Pazartesi Haziran 17, 2024

Rober Koptaş yazdı: Öcalan’ın mektubundan beklenen

Rober Koptaş, Agos’taki köşesinde KCK’nin ‘lobi’ açıklamasını yazdı: Kürt illerinde gördüğüm, Hrant Dink’in hatırasına hürmeten Ermenileri el üstünde tutan, iç savaşın etkisiyle de Ermenilerin yaşadığı acılara karşı empati duygusu geliştirmiş bir tavır oldu. Bu ileri duruşa karşın, Kürt siyasi hareketinin temsilcilerinin Ermeni meselesinde daha ikircikli bir tutum aldığı söylenebilir.

KCK Eşbaşkanı Bese Hozat’ın “milliyetçi Ermeni ve Rum lobilerini paralel devlet olmakla” ve dolaylı olarak da Türkiye’nin demokratikleşmesini engellemekle suçlayan açıklamaları büyük yankı buldu, çok tartışıldı.

Tartışma öyle bir boyuta ulaştı ki, 11 Ocak günü İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan’la görüşen BDP heyeti, Öcalan’a bu konudan da söz etti. Aldığımız bilgilere göre, milletvekilleri Öcalan’a Agos’un son sayısındaki başyazısını okudu, Öcalan da buna karşılık olarak yanlış anlaşıldıklarını, meseleyi açıklığa kavuşturmak için Ermenilere yönelik bir mektup yazacağını ifade etti.

Hozat’ın açıklamaları ve sonrasında yaşanan tartışmaları birkaç farklı boyutuyla inceleyebiliriz. Ancak öncelikle, ona tepki gösteren Ermenilere yönelik hakaret ve suçlamalara dikkat çekmek gerekiyor.

Eleştiriye karşı nefret

Hozat’ın açıklamaları yayımlandıktan sonra, Agos yazarları Yetvart Danzikyan, Ohannes Kılıçdağı ve yayın yönetmeni olarak ben, internet sitemizde yayımlanmak üzere eleştirilerimizi dile getiren kısa birer not yazdık ve bu notlar bir haber metni olarak yayımlandı. Ardından, Taraf’ta Hayko Bağdat, Bese Hozat’a yönelik eleştirilerini açık bir mektupla duyurdu. 

Yani açıklamalara ilk tepkiyi gösterenler, Türkiye basınında zaten bir elin parmaklarını geçmeyen Ermeniler oldu. Dile getirilen eleştiriler ise bağcı dövmeyi değil üzüm yemeyi amaçlayan, yapıcı bir tona sahip, Hozat’ın dile getirdiği görüşlerin KCK’nın çoğulculuk iddiasıyla çeliştiğini vurgulayan dostane eleştirilerdi.

Buna rağmen, özellikle sosyal medyada, bizleri ırkçılıkla, milliyetçilikle, Kürt düşmanlığıyla, birilerinin maşası olmakla suçlayan ifadeler yayımlandı. Elbette ki bu hakaret ve suçlamaları Kürt kimliğine veya Kürtlere veya PKK-KCK-BDP-HDP çizgisindeki bütün Kürtlere mal etmek doğru olmaz. Ancak yine de, gözü dönmüş ideolojik bir tavrın sonucu olarak hiçbir eleştiriye tahammül edemediği gibi, diğer etnik gruplara karşı amansız bir öfkeyle davrananların Kürt hareketi çevresinde de hiç az olmadığını bu vesileyle görmüş olduk.

Bu, işin polemik yönü. İşin fikirsel yönüne baktığımızda ise çok katmanlı bir manzara göreceğiz.

1915: Bir tutukluk

Şahsen, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda, Kürt illerinde gördüğüm, özellikle Hrant Dink’in hatırasına hürmeten Ermenileri el üstünde tutan, 30 yıllık iç savaşın etkisiyle de geçmişte Ermenilerin yaşadığı acılara karşı empati duygusu geliştirmiş bir tavır oldu. Kürtlerin önemli bir kesimi, Türklerden farklı olarak, 1915’te Ermenilerin neler yaşadıklarını biliyor, kabul ediyor ve bundan dolayı büyük bir üzüntü duyuyor. Bu tutumu Türkiye şartlarında ne kadar değerli bulduğumu söylememe gerek dahi yok. 

Buna karşın, toplumsal tabandaki bu ileri duruşa karşın, Kürt siyasi hareketinin kurumsal temsilcilerinin Ermeni meselesinde daha ikircikli bir tutum aldığını söylenebilir. Kültürel anlamda çoğulcu bir Türkiye’yi ve farklı halkların, dillerin bir arada yaşamını savunan Kürt hareketi, iş geçmişe, özellikle 1915’e geldiğinde çok daha düşük profilli bir siyaseti tercih etti bugüne dek.

Bu tercihin nedenleri çoğunlukla doğrudan 1915-1922 dönemine uzanıyor. Kürtler arasında bazı kesimlerin Ermeni soykırımına yoğun katılım göstermiş olması, Ermeni mülklerinin üzerine konan aşiret ve gruplar; ayrıca, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu vilayetlerinde bir Ermenistan kurulmasın diye örgütlenen silahlı mücadele, Kürt siyasi hareketinin Ermenilerle ilgili geçmiş konusunda nispeten suskun kalmasına yol açtı.

Nedenler derinde

Daha önce Öcalan’ın, şimdi Bese Hozat’ın, ardından KCK’li Rıza Altun’un ve HDP’nin Adana adayı olarak adı geçen Ayhan Bilgen’in sözleri, bu tarihsel arkaplan üzerine oturuyor. Bu arkaplanda Kürt siyasileri, hem Ermenistan ile Kürdistan tahayyüllerinin coğrafi çakışmasıyla ilgili rahatsızlıklarını, hem de bazı Kürtlerin 1915’te İttihatçılarla yaptığı, cana ve mala ilişkin suç ortaklığının dile getirilmesine yönelik kaygılarını ifade etmiş oluyorlar.

Öcalan’ın daha önceki açıklamalarındaki “Ermeni milliyetçiliği” eleştirilerini de bu çerçevede okumak gerekiyor. Öcalan’ın buradaki hatası –geçmişte Ermeni milliyetçiliğinin yaptığı hataları sıralarken haklı olduğunu kabul etsek bile– bu hataları soykırımın nedeni olarak göstermesi. Çünkü hiçbir siyasi hareketin hataları, milyonu bulan sayıda insanın öldürülmesini ve yerinden edilmesini haklı gösteremez, bunun gerekçesi olamaz.   

Bese Hozat’ın açıklamaları ise, geçmişle değil bugünle ilgiliydi ve ‘milliyetçi Ermeni ve Rum’ lobilerinin paralel devlet olduğunu iddia ediyordu. Bu iddiaların iler tutar yanı yok, çünkü Ermeni ve Rum lobi gruplarının milliyetçi olduğunu kabul etsek bile, bunların Türkiye devleti, bürokrasisi veya toplumu üzerinde en ufak bir etkisi olduğunu iddia etmek saflık olacaktır.

Bu açıklamanın tehlikesi ise, tıpkı devletin ve resmi ideolojinin yaptığı gibi, Ermeni ve Rumları hedef göstermesi. Çünkü Türkiye’de özellikle gayrimüslim azınlıklar, zaten sürekli şüpheli, ikinci sınıf kabul edilirler, çoğunlukla yabancı güçlerin uzantıları olarak algılanırlar. Dolayısıyla bu açıklamasıyla KCK, siyasi iddiasından farklı olarak, bütün etnik ve dini grupların eşitliğine ve kültürel var oluşlarını sürdürmelerini savunmaya yönelik tutumunda hasar yaratacak bir açıklama yapmış oldu. HDP Eşbaşkanları Sabahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü ise yaptıkları açıklama ile bu hasarın farkında olduklarını ve giderilmesi için hal çaresi aranması gerektiğini gösterdiler.

Lobiler ne ister?

Hozat’ın sözlerinin zamanlaması, tıpkı Başbakan Erdoğan gibi ‘paralel devlet’ kavramına vurgu yapması, şüphesiz ki Kürt sorununda çözüm sürecini tehlikelerden sakınma çabasının bir dışavurumu. Kürtlerin, son bir yıldır yürütülen süreç sonucunda silahlar susmuşken, müzakereleri yürüten iktidarın abandone olmasını istememesi son derece anlaşılır. Ancak bu tutumu pekiştirmek için kullanılan yöntemler ve bunların içeriği ayrımcılık yaratan türden olunca, kaş yapayım derken göz çıkarmış oluyorsunuz. Bu da, her şeyden önce, ağır bedeller ödeyerek barış ihtimalini yoktan var eden bir siyasi hareket için nahoş bir durum.

Neticede, ‘Ermeni ve Rum lobileri’, beğenelim beğenmeyelim, Türkiye’ye dair en temel talepleri adaletin sağlanması olan, haksızlığa uğramış, yerlerinden yurtlarından edilmiş insanların temsilcileri. Bu kurumların pek çoğu, talep ettikleri adaletin ancak daha demokratik bir Türkiye’de mümkün olabileceğini de çok iyi biliyor.

Görünen o ki, PKK-KCK-BDP çizgisinin, Türkiye tarihine bakışında Anadolu’nun gayrimüslim halkları konusunda ciddi bir revizyona gitmesi gerekiyor. Bakalım Abdullah Öcalan’ın beklenen mektubu bu yönde ileri bir adım olacak mı?

ROBER KOPTAŞ

91379

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Katledilişinin 50. Yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya HESAPLAŞMA, KOPUŞ VE YENİ BİR YOL

Kafasında üstü yırtık ve yamalı kahve renkli bir kasket, sırtında yerli bir askeri parka, altında ceket, kazak… üst üste giyilmiş üç tane pantolon, ayağında bir çift beyaz yünden yapılmış ve köylerde elle örülen çorap ve onun üzerinde naylon çorap, bir çift 45 numara Çelik marka lastik ayakkabı”yla tutsak edildi.1 

Kavganın ve Mücadelenin Ozanı; Yetiş Yalnız…

İbrahim Kaypakkaya, ilgilenenler tarafından bugüne kadar birçok özelliği ile tanındı, bilindi. En yaygın bilinirliği‚ “ser verip sır vermemesidir” sanırız. Doğrudur, Kaypakkaya işkencede direndi. Onun düşmana karşı direnişi inadından veya acıya dayanıklı olmasından kaynaklanmıyordu elbette… Bunu nereden mi biliyoruz? Dönemin en azgın faşist uygulamaların yapıldığı Amed Zindanı’nda yapmış olduğu siyasi savunmadan. Kemalist faşist diktatörlüğe karşı, onun elinde tutsakken dahi örgütsel ilişkilerini deşifre etmeden, uğruna mücadele ettiği komünizm düşüncesini savunmasından biliyoruz.

“Ermenilerin hepsi ASALA olsun” (Nubar Ozanyan)

Yaklaşık 45 gündür Artsakh, vicdansız ve eşitsiz bir kuşatma altında. Artsakh halkı buz kesen soğukta direniyor. Dünya sağır ve suskun.

30. Ölümsüzlük Yılında MANUEL DEMİR/ՄԱՆՈՒԵԼ ՏԷՄԻՐ Yaşıyor! Partizanlar yaşıyor! (1)

Manuel Demir’i 30. ölümsüzlük yılında saygıyla anıyoruz. Bu vesileyle Ermeni Fedailer adıyla başlattıkları ve hayatlarını Ermeni halkının davasına adadıkları, bugün ise Partizan hareketine dönüşerek devam eden mücadelede sayısız Ermeni devrimciler Hrantlar, Hayrabetler, Armenaklar, Yalımyanlar, Ozanyanlar ve Manueller’i de anıyor ve aradan yüz yıl geçmiş olsa da bu mücadelenin devam edeceğini belirtiyoruz.

TKP-ML OPK Üyesi Ünal Orhan: Yeni Yılda Umudu ve Özgürlüğü Güçlendirmeliyiz, Güçlendireceğiz!”

Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist Ortadoğu Parti Komitesi (TKP-ML OPK) üyesi Ünal Oral ile yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Hangi Sınıfın Cumhuriyeti Yaşasın?

Feodal aristorkrasiye karşı burjuvazinin iktidara gelmesi ve feodalizmi yıkması tarihsel olarak ilericiydi. O dönemde “ kahrolsun feodalite, yaşasın cumhuriyet” sloganı ileri bir hedefi gösteriyordu. Bu tarihsel dönüşüm Fransız burjuvazisinin 1789 burjuva devrimiyle başarıldı. Bu, toplumlar tarihinin geri döndürülemez diyalektik gelişimiydi. Feodal aristokrasi, ne kadar çaba harcarsa harcasın, gelişen üretici güçlerin önünde daha fazla direnemezdi ve kendinden önceki toplumların başına gelen kendisinin de başına gelmişti: Toplumlar tarihinin çöplüğündeki yerini aldı.

Zorunlu Açıklama!

Kısa bir süre önce; "Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han ve Süleyman Cihan." başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazının giriş bölümünden de anlaşılacağı gibi bu yazı, Anayasa Mahkemesi'nin Sansaryan Han’a ilişkin kararı vesile yapılarak yazılmıştı.

Sosyal medyayı ve malum platformları aktif olarak takip etmediğimden; yazıya ilişkin kimlerin ne türden değerlendirmeler de bulunduğunu bilmiyorum. Bu çok ta önemli değil; elbette her okurun kendine göre değerlendirme, beğeni ve yergileri de olacaktır.

Ali Haydar Dersim’e (Nubar Ozanyan)

Değerli bir komutanı daha kaybettik. Dersim halkının bağrından çıkıp, dağlara sevdalanan, özgürlüğü zirvelerde arayan bir komutanı yitirdik. Büyük bir yürek acısı daha yaşadık.

Sayfalar