Pazartesi Haziran 17, 2024

Halklar Masum Mu?

 

Yayınladığım son yazılar konusunda, arkadaşlardan açık sayfalara ve emailime gelen eleştirilere tek tek cevap yerine, buradan toplu cevap vermeyi daha uygun buldum.

Arkadaşlar, Ermeni jenositi konusunda halkların bir bölümünü suçlu ilan etmenin, yanlış olduğunu; ezilen, katliama uğrayan bir halkın, bir başka halkı katletemeyeceğini, dolayısıyla halkların masum olduğunu söylüyorlar.

Yeryüzünde, belli bir yaştan sonra suç işlemeyen tek bir insanın dahi olmadığı kanısındayım. Bu ayrı ve alengirli bir konu. Geçelim. Halkların, kitle katliamlarına ilişkin suçları konusunda bir noktaya özellikle dikkat ederim. Katliamı planlayıp örgütleyen esas güçleri, kışkırtılıp harekete geçirilen ikincil güçlerden ayırırım. Yağmalar, katliamlar tarihinde, yağma ve katliam kampanyalarına katılan yığınları masum göstermenin ağır sonuçları vardır. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. İsterseniz, uzağa gitmeyelim. Seçim meydanlarında insanlığa meydan okuyan Hitler’i, oylarıyla iktidara taşıyan Alman halkının bir bölümü, masum mudur? Cezayir savaşını sessizce seyreden Fransız halkı masum mudur? Jean Paul Sartre’ın gözünde bu hak katildir. Ben, suçludur demeyi tercih ederim. Kürtlerin ulusal varlığını, bağımsız yaşama hakkını inkar eden, onlara yönelik askeri seferleri canla başla destekleyen, askerleri davul zurna ile gönderen Türk halkının bir bölümü masum mudur? Örnekler saymakla bitmez. Yeryüzünde hiçbir sınıf, kategori ve zümre, gerekçesi ne olursa olsun, eleştiri üstü değildir, pir ü pak değildir. İnsan suç işler. Halklar, insanlardan oluşur, halklar da suç işler.

Kırılan mazlum bir halkın, bir diğer mazlum halkın kırılmasına bulaşıp suç işlemeyeceği, tarihte buna örnek gösterilemeyeceği, halkların masum olduğu görüşüne gelince, bunun da tarihteki örnekleri çoktur. Yine isterseniz, uzağa gitmeyelim. Batılı emperyalistler ve onların yardakçıları tarafından köleleştirilen Türk halkının bir bölümünün, İttihat Terakki’nin teşvikiyle, Rum, Ermeni, Kürt, Süryani yağma ve katliamlarına bulaştığını, suça iştirak ettiğini biliyoruz. Osmanlı tarihinin son dört yüz yılı içinde, Osmanlı egemenlerinin teşvik ve desteği ile, Kürdistan’da, Şafi Kürtlerin bir bölümünün, ezilen alevi yığınlara yönelik tenkil hareketleri düzenlediklerini biliyoruz. Ondokuzuncu yüz yılın ortalarında, Bedirhan Beyin önderliğindeki Kürtlerin, Osmanlı egemenlerinin sinsi teşvikiyle ezilen Nasturileri ezdiğini, sonra da Osmanlı tarafından Bedirhan ve Kürtlerin ezildiğini biliyoruz. Aynı planın, 1915 ile 1925 arasında uygulandığını, Ermeni tehcir ve kırımına karar veren devletin, Kürtlerin bir bölümünü bu suça bulaştırdığını, 1920 ve 1925’de de Kürtleri ezdiğini biliyoruz.

Bazı arkadaşlar, İbo’nun, Ermeni Jenositinden söz etmediğini, böyle bir görüşü, İbo’ya benim mal ettiğimi söylüyorlar. Bu soru, öyle zannediyorum ki İbo’yu okumamaktan ya da dikkatlice okumamaktan kaynaklanıyor. İbo’yu okursak, orada “Ermeni Jenositi” ibaresiyle karşılaşırız. Sadece bununla değil, “Türk tarihinde birden çok jenositlerin mevcut olduğu” ibaresiyle de karşılaşırız. Bu ibarelerin dışında onun bu konuda ne dediğini de aktarmak istiyorum: “Türkiye sınırları içindeki diğer milliyetler meta üretiminin ve kapitalizmin gelişmesi ölçüsünde Türkiye’den koparak ayrı milli devletler içinde (veya çok milletli devletler içinde) örgütlenmişlerdir. 1915’de ve 1919-20’de kitle halinde katledilen ve topraklarından sürülen Ermenilerin hareketi müstesna.” (Seçme Yazılar, sf. 215, Ocak Yayınları) “İttihat ve Terakki döneminde olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de, Kurtuluş Savaşına katılan orta burjuvazinin bir kesimi, ele geçirdiği devlet gücünü, zenginleşmek için bir kaldıraç gibi kullanarak, … Türkiye’yi terkeden ve katledilen Ermeni ve Rum kapitalistlerinin mallarına, mülklerine el koyarak iyice zenginleştiler..).(age, sf. 127)

Arkadaşlar, Ermenilerin de kırım yaptıklarını, bu sorunun, tek yönlü bir soy kırım olarak değil, iki halkın karşılıklı birbirlerini kırdığı bir sorun olarak göründüğünü söylüyorlar. Ermenilerin de kırım yaptıları doğrudur ama sorun, genel hatlarıyla karşılıklı bir kırım gibi görünmüyor. Tarihi hesaba katarak baktığımızda sorun şöyle görünüyor: sen, Orta Asya’dan kalkıp İran üzerinden, Ermenistan, Kürdistan ve Bizans coğrafyasına giriyorsun. İşgal ettiğin Batı Ermenistan’ı bin yıl içinde eritmeye, müslümanlaştırmaya çalışıyorsun. Yirminci yüz yılın başlarına geldiğinde ise, Ermenilerin, Batı Ermenistan için verdikleri bağımsızlık mücadelesini tehcir kararıyla, yani Ermeni nüfusunu, onların ana yurdu olan Batı Ermenistan’dan ve tüm Anadolu’dan sürme ve yer yer de kırıp çıkarma kararıyla cezalandırıyorsun. Sürgün yolları cesetlerle aşılmaz hale geliyor ve Batı Ermenistan’daki Ermenilerin varlığı, bir varmış, bir yokmuş masalına dönüşüyor. Sonra kalkıp şöyle diyorsun: ortada tek yönlü bir soykırım yok, onlar da bizi kırdı. Bu, bana, jenosit’i hasır altı etme eğilimi olarak görünüyor. Türk milliyetçileri sadece bunu değil, Ermeni milliyetçilerinin Hocaali’deki katliamlarını da jenositi hasır altı etmenin bir gerekçesi olarak kullanıyorlar.

Lenin, Stalin ve Mao’nun, Kurtuluş Savaşı ve Kemalist hareket konusunda, İbo’dan farklı düşündüklerini söylüyor ve sorular yöneltiyorlar bazı arkadaşlar. Olabilir. Bu, İbo’nun, yanlış tesbitler yaptığının bir kanıtı olamaz. Lenin’in, Kemalist harekatın ya da Kurtuluş Savaşı önderliğinin sınıf karekterine dair nerede ne dediğine rastlamış değilim. Lenin’in ne dediğini Lenin’den değil, bir Sovyet elçisinden, Aralof’tan öğreniyoruz. Stalin’i daha iyi biliyoruz; Mustafa Kemal’i, Türkiye’nin Sun Yat Sen’i olarak gösterenlere karşı çıkıyor ve onu Türkiye’nin Çan Kay Şek’i olarak niteliyor. Çan Kay Şek kim? Çin Komprador burjuva ve büyük toprak ağalarının temsilcisi.

 Mao ise, “Yeni Demokrasi Üzerine” adlı yazısında, “Burjuvazinin küçük kemalist diktatörlüğü,” diye bir niteleme yapıyor. Ona göre bu diktatörlük, “…sonunda kendisini İngiliz-Fransız emperyalizminin kollarına atmak zorunda kaldı ve giderek daha fazla bir yarı-sömürge ve gerici emperyalist dünyanın parçası haline geldi.” (Selected Works, vol.2, PRC, 1965, sf.355)

Şimdilik bu kadar. Yanılabilirim. Yerelliğin, milliyetçiliğin ötesinde, doğru bildiğim şeyleri söylemeye çalışıyorum. Sonsuz uzay karanlığında, varlığı, varlık alemi tarafından pek ciddiye alınmayan bir toz zerreciğinin üzerinde yaşadığımı hissediyorum. Bu bakımdan, hiçbir değer yargısına, felsefi mülahazaya kalıcılık atfetmiyorum.

Nisan 2020

3547

Muzaffer Oruçoğlu

Muzaffer Oruçoğlu, 20 şubat 1948’de, Kars’ın Göle kazasına bağlı Büyük Zavot köyünde doğdu. Köyünde ilkokul olmadığı için İlkokulun ilk üç yılını komşu köyün (Küçük Zavot) okulunda, bir yılını kendi köyünde, son yılını da Kars’ta okudu. Kars Orta Okulu’nu bitirdikten sonra, Öğretmen okulu sınavlarını kazanarak Rize Öğretmen okuluna, iki yıl sonra da İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu hazırlık Lisesine gitti. Bir yılsonra, Fen Fakültesi Matematik Astronomi bölümüne girdi. 67’de içlerinde İbrahim Kaypakkaya’nın da olduğu 9 arkadaşıyla birlikte, Amerikan 6. Filosuna karşı yayınladıkları bildiri gerekçesiyle Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’dan atıldı. 68 öğrenci hareketlerine katıldı. 1969’da Değirmen Köyündeki toprak işgaline katıldı ve tutuklanıp Silivri cezaevine konuldu. 1972’de TKP(M-L) kurucuları arasında yer aldı. 1973’de İstanbul’da yakalandı ve ömürboyu hapse mahkum edildi. Tutsaklık yıllarını şiir ve roman yazarak geçirdi. 13 yıl tutsaklıktan sonra askere alındı. Askerden 40 gün sonra, mayıs 1986’da firar edip Yunanistan’a geçti. Fransa’da iltica etti. Yeniden roman yazmaya ve resim yapmaya başladı. Siyaset ve edebiyat dergilerinde makaleleri yayınlandı. 1988’ de evlenerek Avustralya’ya yerleşti. Bu kıtada ilkin iki yıllık resim ve heykel kolejini (Greensborough TAFE COLLEGE - NMIT) bitirdi. Daha sonra Royal Melbourne Teknoloji Enstitüsüne (RMIT) bağlı, PUBLİC ART bölümünde üç yıl Resim ve Heykel eğitimi yaptı. Şimdiye kadar toplam 6 ülkede altmışa yakın kişisel resim sergisi açtı. 13’ü roman, 7’si şiir, 2’si masal olmak üzere 30 kitabı yayınlandı. 2011’de Abdullah Baştürk işçi edebiyat ödülü ,Grizu romanına verildi. Halen Avusturalya'da yaşamaktadır.

Muzaffer Oruçoğlu

Yeni Süreçte Bize Düşen Görevler/ Hasan Aksu

 

Dine Savas Acmak Dini Guclendirir; Ama Dinle Uzlasmak Da Dini Guclendirir

 
 
Dine Savas Acmak Dini Guclendirir; Ama Dinle Uzlasmak Da Dini Guclendirir; Din Sinif Mucadelesindeki Rolune Gore Ele Alinir!
Herseyleri yalan, demogoji, carpitma, sahtekarlik...

Alevi Açılımı mı, İzzettin'in Hançeri mi ?

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın okyanus ötesinde ikamet eden Fethullah Gülen hocayla ve Alevi toplumunun her dönem sisteme yedeklenmesi, demokrasi, temel hak ve özgürlüklerle kimlik mücadelesinden uzaklaştırılması için gönüllü olarak çalışan İzzettin Doğan’ın son asimilasyon projesi çalışması netleşmeye başladı.

 

İtiraz ahlaki[*]

 

“İnsanlarda eksik olan

güç değil iradedir.”[1]

 

Zor, ancak zor olduğu kadar da güzel ve umutlu günlerden geçiyoruz.

İnsan olma hâli(miz), bir kere daha sınanıyor.

Devletin Sokak Çeteleri Mafyanın Ortak Organizasyonuna Karşı Devrimci Tavır Ne Olmalıdır! HASAN AKSU.

Bu gerçeklik bugüne has bir karşı devrimci bir organizasyon değil. Devletin başında olanların derin organizasyonudur ve de süreklilik göstermektedir.

Bu Dünya Komünizmi de Yaşayacaktır!

 

Ekim Devrimi’nin 96. Yılını Kutlarken!...

Sınıf bilinçli bir devrimcinin,
her zaman devrim beklemesi,
onun düşünce ve eylem
diyalektiğinin bir gereğidir

ÇIRILÇIPLAĞIM SOKAK ORTASINDA UTANIYORUM!

Yoksullar için bir cehenneme dönüşen dünyanın şu utançlı haline bir bakın! İçinde çocuk ve kadınların da olduğu yüzlerce kaçak göçmen bindikleri tekne alabora olunca, İtalya'nın Lampedusa Adası açıklarında denizin zifiri karanlığında kaybolup gittiler.

         Dünyayı aralarında ülke ülke parselleyen kudretlilerin para havuzları dolarlarla dolup dolup taşarken, yoksulluk mengenesindeki bu insanlar bir lokma ekmek için bin bir umutla yollara düşmüş, bilmeden ölüme koşmuşlardı.

Aşk ve Sanatın hayatı yani Gezi, Kızılay, Gündoğdu, vd’leri 1

“İyi ki hatırlattın

Başkaldırı diye bir şey var

İsa’dan beri insanı güzelleştiren

Şimdi daha güzel her şey

Daha insan herkes.”[2]

 

BEN BEHZAT FİRİK! Hasan Aksu

GÖZLERİMİ DAĞLADILAR WAYE, ATEŞLERDE YAKILDIM ANNEY!
 Ben BEHZAT FİRİK:  Tabi beni çoğunuz tanımazsınız, çok azınız beni tanır. 12 Eylül 1981’in 10 Ekim’inde,  karanlığın dağılmaya yüz tuttuğu bir fecir vakti, Dersim’de Ovacık’ın Dere Karedesi’nde yani köyümde ağabeyimle birlikte Kayseri komando tugayınca yaka paça gözaltına alındık.    Operasyon timinin başında “Kulaksız Yüzbaşı” lakaplı Aytekin İçmez vardı. Biliyorum hala beni tanımadınız, ne demek istediğimi hala anlayamadınız, tanıyamadınız beni.

Akp'nin yeni oyunu‘’Demokratikleşme Paketi’’

Kamuoyunun uzun bir süredir beklediği  ‘’Demokratikleşme Paketi’’ nihayet 30 Eylül 2013 tarihinde yeni Başbakanlık binasında, bizzat hükümetin başı Erdoğan tarafından açıklandı.  Hiçbir muhalif gazete ve televizyon kuruluşunun yer almadığı basın toplantısında,  Bakanlar Kurulu üyeleri ve yandaş basının Ankara temsilcilerinin yer aldığı basın toplantısında, Erdoğan tek kişilik bir tiyatro oyunuyla ‘Demokratikleşme Paketi’’ni açıklayarak salondan ayrıldı.

Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK



Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...

Sayfalar