Pazartesi Haziran 17, 2024

Hasta iken tutsak olmak!

AKP hükümeti ve yargısının düşman hukuku nedeniyle hasta tutsaklar sorunu hala gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Hemen hemen her gün yapılan basın açıklamaları, HDP milletvekillerince meclise soru önergelerinin verilmesi, konunun özgür basın tarafından her gün haber yapılması ve bir bir hastaların zindandaki tükenişleri dahi hasta tutsakların dünya tarafından görülmesi ve bırakılmalarına yetmiyor.

Ben, hastayken tutsak olmanın ne olduğunu çok iyi bilenlerdenim. Bizler şuan dışarıda yeterince oksijen alırken o’nlar dört duvar arasında, göğü daraltsın diye olduğundan da yükseltilmiş duvarlar içerisinde oksitlenmiş demir, nem ve rutubet kokusuyla yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Bizler dışarıda her türlü çirkinliği yaşar ve aldığımız solukları anlamlandıramaz ve günü birlik yaşarken o’nlar, aldıkları her nefesi anlamlandırmak durumundalar çünkü bizim kadar ucuza alamıyorlar ciğerlerine soludukları oksijeni.

Ben her akşam havalandırma kapıları kapandıktan sonra nefes almak için paslı parmaklıkların dışına dudaklarımı dayayıp nefes almaya çalışıyordum. Nefes alabilmek için ağır ağır ilaçlar kullanıyordum.

Hasta tutsakların mevcut hastalıkları dışında zindan koşulları nedeniyle başka birçok virüs doğallığında ve bazen de idare tarafından çeşitli yöntemlerle vücudumuza enjekte edilebiliyor. Sağlıklı bir insanın bile zor nefes aldığı bir ortamda hastaların yaşama tutunabilmeleri inanın ki çok fazla sürmez ki sürmüyor.

Halil Güneş arkadaşla Amed zindanında aynı kısımda kalma şansım oldu. Arkadaşımız sırf arkadaşları rahatsız olmasın diye ağrı kesicilerin faydasız kaldığı an’larda dahi inlemiyor, öksürüğünü dahi tutmaya çalışıyordu. Serum takılması için vücudunda delinmedik tek yer dahi kalmamıştır arkadaşımızın. Her gün aldığı serum ve ağır ilaçlar ağrılarını dindirmeye ve yaralarını iyileştirmeye yetmiyordu; çünkü bir hastalığın ağrısı geçip diğeri başlıyor, bir yara kapanıp bir diğeri açılıyordu. O’ndaki inanç, irade, yaşama bağlılık ve özgürlük aşkı hastalıkları nedeniyle inanın tıpta çığır açmıştır. Halil Güneş’in Sayın Öcalan ve halka olan aşkı bugün, onu yaşama bağlayan tek ilaçtır diyebilirim.

Hasta tutsaklar ölüme terk edilmiş durumda

Namı diğer Apê Dedo kalp krizi geçirmiş ve tedavisi yarıda kesilerek ameliyat elbisesiyle benim de için de olduğum ring aracına konularak hastaneden cezaevine götürülmüştü. Seksene merdiven dayamış kalp ve astım hastalıkları olan Mehmet Emin Özkan (Apê Dedo) ve Sıdık Güler (Apê Sıdık), genç yaşına rağmen ayakları günden güne çürüyen ve baston ile bile zor yürüyebilen Selahattin Aytek, kanser, kalp ve beyin damar rahatsızlıkları olan Şemsettin Kargılı ismini hatırlayabildiğim hasta tutsaklardan yalnızca bir kaçı. Ayakları olmayan, eli ve kolları olmayan arkadaşlarımız tek kişilik odalarda tutuluyorlar. Bu arkadaşlar şuan Amed zindanında ve günden güne eri(tili)yorlar.

Hükümet yetkilileri ve kamuoyunun onları anlayabilmesi için illa ağır hastalıklarının olması ve el-kol ve ayaklarının olmaması mı gerekiyor?

Emin olun ki Hasta tutsaklar çözüm sürecini ve seçimi bekleyemezler.

Hasta tutsakların hastane sevki bazen 3 ay bazen 6 ay sürebiliyor. Bazen de bilerek sevke çıkarılmayıp muayeneye götürülmüyorlar. Böylelikle hastalıkları da ilerlemiş oluyor. Revirden tam teşekküllü bir hastaneye sevk izni revir doktoru ve cezaevi idaresinin insafına bırakılıyor. Her şikâyete ağrı kesici ve merhem veriliyor. Cezaevine bir şekilde getirilen virüs, ortamdan kaynaklı kısa sürede bütün cezaevini sarabiliyor. Akşam belli bir saatte revir kapanıyor ve acil bir durumda ambulans çağırmak durumunda kalıyorsun. Eğer kalp krizi geçirmişsen zaten ölmüşsün demektir çünkü ambulans en az 45 dakikada geliyor. Arkadaşın gözünün önünde yaşamını yitiriyor ama sen hiçbir şey yapamıyorsun. Halil Güneş gibi birçok arkadaşımız var ve bu arkadaşlarımızın bir sabah uyanamama gibi bir riskleri var.

Evet, bu canlarımızın tek tek solukları kesilir de yine de minnet etmezler o’nlara düşman hukuku ile yaklaşanlara. Ancak o şartlarda bırakın hastayken yaşayamamayı, inanın sağlıklı iken dahi yaşanamıyor.

Hasta tutsakların çözüm sürecini bekleyecek ne halleri var, ne de zamanları. Bizler yeterli oksijen alırken, onlar; Oksitlenmiş demir kokusu, nem ve rutubetli hava soluyorlar. Aldığımız nefesin hakkını ancak Hasta tutsakların özgürlüğü için mücadele etmeyle verebiliriz. Bu da hükümetten beklemek, basın açıklaması yapmak ve evde oturmayla olmuyor/olmadı, olacağa da benzemiyor. Başka bir şey gerek ama ne!

Kendi adıma söylüyorum!

O'nların zindanda olduğu her an aldığım nefesleri, onursuzca almış sayacam.

Hasta tutsakların durumu seçime kurban gitmemeli ve özgür tutsaklar bir an önce serbest bırakılmalılar.

Mehmet Polatsoy

14.02.2015


70357

Mehmet Serhat Polatsoy

Özellikle Kürt Ulusal Hareketi üzerine ve kürtlerin sorunları üzerine makaleler yazmakta olan yazarımız 2011 sonlarından beri yazılarıyla sitemizde yer almaktadır.

serhatpolatsoy@kaypakkaya-partizan.net(hazırlanıyor)

Mehmet Serhat Polatsoy

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Sayfalar