Pazar Haziran 16, 2024

Altın eller ile kanlı eller -2-

Der Zor: “Mama ben ölürsem sen de benim etimden onlara verme!”

Der Zor, Ermeni halkının hafızasında önemli yer tutmaktadır. Çünkü İttihat ve Terakki Merkez Komitesi’nin, eli kanlı teşkilat üyelerinin ölüm için seçtiği son nokta ve çevresidir. Marat, Suvar, Şeddadiye arkasından Musul istikametgahında hayatın olmadığı çöller, toplu ölümlerin en ağırlarının yaşandığı, Ermeniler için bugün dahi anmaların eksik olmadığı, kutsal mekanların olduğu hafızalardan silinmeyen yerlerdir buralar. Bu yüzden Ermeniler arasında ölümün yaşama tercih edileceği cehennem olarak bilinmektedir. Der Zor ve çevresinde işlenen katliamlarla Ermeni Soykırımının tamamlanmış olduğunu söyleyebiliriz. Bütün sürgünlerin geçiş güzergahı burası olduğu için ‘’temizlik’’ artık tamamlanmıştır. Kafilelerin gelmesiyle değişik transit kamplar kurulmuştur.

Der Zor kaymakamı, Ali Suat Bey’dir. Rakka’da olduğu gibi Ermeniler şehrin sanaatkarları ve ticaretle uğraşan kişileri olarak ekonomiyi canlandırmışlar, diğer halklar da Ermenilerin gitmesinden yana değillerdi. Kaymakam Ali Suat Bey gibi insanlara İttihatçılar arasında bile bazen rastlamak mümkündü. Fakat 1916 Temmuz’undan sonra atanan Salih Zeki’yle her şey bir anda değişti. Der Zor, Osmanlı yöneticilerine göre elverişli bir bölge değildi. 1914 yılında muhacirlerin bölgeye iskanı gündeme geldiğinde Talat Paşa “muhacirleri oralara gönderip çöllere serpecek olsaydık oralarda cümlesi ölecekti” dedikten on ay sonra Ermenileri ölüme buraya göndermiştir. Cemal Paşa Talat Paşa’ya gönderdiği şifreli telgrafta “itimat edilecek cüretkar birisinin gönderilmesini rica ederim” diye talepte bulunmuştur. Der Zor’a atanan Salih Zeki, gelmeden önce Kayseri Develi /Everek kaymakamı idi. Göreve başlayınca Meskene, Rakka ile Der Zor arasında gidip geliyor, alanı kontrol ediyordu. Meskene kampında Aram Andonyan ile karşılaşan Salih Zeki “sakın Der Zor tarafına gelme” uyarısında bulunarak, deyim yerindeyse katliam uyarısı yapmıştır. Ermeniler arasında yayılan bu haberden sonra, sevkiyat amirlerine rüşvet vererek aşağı inmekten yani ölümden kurtulanlar olmuştur. Durumu iyi olan Konya Ermenileri de buna dahildir. Bunun üzerine Ermeni aydın Aram Andonyan, Naim Efendi’ye rüşvet vererek Halep’e sevk edilmeyi sağlamış, 5 günlük yolculuktan sonra kazasız belasız Halep’e varmış, ölümden kurtulmuştur.

Der Zor’a ulaştığı gün çarşıları gezen Salih Zeki, Ermenilerin durumunu görünce öfkesinden yerinde duramamış, “yaşadıkları şehirleri Ermenistan yapmışlar” demiştir. Şam, Hama, Humus’ta olduğu gibi çarşı, onların elindedir. İlkin çarşıda herkes tarafından sevilen, halkın doğal önderi konumunda olan Levon Şaşyan öldürülür. Gelen emirler uyarınca “buradaki Ermenilerin ikametgahı değiştirilecek ve başka yere gönderilecektir” denilerek aşiret reislerinden ve Çerkeslerden oluşan silahlı milisler kurularak katliama girişilir.

Der Zor’da soykırım sorumlusu Salih Zeki katliamlarda en gaddar, en zalim yönleri ile arkadaşları ve çevresinde tanınıyordu: “Artık merhaba demeye hiçbir Ermeni kalmamalıdır. Herhangi bir damarın Ermenilere karşı acıma duygusu ihtiva ettiğini öğrendiğim zaman onu keserim ve dışarı çekip çıkarırım” sözlerinden ne olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. Der Zor’dan çöllere sürgüne gönderilen Ermeniler Marat’a, Savar, Şeddadiye’de hayatlarını kaybettiler. Bu kadar insanı öldürmek kolay olmadığı için, aç bırakılarak, çöllerde yürütülerek, susuz doğa koşullarında insanlar ölme noktasına gelince “sürgünler önce eşek, köpek ve kedileri kesmişler daha sonraları ise at ve deve leşlerini yemişlerdir. Yiyecek bir şey kalmadığında ise yamyamlık baş gösterdi. Cesetleri özellikle de küçük çocuk cesetlerini kemiriyorlardı. Bu acınacak haldeki kurbanlar akıllarını yitirmişlerdi” diye aktarıyor Andonyan.

 

İttihat’çılıktan komünistliğe...

Ermenileri yok etmek, öldürmek üzere görevlendirilen Salih Zeki, görevde kaldığı süre boyunca 192.750 kişinin ölümünden sorumlu olmuştur. Katliamlar bittikten sonra Ermenilerden elde ettiği altınları sandıklarla İstanbul’a beraberinde getirmiştir. Kendisi Mondros Mütarekesinin ardından ülkeyi terk eden İttihatçılar arasındadır. Divan-ı Harp Mahkemelerinde yargılanan Salih Zeki ve çeteler, 1920 yılında idam cezasına çarptırıldılar. Bunlardan Halil (Kut), Küçük Talat, Bahattin Şakir, Nuri (Kıllıgil), Salih Zeki kaçarak Almanya’da sonra Bakü’de toplandılar. 1920’li yıllar komünistler açısından zor ve karmaşık olarak tarihe geçmiştir. Ermenileri Türkiye’de yok eden, tarih sahnesinden silen İttihatçılar ise bu sefer yurtdışında boş durmamış ve yeni hile ve entrikalar için planlar kurmaya başlamışlardır.

1917 Ekim Devriminin etkisi bütün dünyaya yayılırken Almanya’da komünist partisinin bir güç haline geldiğini gören burjuvazi Parti önderlerini cezaevlerine atmıştır. Bunlardan en önemlisi Radek’tir. Kendilerini gizleyen, bu sefer “komünist” maskesi altında kurulan Yeni Türkiye Cumhuriyetine kendisi de bir İttihatçı olan Atatürk’e destek olmaya başladılar. İlişkilerini gizli gizli yazışarak sürdürdüler. Talat Paşa Hollanda’da toplanan II. Enternasyonal Kongresi sırasında Sosyalist Enternasyonal’in liderleriyle görüşmelerde bulunur. 1919 yılında Talat Paşa ile Enver Paşa cezaevinde Bolşevik Partisi Merkez Komite üyesi Radek ile görüşürler. 1920 yılında Karl Radek’in davetiyle Rusya’ya giderler, burada SBKP yöneticileri ile görüşmelerde bulunurlar. Bakü’de de boş durmayan İttihatçılar, Türkiye Komünist Fırkası’nı kurarlar. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Bakü’ye gelmesiyle feshedilen TKF yerine, 1920 yılında 75 delegenin katılımıyla komünist örgütlerin katılımıyla gerçekleştirilen I. Kongresi ile TKP’nin kuruluşu 1920 yılında ilan edilir. MK üyeleri arasında 200.000’e yakın Ermeni’nin katili Salih Zeki de bulunmaktadır. Kendilerini gizleyen eli kanlı İttihatçılardan 1920’de Bakü’de Komüntern’in düzenlediği Doğu Halkları Kurultayı’na Türkiye delegesi olarak Salih Zeki de katılmıştır.  “Komünist” olduğunu iddia eden Salih Zeki ile bir mülakatta ortaya çıkan gerçek ise çok şaşırtıcıdır. “Senin için 10.000 Ermeni imha ettin diyorlar” denmesine karşılık “benim namusum var, 10.000’e tenezzül etmem, daha çık bakalım” diye yanıt vermiştir.

Ankara Hükümeti’nin gizli bürosu şeklinde yurtdışında halen faaliyetlerde bulunan İttihatçılar Türk-İslam Projesi ile Almanya’nın bölgesel çıkarlarını hayata geçirmek için Kafkaslar’da bulunmaktadırlar. Enver Paşa’nın amacı Rusya’ya darbe vurmak, Türk cumhuriyetlerine ulaşarak buraları ele geçirmektir. Çok değil, 1915 yılında Ermenilerin soykırıma uğrayarak yok edilmelerini göremeyen Mustafa Suphi ve arkadaşları, onların devamı olan Kemalist hükümet ile iyi ilişkiler kurmakta geri kalmamıştır. Topraklarının bir bölümünü kaybeden Ermenistan’ın işgalci Türk orduları, Kazım Karabekir tarafından Taşnak burjuva hükümeti diyerek işgalini desteklemiş, bu politikalar kendisinin ölümüyle sonuçlanmıştır. Karadeniz’de şehit olmadan önce görüşmelerde bulunmak üzere Salih Zeki, Kazım Karabekir ile Erzurum’a gelerek görüşmüş, Atatürk’ün Mustafa Suphi ve arkadaşlarını davetinden sonra bir komployla Karadeniz’de hunharca öldürülmüşlerdir.

Marat Kampı: Konyalı bir makinist olan Kevork ve karısının bizzat tanık oldukları bir olay artık pes doğrusu dedirtmişti. Öyle ki çocuklar yaşadıkları sırada ebeveyenlerinin kendilerini yemeleri düşüncesine alışmışlardı: “Bir çadırın altında aç bir yetişkin ve küçük bir kız, küçük kız ölüme yakın bir durumda uzanmış pişmekte olan etin kokusu kıza kadar gelmektedir. Bu kıtlık günlerinde bu büyük bir ayrıcalıktı. Yetişkin ve küçük kız birbirlerine bakmaktadırlar. Bir süreden beri artık eşek eti satılmıyordu. Artık hiç öldürecek eşek kalmamıştı. Muhtemelen yine küçük bir çocuk ölmüştü ve şüphesiz onun etini pişiriyorlardı. Küçük kız annesine: ‘Anne, artık dayanamıyorum onlardan bir parça istemeye git’ der. O, çadırı terk eder ve bir müddet sonra çok kırgın ve kızgın bir şekilde kızının yanına döner. Küçük kız ona vermediklerini anlar, fakat ümidinden ve arzusundan çok çabuk vazgeçmek istememektedir. Ve sorar ‘Ondan vermediler mama’, ‘Hayır kızım ... kör olsunlar’. Küçük kız o zaman yazgısına boyun eğerek annesine öğütte bulunarak talep eder. ‘Mama, ben de ölürsem, sen de onlara benim etimden verme...’ Sözün bittiği yerdir.

Meskene Kampı: Halep ve Fırat üzerinden gelen yolların arasında kavşak noktasında bulunan ilk önemli istasyondur. 1916 kış süresi boyunca kampın nüfusu yüz bine ulaşmıştı. Kamp yöneticiliğine kör olarak adlandırılan Karlık Kampında kafile şefi olan Kör Hüseyin’i “orada caniliğiyle, vahşetiyle ürkütücü bir ün bırakmıştı. Şişman, kör, kısa ve tıknaz son derece sefil, rezil ve adi biriydi” diye aktarıyordu Aram Andonyan. Daha önce kamp yöneticisi olan Hüseyin Avni’nin tanıklığına göre “…tifüsten, koleradan diğer hastalıklardan ve açlıktan burada ölen Ermenilerin resmi rakamı 88.000 olarak değerlendirilirken, gerçek sayı mezarcı başının tuttuğu ünlü çetelenin (rakamları hatırlayabilmek için değneğin üzerine kertikler konulurdu) gösteremediklerinden çok daha önemli, daha fazlaydı. Bu adam tamamen okur yazar değildi. Ve ele aldığı her ceset için bir kerti atmakla yetinmekteydi. Birçok insan olağan bir şekilde gömülen cesetlerin sayısının Fırat’a atılan cesetlerin sayısını kapsadığını ondan öğrendi. Takriben en az 100.000 insan” ölürken 1917 başlarında kampta 2100 kişinin kaldığını konsolos Rösler raporlarında belirtmiştir.

Meskene kampı aynı zamanda bir transit geçiş özelliği taşımaktaydı. Arkasından kafilelerin ölüm yolculuğu Der Zor’da son bulacaktı. Meskene baştan sona iskeletlerle dolmuş, bir kemik tarlasını andırıyordu. Halep’ten Res ül Ayn ve Meskene üzerinden 200.000 Ermeni gönderildi. Bu büyük grupta sadece 5-6 bin kişi sağ kurtuldu. Çocuklar Fırat nehrine atıldı. Kadınlar yollarda jandarma ve çetelerin barbarca ve vahşi hücumları sonucu süngülenerek, üzerlerine ateş edilerek öldürüldüler. Meskene’de İzmit’ten gelen bir Papaz da bulunuyordu. Papazlar hakkında verilen kararlar ise daha korkunçtu “doğrudan öldürün” deniyordu. Göçmen sevkiyat memuru olarak Meskene’ye gönderilen Naim Efendi’yi yola çıkmadan önce yanına çağıran Göçmenler Müdürü Eyüp Bey “Naim Efendi, Meskene’ye gönderdiğimiz sevkiyat memurlarının hiçbirinin bize faydası olmadı. Sen işin içinde bulundun, gelen emirleri de biliyorsun, bu adamları (Ermenileri) sağ bırakma, gerekirse kendi ellerinle öldür. Unutma bunları öldürmek bir eğlencedir” nasihatinde bulunmuştur. Ermeni aydını, anılarını, burada kamplarda yaşayan tanıkların anlatımlarından kaleme almıştır. 5 ay kendisi de sürülmeden önce Meskene’de kalmıştır. Rüşvetle Halep’e gitmiş, ölümden kurtulmuştur.

45652

Agop Ekmekciyan

Özellikle azınlıklar üzerine yazdığı yazılarıyla tanıdığımız yazarımız,diğer birçok konuda da makaleleriyle tanınmaktadır.

agop@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

Agop Ekmekciyan

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Sayfalar