Pazartesi Mayıs 20, 2024

“Bir Tek Mücadele Kaybedilir; O Da Terk Edilen Mücadeledir.” (Kadınların birliği)

Cumartesi Annelerinin eylemi, bu ülkenin en uzun soluklu mücadelesidir… Birçok kez engellendi, saldırıya uğradı, sürekli hale gelen polis saldırısı nedeniyle 1999’dan 2009’a kadar ara verildi, pandemi döneminde online olarak yapıldı ama ne olursa olsun Cumartesiler, 1995 yılından bu yana yani 28 yıldır “kaybolan” çocuklarını, eşlerini, babalarını, annelerini, arkadaşlarını, yakınlarını arayan insanların ama en çok da annelerin eylem günü oldu.

İnsan bir eşyasını kaybeder, anahtarını bulamaz örneğin, cüzdanını düşürür, gözlüğünü unutur bir kafede vs. ama evladını, eşini, anne-babasını nasıl kaybeder? İnsanlar tabii ki kaybolmaz ama Türkiye gibi faşizmle yönetilen bir ülkede insanlar kaybedilir, en ufak bir iz dahi kalmaz arkasında. Bir gün bir Toros marka araba yanaşır, içinden çıkan telsizli, sivil ve insan görünümlü birileri kolunuzdan tutup zorla arabaya bindirir sizi ve “kaybolursunuz”. Geride kalanlar ise insan ömrünün yettiği sürece kaybını arar, çalmadık kapı bırakmaz ama artık kemiklerini bulmaya bile razıyken, çoğunlukla tek bir yanıt bile alamazlar. Galatasaray Meydanı, her Cumartesi günü, kaybedilmiş insanların akıbetini öğrenmek, hem kaybedenlerden hesap sormak hem de ortak acıların sahiplerini biraraya getirmek için mesken tutulmuştur 1995’ten bu yana.

8 Nisan 2023’te Cumartesi Anneleri/İnsanları, 700’üncü haftadan itibaren eylemlerinin engellenmesine karşı başvurdukları Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali” kararı vermesinin ardından, eylemlerinin 941’inci haftasında “AYM kararına uyun, Galatasaray’daki ablukayı derhal kaldırın” diyerek çıktıkları Galatasaray Meydanı’nda polisin saldırısına uğradılar. Ve 20 haftadır her Cumartesi, AYM kararına rağmen ablukaya alınıp, ters kelepçeyle gözaltına alınıyorlar.

Taksim’i iktidarın kendi soytarılık gösterileri dışında her türlü toplumsal eyleme, protestoya kapatan AKP-MHP iktidarı, çocuklarının akıbetini öğrenmek isteyen Cumartesi Annelerinin/İnsanlarının yarım saatlik oturma eylemine de tahammül edemeyecekti elbette. Çünkü gözaltında kaybetme politikası, hangi hükümet gelirse gelsin, bu faşist sistemin tüm halka yönelik verdiği gözdağıdır, yıldırma-korkutma siyasetinin bir parçasıdır. Mesele, bugün gözaltında kayıp politikasının yaygın bir şekilde uygulanması ya da uygulanmaması değildir. Mesele bu politikanın, faşizmin elinde bir silah olarak bulunmasıdır, bu nedenle de “yüzleşme- hesaplaşma” gibi bir durumun olması söz konusu dahi değildir. Ancak Cumartesi Annelerinin, kayıp yakınlarının, insan hakları savunucularının yarım saatlik eylemi, bu politikada açılan önemli bir gediktir.

Tüm toplumsal mücadele alanları gibi kadın mücadelesi-hareketi de, Cumartesi eylemlerinin bir parçası olma konusunda sürece daha fazla müdahil olmalıdır. 1994’te Dersim/Mirik’te köye yapılan askeri operasyon sonrası kendilerinden bir daha haber alınamayan Hatun Işık, Yeter Işık, Elif Işık, Gülizar Serin ve üç yaşındaki kızı Dilek Serin, 1997’de Kulp-Diyarbakır yolunda kaçırılan Zozan Eren, 1993’te Tatvan’da gözaltına alınan Hamide Şarlı, 1994’te İstanbul’da gözaltına alınan Lütfiye Kaçar, 1995’te Ankara’da gözaltına alınan, işkence görmüş bedeni Gölbaşı’da gömülü bulunan Ayşenur Şimşek, 1996’da  gözaltına alınan ve iki yıl sonra Cizre Asri Mezarlığı’nda bulunan Fahriye Mordeniz, 1 Mayıs 1995’te Diyarbakır Bismil’de gözaltında alınan Hatice Şimşek, 31 Mart 1998’de İzmir Çeşme’de gözaltına alınan Neslihan Uslu, Bedriye Gümüş, Cizre’de gözaltına alındıktan 18 yıl sonra yol yapım çalışması sırasında kemikleri bulunan Makbule Ökdem, 1992 yılında Dersim’de gözaltına alındıktan 8 gün sonra işkenceden tanınmaz haldeki bedeni Elazığ’da gömülü bulunan Ayten Öztürk, 1992 yılında Mardin/Derik’te gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Rıdda Yavuz, 1993 yılında Hizbullah tarafından Nusaybin’de kaçırıldıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Sedika Dal, 1993 yılında Bitlis/Tatvan/Wanik köyündeki evlerinden askerler tarafından gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Hamide Şarlı, 1994 yılında İstanbul’da gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Lütfiye Kaçar, 1994 yılında Muş’un Hasköy ilçesine bağlı Ortaç köyünde askeri bir operasyonun ortasında kalan ve kendilerinden bir daha haber alınamayan Gülnaz Tatu ve Kadriye Tatu, 1996 yılında Diyarbakır / Bağlar’daki ev baskınında gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Şükran Daş, 1998 yılında Hizbullah tarafından Mersin’de kaçırıldıktan 18 ay sonra, işkence görmüş bedeni Konya Meram’daki bir villanın bodrumunda gömülü bulunan Konca Kuriş, 2020’den bu yana kendisinden haber alınamayan Gülistan Doku ve tüm kayıplar için kadınlar, Cumartesi eylemlerinin bir parçası olmalı.

2011 yılındaki Cumartesi eylemlerinin 351. Haftasında Plaza de Mayo Annesi Maria Euquenia Mendizebal’in dediği gibi “…Bir tek mücadele kaybedilir; o da terk edilen mücadeledir.

1400

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Proletarya Partisi

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Sayfalar