Cumartesi Haziran 15, 2024

Karışık

Yeni yılın ilk ayını epey aşarak yazıyorum ilk yazımı, belki korktum, belki panik yaptım, belki bir şey bekledim, ya da kimsenin aklına gelmeyecek hesaplar yaptım, yani derine daldım. “derin” kelimesi nasıl bir algı yaratır, nereden yakalar adamı, nasıl eğer, nerede büker, ne hale sokar, bilemem. Ama içimde tedirgin, kuşkucu, rahatsız ve hasta bir yer etti. Nerede bir erk, kurum, parti, örgüt, hele hele devlet varsa derini mevcuttur. Başka bir gücün olduğu ve derinlerden zelzele kudretine sahip bir şey bu…

 
      Belki bundan ötürü sustum, dilim derine daldı, aklanmadı, ayıkmadı, ama yazamadım tam yeni yılın üstünden 23 gün geçti. Artık eskisi gibi kâğıt kalem yok, belki 10 sene evvel “kâğıdı ve kalemimi aldım” diye başlayabilirdi ama değil, bilgisayarımı açtım, aklımda temeli göbeği ve çatısı belli olmayan kuralsız, kaidesiz, siyasi, gayrı siyasi, sanatsal gayrı, sanatsal ne dökülürse yazacağım ve düzeltmeden yani kurgusunu yapmadan bırakacağım. Tabi sanatta bununda adı var “ absürt” ama ben “ absürt bir denemedir” deyip paçayı kurtarmaya çalışmayacağım. Bu yazıyı yazmadan hemen önce “ Nietzsche ağladığında” filmini izliyordum, yaklaşık 4 sene evvel kitabını okudum, derindi, karışıktı, kuşkucu, kandırıkçı ve şaşırtıcıydı ve Nietzsche ağlıyordu.

Filmini ıstırapla izledim, hemen belirtmeliyim hele dublajın rezaleti başka zulüm. Beterdi, yarımdı, yaramazdı, yalandı, yabandı eksik ve saçmaydı. Rasyonalitesi şu olmalıdır kanımca “ herkes ağlar Nietzsche de ağlar” … Evet yabandı. Aylardan ocak, biraz yanacak, biraz titreyecek zaman, sonra derine inecek fitil ve bahse girilmiş bütün sokaklar derinden susacak. Yatay geçişle derinden paralele geçiş yapan devlet, zamlarla halkın prangasını iyice sıkmaya başladı. Filimden koptum ama Nietzsche’nin ağlamasını düşündüm, yaklaşık yüz yıl evvel ölmüş bu büyük filozofu anlamak için empati kurdum.

Mesele ağlamak değil yani Nietzshe’nin ağlaması çok aykırı ayıp yazık falan değil, ne için ağladığını anlamak duygusunda dolanırken Volkan Yağan’ı (Burhani) dinlemeye başladım. Halepçe adlı kılamı çaldığında ağlamamak için “ne olmak gerekir acaba?” diye düşündüm. “Kara bir bulut kaynıyor dağların doruklarında, yitir kendi kendimi çocukların çığlığında” cümlesinden sonra kendimi Halepçe’nin orta yerinde buldum, “anam yeni taramıştı saçlarını çocukların” diye devam eden kılam ciğerlerimin ortasında hançer acısıyla dolandı. En son kısmına bağlantı yaptığı Dersim kılamı ile Kürdistan coğrafyasında bir acıdan diğer bir acıya konukluk ettim. Savaş, sürgün ve sürgün dönüşünü anlatmaya çalıştığım “yasak mıntıkanın çocukları” adlı romanımı okuyan ve Dersim’i bu yönlü tanımayan birisi “bu olamaz, sen abartmışsın, hiçbir anne çocuğunu öldüremez, ne kadar savaş içinde olsa da” bana inanıyordu ama bunun olabileceğini ve ona göre insanın bunu yapmayacağıdır. “Ocak ayının yeni yılın ilk ayı olmasının güzel yanları var mıdır?” diye düşündüm ama bulamıyorum.

Hrant Dink sanki yüz yıldır her gün ölüyor. Öldürüldüğü gün gözbebeklerimde yer etmiş o fotoğrafı asla silemem. Ben kendisiyle tanışmadım hiç, annem; kim olduğunu bilmiyordu, öldürüldüğü gün annem dedi ki; “ te hefe mormek chıqa mordemode rınd bi” ( yazık, ne kadar iyi bir insandı) anneme dedim ki “daye tu naskene ni mormek?” ( anne bu adamı tanıyor musun?) “ nene lacemı ez kotra naskeri” ( yok oğlum ben nerden tanıyayım?) “ ma tu chı zona nu mordem rındo, tu tirki nezona, nu mormek chı qeseykeno ?” (nerden biliyorsun ki bu adam iyidir, sen Türkçe bilmiyorsun, ne biliyorsun bu adam ne konuşuyor?) “ sıfate deyde belliyo lacemı mordemode rınd bi” (mizacından bellidir oğlum o iyi bir insandı) sustum, çünkü söz hükmünü yitirmişti. 
hasansaglam@gmail.com

119097

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

Sayfalar