Pazar Mayıs 19, 2024

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Bu durum Avrupa ülkeleri gibi burjuva hukukun işlediği ülkelerde de, ülkemiz gibi faşizmle yönetilen ülkelerde de benzer uygulamaların yaşanmasını beraberinde getiriken aynı zamanda bu uygulamaların yerine getirilme biçiminde veya yeni daha ağır tecrit uygulamalarının hayata geçirilmesi noktasında da birbirinden öğrenme süreci yaşanmaktadır.

Tutsaklar üzerinden, mücadele edenlere mesaj vermek ve bu şekilde toplumu sindirmek alışılagelmiş bir durum iken, dünya üzerinde sağcı-faşist hareketlerin yükselişte olması tutsaklar üzerindeki tecridin her geçen gün ağırlaştırılmasının da zeminini sunmaktadır.

Ancak bilinir ki; şiddet, baskı ve sindirme ne kadar ağırlaşırsa karşısındaki gücün bir yerden sonra kazanın kapağını atması kaçınılmaz olacaktır. Diyalektiğin yasaları burada işlemekte, şiddet ve baskı karşısında daha fazla direniş ve mücadele bir şekilde hayat bulmaktadır. Bu gerçek, mücadele tarihi boyunca çokça örnekle karşımıza çıkmıştır, çıkmaya da devam etmektedir.

Faşizmin ağır koşulları altında tecrid ve baskı elbetteki daha ağır yaşanır ancak burada da bu ağır tecrit koşullarına devrimcilerin, komünistlerin direnişle yanıt vermesi mücadele tarihi boyunca çokça rastladığımız bir durumdur. Diğer taraftan sözde burjuva demokrasisinin uygulandığı Avrupa ülkelerinde de -2015 yılında ATİK’e dönük operasyonda olduğu gibi- tutsaklar uzun yıllar hapishanede ve ağır tecrid altında tutulur. Yine bu örnekte olduğu gibi emperyalist-kapitalist ülkelerin gerici faşist devletlerle işbirlikçi tutumları çok açık olur. Devrimcilere, komünistlere dönük cezalandırma yöntemleri, buna dair yasaları, yönetmelikler çoğu zaman birbirinden kopya edilir.

Egemenler birbirinden öğreniyor

Mevcut tecrit uygulamalarının ağırlaşması karşısında devrimci-komünist hareketlerin bunu kırma anlamındaki mücadelesi ve pratikleri elbette olacaktır.  Almanya’daki burjuva demokrasisine rağmen operasyon sonrası yaklaşık 5 yıl tutsak edilen ATİK’lilere uygulanan tecrit ile Fransa’da tutsak edilen George Abdullah’a uygulanan tecrit emperyalistlerin biribirinden öğrendiklerini gösteriyor.

Fransa’da tutuklu bulunan Lübnanlı George Abdullah, cezası 20 yıl önce dolmasına rağmen Fransız yetkililerin onay vermemesi nedeniyle demir parmaklıklar ardında kalmaya devam ediyor. Hapiste geçirdiği en az 36 yılın ardından “Fransa’nın en eski mahkumu” olmak durumunda kalan George Abdullah, tutsaklık halinin devamı için yasal bir gerekçe bulunmaksızın Fransa tarafından alıkonuluyor.

Hindistan’daki Maoist tutsak Dr.G.N.Saibaba’ya uygulanan tecrit yine oldukça benzerdir. % 90 fiziksel engelli ve tekerlekli sandalyeye bağlı olan Saibaba dosyasından beraat etmesine rağmen tahliyesi engellendi.

İsrail’de Filistinlilere dönük saldırılar ve gözaltına alınanların hapishanede tutulma biçimi, Afganistan’da tutsaklara uygulanan ağır koşullar, tecrit içinde tecrit edilmesi, İran’daki idamlar ile Türkiye’deki hasta tutsakların ölmeden hemen önceki gün tahliye edilmeleri aynı düşman hukukunun işlediğinin göstergesi değil midir?

Türkiye ve T.Kürdistanı hapishanelerindeki tutsakların 2015 OHAL döneminden itibaren çok daha ağır bir tecrit uygulamasına tabi tutulması bir yanda iken başta müebbet alan 30 yıllık tutsakların tahliye edilmeyerek, faşist TC’nin kendi yasalarına dahi aykırı davranarak, hapishane gözlem kurulunu ikinci yargılama merci atanması kılıfına uydurma biçimidir. 2015 OHAL kararnamelerinin kalıcı hale getirildiği en bariz örnekler hapishanelerdir. Bu tarihten itibaren devrimci, ilerici muhalif gazeteler, teorik dergiler tutsaklara verilmedi.

Tutsakların dışarısı ile birlikte verdiği çaba sonucu dergiler için abonelik sistemi ile dergilerin verilmesine bir olanak yaratılırken, bu kez de abone olsalar da binbir bahane ile politik dergiler verilmiyor veya 5 yıl için en fazla 3 dergi veriliyor. Tutsakların 3 kişi görüşçü hakkının, görüşçü olan kişinin hakkında herhangi bir dava olmaması şartına bağlaması ve çoğu kez kişinin “güvenlik soruşturmasına takılması” durumu ise rutinleştirildi. Hemen her hapishanede tutsakların okumasının önünde bir engel olarak kitap sınırının getirilmesi gerçek anlamda tecrit uygulamasıdır. Günde belki bir kitap okuyan tutsağın ayda üç kitaba mecbur edilmesi tecridin ne kadar boyutlandırıldığının göstergesidir.

Bu tecrit içinde tecrit örneğinin en ağırı PKK lideri Abdullah Öcalan üzerinde yaşanmaktadır. Ailesi ve avukatları ile görüştürülmeyen Öcalan üzerinde tecrid ile Kürt halkı cezalandırılmak, baskı altında tutulmak istenmektedir. Bunu kabul etmek ve bana sessiz kalmak mümkün değildir.

Tutsak Partizanlar açısından tecridin tüm tutsaklara uygulandığı gün gibi ortadadır. Açık bir şekilde ifade etmek gerekir ki, Tutsak Partizanlar bu tecridi kırmak için yoğun bir çaba içindeyken buna ortak olmak bu mücadeleyi dışarıdan güçlendirmek, büyütmek durumundayız.

Her adım, tecridin kırılmasına hizmet edecektir!

Hemen her Tutsak Partizan, sürekli okuyan, araştıran yazan, kitap çalışması ile oldukça verimli bir tutsaklık dönemi içindedir. Tutsak Partizanlar, dışarıda baskı ve sindirmeyle mücadelenin gerilemiş olması karşısında bir an umutsuzluğa düşmeden; yazı yazan, mektup ile dışarıyı anlamaya-okumaya çalışan, yüksek moral ile dışarıyı okuyan ve bu analizleri ile çoğu kez dışarının analizlerine benzer bazen çok daha isabetli ve öngörülü bir analiz-sentez içeren verimli çalışmalar yürütmektedir. Tutsaklarımızın bu çabasına yeterli karşılığı veremediğimiz ortadadır. Ülkede olsun veya olmasın her devrimcinin, Partizan’ın tecrid içinde tecrid edilmeye çalışılan tutsaklarımızla daha fazla bağ kurma, mevcut tecridi kırmanın yollarını arama mücadelenin bir parçası olmalıdır. Çokça ifade ettiğimiz gibi hangimizin ne zaman tutsak olacağının asla garantisi yoktur, bugün kırmak için uğraştığımız tecrid, yarın yeni bir tutsak için açacağımız yol veya yaratacağımız koşullardır. Türkiye cephesinden tutsaklarımızın kitap istekleri, temel ihtiyaçları, dışarı ile kurmak için mektupları, yazıları, kitapları ile mücadeleye katkılarını artırmak için harcadıkalrı yoğun bir emeğe dışarıdan doğru daha fazla karşılık yanıt vermemiz gerektiği açıktır.

İçerdeki tecridi kırmanın en temel yolu dışardakilerin içeriye daha fazla kulak vermesinden sahiplenmesinden geçmektedir. Elbette bu aynı zamanda kolektif bir çabayı gerekli kılmaktadır. Tutsağın görüşüne düzenli gidilmesinden, dışarıya ulaştırdığı yazı-makale ve kitaplarının dizilmesine temel ihtiyaçlarının satın alınarak giderilmesine kadar hemen her başlıkta atacağımız bir adım, her geçen gün ağırlaşan ve boyutlanan tecridin kırılmasına hizmet edecektir.

Bu çabanın kollektifleşmesi, mektuplaşmanın daha fazla gündemleşmesi, dışarı ile bağın daha fazla kurulması sınırlara takılmamalıdır. Her yoldaşın bir politik tutsak ile mektup arkadaşı olması tartışılmalı, bu mektuplaşma karartılmak istenen karanlık hücrelere dışarının küçükte olsa bir ışığı, sıcak bir sohbetin vesilesi haline getirilmelidir.

Mücadelemizin bir parçası daima hapishaneler, tecrid altında tutulan tutsaklarımızın dışarı ile kuracağımız bağlar olmalıdır. Ayrıca mektuplaşmayı sadece tutsağın dışarı ile bağı şeklinde de görmemek gerekir, aynı zamanda bir tartışma, politikleşme aracı olarak görmek gerekir. Tutsak ailelerimiz mevcut tablo içinde örgütsüz durumdadır ancak birçoğu yakınının dışarıdaki sesi soluğu olmuş bizimle önemli bir bağ ilişki geliştirmiş giderek politikleşmiştir.

Tutsağın bir kelamı, bir selamı, bir kartı aileler için büyük önem taşımaktadır. Ailelerimizle kuracağımız bağın giderek gelişmesi tecridin kırılması mücadelesine de katkı sunacaktır.

1434

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Özgür Gelecek

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Katledilişinin 50. Yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya HESAPLAŞMA, KOPUŞ VE YENİ BİR YOL

Kafasında üstü yırtık ve yamalı kahve renkli bir kasket, sırtında yerli bir askeri parka, altında ceket, kazak… üst üste giyilmiş üç tane pantolon, ayağında bir çift beyaz yünden yapılmış ve köylerde elle örülen çorap ve onun üzerinde naylon çorap, bir çift 45 numara Çelik marka lastik ayakkabı”yla tutsak edildi.1 

Sayfalar