına nüfuz etmiş gündelik iktidar ilişkilerinin din tarafından tahkim ediliş tarzı; bizatihî dinsel iktidar (ve hiyerarşi) biçimleri ya da siyasal iktidar ile din ilişkileri.

Biz Seni Bekledik Zeki Yoldaş. Dört Gözle, Büyük Umut ve Heyecanla Bekledik/Hasan Aksu

 

Yetmişli yılların başı ve ortalarında Zeki yoldaşı sıkıyönetim mahkemelerinde dik duruşlarıyla, faşizmi yargılayışlarıyla tanıdık. Partili ideolojik, siyasal, savunusunu faşizmi yargılarken izledik. Faşizmi kendi kalelerinde yargılarlarken ülkemizde Partizan hareketinin tanınmasında, kavranmasında önemli etkileri oldu. Zeki yoldaş ve diğer yoldaşları şahsen tanımazdık belki ama onların çabaları, örnek tavırları bizleri Kaypakkaya çizgisinde buluşturmuştu.

 

İşaretlesiniz de Fişleseniz de Biz Aleviyiz!

İktidarın asimilasyon politikaları her yeni günde, bir  önceki günü aratır şekilde ve değişik yöntemlerle, değişik rollere soyundurulmuş Hızır Paşalar ve piyonlarla devam ediyor..

Ben İstanbul Surlarinin Dibinde Şehit Düsecegim

           Türkiye Devrimci Hareketi 1980'li yıllarda tartıştığı konuların başında Kürt Sorunu ile SSCB'nin  halen sosyalist mi ?, emperyalist mi ? diye üzerinde şiddetli tartışmaların  yürütüldüğü bir süreçten  geçerek bugünlere geldi.

“ ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?”

“Düşmanlarımızın en güçlüsü içinizdedir.”[1]

 

“… ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?” sorusunun yanıtı; onların “6N 1K”sına dair tahlili “olmazsa olmaz” kılar.

“5N 1K değil miydi?” denecek olursa…  Hayır, sadece “Ne?”, “Ne zaman?”, “Nerede?”, “Nasıl?”, “Neden?”, “Kim?” sorularıyla yetinemeyiz; bunlara “6N”yi yani “Nereden?” sorusunu da eklemeliyiz…

Konuya bu kadar geniş perspektifte eğilme ihtiyacı, liberallerin “önem”inden değil, onların manipülasyon güçlerini teşhir etmenin ve okuyucuya saygının gereği.

Sayfalar