Cumartesi Haziran 1, 2024

Faşizmden demokrasi dersleri ve aşılamayan korku! ÖZGÜR GELECEK

Devletin ve onun direksiyonundaki AKP’nin Kürt hareketiyle “barış ve müzakere” politikası “yeni evreye” girerken, buna paralel olarak zihniyet ve anlayışı bir türlü yeni evreye girememektedir.

Devlet bir yandan Abdullah Öcalan’ın hazırladığı müzakere taslağının olgunlaştırılmasına olanak sunup bunun üzerinden sürecin başlatılabileceği imajı yaratırken, diğer yandan ise Kürt hareketini atıllaştıracak ve mümkünse çürütmeye çalışacak ideolojik ve psikolojik saldırılar gerçekleştirmektedir.

Müzakere ve barışın gerçekleştirilmesi eksenindeki tartışmalara bir şey daha eşlik ediyor. O da; yaygın şekilde Kürtlerin tutuklanması ve bir şekilde sokaklara çıkılmasının engellenmesi. Bu saldırılar için kullanılan anahtar kelime ise “kamu düzeni”. TC, müzakerenin selameti için PKK’nin hareketsiz kalmasını elzem ve zorunlu görüyor. Hatta HDP heyetinin son İmralı görüşmesinde bu eksende bir açıklama yapacağını da öncesinden propaganda ettiler. Ancak yapılan açıklamada daha önceki barış gruplarının ve geri çekilmenin güvence olmaksızın pratikleşmesine dair özeleştiri çıktı. Devletin psikolojik aygıtlarının ürettiği yalanlar böylece bir anda söndü. Medya ayağında bu açıklamaya dair bir hayal kırıklığı vurgusu olsa da, sürece mecbur olmanın getirdiği bir sahiplenme durumu da yansıdı. Bu durum özellikle Kobane Serhildanı ve Kobane’nin düşmemesinin Kürt hareketi lehine yeni koşulları oluşturduğunun en açık sonuçlarından biridir. Devletin kamu düzeni vurgusunun temel nedenlerinden birisi de budur. Sokaklara taşan ve militan biçime bürünen her mücadele, TC’nin masada elinin zayıflamasına yol açmaktadır.

 

Herkesin bildiği devletin kullanmaktan bıkmadığı yollar!

Sürecin başından bugüne kadar oyalama, zaman kazanma, mücadeleyi çürütme politikası TC için ana eksen olmuştur. Ancak genel gelişmeler ve eğilim TC’nin bu politikasını esasında işlevsizleştirmiş, her yeni gelen günde daha dezavantajlı koşullarla Kürtlerle barış politikasını sürdürmek ve sahiplenmek zorunda kalmıştır.

Ancak devlet hiçbir şekilde boş durmamaktadır. Bir yandan mahkum ve mecbur olduğu süreci sürdürürken, diğer yandan Kürtler üzerindeki baskıyı artırmakta hatta Kürt hareketini dizayn ederek kelle almaya çalışmaktadır. Özellikle Kobane Serhildanı sonrası oluşan iklim onun kaldıracı olmaktadır. Bu kalkışmanın ürettiği sonuçların bir daha başına gelmemesi için adeta dişle tırnakla mücadele etmektedir. Bu kalkışma sonrası yarattığı psikolojik savaş iklimini büyük bir çabayla diri tutmaya çalışmaktadır.

Özellikle Kürt hareketinin içindeki çatlaklara oynayan bir yönelimi söz konusudur. Kobane serhildanı sonrası bu kalkışmanın özellikle Kürt hareketi tarafından sahiplenilmesinde gösterilen zayıf duruşun ve kafa karışıklığının içerdeki çizgi ayrımlarından kaynaklandığı açıktır. Kürt hareketi içinde masa başı diplomasisini ve meclisi öncelik gören, devletin psikolojik tehditlerinin fazlasıyla etkisinde kalıp sokak eylemlerine sürece zarar verme gerekçesiyle mesafeli duran bir damar söz konusudur. Onlarca yurtseverin katledilmesine rağmen ve devamında Selahattin Demirtaş’a yönelik devletin yoğun ve sistemli suçlamaları ve baskıları yeterli düzeyde karşılanamaması bu damarın yarattığı kafa karışıklığından kaynaklanmaktadır. Bu durumu bizzat Selahattin Demirtaş’ta açık bir sitemle ifade etmiştir. Devletin bu çatlağın muhtevasına hakim olduğu ve buradan yüklenmeye devam ettiği görülmektedir.

 

Demokrasi retoriğiyle faşizmi yeniden üretmek!

Son olarak kamu güvenliğini sağlama amaçlı iç güvenlik yasa taslağı ile polisin ve mahkemelerin yetkilerini genişleten yasal düzenlemelere dair tartışmalar bu durumun açık göstergesidir. Selahattin Demirtaş Bugün gazetesine verdiği röportajda, “bu düzenlemenin anti demokratik olduğunu, meclisten geçmemesi için kıyameti koparacaklarını çıkması halinde ise mitinglerle, demokratik eylemlerle sokaklara çıkarak yasayı engelleyip değiştireceklerini” ifade etmiştir. Bu açıklama üzerine R. T. Erdoğan’dan, Ahmet Davutoğlu’na, ilgili bakanlardan Cemil Çiçek’e kadar devletin en üst kademelerinde ve medyada yoğun bir saldırı kampanyası başlatılmıştır.

Bu cenah “sokak, eylem” kelimelerini Kobane Serhildanı benzeri çağrı diye kodlayarak “dökülecek tek damla kanın sorumlusu Demirtaş’tır”, “Bu yaklaşım demokratik siyasetten uzaklaşmaktır”, “Müzakere sürecinin ruhuna aykırıdır”, “meclis yerine şiddete çağrıdır”, “paralel yapıyla işbirliği içinde süreci sabote etme gayreti söz konusu” gibi tam faşist zihniyetin korku ve endişelerine uygun bir tavır sergilenmiştir. Bu eksende özellikle Demirtaş’a ve Kobane serhildanına yönelik bir saldırı dalgası başlatılmıştır. Bu saldırının birçok nedeni vardır.

Birincisi, devletin ve AKP’nin demokrasi algısıyla ilgilidir. Onların demokrasi algısı sadece sandıktır. Halk dört yılda bir sandığa gidecek temsilcilerini seçecek ve meclis çalışmalarından çıkacak sonuç ne olursa olsun kaderine boyun eğecektir. Demokrasi meselesini algılayışları bu şekildedir. Onun ötesinde örgütlenerek, sokağa çıkarak yürütülecek hak ve özgürlük mücadelesi devletin bekaasına tehdittir. Hele de bunun militan ve devletin zor aygıtını işlevsiz kılacak biçimlere bürünmesi katletme, yok etme gerekçesidir. Demirtaş’ın barışçıl, legal çerçeve içinde tanımladığı mücadele eksenine saldırmalarının bir nedeni, bu ideolojik şekilleniş ve tutumdur.

İkincisi, Kobane Serhildanı’nın yarattığı korku ve endişedir. Devlet hala 6-8 Ekim kabusunun etkilerini üzerinden atabilmiş değildir. Kürt hareketinin kitle, sokak, eylem, vs. kelimelerini dillendirmeleri onlara Kobane Serhildanı’nı anımsatmakta ve endişelerini artırmaktadır. Demirtaş’ın açıklamalarına karşı güçlü ve gerici kampanyalarının nedeni bu eksende ön almaktır.

Üçüncüsü, Kürtlere ve tüm demokratik kamuoyuna açıktan ve en üst düzeyden tehdittir. Bu çağrıyı, “ölüm ve akacak kandan sorumlu” tutmak aslında olursa böyle eylemler “öldürürüz, kan akıtırız” tehdididir.

Dördüncüsü, Kürtlerin gerçekten sonuç alan mücadele biçimlerinden birisinden uzaklaştırma amaçlıdır. Kürtleri masa başı ve meclis ekseninde bürokratik ve sınırlı bir mücadele alanına hapsetmek, kitlelerin sürece dahil olmasını engellemek ve denklemin dışına çıkmasını sağlamaktır.

Beşincisi ise Kürt hareketi içinde var olan çelişkileri bu şekilde bir saldırı ile kamuoyu oluşturup büyütmek ve mümkünse Kobane Serhildanı’nda sorumluluğunu simgesel olarak yükledikleri kişilerin etkinliğini kırmaktır. Selahattin Demirtaş’ın bu gerici ve faşist kampanyanın hedefine konmasının nedeni budur. Selahattin Demirtaş nezdinde Kobane Serhildanı ve bunun bir daha tekrar edilmemesi üzerine kurulu bir zayıflatma ve güçten düşürme esas hedeftir. Demirtaş’ın sürece zarar verdiği, onun varlığının işlerin hızlı ilerlemesini engelleyeceğine dair bir operasyon söz konusudur. Bu şekilde içerdeki çelişkileri büyütmek ve bu şekilde bir kelle almak istemektedirler.

Altıncısı ve daha tali olan ise Demirtaş’ın özellikle R. T. Erdoğan’ın 17-25 Aralık operasyonunda açığa çıkan kirli çamaşırlarının üzerine gitmesi ve bunu görmezden gelme tavrına girmemesidir. Bunun özellikle Erdoğan ve çevresi tarafından öfkeyle karşılandığı ve rahatsızlık uyandırdığından şüphe duymamak gerekir. Özel ve öfkeli yönelimin bir nedeni de budur.

 

Olamaz olmaz deme, “ya tutarsa”!

Ancak bu saldırı kampanyasının istenen sonucu üretmeyeceği açıktır. Demirtaş Kürt hareketi tarafından sahiplenilmiştir. Bu sahiplenme kuşkusuz Demirtaş nezdinde değildir, ortaya çıkan yeni ve güçlü zemini oluşturan koşulları neyin sağladığına dair bir kavrayışın oluşmasıdır. Kobane Serhildanı sonrası ortaya çıkan mahkum ve mahcup yaklaşımın ağırlığının atılmaya başlandığının göstergesidir. Bu durum kuşkusuz devleti biraz daha hırçın kılmaktadır. “Cömert” bir biçimde müzakere ve barış görüşmeleri yapılırken hala sokak ve eylem söylemleri karşısında öfkelidir. Devlet Kürtlerin lehine oluşan yeni zemini zehirlemek, onların başının üzerinden faşizmin kılıcını istediği gibi sallandırmak istemektedir. Bu eksende güvenlik eksenli yeni düzenlemelere müzakere ve barış görüşmeleri karşılığında boyun eğmelerini istemektedir.

Müzakere yürütülürken Kürtlerin zindanlara tıkılması, öldürülmesi, sokakları unutması istenmektedir. Bu koşullar onun kendini daha güvende hissetmesine süreci istediği gibi yönetmesine en uygun zemini sağlayacak. Devletin bu süreçte kirli hesapları ve Kürtleri zayıf düşürme operasyonları çeşitli biçim ve kılıflarda, en küçük boşluk ve çatlaklardan sızarak devam edeceğe benziyor. Kürt sorununun gerçekliği ve özü karşısında meseleyi yüzeyselleştirecek ve esastan koparacak yapay gündemler ve bu eksende saldırılar da sürekli olacaktır. Kuşkusuz bunları yaparken kendi öz değerlerini, temel anlayış ve tutumunu da sürekli diri tutup hatırlatacaktır. Son saldırı kampanyasında meseleyi köpürterek bir yanıyla yapaylaştırması faşist tutumuna yönelik can suyu takviyesi de olmuştur.

76941

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

1 Mayıs'ı Taksim'e Mahkum Etmek!

1 Mayıs; sıradan bir gün değil, sınıfın ortaya çıkışından bu yana, ulusal ve evrensel düzeyde, burjuvaziye karşı verdiği mücadele deneyiminin toplam deneyim ve birikimlerini içeren ve onu yaşatmak için ortaya koyduğu kavganın adıdır. Bu nedenle de 1 Mayıs Uluslararası işçi sınıfının mücadele ve dayanışma günüdür.

"Legal parti sorunu" Üzerine

Legal parti sorunu, aslında hem Uluslararası Komünist Hareket ve hem de Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi açısından hiçte yeni ya da ‘bakir’ bir sorun sayılmazken; ama nedense devrimci hareketin ‘radikal sol’ olarak addedilebilecek kimi kesim ve yazarlarınca, böyleymiş gibi sunulmaya çalışılmakta.

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

Sayfalar