Perşembe Ekim 31, 2024

TKP-ML MK üyesi Meral Güzel: “Halk Tava Gelmiş Demir Gibidir, Örsle Çekiç Olmak Bizim Elimizde!”

Merhaba, öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhaba, adım Meral Güzel, TKP-ML MK üyesiyim

Hem emperyalist kapitalist sistemdeki hem bölgedeki hem de Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki siyasi-ekonomik gelişmeler coğrafyacımızdaki devrim mücadelesinin gelişimine olanak ve fırsatlar sunan güçlü bir zeminde olmasına rağmen devrim mücadelesi istenilen boyutta değil, bunu nasıl açıklayabilirsiniz?

-Sorunuzu yanıtlamaya geçmeden önce öncelikle bize bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyor, siz değerli devrimci basın emekçilerini devrimci duygularımızla selamlıyoruz.

Sorunuzun oldukça kapsamlı bir yanıt içerdiğini belirtelim. Ancak kısaca şunları ifade edebiliriz; bu sorunuz ve yanıtı partimizin 1. Kongresi’nde de tartışılmıştır. Evet, dediğiniz gibi coğrafyamızda devrimin objektif koşulları son derece uygun olmasına rağmen sübjektif öznelerin yetersizliği söz konusudur. Bu yetersizlik vurgusu, aralarında partimizin de olduğu devrimci komünist hareketlerin ödediği bedel, direniş ve mücadelesiyle ters orantılıdır. Diğer bir ifadeyle, coğrafyamızda devrimci ve komünist hareket, oldukça önemli ve tarihsel direnişlere imza atmışken ne yazık ki, gelinen aşamada kitlelerin devrimci duygularına, isyan ve öfkesine, taleplerine yanıt olmaktan, bu tepkileri sisteme yönelik örgütlü bir devrimci isyana dönüştürmekten uzaktır.

Bunun en iyi örneği, partimizin kongresinde de tartışılan Gezi İsyanı’dır. Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi açısından kitlelerin isyan ve hareketi anlamında çok önemli bir yer tutan Gezi İsyanı sürecinde ve sonrasında yaşananlar ortadadır. Sorunuza, dolaysıyla TDH’nin sorunlarına pratiğin dilinden bir yanıttır aslında Gezi İsyanı. Hatırlanırsa isyanı tetikleyen “üç beş ağaç meselesi” olmuş; bu üç beş ağaç sonradan AKP iktidarını köşeye sıkıştıran, bu vesileyle de bir oranda sisteme yönelik sorgulamayı da doğuran bir harekete dönüşmüştür. Ancak böylesi tarihsel önemdeki bir gelişme karşısında devrimci hareketler hazırlıksız yakalanmışlardır. Sonradan yaşanan süreç de biliniyor.

Türkiye devrimci hareketi açısından çok önemli olan bu gelişmenin doğru analiz edilmesi gerekir. Nasıl ki, örneğin 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi ülkemizde komünist hareketin ortaya çıkışında ve gelişiminde etkili olduysa, Gezi İsyanı da devrimci ve komünist hareket üzerinde etkili olmuştur/olmalıdır da. Bunu belki birkaç on yıl sonra daha net göreceğiz.

Bahsini ettiğiniz yetersizliğin partimiz açısından nedeni ideolojiyi kavrayışımızdaki eksikliktir. Parti Kongremizin meseleye yönelik yaklaşımı ve yanıtı bu yönlüdür. Gerek emperyalist-kapitalist sistemin içinde bulunduğu durum ve gerekse de ülkemizde kitlelerin içinde bulunduğu durum, demokratik halk devrimi açısından son derece önemli imkanlar sunarken, süreci tersine çeviremememizin belirleyici nedeni budur. Kuşkusuz kimi öznel nedenler de vardır. Ancak partimiz açısında belirleyici olan, az önce ifade ettiğim gibi ideolojiyi kavrayışımızdaki yetmezliktir. Bu alandaki eksikliklerimizdir.

Partimizin ortaya çıkışı gerek Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünya çapındaki etkisi ve gerekse de ülkemizde başta işçi sınıfının olmak üzere kitle hareketlerinin etkisi dikkate alındığında belirleyici önemdedir. Meseleye buradan baktığımızda kitlelere ve kitle hareketlerine yaklaşım tayin edicidir. Kitlelerin andaki sınıf mücadeleleri içinde konumlanmayan, bu direnişleri doğru şekilde analiz edemeyen ve bu anlamıyla devrimci temelde yanıt olamayan her hareket, isterse adı “komünist” olsun başarısız olmaya mahkumdur.

Sınıf mücadelesi deneyimleri, Paris Komünü, Sovyet ve Çin deneyimleri, BPKD dersleri ve nihayetinde Marksizm Leninizm Maoizm bilimi bize bunu öğretmiştir. Dolayısıyla ideolojiyi bir dogma olarak değil bir eylem kılavuzu olarak kavradığımızda; sınıf mücadelesine, kitlelerin kendiliğinden hareketlerine bu temelde yaklaştığımızda kısa sürede süreci tersine çevirmemizin koşulları vardır. Bu konuda devrimci bir iyimserlik içinde olmak gerekir. Çünkü hiçbir güç örgütlenmiş ve ayağa kalkmış kitle hareketinin önünde duramaz.

Öte yandan şunu da açıklıkla ifade etmeme izin verin; Komünist ve devrimci hareketin sürece kendi cephesinden istenilen düzeyde yanıt olmaması bizleri şu sonuca da götürmemelidir; Hem dünya çapında hem de coğrafyamızda kitleler şu veya bu sebeple hareket halindedir. Sınıf mücadelesi çeşitli biçim ve içeriklerde tüm yakıcılığıyla sürmektedir. Coğrafyamızda faşizmin bütün saldırganlığına, yasak ve tehditlerine rağmen kitleler talepleri için sokaklardadır. Kürt ulusunun direnişi sürmektedir. Kadın ve LGBTİ’+ hareketi ivmesi hiç düşmeyen bir mücadele içinde, alanlardadır. Gençlik son olarak Boğaziçi Direnişi’nde olduğu gibi direnişçi geleneğini sürdürmektedir. Köylüler başta doğaya yönelik yağma ve talan saldırıları olmak üzere tepki göstermektedir. Aleviler inanç kimliklerine yönelik saldırılara karşı durmakta ve demokratik taleplerinde ısrar etmektedir. En önemlisi de işçi sınıfı pandemi bahanesiyle artırılan saldırılara karşı, lokal düzeyde ve geniş bir dayanışmadan yoksun olsa da çeşitli bölükleriyle direniş içindedir. Coğrafyamızda sınıf mücadelesi, çeşitliliği ve renkliliğiyle bütün zenginliğiyle sürmektedir. Kısacası halk tava gelmiş demir gibidir. Örsle çekiç olmak ise tamamen bizim elimizdedir.

-Peki bu durumu nasıl aşabiliriz, partinizin bu konudaki yaklaşımı nedir?

-Aslında bu sorunuza yanıtı biraz önce verdim. Biraz daha açarsam daha iyi anlaşılır sanırım. Partimiz açısından temel eksiklik ideolojimizi kavrayıştaki eksikliğimizdir. İdeolojik kavrayış derken genel-geçer bir durumdan bahsetmiyoruz. Somut koşulları doğru bir biçimde okumaktan, bu koşulları MLM’ye uygun bir yöntemle değerlendirmekten ve olmazsa olmaz bunu pratiğe dökmekten bahsediyoruz. Bu üç ayağı birbirinden kopartmak ideolojik kavrayıştaki en temel sakatlık olarak değerlendirilmelidir. Bu konuda atacağımız her adım bizi güçlendirecektir.

Buna paralel, meseleyi sadece partimiz açısından değerlendirmiyoruz. Yani sadece partimizin değil toplamda devrimci hareketin sürece istenilen düzeyde yanıt olamaması önemli bir sorundur. Bu noktada, partimizin gelişimi bir bütün TDH’yi güçlendireceği gibi aynı zamanda toplamda devrimci hareket güçlendiğinde bunun bir parçası olan partimiz de güçlenecektir. Ki tam da burada devrimcilerin ortak hareketinin yaratılması gerekliliği ve ihtiyacının altını çizmeliyiz, nitekim devrimci hareketin önemli bir kısmının son süreçte oluşturduğu birliktelikler, ittifaklar son derece önemlidir.

Nihayetinde Partimiz ve devrimci hareketler, kitlelerin kendiliğinden gelişen direnişleriyle ilişkilendiği, bu direnişleri devrimci temelde birleştirebildiği oranda süreci işçi sınıfı ve halkımızın çıkarları doğrultusunda geliştirebilecektir. Eğer şu anda coğrafyamızda küçük küçük ancak yaygın işçi direnişlerinden, kadınların ve LGBTİ’+ların isyanından, köylülerin tepkisinden, gençliğin mücadelesinden, Kürt ulusunun bastırılamayan isyanından bahsediyorsak; her biri kendi mecrasında akan bu mücadeleleri birleştirebildiğimiz ve faşizme devrimci temelde yöneltebildiğimiz oranda başarılı olmamamız için bir neden yoktur.

Anca şunu da vurgulamak gerekir; Son süreçte sıklıkla düşünülen bir hataya işaret etmeliyiz. AKP-MHP faşist ittifakının yönetememe durumu beraberinde, “yıkılacaklar”, “ilk seçimde gidecekler” vb. anlayışların da propaganda edilmesini doğurmaktadır. Özellikle ekonomik alanda yaşanan derin yoksullaşma ve çöküş hali bu algının ortaya çıkmasını beslemektedir. Bu türden görüşler tamamen yanlıştır. Faşizm kendiliğinden özellikle de ekonomik çöküşün etkisiyle yıkılmayacaktır. Hele ki seçimler yoluyla hiç gitmeyecektir. Burada meselenin siyasal olduğunu, devrimcilerin tarihsel sorumlulukları olduğunu hatırlatmak gerekir. Eğer bizler devrimci rolümüzü oynamazsak, sistem kendini şu veya bu şekilde yeniden üretecek ve örgütleyecektir.

-HBDH’nin devrim mücadelesindeki yerini nasıl tarif ediyorsunuz?

-Evet zaten tam da burada HBDH’nin rolü ve önemi ortaya çıkmaktadır. HBDH, partimiz açısından yukarıda işaret ettiğimiz çoban ateşlerinin birleştirilmesi ve büyük bir yangına dönüştürülmesi, küçük küçük nehirlerin birleştirilip büyük bir nehre dönüştürülmesinin adımıdır.

Bu noktada partimiz açısından özel bir vurgu olarak şu söylenebilir; Coğrafyamızda sınıf mücadelesi gelinen aşamada Kürt ulusal sorunu ile iç içe geçmiş durumdadır. Bu, objektif bir gerçekliktir. Dolayısıyla sınıf mücadelesi bu gerçeklik dikkate alınarak verilmelidir. HBDH, biraz önce işaret ettiğimiz direniş odaklarıyla, kitlelerin mücadelesiyle, Kürt ulusunun mücadelesini birlikte ele almanın, Kürt ulusal sorununu öncelemenin somut ifadesi ve örgütlenmesidir.

Kürt ulusal sorununu öncelemek demek coğrafyamızdaki diğer çelişkileri gözardı etmek anlamına gelmez kesinlikle. Ki bizim açımızdan ülkemizdeki Demokratik Halk Devrimi mücadelesinde temel çelişki ve bu çelişkinin çözüm yolu gayet nettir. Diğer yandan Kürt ulusal sorununun sınıf mücadelesiyle kesiştiği noktalarda –ki bu noktalar TC faşist diktatörlüğünün temellerini, doğrudan Kemalizm’i işaret eder- ortak bir mücadele hattı oluşturmanın önemini ifade etmek istiyoruz. Ülkemizde bir dizi başlıca çelişme mevcuttur; bu çelişkileri ve ortaya çıkan direniş odaklarını birbirinin karşısına koymak asla doğru değildir, aynı şekilde birbirinden kopuk ele almak da bir o kadar yanlıştır. Faşist rejimin Kürt ulusal özgürlük hareketinin mücadelesini kendisi açısından bir “beka sorunu” olarak gördüğü koşullarda, bu mücadeleyle ilişkilenmemek, ortak bir mücadele zemininde buluşmamak tarihsel bir hatadır. Bu açıdan da HBDH Türkiye devrimi açısından önemli bir olanak ve mücadele aracı olarak görülmektedir.

-Kurulduğundan itibaren HBDH’nin aktif bir bileşenisiniz. Geride kalan 5 yıllık mücadele sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sorunuza yönelik partimiz hem 1. Kongresinde yaptığı bir değerlendirme hem de kamuoyuna yönelik yaptığı açıklamalarda belli bir yaklaşım geliştirmiştir.

Bu değerlendirmelerde öz olarak kuruluşunda aktif olarak yer aldığımız HBDH’nin çalışmalarına kendi öznel nedenlerimizden dolayı yeterli katkı sunamadığımızı, bu noktada öz eleştirel bir tutum içinde olduğumuzu ifade ettik. Kongremizin böyle bir değerlendirmesi oldu. Sonraki süreçte bu eksikliğimizi gidermek için çeşitli adımlar attık/atıyoruz.

Kuruluşuyla birlikte hem halk saflarında hem de düşman saflarında ilgiye mazhar olan HBDH, Rojava Devrimi’nde sınanan, coğrafyamızın dağları ve şehirlerindeki pratiğiyle, devrim hedefimizin önemli bir aracıdır. Duruşu ve pratiğiyle coğrafyamızda devrimcilerin faşizme karşı mücadelesinin önemli bir odağı olarak ortaya çıkmış durumdadır. Bu açıdan geliştirilmesi ve güçlendirilmesi gerekir.

Şu bir gerçekliktir ki, bileşenlerinin hem ülke devrimine hem de HBDH’ye bakış açılarında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Bu yanıyla yaklaşımlar da elbette farklılıklar içerecektir, içermektedir. Dolayısıyla bir yandan HBDH ile, gerekli pratik süreci örgütlemeye devam ederken, kesinlikle pratiği sekteye uğratmayacak ve bu ittifakı güçlendirecek şekilde tartışmalara da devam etmek gerekir diye düşünüyoruz. Siz de biliyorsunuz ki, Türkiye devrimci hareketi ve Kürt ulusal hareketi açısından geçmişte çok değerli eylem birlikleri, ittifaklar ve benzeri süreçler yaşandı, bunların kimisi başarılı oldu, kimisi baştan ölü doğdu. Bu anlamıyla da HBDH süreci, tüm bileşenleri açısından çeşitli ilk’leri de içinde barındırıyor. Dolayısıyla –tekrar edelim, kesinlikle pratik sürecin önüne geçmeyecek şekilde- bu ilk’leri olumlu birer deneyim olarak geleceğe taşıyacak, kalıcı sonuçlar üretecek tartışmalar da yürütmekte fayda var.

-HBDH, devrim mücadelesindeki rolünü daha ileriye taşımak için bir hamle başlattı. Bu hamle devrimci kamuoyunda nasıl bir karşılık buldu? Devrimci seferberlik hamlesinin bugüne kadarki sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Faşist rejimin içinde bulunduğu yönetememe krizi dikkate alındığında 15 Ekim 2020’de başlatılan hamlenin zamanlaması önemli bir yerde duruyor. Bu zamanlama hamlenin etkisini artırdı. Özellikle birleşik mücadele doğrultusunda atılan somut pratik adımlar beraberinde hem halk saflarında hem de düşman saflarında “birleşik mücadele” pratiğine olan ilgiyi artırmış görünüyor. Rahatlıkla ifade edebiliriz ki; hamle doğrultusunda atılan adımlar belli bir moral ve motivasyon, ivme yaratmış durumdadır.

Aslında salgın öncesinde başlayan tüm ülkelerde faşizmin yükselişine dair önemli örnekler bulunmakta ve pandemi sonrası halk hareketlerinin yükseleceği öngörüsüyle tüm ülkelerdeki iktidarların faşist uygulamalara ağırlık vereceği de görülüyor. Bu anlamıyla baktığımızda ülkemizde de durum çok farklı değil. Özgün bir durum olarak kuruluşundan bu yana faşist diktatörlükle yönetilen ülkemizde, egemen sınıflar gerekli gördüğünde faşizmin dozunu yükseltmekte ya da azaltmaktalar. Bugün AKP-MHP iktidarı ise son yıllarda gemi azıya almış bir şekilde –ve kesinlikle kendi sonunu da hazırlayacak düzeyde- faşist uygulamalarını artırmış ve saldırı pozisyonunu hiç kaybetmeden yönetme çabası içinde bulunuyor. Dolayısıyla tüm dünyada ve ülkemizde de anti-faşist mücadele son derece önemli bir noktada. Biliyorsunuz, burjuva ideologlar dahi, içinde bulunduğumuz süreci birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşları arasındaki döneme benzetiyorlar ve HBDH’ın “Faşizmi yıkalım, özgürlüğü kazanalım” hamlesi gerek zamanlama gerekse somut koşulları tahlil etme yönünden olsun, çok yerinde bir karardı. Aynı zamanda yukarıda söylediğimiz gibi, “birleşik mücadele”yi öne çıkartan özelliğiyle de halklar açısından bir karşılık bulduğunu düşünüyoruz.

Bu noktada özellikle vurgulamak istediğimiz nokta, faşist rejimin baskısını artırdığı, bütün direniş odaklarını ezmek için harekete geçtiği koşullarda gerillanın ve milislerin eylemselliği önemli bir yerde duruyor. Faşizmin “bitirdik”, “çökerttik” propagandalarına karşı milislerin küçük küçük ama yaygın eylemleri beraberinde coğrafyamızda devrimci direniş ve mücadelenin alttan alta ne kadar güçlü bir şekilde aktığını göstermesi açısından önemlidir.

Bu açıdan geleceği kazanma mücadelemizde tarihsel önemdedir ve asla küçümsenmemelidir.

-En geniş anti-faşist mücadelenin örülmesinden bahsediyorsunuz, bundan neyi hedefliyorsunuz?

-Şimdiki durumda öncelikli hedefimiz “Faşizmi Yıkalım, Özgürlüğü Kazanalım” hamlesinin finali olan 1 Mayıs’ı kazanmaktır. Böylelikle hamlemizin birinci etabı tamamlanmış olacaktır. 1 Mayıs sonrasında ise hamlemiz devam edecektir.

Önümüzdeki süreçte birleşik mücadele açısından önemli bir gündem olarak en geniş anti-faşist mücadeleyi örmek gibi bir hedefimiz var. Coğrafyamızda birleşik devrim ve faşist rejime karşı mücadele sadece ve sadece birleşik güçlerin mücadelesiyle değil aynı zamanda halk saflarında olan ve birleşebileceğimiz bütün güçlerle ortak bir mücadele zemininde birleşerek, buluşarak gerçekleşecektir.

Önümüzdeki süreçte bu yönlü somut adımlar atılacaktır. Bunun nasıl olacağı, isimlendirmesinden örgütsel formatına kadar nasıl bir şekle bürüneceği somut koşullardan hareketle yapılmalıdır.

Şimdiki durumda anti-faşist mücadeleye yönelik üstten-yukarıdan bir çerçeve çizmeyi doğru bulmuyoruz. Bu yaklaşım kitlelerin içinde bulunduğu koşulları dikkate almayan, devrimci direniş ve dinamiklerin yaşadığı değişimi ve gelişimi öngörmeyen “teorik” bir yaklaşımdır. Ve önemli oranda güdük kalma tehlikesini içinde barındır. Lenin’in Nisan Tezleri’ndeki bir Goethe alıntısıyla ifade edersek: “Teori gridir, dostum, yaşamın sonsuz ağacı ise yeşil…”

Sadece bu da değil aynı zamanda düşman kampında yaşanan gelişmeleri de iyi incelemeli ve en ufak çatlaktan devrim mücadelesi açısından yararlanılmalıdır.

-İşçi sınıfı ve ezilen halk kitlelerine mesajınız nedir?

-İşçi sınıfı ve ezilen halk kitlelerinin, kendilerince haklı bir şekilde devrimci harekete yönelik önemli bir güven kırılması içinde olduğu açıktır. Bu durum uzunca bir süredir geçerlidir ve özellikle de devrimci hareketi bilen, yakından takip eden ancak yaşadığı güven probleminden kaynaklı da ilişkilenmekte çekinceler yaşayan kitleler açısından söylemek mümkün. Bu güvensizlik, güzel sözlerle giderilemeyecek kadar derindir ve ezilen kitlelerin en çok da eleştirdiği nokta, devrim güçlerinin dağınıklığı, bölünmüşlüğü gibi konulardır. HBDH’nin kuruluşu ve beş yıllık süreci bu güvensizliğin aşılmasında önemli bir yerde duruyor. Dolayısıyla, öncelikle işçi sınıfı ve ezilen halk kitlelerini HBDH’ye ve örgütledikleri birleşik mücadele sürecine daha yakından bakmaya, ilişkilenmeye, örgütlenmeye çağırıyoruz.

İkinci olarak, faşizm koşullarında sessiz kalmak, “bu süreç bitecek” diye beklemek en büyük yanılgıdır. Bu şekilde faşizmin kendiliğinden geri çekileceğini, sessiz kalana dokunmayacağını düşünmek intihardan başka bir şey değildir. Tam tersine, diplerde biriktirdiğimiz öfkeyi açığa vurmak, bu öfkeyi örgütlemek, direniş ve mücadele saflarına akıtmak zorunluluktur. Biz ezilenlerin örgütlü öfkesi faşizmin sonunu getirecektir. Ancak bu şekilde “Faşizm Yenilecek, Biz Kazanacağız!”

5927

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Son Haberler

Sayfalar

Proletarya Partisi

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler

Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

Diktatör 'Reis' çıkış arıyor ..

Malum olduğu üzere T.C.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!

Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)

Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet

İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.

Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.

Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?

Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?

Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?

Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.

Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?

Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.

Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun! 

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)

Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.

İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir

Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.

Sayfalar